Eslemnur
Fri 1 October 2010, 06:21 pm GMT +0200
Niçin İslami Hükümet?
Şu meseleyi de izah ettik ki, eğer müslümanlar, müslümanca yaşamak istiyorlarsa; bu yaşayışlarını müslümanca devam ettirmek yolunu tutuyorlarsa, yaşayışlarının bütününü, tümünü, Hak Tealâ'nın itaati yoluna uydurup, ister - ferdî, ister içtimaî işlerinde - Hak Tealâ'nın kanun ve şeriatinin hükümlerine uygun bir şekilde, bir hayat nizamını kabul etmeleri gerekir.
İslâm, hiç bir zaman, şu hâli kabul etmez ki, siz kalkıp da, Hak Tealâ'ya iman ettiğinizi ileri sürüp, kendinizi mü'min diye ilân edip, sonra da yaşayış yolunda, yaşayış işlerinde Hak Tealâ'nın kanunlarının hilâfına ve aksine, gayrı İlâhi kanunlara tabi olup gidesiniz... Böyle bir şekli reva görmek ve bunu caiz saymak, islâm'ın büyük bir çelişkiye düşmüş olması demek olur.
Halbuki islâm, çelişkiyi caiz saymadığı gibi, esasen varoluş sebebi de tek tek her ferdin ve bütün insanlığı içine düşmüş olduğu bütün yanılmalardan kurtarmak içindir. İslâmî Hükûmet ve İslâmî Anayasa istemenin arkasında şu düşünce kendisini hissettirir ki, eğer bir müslüman Allah Tealâ'nın kanunlarına itâaat etmiyecek olursa, esasen, o kimsenin -müslümanlık - iddiası ve ben müslümanım demesi şüpheli bir duruma girip, onun müslümanlığı hakkında tereddüdü gerekli kılacaktır. Bu mevzu öyle kesin bir hakikattir ki, bütün Kur'an bu hakikat için delil teşkil eder.
Kur'an-ı Kerim'e göre, Allah-ü Tealâ, Malik el- Mülk' tür. Yaratmak O'na mahsustur; bunun için de fıtraten ve tabiî olarak, Emr hakkı (memleket idaresi hakkı — Right to rule - da yine O'nun hakkıdır. Yalnız O'na aittir. O ülkesinde (dominion) kendi kullarını istediği gibi idare eder ve hâkimiyetiyle bu idareyi yürütüp gider. Bu işte hiç bir kimsenin ve hiç bir başka varlığın hüküm sürmesine ve bu idare işine karışmasına meydan verilmez. Böyle bir şeyi iddia etmek, hattâ tasavvur bile etmek, temelinden hatâ ve yanlıştır. Doğru yol birdir. Ve tektir. Bundan başka doğru yol yoktur.
Her kim, "O" nun halifeliği ve vekilliğini elde ederse, o kimse O'nun şer'î kanunları gereğince, bu şer'î kanunların icabına göre ülkeyi idare edip işleri yönetecektir.
"Ey Mâlik el-mülk olan Allah, Sen, istediğine mülk verirsin, istediğinden de çekip alırsın."
(Âl-i îmran: 26)
"İşte, bu Allah, sizin Rabbimizdir ki, mülk de onundur."
(Fatır: 13.)
"Mülk (Devlet ve memleket ve dünya) de onun hiç bir ortağı yoktur."
(Benî İsrail: 111.)
"İşte, hükm, (kumanda ve memleket idaresi) ulu ve büyük Allah'a aittir."
(El-Mü'min: 12.)
"O'nun hükmüne hiç bir kimse iştirak edemez."
(El – Kehf: 26)
"Acaba yaratma ve emr (idare ve hükümet) O'nun işi değil midir?"
(A'raf: 54.)
Derler ki: "Acaba, emr'de (Devlet idaresi ve kumanda) bize de bir iş düşer mi? Deki: Emr tamamen Allah'a mahsustur."
(Âl-i İmrân: 154.)
