- Nafile Namazlar

Adsense kodları


Nafile Namazlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sun 16 October 2011, 07:33 pm GMT +0200
a. Nafile Namazlar

Nafile kelimesi, esasen ziyade fazlalık mânasına gelir. [564] Şer'î mânası ise Bursevî'nin ifadesiyle; "Nevâfil-i a'mât odur ki ferâiz ve uâcibât üzerine ziyâ­de ota ve şer'de asl-ı sahihi buluna. Mendûb, rnüstehap tatavvu onda dahil­dir. Meselâ, cehrle zikrullah etmek ve salât-ı regâib, berât ve kadir kılmak nafiledir. Zira salât-ı hayra mevzudur. Ferâiz ve vâcibâttan sonra her ne denli namaz kılarsa cümlesi şer'de dahildir. Şâir umûr-s muhdese dahi ona kıyas oluna. [565]

Bursevî'ye göre şeriatta sahih bir aslı bulunan takarrüb, yani Allah'a yaklaşmak maksadıyla ortaya çıkarılan şeylere bidat-ı basene denir. Bunla­ra hades denmez, aksine sünnet denir. Zira ulemânın sünnetidir, makbuldür. Fakat halk arasında bu meselede ihtilaf-ı fahiş vardır. [566]

Bidat problemi sözkonusu edildiği zaman hangi şeylerin bidat olup ol­madığı gündeme gelir ve üzerinde bir türlü uzlaşmanın gerçekleşmediği ilmî tartışmalara girişilir. Bu durum dün olduğu gibi bugün de böyledir. Kimileri­ne göre güzel olan bir şey diğerlerine göre çirkindir.[567] Asırlardan beri Berât, Regâib ve Kadir gecelerinde kılınan namazlar, Hz. Peygamber adına oku­nan mevlidler, âlimleri sürekli meşgul etmiştir. Nitekim Bursevî, bu durumun kendi asrında da halkı ikiye böldüğünü, halkın bu namazlar hakkında pek çok şey söylediğini, zahir âlimlerden bazılarının bu namazların hicri IV. asır­dan sonra ortaya çıkmasına ve bunlarla ilgili naklî bir delil bulunmamasına bakarak bu namazları bidat kabul ettiğini, bazılarının da bu namazların mesnun yani sünnet olduğunu söylediklerini, insaflı olanların da bunlar ol­duğunu haber vermektedir.[568] Bursevî, Gazâlî (ö.505/llll)'nin Regâib na­mazını İhyâ'da zikrettiğini, velilerin bu namaza devam edegeldiklerini, bun­dan dolayı da bu uygulamanın doğru olduğunu belirtmektedir. [569] Nitekim Gazali İhyâ'da; "Bu namaz müstehaptır. Ahâd tarikiyle rivayet edilmiştir. Ben Kudüs halkının bu namaza devam ettiklerini, terkine müsamaha gösterme­diklerini gördüğümden bu namazı anlatmayı uygun buldum [570] demiştir.

Bursevî, Regâib namazının bidat-ı seyyie olduğunu söyleyen meşhur muhaddis Nevevî (ö.676/1277)'yi şiddetli bir şekilde ret ve tenkit etmiştir. Nevevî, bu namazın içinde bir çok münkeri bulunan son derece çirkin bir bidat olduğunu, bundan yüz çevirmenin ve yapana da engel olunmasının gerektiğini, ulemânın bu namazın zemmine dair kitaplar yazdığını, değişik bölgelerde bu namazı kılanlann çokluğuna ve bu namazın Kûtu'l-kulûb'da ve İhyâ-i ulûm'da zikredilmesine bakarak bunlara aldanılmaması gerektiğini söylemiş, iddiasını şu hadislerle de desteklemeye çalışmıştır. "Kim dinimiz­de olmayan bir şey İcat ederse o merdûttur [571] ve "Her bidat dalalettir.[572] Nevevî'ye göre Allah Teâlâ ihtilaflı meselelerde kitabına başvur­mayı emretmiş, cahillere ve gafillere uymayı yasaklamıştır. [573]

Bursevî Ferahu'r-rûh adlı eserinde İmam Nevevî'yi övmüş, ona karşı kanaatini şu sözleriyle ifade etmiştir:

