- Namazı Kısaltmanın Şartları

Adsense kodları


Namazı Kısaltmanın Şartları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ezelinur
Fri 29 January 2010, 07:35 pm GMT +0200

Namazı kısaltmanın sahîh olabilmesi için gerekli bazı şartların bu­lunması icâb eder ki, bu şartlar da şunlardır:

1. Seferin gidiş mesafesi 16 fersah olmalıdır. Bir fersah üç mil eder. Bir mil de el zirâıyla 6000 zirâ’dır. Bu da metre olarak 80.640 km. karşılığıdır. Bu mesafe, yüklü bir devenin normal yürüyüşle bir gün ve bir gecede alacağı yola tekabül eder. Sefer mesafesinin bu kadarla tesbiti, üç mezhebin ittifakı ile olmuştur. Ancak Hanefîler bu görüşe muhaliftirler.

Hanefiler dediler ki: Sefer mesafesi zamanla takdir edilir ki, bu da senenin en kısa günlerinden üç günlük bir yürüyüştür. Bu günlerin her birinde sabahtan güneşin zevaline kadar yürümek, (namazı kısaltmak için) yeterli olur. Geçerli olan yürüyüş, orta bir yürüyüştür. Bu, deve yürüyüşü ve yaya yürüyüşüdür. Meselâ seferin birinci günü sabahtan iti­baren, güneşin zevaline kadar yürür de bir konağa varırsa, orada konak­layıp geceler. Sonra ikinci gün erkenden kalkıp yola koyulur. Aynı şeyleri yapar. Üçüncü gün de aynı şeyleri yaparsa, namazı kısaltmayı gerekli kılan sefer mesâfesini katetmiş olur. Bu mesafenin fersahla takdir edilme­si, mûtemed görüşe göre geçerli değildir. Bundan az bir mesafeye gidecek olanların, namazı kısaltmaları sahîh olmaz. Bazı Hanefîler ise bu mesafe­yi fersahla takdir ederek bunun 24 fersah (120.960 km.) olduğunu söyler­ler ki, bu da iki konak değil üç konaktır.

Şâfiîler bu mesafeyi iki konak olarak takdir etmişler­dir. Bunlara göre konak, 8 fersah tutarındadır. (Yani iki konak 16 fer­saha, 16 fersah da 80.640 kilometreye tekabül eder.) Sefer mesafesi­nin belirtilen ölçüden bir veya iki mil kadar eksik olması, namazın kı­saltılmasının sıhhatine zarar vermez. Hanefîlerle Hanbelîler bu görüşte müttefiktirler.

Mâlikîlerle Şâfiîlere gelince onların buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.

Malikiler dediler ki: Sefer mesafesi belirtilen miktardan 8 mil kadar eksik olsa bile namazın kısaltılarak kılınması sahîh olur ve bu na­mazın iade edilmesi de meşhur görüşe göre gerekli olmaz. Mekke, Minâ, Müzdelife ve Mihsab halkı hac mevsiminde Arafat’taki vakfeye gitmek için çıkıp gittiklerinde, mesafe şartından istisna edilerek namazı kısalta­rak kılarlar. Üzerlerinde kendi vatanlarından başka bir yerde edâ edilecek hacla ilgili bir amel kaldığında, dönüşte de namazı kısaltarak kılarlar. Aksi takdirde namazlarım tam olarak kılarlar.

Şafiiler dediler ki: Mesafenin belirtilen miktardan az olması, na­mazın kısaltılması açısından sakıncalı olur. Sefer mesafesinin belirtilen ölçüden az da olsa eksik olması hâlinde, namazları kısaltarak kılmak caiz olmaz. Şu var ki; Mâlikîler sefer mesafesinin takdirinde yakînî bilgiyi şart koşmamışlar; kuvvetli zanın da yeterli görmüşlerdir.

Takdir edilen mesafenin gün ve gece olarak belirtilen müddet içerisinde katedilmesi şart değildir. Bu mesafeyi daha az süre­de, hatta hava yoluyla seyahat edenlerin bir anda katetmeleri halinde bile namazı kısaltarak kılmaları sahîh olur. Mezhebler bu hususta gö­rüş birliği etmişlerdir.

