- Nazar Kıl İbretle!

Adsense kodları


Nazar Kıl İbretle!

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Fri 8 June 2012, 05:25 pm GMT +0200
Tavan Arası


Ali Sözer | Mayıs 2012 | TAVAN ARASI   


‘Nazar Kıl İbretle!’


Ömrü İslâm’a hizmetle geçmiş, Osmanlı’nın son asrının Nakşî-Halidî büyüklerden Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî hazretlerinin mezartaşında şu manzume yazılıdır:

“Nazar kıl çeşm-i ibretle makâm-ı ilticâdır bu
Erenler dergehi, bâb-ı fuyûzât-ı Hudâ’dır bu.
Ziyâeddin-i Ahmed, mevlidi ânın Gümüşhâne
Şehîr-i şark u garbdır, mürşid-i râh-ı Hüdâ’dır bu.
Muhakkak ehl-i Hak ölmez, ebed haydır bil ey zâir
Sarây-ı kalbini pâk eyle, bâb-ı evliyâdır bu.
Şuâ-ı dürr-i vahdet, menba-ı ilm-i ledünnîdir
Mükemmel vâris-i şer’-i Muhammed Mustafâ’dır bu.
Hilâfet müddetinden “ircıî” vaktine dek hakkâ
Tarîk-ı Hâlidî’yi neşr eden hak-reh-nümâdır bu.
Oku İhlâs ile bir Fâtiha kalbinde dâim tut
Cilâ rûhâni-i kalb-i mürîdâne gıdâdır bu.”

Yani:

“Bu mezara ibret gözüyle nazar et, burası sığınma makamıdır. Erenlerin dergâhı ve Allah’tan gelen feyizlerin kapısıdır.
Bu mezar, doğum yeri Gümüşhane olan Ahmed Ziyaeddin’indir. O, doğu ve batının tanıdığıdır, Allah yolunun mürşididir.
Ey ziyaretçi! Hak ehli kişiler ölmez, onlar daima diridirler. Kalp sarayını temizle, burası eyliya kapısıdır.
Buradaki zat, vahdet incilerinin ışığı ve ledün ilminin kaynağıdır. Muhammed Mustafa s.a.v.’in sünnetinin mükemmel bir vârisidir.
Halifelik aldığı zamandan “Allah’a dön” emri gelene kadar Halidîliği yayan Allah yolunun kılavuzudur.
İhlâs ve bir Fatiha oku. Kalbinde daima tut ki, müritlerin manevi kalbinin cilasıdır burası.”

Ayak ucu kitabesinde de şöyle yazılıdır:

“Muhaddisîn-i kirâmdan fahrü’l-meşâyıh, Gümüşhaneli el-Hac Ahmed Ziyaeddin Efendi hazretlerinin ruh-ı mukaddeslerine el-Fatiha.”

Bir Avustralyalı’dan Tasavvufu Öğrenmek


Bazen yanıbaşımızdaki kitapları fark edemeyiz. İllâ bir okuyan vesile olacak. Emetullah Armstrong’un Eşik Yayınları’ndan çıkan “Sınır Değildir Gökyüzü” de böyle bir kitap. Bilenler bir tarafa, biz bilmeyenlere tanıtalım.

Kitapta, Avustralyalı bir hanım olan Jyly, İslâm ile müşerref olmasını ve tasavvufa intisap etme sürecini roman üslubunda anlatıyor.

Eşiyle birlikte sıkça yurtdışı gezilerine çıkan Jyly’nin, Tunus’a yaptığı bir geziyle hayatı değişir. Buradaki insanlarda gördüğü güzelliğin kaynağının dinlerinden geldiğini fark edince, içten içe İslâm’a sempati duymaya başlar. Tunus’ta kaldığı müddetçe Tunus halkını gözlemler. Avustralya’ya dönünce bile aklı fikri müslümanların yaşantısında kalır. Kendi kendine İslâm’ı araştırmaya karar verir, eline geçen ilgili her kitabı okur. Araştırmaları sonucu daha evvel hiç duymadığı tasavvuf ile karşılaşır.

Bu süreçte müslüman olur ve Emetullah ismini alır. Kendi çabaları ile Arapça öğrenir, büyük sufilerin kitaplarını da okur. Tasavvuf büyüklerinin kitaplarını okudukça, içten içe “Benim de bir mürşid-i kâmile ihtiyacım var” demeye başlar. Kitap da asıl burada başlıyor.

“Sınır Değildir Gökyüzü”, bir ihtida romanı olduğu kadar esaslı bir tasavvuf kitabı. Ve raflarda sahici okurlarını bekliyor.

Eşeğin Gölgesi Davası


Yaşadığımız medya çağında konuşulmayan, dile getirilmeyen hiçbir mevzu yok. Konuşulmasına konuşuluyor, tartışılmasına tartışılıyor, fakat çoğunlukla bir adım ilerleme olmuyor. Yani her kafadan bir ses çıkıyor. Doğru olanı savunanların yanında, bir o kadar kişi de aksini savunuyor. Aynı “Eşeğin Gölgesi Davası” gibi.

Bu da nedir derseniz, Christoph Martin Wieland’ın “Abderalılar” adlı kitabında mizahî bir dille anlatılan hikâye ilginizi çekecek:

Antik Yunan’da Abdera şehrindeki dişçilerden biri, bir diğer şehre giderken malzemelerini taşıtmak için bir eşek kiralayıp yola çıkar. Mevsim yaz. Haliyle kuşluktan sonra sıcaklık artar. Öğle saatlerinde iyice yorulurlar. Biraz nefeslenmek için mola verdikleri bir yerde dişçi eşeğin gölgesine oturur. Fakat eşeğin sahibi dişçiye; “Sen yüklerin için eşeği kiraladın, gölgesine oturamazsın!” der. Aralarında tartışma çıkar ve yoldan geri dönerler. Mesele mahkemelik olur. Taraflardan biri savcıyı ayarlar, diğer taraf da bürokratlardan birini… Derken mesele büyür gider. İşin içine parlamento da katılır. Orası da ikiye bölünür. Bir kısmı dişçiyi, diğer kısmı da eşek sahibini savunur. Mesele daha da büyür, şehir halkı da ikiye ayrılır ve eşeğin gölgesi davası vatan meselesine dönüşür. Fakat bir türlü sonuca varılamaz, çözüm bulunamaz. Artık her yerde eşeğin gölgesi konuşulur tartışılır olmuştur. Bir yerden sonra hayat durur, her şey kilitlenir. En sonunda da halk isyan eder ve eşeği öldürerek meseleyi çözerler.

Günümüz toplumları da biraz Abderalılar gibi. Meseleleri ele alıp tartışmamız, çözüme kavuşturmamız da öyle…

İlk Ders Besmele


“Ağaç yaşken eğilir.” demiş eskiler. Yaz mevsimi geliyor. Okulların tatil olmasıyla birlikte çocuklar Kur’an öğrenmek için camilere koşacaklar. Çocuklarımızın İslâmî bilgileri öğrenmeleri, Allah yolunun tadını küçük yaşlarda hissetmeleri çok önemli.

Büyük şairlerimizden Yahya Kemal, “Ezansız Semtler” adlı yazısında erken yaşlarda edinilen dinî kültürü bir rüyaya benzetir ve bu tadın önemini şöyle anlatır:

“İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek akşamları bir minderin köşesinde okunan Kur’an sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler, kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler hayata girdiler.”