"İmam Nevevî'nin musannefât-ı celilesi vardır. Sahih-i Müslim'i şerhey-İemiştir, meşhurdur. Kanaatkar, vera sahibi şehvetleri terkeden, ibadet ve korku sahibi, sarığı küçük, sânı büyük, ilim ve amele düşkün bir zât idi. [574] Ne var ki Nevevî'nin Regâib namazı hakkında bu namazın bidat olduğunu söylemesi ve bunda da biraz ileri giderek; "Bunu ortaya çıkaranı Allah kah-netsin [575] demesi şimşekleri üstüne çekmesine sebep olmuştur. Bursevî, bizzat şerhettiği Nevevî'nin Erbaîn'İnde müellife karşı ağır sayılabilecek bazı sözler sarfederek şöyle demiştir:

"Hadisten Nevevî dedikleri muhaddis Salât-t Regâib'in seyyie olması­na zâhip olup "Kâtelallahu uâdıahâ" dediği bâtıl ve cehl-'ı mahzdır. Salata vakt-İ mekrûhe ve muharremde olmadıkça dalâlet demek hata-ı fahiş ve ayn-ı dalâlet ve cehalet ve lanet ile beddua etmek aks-i dindir. Nitekim muhaddis-i mezkûrdan sâdır olmuştur. [576]

Bursevî, aynı eserin bir başka yerinde ise:

"Nevevî (Ö.676/1277) nâm muhaddisin Regâib hakkında "Kâtelallahu uâdıahâ" dediği kendi eimmesinden olan İmam Gazâlt (Ö.505/llll)'ye râddir. Zira Gazâlî, kitab-t İhyâ'da salât-ı mezkûreyi mukarrer kılıp salât-ı müstehabbedir demiştir. [577] Takrir dahî vaz' hükmündedir. Kendi imamına lanet edenin hâli bellidir. Husûsan sahib-i mezhebi olan İmam Şafiî (6.204/819)-ye sâridir, Zira Şafiî demiştir ki: "Men istahsene fekad şerraa: yani din içinde müstahsen olan nesne meşrûâttandtr [578] Salât-ı mezkûre ise müstahsenât-ı meşâyıhtır. Fedâil-i a'mâlda haber-i vahid ve amel-i ulemâ kafi olduğu cümle erbâb-ı ictihad ve erbâb-ı hakâik indinde müttefekun aleyh iken Nevevî, İbn Teymiyye (6.728/1327), Sübkî (6.756/1355) ve Bikaî (6.885/1480) gibilerin reddi ile şehâdet-i udûl cerh olunur mu?" [579]

Bursevî'nin bu sözleri içinde dikkatimizi çeken en önemli nokta istihsan konusunda onun İmam Şafiî'den nakledilen "Men istahsene fekad şerraa" ibaresine değişik tarzda bir mâna vermesidir. İmam Şafiî'nin istihsan hakkın­daki görüşlerini ele alıp inceleyen usûl-i fıkıh kaynakları, Şafiî'nin bu ifadesi­ne menfi mâna vererek bunu "İstihsanla amel eden, yeni din icat etmiş gibi olur" şeklinde anlamışlardır. [580] Ne var ki Bursevî'nin İmam Şafiî'ye ait olan bu sözü, değişik şekilde yorumlayarak meseleye farklı bir şekilde yaklaşma­sında onun tamamen yalnız olmadığını görüyoruz. Nitekim İbn Arabî de I-mam Şafiî'nin bu ibaresinin yanlış anlaşıldığı kanaatindedir. İbn Arabî bu konuda şöyle demektedir:

"Hz. Peygamberden sonra insanlar tarafından güzel görülmüş şeriatlar (eş-şerâiu'l-müstahsene) olan sünnetlere gelince, bu Şafiî'nin istihsan dediği şeydir. Fakihler bu konuda, Şafiî'nin "Men istahsene fekad şerraa" sözü­nü menfi anlamda değerlendirmişlerdir. Halbuki Şafiî, bununla meşru bir gerçeği anlatmak istemiştir. Zira o, dört evtad'dan biri idi... Peygamber (a.s.)'nin "Kim iyi bir çığır açarsa bu kişiye onun ve onunla amel edenlerin sevabı vardır [581] hadisi Şafiî katında da sabittir. Hiç şüphesiz şeri­at ona iyi bir çığır açmayı mubah kılmıştır. Bu ise ulemanın peygamberlerden tevarüs ettiklerindendir. O, aynı zamanda da iyidir. Çünkü onu sâri de güzel bulmuş ve sünnet olarak görmüştür. Şu halde kim istihsan yaparsa, yani iyi ve güzel bir çığır açarsa şeriat koymuş demektir. İnsanların bu konuda Şafi­î'nin sözünü anlamamaları ne gariptir'. Halbuki onlar gerçekte hatalı da olsa müctehidin verdiği hükmü kabul etmektedirler. Zira o hükmü kanun koyucu da kabul etmiş, makbul ve meşru saymıştır. [582]