2. Sefere çıkan kişinin namazı kısaltmasının sahîh olabilmesi

için sefere niyet etmiş olması şarttır. Bu hususta mezhebler arasında görüş birliği mevcuddur. Ancak sefer niyeti için de iki şart gereklidir:

a. Yolcu, gideceği mesafenin tamamını katetmeye ilk çıkış anın­da niyet etmelidir. Nereye gideceğini bilmeyen, seferinin hangi tarafa olacağına bir türlü karar veremeyerek yola çıkan kişi, yeryüzünün tü­münü dolaşsa bile, bir mesafe katetmeye niyet etmemiş olduğundan namazı kısaltması caiz olmaz. Bu hükümde ittifak vardır. Yine bunun gibi, sefer mesâfesini kat etmeye niyet ettiği halde, bu seferi keserek ikâmete niyet eden kilide namazı kısaltamaz. Bunun açıklaması ileri­de yapılacaktır. Hanefîler bu hükme muhalefet ederek aykırı görüş be­yânında bulunmuşlardır.

Hanefiler dediler ki: Seferi keserek ikâmete niyet etmek, na­mazı kısaltma hükmünü iptal etmez. Ancak bilfiil ikâmet edilirse, namaz tam olarak kılınır. Meselâ Kâhire’den Asyot’a gidip onbeş gün ikamete niyet eden kişi, Asyot’a ulaşıp ikâmet edinceye dek (yoldayken) namazı kısaltarak kılar.

b. Yolcu, kararında bağımsız olmalıdır. Başkasına tâbi olarak sefere çıkan kişinin, bağlı bulunduğu kişinin seferi katetmeye niyet et­memesi hâlinde, kendisinin niyet etmesi geçerli olmaz. Meselâ kadın kocasıyla; asker komutanıyla; hizmetçi efendisiyle beraber sefere çı­karsa bu hükme tâbi olur. Bu durumda koca, sefer mesafesini katet­meye niyet etmemişse, hanımın niyet etmesi geçerli olmaz. Asker ve hizmetçinin durumu da böyledir. Bunlar, fırsat bulmaları hâlinde üstle­rinden kurtulmaya niyet etseler bile, niyetleri yine geçerli olmaz. Ki Şâfiîler dışındaki diğer mezheblerin bu hükümde görüş birlikleri mevcûddur.

Şâfiîler: buna bir hüküm daha eklemişlerdir. Şöyle ki: Ast, üs­tüne bağlı olmaktan kurtulduğunda seferden dönmeye niyet ederse, mese­lâ askerin adı kütükten silindiğinde; hizmetçi hizmetten ayrıldığında, se­ferden dönerken iki konaklık mesafeyi katetmeden namazını kısaltamaz. İkinci konağa ulaştığında bir vakit namazı kaçınrsa, bunu kısaltarak ka­za eder. Çünkü bu, seferde kazaya kalmış olan bir namazdır.

Sefere niyet eden kişinin baliğ olması şart değildir. Bir çocuk, na­mazı kısaltacak miktardaki bir mesafeyi katetmeye niyet ederse, na­mazı kısaltarak kılar. Ancak Hanefîler, bu görüşe muhaliftirler.

Hanefiler dediler ki: Sefere niyette bulûğ şarttır. Çocuğun ni­yeti sahîh değildir. Bunlara göre niyetin şartı üçtür:

a. Mesafenin tamamını katetmeye, seferin başlangıcında niyet et­melidir.

b. Bu niyet sahibinin kendi başına karar vermeye yetkisi olmalıdır,

c. Niyet edenin baliğ olması gerekir.

3. Namazı kısaltmanın sahîh olması için, gidilmekte olan seferin mubah bir sefer olması gerekir. Hırsızlık yapmak veya yol kesmek gibi haram maksatlı bir yolculuğa çıkan kişi, namazını kısaltamaz. Kısalta­rak kıldığı takdirde namazı geçerli olmaz. Şâfiîlerle Hanbelîler bu gö­rüşte ittifak etmişlerdir. Hanefîlerle Mâlikîlerin buna ilişkin görüşleri aşa­ğıya alınmıştır.