b —
Bu esas usûle göre, teşri hakkı, kanun yapma yetkisi, tamamiyle insandan alınmıştır; insanın elinden çıkmıştır, insan ise, yaratılmış bir kul olduğuna göre, köle gibi mahkûm bir durumdadır. İnsanın o zaman vazifesi kanun yapmak değil, "O" nun kanununa boyun büküp itaat etmektir. Zira Mâlik el - Mülk O'dur. Elbette ki, ilâhî kanunun hududu içinde, bu Kanun'dan hüküm çıkarmak, içtihad eylemek, fıkhî meseleleri yazılı hale getirmek, O'nun şeriatının ruhu ve islâm mizacının çerçevesi içinde, bu hususları gözönünde tutarak, bu Aslî Kanun'un ışığı altında, ferî kanunlar yapmak hakkı da Ehl-i iman'a tanınmıştır. Nitekim, açık hüküm bulunmayan meselelerde, kanun düzenlemek ve bu gibi işler hakkında hüküm vermek de yine Ehl-i îman'a verilmiş olduğundan, aslî kanunun rehberliği altında, fer'î kanunun nasıl yapılacağı anlaşılıyor. Fakat, esas ve ana meselelere gelince; eğer bir kimse, bu gibi hususlarda, İlâhî Kanun'u bırakıp da herhangi bir şahsın, yahut da şahısların veya bir idarenin veyahut da bir idare sisteminin uydurup ortaya attığı kanunu, kendisine kanun sayıp, ona tabi olmak, o kanuna boyun eğmek, o kanun gereğince işlerini yürütmek veya yürütülmesini sağlamak yolunu tutarsa, o zaman Tağut'a tâbi olmuş olur. Hak Tealâ'nın itaatından çıkar. İsyan yoluna sapmış duruma girer. Onun yaptığı işlerin ve verdiği kararların hepsi de bâtıl olup, bu kararlara uyanlar da hakikatte mücrim, günahkâr ve suçlu duruma düşerler.
"Siz, kendi dilinizle yalan uydurarak, şuna helâl buna haram demeyiniz."
(En – Nahl: 116)
"Rabbınız tarafından, size nazil olmuş bulunana tâbi olunuz, ve ondan gayri kimseyi kendinize Veli diye tanımayın."
(A'râf: 3.)
"Allah'ın gönderdiği ile hüküm vermeyen, kimseler kâfir (güruhundan) dırlar."
(El - Mâ'ide: 44.)
"(Ey Peygamber): Sana ve senden öncekilere nazil bulunana "imân ettiklerini sananları görmedin mi ki, onlara, inkâr edip kabul etmemeleri için emir verilmiş olduğu halde, yine de "Tağut"un talimine uymak istediler."
(En-Nisa: 60.)
c —
Yer yüzünde, Hak Tealâ'nın asıl maksadı "hükümet" in kendi kanunlarının esası üzerine kurulmasıdır. Bu husus, peygamberler vasıtasiyle bildirilmiştir. Bu işin ismine de Hilâfet denmiştir.
"Biz peygamberleri, Allah'ın izni ile sadece kendisine itaat edilsin diye gönderdik, (başka bir şey için göndermedik)."
(En-Nisâ: 64.)
"İşte biz, sana Kitâb'ı hakla gönderdik. Tâ ki, Sen de Allah'ın sana göstermiş olduğu şekilde halkın arasında hüküm veresin."
(En-Nisâ: 105)
"Sen; onlara, Allah'ın gönderdiği gibi hükm edersin. Onların keyiflerine tâbi olmazsın. Allah'ın sana gönderdiği şeylerden dolayı, karışıklık çıkarmamak için de onları uyarırsın."
(El-Mâide: 49)
"Acaba: Cahiliyenin verdiği hükümler gibi mi hüküm verilmesini istiyorlar?"
(El-Mâide: 50)
"Ey Dâvûd: Biz, seni yer yüzüne halife diktik; Halk arasında hak ile (adaletle) hüküm ver, keyfe tâbi olma. İşte; keyfe tâbi olmak seni Allah yolundan saptırır..."
(Es-Sâd: 26)
d —
İşte, bunların hilâfına, Cenâb-ı Rabb-ül - âlemin tarafından gönderilmiş bulunan Peygamberlerin getirdikleri kanunlar yerine, herhangi başka bir temele dayanan eden kanunlara tâbi olmak isteyen kimse ve bu gibi kânunlara bağlı bulunan her hükümet ve her adalet sistemi, hakikatte adalet sistemi olmayıp zulümden başka bir şey değildir. Zalimdir ve haksızdır. Her bakımdan ve her hususta, bu iki hükümetin ve bu iki idare sisteminin - adalet bakımından da, şekil ve görüş açısı bakımından da -- birbirleriyle çok geniş ölçüde ihtilafları ve ayrılıkları vardır. Bunların bütün çalışmaları, fiil ve hareketleri, asılsız, esassız ve ölçüsüz olup, temelinden bâtıldır. Bu gibi kanunlara tâbi olanların verdikleri hüküm ve vardıkları kararların hepsi ve bütünü hiç bir meşru temel dayanmaz. Bu kararlar ve bu hükümler esasından çürüktür. Hakîkî "Mâlik el-Mülk" bir kimsenin eline kudret vermeyip buyruk sahibi, Sultan (Charter) kılmadığı bir kimsenin de başına geçtiği ve idaresini ele geçirdiği hükümet ve idare sistemi, nasıl olur da meşru bir hükümet, hakikî ve kanunî bir idare sistemi olur.[10]
O zaman, ne yaparsanız yapınız ve ne ederseniz ediniz, bunların hepsi de Allah kanunu bakımından bir hiç hükmündedir.
İman ehli bu gibi gayri ilâhî kanunların harici varlıklarını fiilî (defacto) olarak kabul etmek zorunda kalsalar dahi, meşru bir şekilde, işlerinin yürütülmesinde (dejure) onların doğru ve sahih olduklarını kabul etmezler. İmam Ehli'nin, işlerinde asıl hüküm sahibi olan, emir veren ve hüküm icra eden Allah'tır. Allah'ın karşısına dikilip de, ona karşı kafa tutup, isyan yoluna sapmış olanlara da, İman Ehli itaat etmez. Bu gibilerden de kendi işlerinin yürütülmesini istemezler. Bu şekilde hareket eden, İman Ehli'ne aykırı yol tutmuş olanlar ve onların aksine hareket edenler, iman sahipliği ve müslümanhk iddiasında bulunsalar dahi, hakikî iman sahipleri, vefalı ve sadakatli mü'minler zümresinin dışında kalmış olurlar.
Bu mesele açık olarak akla aykırıdır. Herhangi bir hükümetin başına, isyankâr bir topluluk geçmiş bulunsun da. sonra, imân sahipleri de böyle isyankâr birisinin idaresi altında bulunan hükümete ve onun iktidarına boyun eğip, teslim olup, hem de bu hükümeti meşru ve kanunî bir iktidar tanısınlar. Hele bu yetmiyormuş gibi, Cenab-ı Hak tarafından da böyle isyankâr bir hükümete gelin de itaat edin ve uyun denmiş olsun?
"Deki: Biz, işledikleri işler yüzünden en büyük zarara kimlerin uğramış olduklarını size haber verelim mi? Onların dünya yaşayışındaki çalışmaları boşa gitmiştir, heba olmuştur. Fakat onlar kendilerini iyi şeyler yaptıklarını zannederler. İşte, Rabb'Ierinin âyetlerine ve Rabb'lerine kavuşacaklarına inanmazlar. Bunun içindir ki, onların amelleri de hiç olmuştur; Kıyamet günü de biz onlara, bir değer vermiyeceğiz."
(Kehf: 103-105)
"İşte bu Ad (kavmi) dir. (Bu Ad kavmi) Allanın âyetlerine bağlanmaktan kaçındı. Allah'ın resullerine karşı isyan yolunu tuttu. (O kavim), her inatçı zâlimin emrine de tâbi oldu."
(Hud: 59)
"İşte biz, Musa'yı Firavun'a- ve onun güruhuna, âyetlerimizle ve delillerle apaçık olan sultan gönderdik. Onlar (Fî-ravn güruhu) Firavun'un emrine tâbi oldular. Halbuki Firavun'un emri yetkin değildi."
(Hud: 96.)
Zikrimizden, kalbini gafil kılmış bulunduğumuz kimseye itaat etme. Böyle kimse, keyfine tâbi olup işini azıtmıştır.
(El - Kehf, 28.)
"Ey Peygamber, söyle: Benim Rabbim, ister gizli olsun ister açık olsun, her türlü fuhşu (kötü iş) günahı, haksız tecavüzü ve hiç bir delil indirmemiş olduğu halde, Allah'a ortak koşmanızı katiyetle haram kılmıştır."
(A'raf: 33.)
"Kendisine hidâyet yolu gösterilip bellendikten sonra, Resul ile çekişmeye kalkışan ve müminlerin yolundan başka bir yola tâbi olan sizler, ibadet ettiğiniz Allah'ı bırakıp da, ancak kendinizin ve babalarınızın uydurup isim taktıkları şeye mi ibadet edersiniz? Allah bunlar için hiç bir delil göndermemiştir. İşte hüküm ancak Allaha mahsustur. Allah öyle emreder ki, kendisinden başka kimseye ibadet etmeyiniz."
(Yusuf: 40).
"Kendisine hidayet yolu gösterilip, bellentilikten sonra, Resul île çekişmeye kalkışan ve Müminlerin yolundan başka bir yola tâbi olan kimseyi, biz de, dönmek istediği tarafa çevirir ve Cehenneme ulaştırırız. Onun son dönüşü ise, çok fenadır.
"Evet... Senin Rabbine and olsun ki; onların aralarında çıkan çekişmede seni hakem kılmayıp, senin verdiğin hükümlere tabi olmadıkça, imân etmiş sayılmazlar."
(En-Nisâ: 65)
"Ne zaman, onlara dense, geliniz Allah'ın nazil kıldığına ve O'nun Resulüne tâbi olun, münafıkları göreceksin ki, senin yolunun önünü öyle bir şekilde kapatırlar ki..."
(En-Nisâ: 61)
"İşte Allah, kâfirler için müminlerin zararına bir yol göstermez."
(En-Nisâ: 141)
Bu yüce âyetler Kur'an-ı Kerim'in muhkem âyetlerindendir. Bunlar katiyen müteşabih âyetler değildir. İşte bu temel akidedir ki, islâm'ın fikir nizamı, ahlâk nizâmı, medeniyet nizâmı, hep bu temel üzerine kurulmuştur. Müslüman, İslâmî insan ilişkileri ve İslâmî hükümet hayata geçirilmedikçe, kendi imânın gereklerini tam olarak, tamamlamış sayılmaz. Müslümanın, İslâmca yaşayışı o zaman tamamlanmış olur ki, o müslüman, ilâhî Kanunu her yerde ve her hususta yürürlükte olmasını sağlamış olsun. Bütün yaşayışında, bütün iş gücünde, bu kanuna bağlanıp bu kanunla hep işlerini yürütüp gitsin.
Enbiyâ-i Kiram (A.S.) da yalnız bu amaçla, gönderilmişlerdir ki Allah'ın hâkimiyet nizamını cemiyete nakşedip ayakta tutsunlar.
Bu amacın garçekleşmesi için, görüyoruz ki - hicretten önce - Hazret-i Resûl-i Ekrem, (S.A.V.) mübarek lisanları ile şu şekilde dua ediyordu:
"De ki: Yâ Rabbî; beni doğru bir girişle girdir, ve doğru bir çıkıştan çıkar ve bana kendi indinden yardım eden bir kuvvet ver."
(İsra Sûresi: 80)
Yani, "Ya sen kendin, bana iktidar ata kıl, yahut da bana destek olacak herhangi bir hükümet vücuda getir ki, onun kudreti vasıtasiyle, dünyayı saplanmış bulunduğu şu fenalıklardan temizleyip onu kurtarabileyim. Fenalıklardan, açık saçıklıklardan ardı arkası kesilmeyen kötülükler selinin önüne geçip, onu kurtarıp, senin adalet kanununun cari (geçerli) olması, yürümesi yolunda çalışayım.
Hasan Basrî (R.A.) Kıtade (R.A.) İbn-i Cerîr (R. A.) İbn-i Kesîr (R.A.) ve diğer müfessirler, bu âyeti kerimenin tefsirini anlattığımız gibi beyan ederler. Bu hususun teyidi hakkında, şu Hadis-i Şerif de gözönüne alınmalıdır.
"Hak Tealâ Kıır'an ile karşı koyup, ortadan kaldırmadığı çok şeyleri, hükümet vasıtasiyle karşı koyup ortadan kaldırır."
Bu Hadis-i Şeriften anlaşılıyor ki, islâm, dünyada yapmak istediği İslâhat işlerinde yalnız vaaz, nasihat ve öğüt vermekle kalmamış bu hususu amelî (pratik) olarak ele almış, siyasî noktayı da ihmal etmemiştir. Hükûmet ve siyaset işlerini işe karıştırmıştır.
Hak Tealâ, yukarda zikredilen duayı kendi peygamberine öğretmiş olmaları ile sabit oluyor ki, dinin, ve şeriatın tatbik edilmesi, hududullah'ın (Allah'ın emirleri) icrası için de hükümete ihtiyaç vardır. Ve bu vasıftaki hükümetin varlığı hayatî bir ihtiyaçtır. Bu yolda çalışıp uğraşmak için sadece tavsiye ile yetinilmemiş, belki asıl amaç ve istenen de bu meseledir. Yani hükümetin mevcudiyeti meselesidir. Bazı insanlar yanlış düşünerek, bu meseleyi Peygamberin dünyaya bağlılığı, düya isteği şeklinde ortaya koymak isterler; bu doğru değildir. Zira dünyaya bağlılık ve dünya isteği olsaydı, bu isteğin sahibi, iktidarı ve hükümeti kendisi için istemiş olurdu.
Hak Tealâ'nn emrettiği dinin yükselmesi ve ayakta tutunması için istenen hükümet ve iktidar ancak Hak'ka bağlılığın tâ kendisidir. Onun bir gerçeğidir. Şahsî bir gaye için değildir.