İbn Arabî'nin bu fikirlerini çok iyi tahlil edip benimseyen ve eserlerinde hararetle müdafa eden Bursevî, bu vesileyle zahir âlimlere karşı açıkça bir tavır koymakta, ulemâ-i rüsumun ulaştıkları ilmi noktanın yetersizliğini be­lirtmekte, onların Kur'an'ı anlamak hususunda gafü ve murad-ı nebeviyi kav­ramak konusunda cahil olduklarını söylemektedir.[583] Halbuki ona göre Allah Teâlâ Kur'an'da; "Bir de ruhbanlık ihdas ettiler. Biz onu üzerlerine farz kılmamıştık, ancak Allah rızasını aramak için bunu yaptılar [584] buyurmuştur. Bursevî, bu âyette hristiyanların ortaya çıkardıkları ruhbanlık­tan dolayı zemmolunmadıklarını, aksine gereğine riâyet etmediklerinden do­layı yerildiklerini ifade etmiştir. Dolayısıyla ona göre bidat olan şeylerin tamamen gayr-i meşru olduğunu iddia etmek yanlış bir anlayıştır.[585] Nitekim Bursevî'deki aynı anlayış İbn Arabî'de de vardır. İbn Arabî, yukarıda zikretti­ğimiz âyeti tefsir ederken, "Bunu Allah rızası niyetiyle icat ettiler" ifadesin­den, iyi niyetleri sebebiyle hakkına riâyet edenleri Allah Teâlâ'nm övdüğünü belirtmiş, ardından bidat kavramını "İyi bir çığır açma [586] hadisi iie irtibatlandırarak bunu şöyle açıklamıştır:

"Bu ruhbaniyetin bizim şeriatımızdaki bir benzeri "Kim iyi bir çığır açar­sa [587] hadisidir. Bu da yeni bir şey icat etmenin aynısıdır. Nitekim Hz. Ömer (r.a.), teravih namazı için "Bu ne güzel bir bidattir [588] demiş, bunu bir bidat olarak isimlendirmiştir. [589] İbn Arabî, sözlerinin devamında sabit bir hükmü neshetmediği sürece, kıyamete kadar yeni bir çığır açma ve rağbet edilen bir ibadet çıkarma şeklinde şeriat koyma devam etmektedir. Bu hükmün bu ümmet için sünnet olarak isimlendirilmesi bir şereftir. Kim, kanun koyucunun sünnet dediği bir uygulamaya bidat derse, sünnete isabet edememiş de­mektir. [590]

Tekrar Bursevî'ye dönecek olursak Bursevî, Hadid Sûresi'nde söz ko­nusu bu yirmiyedinci âyetten de ilham alarak, [591] nezrin meşru bir ibadet ol­duğunu, bunu yapanların bu işe devam etmeleri gerektiğini, zira bu durumda nezrin vacip mertebesine yükseldiğini, Regâib, Berât ve Kadir namazlarını kılanların da bu namazları kendilerine vacip gördüklerini belirtmiş, [592] bu na­mazların meşruiyetini bir başka yolla da takviyeye çalışarak şu tezi ileri sür­müştür:

Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Mehmet zamanında akdedilen bir ilim meclisinde, dönemin fukahasmdan sayılan Molla Hüsrev (0.885/ 1480), Molla Gürâni (Ö.893/1488) gibi âlimlerle, bir çok ilimde mahir, zevk ve mükâşefe ilimlerinde hâli bahir olan Şeyh Akşemseddin (ö.864/1459)'in de hazır bulunduğu bir yerde Regâib namazının sıhhati üzerine icma edildik­ten sonra, vakfiyede yer alması için sultan tarafından emir verilmiş ve caiz olan bu namaz ülû'İ-emrin emriyle vacip mertebesine erişmiştir. Durum böyleyken; "Umûr-ı şer'iyyede ülû'l-emre itaatin lüzumu malûm-ı sabık ve lâhık iken evham ve hayalâta tabi olan eşhasın akvâl-i mûzifesiyle amel kılınır mı?" [593]

Bursevî'nin bidat hakkındaki görüşlerini hülâsa edecek olursak nihaî noktada şunları söyleyebiliriz.