Hanefî ve Mâlikîler: seferin mubah maksatlı bir sefer olması şartını ileri sürmemişlerdir. Bunlara göre, seferi haram maksatlı da olsa, her yolcunun namazı kısaltması vâcİbtir. Haram işleyen kişi ayrıca gü­nahkâr olur. Yalnız Mâlikîler derler ki: Gidilmekte olan sefer, haram bir sefer ise, namazı kısaltmak günahla birlikte sahîh olur.

Gidilmekte olan sefer mekruh maksatlı bir sefer ise, namazı kısalt­manın caiz olup olmadığı hususunda mezheblerin detaylı görüşleri aşa­ğıya alınmıştır.

Hanefiler dediler ki: Diğerlerinde olduğu gibi, mekruh amaçlı seferde de namazı kısaltmak vâcibtir.

Şâfiîler: mekruh amaçlı seferde namazı kısaltılarak kılmanın caiz olduğunu söylemişlerdir.

Şâfiîler: mekruh amaçlı seferde namazı kısaltarak kılmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.

Hanbeliler dediler ki: Mekruh amaçlı seferde namazı kısaltarak kılmak caiz değildir. Haram maksatlı seferde olduğu gibi kısaltarak kılın­dığı takdirde geçerli olmaz.

Gidilmekte olan sefer mubah olduğu halde, sefer esnasında günah işlenmişse, bu günâh namazın kısaltılarak kılınması­na engel olmaz.

4. Misafirin, yolculuğa çıkmadıkça ve mezheblere göre ayrı ayrı takdir edilen bir mesafe kat ederek bulunduğu ikâmet mahallinden ay­rılmadıkça namazı kısaltarak kılması sahîh olmaz.

Şâfiîler dediler ki: Yolcunun namazı kısaltabilmesi için, örfen se­feri sayılabilecek bir mesafeye ulaşması gerekir. Binalarda sakin olan kim­selere nisbetle seferin başlangıcı, bulunduğu yerin sûrlarını açması anında başlar. Tabiî eğer bu sûr, kendi sefer yönünde ise... İçinde harabe, mezra ve evler bulunsa bile bu sûrların aşılması anından itibaren sefer başlamış olur. Zîrâ bu sayılanlar, içinde sefere çıkılan yerin birer parçası sayılmak­tadır. Sûrun mevcûd olması hâlinde, artık köprü ve hendeklere itibâr edil­mez. Köy sakinlerinin yapmış oldukları köprüler de sûr gibidir. Bir yerde anılan şekilde sûr bulunmaz da köprü ve hendek bulunursa, bunların ge­ride bırakılması zorunlu olur. Bu gibi şeylerin bulunmadığı durumda, ha­rabe olmaya yüz tutmuş olsalar bile, imarlı yerleri aşıp geride bırakmak gerekir. İmarlı yerler tarafında bulunan harâb yerlerin duvar dipleri de yok olmuşsa, bunları aşmak şart değildir. İçinde köşkler ve senenin bazı mevsimlerinde oturulan evler bulunsa bile, bostan ve mezraları aşıp geri­de bırakmak şart değildir. Sûru olmayan köylere bitişik mezarlıkları aşıp geride bırakmak zorunludur. Bir beldeye örfen, meselâ bir veya iki köy bitişik olur da aralarında sûr da bulunmazsa, ikisini geçmek gerekir. Sûr varsa sûru aşmak şarttır.

