saniyenur
Sun 10 July 2011, 02:21 pm GMT +0200
Tevhid Hakkında Mesele: Kim Ki, Nefsini Bilirse Rabbi’ni Bilir
Eğer biri çıkar da; gerçekten insanlar «kim ki, nefsini bilirse Rabb'ini bilir» sözünde ittifak etmişlerdir, fakat bilmenin şekli ve yönü hakkında ihtilâf ettiler, derse bu husus, şöyle izah edilir :
Seneviyye diyor ki : ALLAH-u Teâlâ'nm zatmm hayrı ve şerri kuşattığı bilinince, ondan her cihet için bir Rabb olduğu bilinir.
Yahudiler ise; ALLAH'ın cüzden biri olduğunu söylediler.
Müşebbihe mezhebine gelince; onlar da şöyle diyor : ALLAH bir cisimdir. Çünkü görünen âlemde nefsin bilinmesi cisim için olur.
Celim de der ki; ALLAH yok iken sonradan var olduğu bilinince o, bir şeydir, cisimdir, âlimdir, semi' (işitici) dir; basîr (görücü) dir. Böyle olunca bilinir ki, her kendisinde bu isimlerden biri bulunan hadis olanın tâ kendisidir. Halbu ki onu meydana getiren Rabb'isinin hadis olması mümkün değildir.[354] Bizce (ehl-i sünnet) ise bu husus şöyle ifade edilir : Gerçekten «kim ki nefsini bilirse o, Rabb'ini bilir.» Çünkü o, nefsini arazlardan görme ve işitme ve başkalarından ihtimal dahilinde olanı bilmediğini biliyor. Ve nefsinden fesada uğrayan şeyin ıslâhını da bilmediği gibi zamandan, mekândan almış olduğu1 nasibi kadarmca olanı ve kendisine gelen çeşitli ihtiyaçların nereden geldiğini ve o ihtiyaçları kendisi ile giderebileceği şeyin hakikat ve mahiyetini de bilemiyor. Bu, onun yaratılışında vardır. Bununla beraber kendi nefsinde gördüğü şey ile zeval bulduğunu müşahede ediyor. Öyle ise onun geçmiş hallerinden olanlardan, tâa, bugünkü haline kadarını kendisinde bulunan zamana kadar, hallerin çeşitli merhalelerden geçtiği bilinmesi ile beraber, bu hususları bilmesi uzak bir ihtimaldir. Bunu zihninde bile tasavvur etmesi çok güçtür. Aklı, bunu kuşatması ihtimalinde bulunmaktan çok acizdir, işte bu noktalardandır ki o, bizzarure kendi nefsini, bulunmuş olduğu hal üzere kendisi icadetmediğini bilir. Hatta, eğer nefsinin icadetme işi kendisine ait olmuş olsaydı, geçen hususların tümünü bilecek şekilde meydana getirirdi. Çünkü eğer bu hususlardan her hangi bir şeyi meydana getirmeye kadir olmuş olsaydı kendisinde sabit olan cehalete, sonra kendindeki ihtiyaçları giderme babından haber verilen hususlarda ve kendisinde fesada uğrayanı ıslâhla acze itilmezdi. Bu takdirde bilinir ki o, yani ALLAH, hissettiği şeyi yaratma bakımından mahlûkatın en malik olanı kendisine verilen hakikatleri idrâk etmekte en üstünü ve adı geçen işlerden bilinen şeye vukuf bulmakta en süratli olanıdır. Böylece kendi nefsinin bir şeyi icadetme, var etme, baki kılma, yok etme gücünün dışında olduğunu bilir ve anlar. Sonra hissedilenlerin hepsinin ayan beyan olduğunu da bilir. Çünkü onlar kendi ihtiyaçlarında şaşkınlığa düşmüş olanlar gibi kendinin tedbir ve icadı altındadırlar.
Ve bilir ki, sebebleri anlamakla, hadiselere vakıf olma ve üzerinde bulunduğu ihtimallerden kendisi gibisi, ancak nefsinin bulunduğu halin bütün manalarının[355] dışında olan kimse ile olur. O hallerin içinde manalar değişikliğe uğrar. İşte yukardan beri izahına çalışılan hususlarla onun var olması aciz olmayıp her şeye kadir[356] olanla; cahil değil âlim olanla, ve tedbiri, icabında kendisine karşı çıkılması mümkün olmayan yüce4 ALLAH iledir. Ve yine bu hususlardan hiç bir şeyin yüce olan ALLAH'a benzemediğini de Öğrenir.