Bidatlar Kur'an ve sünnetle çelişir, onlarla bir tearuz içinde olursa bun­lara bidat-ı kabiha denir. Dinde hades dedikleri budur, bunlar merdurtur. Böyle değil de bidatin şeriatta bir aslı olur ve tekarrup yani Allah rızasını ka­zanmak için ortaya çıkarılırsa, o zaman buna bidat-ı hasene derler.[594] Buna hades değil, "sünnet" tabir ederler ve bunlar makbuldür. Zira bu nevi uygu­lamalar, ulemânın sünnetidir. Bunlar sünnet-i tahire-i nebeviyyeye dahil­dirler. Zira mutlak sünnete muhalif olmayan muhdes, yani sonradan ortaya çıkarılmış şeyler kapsamının dişındadırlar. Nitekim, "Her kim İyi bir sün­net koyarsa [595] hadisinde bidat-ı hasene sünnetle tabir edilmiştir. Bun­dan dolayı bidat-ı hasene, sünnet bâbındandır. Özellikle meşayth ve evli­yanın tatbikatları bu açıdan son derece önemlidir. Bu gerçeğe şu hadis-i şerif açıkça işaret eder: "Benim sünnetime ve hidâyete erdirilmiş raşid halifelerin sünnetine yapışın. [596]

Bursevî, bu hadise dayanarak her asırda, "Hulefâ-i maneviyye ve aktâb-ı bâtın [597] bulunduğunu, onların sünnetlerine ittiba gerektiğini, zira bu zatiann "İnsilahla meclis-i nebeviye dahil olup [598] bu vesileyle bir çok işlere vâkıf olduklarını, bazı sünnetlerin zuhurunun bu zevatın yaşadığı vakte bağlı bulunduğunu, bundan Resulün şeriatını değiştirmek gibi bir şeyin lazım ol­mayıp belki onun gizli taraflarını açıklamanın söz konusu olduğunu, bu açık­lamanın ise ayn-ı hidâyetten ibaret bulunduğunu belirtmiştir. [599] Dolayısıyla onların tarikatları indî olmayıp seridir. Onların tatbikatları sünen-i hüdâ çer­çevesinde mütâlâa edilmelidir. Halbuki; "Bazı ulemâ-i rüsum zîk-ı fehminden nâşi nice umûr-ı şer'İyyeyi umûr-t bid'iyyeden addedip dâl ve mudil olmuş­lardır. [600]

Görülüyor ki Bursevi'de sünnetin kapsamı ve sınırlan bilinen tarifler­den daha geniştir. O kâmil vârislerin, âlimlerin uygulamalarına büyük değer vermekte, onları mutlak sünnet kapsamında görerek bunların uygulanmasına teşvik etmektedir. Şeriat, nafile ibadetler konusunda herhangi bir sınırlandır­ma koymamakla birlikte, insanlan zahmet ve meşakkate sokacak fazla iba­detlere de sıcak bakmamıştır. Tasavvufun nafile ibadetlere önem vermesi, olumlu bîr anlayış ise de bunun zamanla mutlak sünnet gibi algılanması doğ­ru değildir.

Bursevî'nin nafile namazlarla ve mukayyed sünnetlerle ilgili görüşlerini burada incelemiş bulunuyoruz. Bursevî, bu bağlamda mevlidleri de aynı sta­tüde görmekte ve onun da aslî delillere uygun bir uygulama olduğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla onun mevlidlere yaklaşımı üzerinde de durmak is­temekteyiz.


[564] Serahsî, I, 114; İbnü'1-Esîr, V, 99; Cürcânî, s. 245.

[565] Tuhfe-i Ha/î/ryye, s. 49-50; Bursevî'ye göre, cehri zikir, tasliye ve tarziye de hep bu kabil­dendir, a.g.e., s. 49.

[566]Şerh-i Pend, s. 304.

[567]Şâbbî, frisam. I, 36; İbn Teyfnİyye, İktkâu's-sırâtı'l'mûshdam, s. 267-272; Yaran, Rahmi, "Bi­dat", D/A, VI, 129-131.

[568] Makölât, s. 22-23. Receb ayında kılınan Regâib namazı h. 448/1057'den sonra ortaya çık­mıştır. Regâib namazını Mekke-i Mükerreme'de yaşamış Şeyhu's-sûfîyye olarak bilinen İbn Cehzam (Ö.414/1023) uydurmuştur. İbnü'l-Cevzî (6.597/1200), İbn Kayyım el-Cevziyye (Ö.751/1350) ve Aliyyü'1-Kari (Ö.1014/1605) de bu görüştedir. İzmirli, s. 92-98.

[569] Receb ayının ilk perşembe günü akşam ile yatsı arasında kılınan bu oniki rekat namazla ilgili hadisi Ebû Rezîn rivayet etmiş, fakat İrâkî (Ö.806/1403) bunun uydurma olduğunu söyle­miştir. İhya, I. 203; İbnü'l-Cevzî, II, 124; Kari, Esrar, s. 414.

[570] Gazâlî, 1,203.

[571] Buhârî, itisâm 20; Müslim, akdiye 17,18; Ebû Dâvûd, sünnet 5; İbn Mâce, mukaddime 3.

[572] Müslim, cuma 43; Ebû Dâvûd, sünnet 6.

[573] Nevevî, Fetâuâ, s. 62-63. Bu konudaki âyet için bk. Nisa (4), 59.

[574] Ferah, 1, 163, Nevevî, 631/1233'te Şam'a bağlı Neva nahiyesinde dünyaya gelmiş, İslâmî ilimlerin hemen hemen bütün dallarında haklı bir şöhret kazanmış büyük muhaddis ve fakihlerdendir. Sözü fukahâ arasında sened kabul edilen Nevevî, çok erken bir çağda daha elli yaşına varmadan 676/1277'de vefat etmiştir. Zehebî, IV, 1470-1476; İbnü'1-Imâd, V, 354-356. Süyûtî, Nevevî İle ilgili Minhâcü's-sevî fi tercemeti imam en-Neveuî adlı müstakil bir eser yazmıştır. Beyrut 1988.

[575] Ferah, I, 163; Şerhu'i-Erbam, s. 16-17, 94.

[576]Şerhu'l-Erbaîn, s. 94; Eyyühe'I-bülbül, vr. 85b.

[577] Gazali, I, 203.

[578]Şerhu'l-Erbaîn, s. 16-17. Şerhu Nuhbe, nr. 36 vr. 72a, 98a; Müteferrikti, vr. llla-b.

[579]Şerhu'l-Erbaîn, s. 16-17; Yukarıda ismi geçen âlimlerden başka Regâib, Şaban ayı namazla-rıyla ilgili hadislerin uydurma olduğunu savunan daha başka âlimler de vardır. Ebû İsmail Ensarî,    Sem'ânî    (Ö.562/1167),    İbnü'I-Cevzî   (Ö.597/1200),    İbn   Nasır,    İbn   Dıhye (Ö.633/1236), Tartûşi (ö.?), İbnu's-Salâh (643/1245), İzz b. Abdüsselam (Ö.660/1262), Ebû Şâme (Ö.665/1207), İbn Kayyım (Ö.751/1350), İbn Receb (6.795/1392), Irâkî (Ö.806/1403) İbn Hacer (852/1448), Süyûtî (Ö.911/1505) ve Aliyyü'1-Karî (Ö.1014/1605) bunlar arasın­dadır. Hatta İbn Kayyım, "Sünnet ilmini koklayanların bu gibi hezeyan ve nakillere aldan­maları şaşılacak şeydir" demiştir. İzmirli, s. 92. bk. Îbnü'l-Cevzî, II, 124-127; Karî, Esrar, s. 414.

[580] Bursevî'nin İmam Şafiî'den istihsanın lehinde gibi naklettiği bu söz kaynaklarda; "İstihsan yapan şeriat koyuyor" demektir şeklinde istihsanın aleyhinde anlaşılmıştır. Nitekim Şafiî'nin bizzat kendisinin Kitabü'l-Ümm'de İstihsanın iptali unvanı adı altında bir bahis açarak; "İstihsan bir çeşit zevktir" dediği, istihsanı şahsi bir anlayış olarak gördüğü ve onu kullanma­yı doğru bulmadığı belirtilmiştir. Şafiî, Risale, s. 220; Ebû Zehre, Şafiî, s. 274-281; a. mlf., Ebû Hanife, s. 376; a. mlf., Usûlü'l-fıkh, s. 270.

[581] Müslim, ilim 6, 16; Ebû Dâvûd, sünnet 7; Tirmizî, ilim 15; Nesâî, iman 16; Dârimî, mukad­dime 44; Müsned, II, 397, 505, 520.

[582] Fütuhat, II, 168.

[583]Şerhu'l-Erbaîn, s. 94.

[584] Hadid (57}, 27.

[585]Şerhu't-Erbaîn, s. 94.

[586] Müslim, ilim 6, 16; Ebû Dâvûd, sünnet 7; Tirmizî, ilim 15; Nesâî, iman 16; Dârimî, mukad­dime 44; Müsned, II, 397,505,520.

[587] Müslim, zekat 69; İbn Mâce, mukaddime 14.

[588] Buhârî, teravih 1.

[589] Fütuhat, II, 533.

[590] Fütuhat, 1,329.

[591] Nitekim Şâtıbî (Ö.790/1388) de bu âyetle ilgili olarak; "Ruhbanlığa riayet etmemelerinden maksat başladıktan sonra terkedip bırakmaktır" demiş, sûfiierin kendi kendilerine yüklendik­leri belli vakitlerdeki evrâd ve ezkârın hükmünün buradan çıkarılacağını, onlara bu virdlerini mutlak surette devamlı olarak yerine getirmelerinin emredileceğini, zira şâriin amellerde gö­zetmiş olduğu maksatlardan birinin de mükellefin amellerde devamlılık göstermesi olduğunu belirtmiştir. Nitekim bununla ilgili hadisler de vardır. Buhârî, rikak 18; Müslim, müsafirîn 141,215, 217; Ebû Dâvûd, tatavvu 27. bk. Şâbbî, Muvafakat, (trc. Mehmet Erdoğan), II, 242.

[592] Ferah, I, 153. Hz. Ömer de Ramazanda gece ibadetini âdet edinenlere karşı buna devam etmelerini emretmiş ve onlara Hadid Sûresi'nin ruhbanlıkla ilgili bu ayetini hatırlatmıştır. Onun bu emri bidat-i hasene olduğu takdirde ona devam edileceğine delil sayılmıştır. Leknevî, İkâme, s. 46.

[593] Hadis-i Erbain, s. 14; bk. a.g.e., s. 80-88.

[594]Şeriatta aslı bulunan bir şeye kelime itibariyle bidat denilirse de gerçekte o §ey bidat sayılmaz. İbnü'l-Cevzî, Telbîs, s. 15-17; İbnü'1-Esîr, I, 106; İbn Receb, Câmiu'l-ulûm, s. 252; Cürcanî, s. 43; Leknevî, İkâme, s. 56; Karaman, Günün Meseleleri, II, 248-261.

[595] Müslim, zekat 69; İbn Mâce, mukaddime 14.

[596] Ebû Dâvûd, sünnet 5; Tirmizî, İlim 16; İbn Mâce, mukaddime 6; Dârimî, mukaddime 16.

[597] Hadis-i Erbain, s. 226.

[598] a.g.e., s. 226.

[599] Hadis-i Erbaîn, s. 226; Kitabü'n-Netice, I, 232.

[600]Şerhu'l- Erbain, s. 16. Bursevî, Nevevî için; "Salâî-i Regâib hakkında "Kâtelallahu uâdıahâ" diyen budur. Müteehhirîn ve niceler bu hususta ona tebeiyyet eyleyip, salât-ı mezkûre musallJsine taktidde ifratlar etmişlerdir" demekte ve bu gibi âlimler için Allah'tan af dilemek­tedir. Ferah, I, 163.