Eğer iki köy bitişik değillerse, örfen seferinin köyünü aşmak gerekir. Beldeye bitişik bahçelerde bulunan ve senenin bütün mevsimlerinde içinde oturulan köşkler, bitişik iki köyün hükmüne tâbi olur. Eğer senenin bü­tün mevsimlerinde içinde oturulmaktaysa, o hükme tâbi olmaz. Çadırlar­da oturanlara nisbetle seferin başlangıcı, bu çadırları ve küllük, çocukla­rın oyun yeri, at bağlama yeri gibi bu çadırların müştemilâtını geçip geri­de bırakma anıdır. Yüksek yerlerde oturmakta olan kişiye nisbetle de, iniş mıntıkasının aşılıp geride bırakıldığı andır. Çukur yerlerde oturmakta olan kişiye nisbetle ise, çıkış ve tırmanma mıntıkasının aşılıp geride bıra­kıldığı andır. Vadinin eni doğrultusunda sefere giden kişiye nisbetle seferîliğin başlama yeri, enliğinin aşılıp geride bırakıldığı andır. Verilen bu ölçüler, vadinin eninin, iniş ve çıkışlarının normal ölçüde olması hâlinde söz konusudur. Ama bunlar normalden daha uzak olurlarsa, bura halkı­nın oturup sohbet etmek ve meselelerini konuşmak için toplanmakta ol­dukları veya ihtiyaç duydukları şeyleri iğreti olarak birbirlerinden almaya muktedir oldukları evleri geçip geride bırakmakla sefer başlamış olur. Bi­na ve çadırlarda oturanların dışındaki kimselerin sefer başlangıcı, ayrıldı­ğı yeri ve müştemilâtını geçip geride bırakma anıdır.

Bu anlatılanlar, seferin karada yapılmasıyla ilgiliydi. Ama Cidde ve İsveç gibi denize bitişik yerlerde sefer, deniz yoluyla yapılacaksa geminin ilk hareketi ile sefer hükmü başlar. Şehirde sûr olsa bile sûrlara itibâr edilmez. Mûtemed görüş budur. Gemi eğer şehirdeki evlerin hizasında gitmekteyse, bu evleri geçip geride bırakmadıkça namazı kısaltarak kıl­mak caiz olmaz.

Hanbeliler dediler ki: Sefere çıkan kişi, mamur durumdaki ikâ­met mahallinin evlerini örfen terketmiş sayıldığı yerden itibaren namazla­rını kısaltarak kılmaya başlar. Bu mıntıka sûr içinde de olsa, sûr dışında da olsa veya bitişiğinde harâb evler veya sahra da olsa aynı hükme tâbi­dir. Ama harâb evlerin bitişiğinde mamur evler bulunursa, bunların ikisi­ni de geçmedikçe namazı kisaltamaz. Yine aynı şekilde harâb evlere biti­şik bahçeler bulunur da bu bahçelerde sâhibleri yazın otururlarsa, bunları da geçip geride bırakmadıkça namazı kısaltarak kılamaz. Çadır, köşk ve bostanlarda ikâmet edenlere nisbetle seferin başlangıcı, bu çadırları veya köşklerle bostanın âit olduğu mıntıkayı geçip geride bırakma noktasıdır.

Bu noktaya gelinmedikçe namaz kısaltılmaz. Yine bunun gibi darı saplarıyla yapılan mera evlerinde ikâmet eden bir kimse de, yakınlarının bulunduğu mahalli arkada bırakmadıkça namazı kısaltarak kılamaz.