Öyle ise kendisine benzemesi yönünden, hadis veya kadîm olma veyahut, kendisini başkasının yaratmasından kendisinde bulunmasını gerektiren şeyin gerektiğini söylemesinin hiç bir anlamı yoktur. Eşyanın hepsi de böyledir. Zira eşyanın arasında, ihtiyaçlar, aczin ve sınıfın çeşitleri itibariyle muvafakat ve mutabakat vardır. Sonra hadis olma bakımından bütün yönlerden aralarında muvafakat bulunur. Bununla, kendisinin, ona tüm yönleriyle benzemediğini bilmesi gerekir. Yönler, kendisini icâd edene değil; bilakis kendisi için bulunur. îşte bu hususlarda ALLAH'a yaraşan, ve lâyık olan şekliyle Rabb'in bilinmesi bulunmuş olur. Kuvvet ancak ALLAH'tandır.
Bu ifadelere göre Cehm'in, «ALLAH, âlim ve kadir değildi; sonra böyle, yani, âlim ve kadir» oldu sözü çürütülmüş oldu : Aynı zamanda «Allah fail ve mütekellim değildi; sonradan fail ve mütekellim oldu» diyen kimsenin sözü de batıl olur. Çünkü onlar, ALLAH'da, kulun hadis olması ve yaratılması bakımından kendisini bilmeye sebeb olan haller ve yönlerin değişime uğradığını ifade ettiler. Kuvvet ancak ALLAH'tandır.
Hallerin ihtiyarî olarak vuku bulmasının kabul edilmesinin mümkün olması ve ilim, kudret, hayat, işitme ve görme gibi yüce sıfatlarla mevsuf olmasının imkân ve ihtimal dahilinde bulunmasından yukarda zikrettiğim şeylerde kendisinin, âlim ve halik (yaratıcı) olan ALLAH ile var olduğunu açıklayan hususlar vardır. Bütün gıda maddeleri de böyledir. Kuvvet ancak ALLAH'tandır.
Hayra ve şerre muhtemel olması ve hallerinin muhtelif olmasında, kendisinin yaratılması; hayır ve şerre yorulmayan ve hallerinin de muhtelif olmamasına sarfedildiğinin bir delilidir. Bunun böyle olması herşe-yin bulunduğu hal üzere var olması ALLAH'm takdiri ile olduğunun beyan [357]edilmesi içindir. Kuvvet ancak ALLAH'tandır.
Bir kısım insanlar da bu hususta şöyle diyor : Kim ki kendi gizli varlığını bilirse Rabb'ini bilir. Gizli varlığı ise, kendisinde yüceliğe ulaşma ihtimali ve işlerin salâhı için yaratılan «iç âlenıi»nden ibarettir. Bununla mahlûkatın idaresine ve sebeblere bakmanın küfürden ibaret olan işlerden gizli olanların idrakine sahip ve malik olur.
Bu söyledikleri şey[358] güzel bir sözdür. Yaratıcı olan ALLAH'ı bilme hakkında zikrettiğimiz şey, ALLAH'm hallerinden gizli olan şeyin gizliliğini[359] idrâk etmeğe kâfi derecede açık vaki olmuştur. Ve kapalı olan şeyin bilinmesine ulaşmış sebebler de zahir olmuştur. Bununla kendisinde gizli kalan şey bilinir. O şeye nefis ismi verilsin veya verilmesin. O, açıklık kazanmıştır. Kuvvet ancak ALLAH'tandır. [360]
[354] Kitabın aslında «te'huzu. kelimesi «ye'huzu. olarak yazılmıştır.
[355] Kitabın aslında *el-mânî» mükerrer olarak yazılmıştır.
[356] Kitabın aslında *bikâdirin» kelimesi «bifesâdin. olarak yazılmıştır.
[357] Kitabın aslında .cebbârin» kelimesi noktasız «ha» iledir.
[358] Kitabın aslında <kâlûhu> kelimesi «kâlehû» olarak yazılmıştır.
[359] Kitabın aslında -el hafi» kelimesi «el bafî bihî» olarak yazılmıştır.
[360] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları:205-207