Hanefiler dediler ki: İzahı önce yapılan, namazı kısaltmayı mûcibbir sefere niyet eden kişi, kendi ikâmet yerindeki imarlı binaları aştı­ğında; ister şehrin, ister başka yerin mukîmi olsun, namazı kısaltarak kılar. Şehirden çıktığında gittiği yöndeki şehir evlerini geçmedikçe namazı kısaltamaz. Kendi yönündeki evleri geçtiğinde, başka yönlerde kendisinin hizasında evler bulunsa bile, yine namazı kısaltır. Kendi yönündeki evle­rin tümünü geçmesi gerekir. Bu evlerin aslı şehirden olduktan sonra dağı­nık da olsalar, namazı kısaltmak için bunları geçip geride bırakmak gere­kir. Daha önceleri şehre bitişik olan, şehirden ayrı bir mahalleyi de (sefer yönünde olması durumunda) mâmur olması şartıyla geçip geride bıraktık­tan sonra namaz kısaltılabilir. Ama bu mahalle harâb ise ve içinde kimse­ler yaşamıyorsa, namazı kısaltmaya başlamak için bunu geçip geride bı­rakmak şart değildir. Şehir etrafındaki konutları ve buralara bitişik köy­leri de geçip geride bırakmak, namazın kısaltılarak kılınabilmesi için şarttır. Ama şehrin finâsına (müştemilâtına) bitişik köyler bunun tersine olup namazın kısaltılarak kılınabilmesi için, buraları geçip geride bırakmak şart değildir. Şehir evlerinin gözden kaybolması da şart değildir. Birbirlerine bitişik de olsalar, ayrı da olsalar, haymalarda yaşayan biri, haymahktan çıkıp hepsini geride bırakmadıkça namazı kısaltarak kılamaz. Ama su üze­rinde (ki evlerde) ve odunlukta yaşayan bir kişi sefere çıkarken sudan ve odunluktan ayrılmadıkça namazı kısaltamaz. Tabiî eğer odunluk, ger­çekten çok geniş değilse ve nehrin kaynağı veya döküldüğü yer çok uzak değilse... Aksi takdirde mâmur durumdaki yerleri geçmesi nazar-ı itibâra alınır. Yine bunun gibi kendi ikâmet mahalline bitişik şehir finâsını da geçmek şarttır. “Finâ: ” İnsanların maslahatını temin etmek için yapılmış tesislerdir. Koşu meydanı, mezarlık ve fazla topraklara çöpleri atma yeri gibi. Eğer fina ile ikâmet mahalli arasında 40 zira uzunluğunda bir mezra veya meydanlık bulunursa, bu finâyı da geçip geride bırakmak şart olmaz. Yine bunun gibi imardan sayılmadığı için, her ne kadar binalara bitişik olsalar bile, bostanları geçip geride bırakmak şartı da yoktur. Bel­de halkı senenin tümünde veya bir kısmında burada yaşamakta olsa bile, namazı kısaltmak için burayı geçmek şart değildir.

Malikiler dediler ki: Seferi (yolcu), ya binalarda yaşanılan bir yerden veya çadırlarda yaşanılan bir yerden (ki buna bedevi denir) sefere çıkar. Yahut da dağlarda yaşamakta olan biri gibi, ne binaların ve ne de çadırların bulunmadığı bir yerden sefere çıkar. Şehirden sefere çıkacak olan kişi, oranın binalarını geçip geride bırakmadıkça namazı kısaltarak kılamaz. Yine şehrin etrafındaki meydanlıkları ve senenin bir kısmında da olsa ahalisi tarafından içinde oturulan bahçe ve bostanları da geçip geride bırakması gerekir. Tabiî bu bahçeler ve bostanların hükmen veya gerçekten bitişik olmasından maksat, bu bahçe ve bostanlarda yaşayanla­rın, şehir halkından istifade etmeleri demektir. Böyle olmadığı takdirde namazı kısaltmak için bu gibi yerleri geçmek zorunlu olmaz. Mera evleri de birbirine bitişikse ve sakinleri arasında yakınlaşma varsa, buralar da bir şehir gibi sayılır. Buradan sefere çıkan kişinin, ancak bütün evleri geride bıraktıktan sonra namazı kısaltması mümkün olur. Çadırlarda ya­şayanlara gelince, buralardan sefere çıkan kişi; sakinleri, bir kabile ve bir ev adı altında veya sadece bir ev adı altında toplanan çadırların tümü­nü geçip geride bırakmadıktan sonra namazı kısaltamaz. Eğer bu çadır sakinleri sadece bir kabile adı altında toplanıyorsa ve aralarında bir ya­kınlık bulunuyorsa çadırların tümünü geçip geride bırakmadıkça namazı kısaltamaz. Aksi takdirde kendi çadırını geçip geride bıraktıktan sonra namazı kısaltabilir. Çadırsız ve binasız bir yerden sefere çıkan kişi, bu­lunduğu mahalden ayrılınca namazı kısaltabilir.

5. Namazı kısaltmanın sahîh olabilmesi için, namazı kısa olarak kılan yolcunun (seferî’nin) namazı tam olarak kılan mukîm birine tâbi olmaması gerekir. Böyle birine tâbi olarak kıldığı takdirde, namazı tam olarak kılması vâcib olur. Vakit içinde de olsa, vakit dışında da olsa bu kişinin, namazı tam olarak kılması vâcibtir. Hanefîler dışındaki üç mezheb bu hükümde ittifak etmişlerdir.

Hanefiler dediler ki: Yolcunun (seferî’nin) ancak vakit içinde mukîm olan bir imama uyarak namaz kılması caizdir. Bu durumda da namazı tam kılması gerekir. Zîrâ böyle yaptığında, iki rek’atlik farzı de­ğişerek dörde çıkar. Vakit çıktıktan sonra, mukîm imama tâbi olmak caiz olmaz. Zîrâ vaktin çıkmasından sonra, iki rek’atlik farz değişerek dört rek’ate yükselmez. Vakit çıktıktan sonra namazı, iki rek’at olarak zim­metine geçmiş olur. Bu takdirde mukîm olan imama tâbi olursa namazı batıl olur. Zîrâ bu durumdaki yolcu için birinci ka’de farzdır. Mukîm olan imam içinse böyle değildir. Gerek vakit içinde ve gerekse vakit dışın­da imamın durumunun kendisine tâbi olandan daha kuvvetli olması vâ­cibtir. Mukîm kimsenin misafire tâbi olması sahihtir. Vakit içinde de ol­sa, dışında da olsa hüküm aynıdır. Mukîm, seferi olan imamla birlikte iki rek’at kılar. İmamın ikinci rek’atte selâm vermesinden sonra kalkıp tıpkı mesbûk gibi İki rek’at daha kılarak namazını tamamlar.

Yolcu, namazın tümünü veya bir kısmını mukîm olan imamla bir­likte kılsa ve hatta yalnızca son teşehhüdde mukîm imama tâbi olsa, namazı tam olarak kılması gerekir. Mâlikîler dışındaki mezhebler bu hükmünde ittifak etmişlerdir.

Malikiler dediler ki: Yolcu, mukîm olan imamla birlikte bir rek’­at kılamadığı takdirde, namazı tam olarak kılması gerekmez. Aksine, kı­saltarak kılması icâb eder. Zîrâ muktedîlik, ancak imamla birlikte tam bir rek’at namaz kılma halinde tahakkuk eder.

Yolcunun mukîm olana tâbi olması mekruh değildir. Ancak Mâlikîler buna muhalefet ederek yolcunun mu­kîm imama tâbi olmasının mekruh olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu imam kendisinden daha faziletli olursa veya önemli bir özelliği bulu­nursa mekruh değildir.

6. Namazı kısaltarak kılabilmek için, niyet bahsinde verilen tafsi­lâta uygun olarak her namaz kılarken kısaltmaya niyet etmek şarttır. Hanbelîlerle Şâfiîler bu hükümde ittifak etmişlerdir. Mâlikîlerle Hanefîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.

Malikiler dediler ki: Yolculuktaki namazların ilkinde namazı kı­saltmaya niyet etmek, sonraki namazlar için de yeterli olur. Namazların tümünde kısaltma niyetini yenilemeye gerek yoktur. Bu, tıpkı Ramazanın ilk gecesinde oruca niyet edenin, bu niyetinin Ramazan ayındaki müteâ-kib geceler için de yeterli oluşu gibidir.

Hanefiler dediler ki: Namazdan önce sefere niyet etmek gerekir. Sefere niyet edince de, (dört rek’atli) farzlar iki rek’at olur. Daha önce de anlatıldığı gibi niyette, rek’at sayısını belirlemeye de gerek yoktur.[99]

ceren
Sun 6 May 2018, 10:47 am GMT +0200
Esselamu aleykum.Rabbim razi olsun bilgilerden kardesim...

Bilal2009
Sun 6 May 2018, 11:57 am GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri namazi dosdoğru kilanlardan eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun