reyyan
Mon 6 September 2010, 07:28 pm GMT +0200
Mütevâtir Hadisler
Akif Coşkun
Hicrî ilk üç asır İslâmî ilimlerin oluşum devresidir. Daha sonraki asırlar için ihtiyaç duyulacak materyal bu dönemde yer yer işlenerek, bazen de, işlenmeye hazır hale getirilerek bir birikime tâbi tutulur. Ana çizgileri ile belirlenen birçok ilmî branş, ismen de, bu dönemin yadigârıdır.
Hiçbir ilim insan ömrü kadar kısa bir sürede tam mânâsı ile oluşmaz ve mükemmeliyeti yakalayamaz. Mükemmellik kendine ait şartlarla oluşabilir. Şüphesiz, temellerin sağlam tesbiti, aşılmazlığa ulaşmanın en temel şartı olsa gerek. Bu açıdan bakıldığında, daha sonra bir toplum, bir medeniyet, bir düşünce yapısı ve derin manevî hayat açılımlarına beşiklik edecek bu ilk dönem gayretleri, her türlü takdirin üzerinde bir canlılık izlenimi verir. Sahabe, Allah Resûlü ile; tabiîn, sahabe ve Asr-ı Saadet ile iç içedir. Dolayısıyla tebe-i tabiîn, üçünçü bir kuşak olarak gözlerini dünyaya açtığında kendisini hareketli ve samimi bir ilim ortamında buldu. Onlar da bu ilim ortamına daha bir renk, daha bir ahenk kattılar.
Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şerifler o gün için her şeyi ile Müslümanların hayatlarını dolduran en önemli işti, vazifeydi. Murad-ı ilâhîyi anlamak, hikmet-i Nebiyi en yüksek seviyede kavrayabilmek için metodlar geliştiriliyordu. İslâm dininin iki temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şerifler, kendi içinde daha sonra her biri müstakil ilim dalı haline gelecek olan şubelerine bu erken dönemde ayrılmaya başladı.
Hadis ilimleri, birçok dallara ve sınıflara ayrılmış geniş bir ilimler kütüphanesinin ortak bir ismi olarak kullanılır. Bizim bu makalede ele aldığımız konu, bu zengin kütüphane içinde oldukça mevzii bir yer işgal eden mütevâtir hadisler çerçevesinde şekilleniyor.
Hadis ilminin asıl malzemesini metin, senet ve ravi kriterleri açısından araştırmaya mevzu teşkil eden “âhâd hadis” dediğimiz kısım oluşturur. Mütevâtir hadisler, taşıdıkları hususiyetlerden dolayı senet ve rical kritiği takibine alınmazlar. Bu yüzden, hadis usûlü ile alâkalı eserlerde mütevâtir hadislere dair bahisler oldukça kısadır. Hatta bunlar, meşhur hadislerin bir kısmı olarak ele alınır. İbn Hacer, mütevâtir hadislerle meşhur hadisler arasında tek yönlü bir umum-husus olduğunu söyler: Her mütevâtir hadis aynı zamanda meşhur hadis özelliği taşır. Ancak her meşhur hadis mütevâtir olmaz. Mütevâtir hadislerle ile alâkalı müstakil eserlere gelince, bunların oldukça geç bir dönemde kaleme alındığı bilinmektedir.
Konu ile alâkalı tafsilata girmeden önce çok tekrar edecek olan bazı ıstılahları kısaca izah etmemiz gerekiyor.
Tabaka: Lügatte, fertleri birbirine benzeyen topluluk veya grup demektir.1 Istılah açısından ise, hem yaş hem de hadis isnadı açısından birbirine yakın olanlar ya da sadece isnad yönüyle aynı derecede bulunanlar demektir. Buna göre sahabe bir tabakadır. Tabiîn bir tabakadır. Tebe-i tabiîn ayrı bir tabakadır.2
Yakîn: İslâmî ilimler terminolojisinde geniş bir kullanım sahası bulan bu kelime, burada mütevatir haberin insanda hasıl edeceği ilim açısından ele alınmıştır. Vakıaya uygun, her türlü şüphe endişesinden salim olan ve kesinlik arzeden bir itikat demektir ki, bunu hasıl eden haber, mütevâtir haberdir.3
Zarurî İlim: Herhangi bir delile ve ilmî araştırmaya ihtiyaç duymaksızın elde edilen ve ulaşılabilen bilgi demektir. Zarurî ilim hasıl etmek, mütevatir hadisin ayırıcı vasfıdır. Meşhur ve âhâd hadisler, haricî birtakım delillerle takviye edilseler de zarurî ilim ifade edemez, ancak nazarî ilim ifade ederler.4
Nazarî İlim: Belli deliller ve araştırmalar neticesi kişide hasıl olan ilimdir. Bu bilginin bir şey ifade etmesi için, muhatapların meselenin isbatı adına ileri sürülen delilleri anlayabilecek durumda olmaları gerekir. Nazarî ilim ifade etme, âhâd hadislerin bir özelliğidir.
Mütevâtir Kavramı
Mütevâtir, kelime itibarıyla “tefâul” vezninden ism-i fâildir. Birbiri ardınca zuhur etmek ya da birbiri ardınca meydana gelen şeyler arasında bir miktar fasıla olup peyderpey zuhur etmek demektir.5
Kur’ân-ı Kerim’de “mütevâtir” ile aynı kökten gelen “tetrâ” kelimesi için müfessirler, “fasıla ile birbirini takip etme” şeklinde bir yorum getirmişlerdir. Mü’minûn sûresinin 44. ayetinde “tetrâ” kelimesi için İmam Suyûtî, “(aralarında uzun bir zaman olmakla) ardı arkasına gönderdik”6 şeklinde; Taberî, İbn Abbas’dan (r.a) bir rivayette “bazılarını bazılarının peşinden veya izinden”7 diye açıklama getirir. M. Hamdi Yazır tefsirinde, mezkûr ayete “sonra ardı ardına resûllerimizi gönderdik”8 şeklinde meal vermiştir.
Istılah açısından mütevâtir, genellikle aynı mânâyı ifade eden bazen kısa, bazen şartlarını da içine alacak şekilde genişçe tarif edilmiştir. Hatib el-Bağdadî, özlü bir tarifle “yalan üzerine ittifakları âdeten muhal olan bir topluluğun rivayet ettiği haberdir. Haber bu yolla tevatüre ulaştığında zarureten ilim ifade eder”9 der.
Şartlarını da içine alan daha geniş bir tarif de şöyledir: Yalan üzerine ittifakları mümkün olmayan bir topluluğun yine, kemmî (sayısal) açıdan kendileri gibi olan bir topluluktan aldıkları haberdir ki, aynı keyfiyet Allah Rasülü’ne (s.a.s) kadar öylece ulaşır. Böylesi bir münasebetin sağlanabilmesi, topluluklar arasında herhangi bir kopukluğun olmaması ile mümkündür ki, bu şartlar tahakkuk ettiğinde söz konusu haber Allah Resûlü’nden (s.a.s) işitilmiş konumuna gelir.10
Mütevâtir Hadislerin Şartları
Yukarıdaki tarifin muhtevasından da anlaşılacağı üzere haberin mütevâtir olabilmesi için şu üç şartı taşıması icap eder.
1- Haber, yalan üzere birleşmeleri âdeten muhal olan bir topluluk tarafından rivayet edilmiş olmalıdır. Haberi rivayet eden bu topluluğun sayısı hakkında değişik delillerle farklı sayılar belirtilmiş olsa da (dört, beş, on, on iki...), serdedilen delillerin her biri bulunduğu konu ile alâkalı olduğundan hüsnükabul görmemiştir.11 Zira burada önemli olan sayı hakkında bir tahditten çok, yalan üzere birleşme ihtimalini aklın muhal göreceği bir topluluğun rivayetinin gerçekleşmesidir. Bu konuda İbn Hacer, muayyen bir sayının söz konusu olmadığını, haberin her tabakada bir cemaat tarafından rivayet edilmesi gerektiğini söyler.12
2- Haberin mahsusâta, yani görülmüş, işitilmiş bir vak’aya dair olması gerekir. Delillerle ispatı veya nefyi mümkün olan hâdiseler için şahitlerin adet çokluğu veya azlığı vakıayı değiştirmeyeceğinden bir şey ifade etmez. Meselâ iki kere ikinin dört ettiğini isbat için insanların şahid tutulmasına gerek yoktur, çünkü bunun neticeye bir tesiri olmaz, çünkü mesele aklî bir meseledir.13
3- Haber, her tabakada tevâtür vasfını taşımalıdır. Hadis için, sahabe ve tâbiîn dönemlerinde tevâtürü gerçekleştirecek kalabalık bir topluluğa ulaşılmış olmalıdır. Ravî adedi bu tabakaların herhangi birinde tevâtürü bulmaz ise bu durumda haber mütevâtir olmaz. Nitekim daha sonraki dönemlerde birçok âhâd haber, kalabalık bir cemaat tarafından rivayet edilir olmuştur. Aynı şekilde, haber, ilk tabakada tevâtüre ulaşmışken, orta ve son tabakalardan birinde tevâtür derecesine ulaşamaz ise, mütevâtir olma özelliğini kaybetmiş olur.14
Bu şartlara ek olarak başka şartlar da zikredilmiştir. Ancak bu şartlar hakkında tam bir fikir birliği sağlanamamıştır. Bazı hadisçiler mütevâtir şartının tahakkuk etmesini ravilerin Müslüman olması ile sınırlandırmışlardır. Ancak ravilerin keyfiyeti, Müslüman olmaları veya başka dinlere mensup olmaları mütevâtir haberin özelliğini değiştirmeyeceğinden bu şart hadis usulcülerinin hususi bir şartı olarak düşünülmüştür.15
Mütevâtir Haberin Kısımları
Yukarıdaki şartları taşıyan mütevâtir hadisler ayrıca rivayet edilme yönleriyle de iki kısma ayrılırlar:
1- Lafzî Mütevâtir: Ravilerin rivayet ettikleri hadisin lafzında ittifak etmiş oldukları hadislerdir ki, mutlak mânâda mütevâtir denildiğinde lafzî mütevâtir anlaşılır. Lafzî mütevâtir konusunda bütün ümmetin ittifakıyla Kur’ân-ı Kerim’in Efendimiz (s.a.s)’den tevatürün bütün şartlarını haiz olarak, aslî özelliğiyle asırları aşıp bize ulaşması misal gösterilir. Bu hakikat, ümmet arasında ortak bir kabule mazhardır. Artık hiç kimse, “Kur’ân-ı Kerim’in ravileri kimdir, raviler rivayet şartlarını taşıyorlar mı?” sorularını sorma ihtiyacı duymaz. Çünkü bu hakikat öylesine bedihîdir ki, bütün insanları bu gerçeği kabule mecbur eder.
Yine muhaddisler, lafzî mütevâtir hadislere “Kim bana, kasdî olarak yalan isnad ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.”16 hadisini misâl verirler. İbn Cevzî, Mevzuâtında bu hadisi, 61 sahabinin rivayet ettiğini söyler ve hadisi ravileriyle beraber zikreder.17 İmam Suyutî aynı hadisin 100’den fazla ravisi olduğunu söyler.18
Münâvi, Camiü’s-Sağir şerhinde bu hadisin, aynı mânâ ve yakın lafızlarla iki yüz sahabi tarafından rivayet edildiğini söyler.19 İbn Hacer, aşere-i mübeşşerenin (cennetle müjdelenen on sahabi) bu hadiste bir araya geldikleri gibi, başka bir hadiste birleşmediklerini zikreder.20
2-Manevî Mütevâtir: Tevâtür şartlarını taşıyan ravilerin ortak bir mevzu etrafındaki rivayetleridir ki, bu kısımda ortak bir lafızda birleşme şartı yoktur. Burada önemli olan ortak mevzu (kadrü müşterek) etrafında ittifakın sağlanmasıdır. Lafzî mütevâtire nazaran şartları farklı bir zaviyeden değerlendirilen mânevî mütevâtir hadisler, farklı lafızlarla rivayet edilmiş olsalar da, ortak bir mânâyı takviye etmeleri yönüyle mevzunun kat’iliğini ortaya koyarlar. Duada ellerin kaldırılması,21 âhir zamanda zuhur edecek fitneler, havz, inşikak-ı kamer, şefaat ve benzeri konulardaki gibi hadisler bu minval üzere rivayet olunmuşlardır. Manevî mütevâtir hadisler adet itibarıyla lafzî olanlardan oldukça fazladır. Ayrıca manevî mütevâtir olan hadislerin her biri sahih, hasen nevilerine ayrılabilir ki, hadis ilmi içerisinde incelenirler.
Manevî mütevâtir olarak değerlendirilebilecek bir diğer tabir de “amelî mütevâtir” kavramıdır.22 Namazların vakitleri, namazların rekat sayıları, bayram namazları, cenaze namazı gibi uygulamalar bu türdendir. Ayrıca bunlar, Müslüman cemaatin bir meselede icma etmelerine de benzemektedir. Dolayısı ile tevâtüre ulaşan meseleler, dalâlet üzerinde birleşmeyecekleri garantisi altında bulunan bu ümmetin icmâî bir teyidini de taşımaktadır.23
Mütevâtir hadisin arzu edilen şartlarının gerçekleşme zorluğundan dolayı, bazı âlimler Kur’ân-ı Kerim dışında lafzî mütevâtirin olmadığını söylemişlerse24 de ileri sürdükleri deliller farklı şekilde yorumlanmıştır. İbn Salah’ın bu konudaki düşüncelerine Zeynüddin el-Iraki25 ve İbn Hacer cevap vermişler, mütevâtir hadislerin, hadis külliyâtı içindeki ehemmiyetine dikkat çekmişlerdir.26
Mütevâtir Hadisin Hükmü
Hadis-i şerifler inanan insanların hayatlarını şekillendirme yönüyle tartışma götürmez bir ehemmiyet arz ederler. Bu tesir, ilk plânda çoğu zaman mütevâtir, meşhur, âhâd taksimine ihtiyaç olmaksızın pratik hayatta hükmünü icra eder; ki bunun böyle olduğu konusunda –şaz bazı eğilimleri nazar-ı itibare almazsak– ümmet arasında bir mutabakatın varlığından söz edilebilir.
Mütevâtir hadisler, fıkhî hükümlere dayanak olmaları açısından ayrı bir önem taşırlar. Ümmetin genel kabulüne mazhar olmuş bir haber, ümmetin o meseledeki icma dokunulmazlığını ifade eder. İmam Serahsî, Usûlü’nde konuya geniş yer verir. O’na göre: Mütevâtir hadisler, Cenâb-ı Hakk’ın bir hikmet tecellisidir. Bu esas, ilâhî ahkamın, resûllerin vefatı ile sona ermeyip devam etmesi, hususî ile Allah Resûlü’nün kıyamete kadar devam edecek olan risaletinin sürekliliği açısından ayrı bir kıymeti haizdir. Bu irtibat da ancak kesin bilgi ile hakiki mânâda gerçekleşebilir.27 Asr-ı Saadete yetişemeyen Müslümanlar dinleri ile alâkalı bazı mevzulara Allah Resûlü’nün mübarek ağzından dinliyormuşçasına ulaşabilmeliler ki, arzu edilen o güçlü irtibat hakkıyla tahakkuk etsin.
Yine İmam Serahsî, mütevâtir hadisin hükmü ile alâkalı olarak “Bizim mezhep alimlerimize göre tevâtür ile sabit olan haber zarurî ilim ifade eder.”demektedir.28
Akif Coşkun
Hicrî ilk üç asır İslâmî ilimlerin oluşum devresidir. Daha sonraki asırlar için ihtiyaç duyulacak materyal bu dönemde yer yer işlenerek, bazen de, işlenmeye hazır hale getirilerek bir birikime tâbi tutulur. Ana çizgileri ile belirlenen birçok ilmî branş, ismen de, bu dönemin yadigârıdır.
Hiçbir ilim insan ömrü kadar kısa bir sürede tam mânâsı ile oluşmaz ve mükemmeliyeti yakalayamaz. Mükemmellik kendine ait şartlarla oluşabilir. Şüphesiz, temellerin sağlam tesbiti, aşılmazlığa ulaşmanın en temel şartı olsa gerek. Bu açıdan bakıldığında, daha sonra bir toplum, bir medeniyet, bir düşünce yapısı ve derin manevî hayat açılımlarına beşiklik edecek bu ilk dönem gayretleri, her türlü takdirin üzerinde bir canlılık izlenimi verir. Sahabe, Allah Resûlü ile; tabiîn, sahabe ve Asr-ı Saadet ile iç içedir. Dolayısıyla tebe-i tabiîn, üçünçü bir kuşak olarak gözlerini dünyaya açtığında kendisini hareketli ve samimi bir ilim ortamında buldu. Onlar da bu ilim ortamına daha bir renk, daha bir ahenk kattılar.
Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şerifler o gün için her şeyi ile Müslümanların hayatlarını dolduran en önemli işti, vazifeydi. Murad-ı ilâhîyi anlamak, hikmet-i Nebiyi en yüksek seviyede kavrayabilmek için metodlar geliştiriliyordu. İslâm dininin iki temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şerifler, kendi içinde daha sonra her biri müstakil ilim dalı haline gelecek olan şubelerine bu erken dönemde ayrılmaya başladı.
Hadis ilimleri, birçok dallara ve sınıflara ayrılmış geniş bir ilimler kütüphanesinin ortak bir ismi olarak kullanılır. Bizim bu makalede ele aldığımız konu, bu zengin kütüphane içinde oldukça mevzii bir yer işgal eden mütevâtir hadisler çerçevesinde şekilleniyor.
Hadis ilminin asıl malzemesini metin, senet ve ravi kriterleri açısından araştırmaya mevzu teşkil eden “âhâd hadis” dediğimiz kısım oluşturur. Mütevâtir hadisler, taşıdıkları hususiyetlerden dolayı senet ve rical kritiği takibine alınmazlar. Bu yüzden, hadis usûlü ile alâkalı eserlerde mütevâtir hadislere dair bahisler oldukça kısadır. Hatta bunlar, meşhur hadislerin bir kısmı olarak ele alınır. İbn Hacer, mütevâtir hadislerle meşhur hadisler arasında tek yönlü bir umum-husus olduğunu söyler: Her mütevâtir hadis aynı zamanda meşhur hadis özelliği taşır. Ancak her meşhur hadis mütevâtir olmaz. Mütevâtir hadislerle ile alâkalı müstakil eserlere gelince, bunların oldukça geç bir dönemde kaleme alındığı bilinmektedir.
Konu ile alâkalı tafsilata girmeden önce çok tekrar edecek olan bazı ıstılahları kısaca izah etmemiz gerekiyor.
Tabaka: Lügatte, fertleri birbirine benzeyen topluluk veya grup demektir.1 Istılah açısından ise, hem yaş hem de hadis isnadı açısından birbirine yakın olanlar ya da sadece isnad yönüyle aynı derecede bulunanlar demektir. Buna göre sahabe bir tabakadır. Tabiîn bir tabakadır. Tebe-i tabiîn ayrı bir tabakadır.2
Yakîn: İslâmî ilimler terminolojisinde geniş bir kullanım sahası bulan bu kelime, burada mütevatir haberin insanda hasıl edeceği ilim açısından ele alınmıştır. Vakıaya uygun, her türlü şüphe endişesinden salim olan ve kesinlik arzeden bir itikat demektir ki, bunu hasıl eden haber, mütevâtir haberdir.3
Zarurî İlim: Herhangi bir delile ve ilmî araştırmaya ihtiyaç duymaksızın elde edilen ve ulaşılabilen bilgi demektir. Zarurî ilim hasıl etmek, mütevatir hadisin ayırıcı vasfıdır. Meşhur ve âhâd hadisler, haricî birtakım delillerle takviye edilseler de zarurî ilim ifade edemez, ancak nazarî ilim ifade ederler.4
Nazarî İlim: Belli deliller ve araştırmalar neticesi kişide hasıl olan ilimdir. Bu bilginin bir şey ifade etmesi için, muhatapların meselenin isbatı adına ileri sürülen delilleri anlayabilecek durumda olmaları gerekir. Nazarî ilim ifade etme, âhâd hadislerin bir özelliğidir.
Mütevâtir Kavramı
Mütevâtir, kelime itibarıyla “tefâul” vezninden ism-i fâildir. Birbiri ardınca zuhur etmek ya da birbiri ardınca meydana gelen şeyler arasında bir miktar fasıla olup peyderpey zuhur etmek demektir.5
Kur’ân-ı Kerim’de “mütevâtir” ile aynı kökten gelen “tetrâ” kelimesi için müfessirler, “fasıla ile birbirini takip etme” şeklinde bir yorum getirmişlerdir. Mü’minûn sûresinin 44. ayetinde “tetrâ” kelimesi için İmam Suyûtî, “(aralarında uzun bir zaman olmakla) ardı arkasına gönderdik”6 şeklinde; Taberî, İbn Abbas’dan (r.a) bir rivayette “bazılarını bazılarının peşinden veya izinden”7 diye açıklama getirir. M. Hamdi Yazır tefsirinde, mezkûr ayete “sonra ardı ardına resûllerimizi gönderdik”8 şeklinde meal vermiştir.
Istılah açısından mütevâtir, genellikle aynı mânâyı ifade eden bazen kısa, bazen şartlarını da içine alacak şekilde genişçe tarif edilmiştir. Hatib el-Bağdadî, özlü bir tarifle “yalan üzerine ittifakları âdeten muhal olan bir topluluğun rivayet ettiği haberdir. Haber bu yolla tevatüre ulaştığında zarureten ilim ifade eder”9 der.
Şartlarını da içine alan daha geniş bir tarif de şöyledir: Yalan üzerine ittifakları mümkün olmayan bir topluluğun yine, kemmî (sayısal) açıdan kendileri gibi olan bir topluluktan aldıkları haberdir ki, aynı keyfiyet Allah Rasülü’ne (s.a.s) kadar öylece ulaşır. Böylesi bir münasebetin sağlanabilmesi, topluluklar arasında herhangi bir kopukluğun olmaması ile mümkündür ki, bu şartlar tahakkuk ettiğinde söz konusu haber Allah Resûlü’nden (s.a.s) işitilmiş konumuna gelir.10
Mütevâtir Hadislerin Şartları
Yukarıdaki tarifin muhtevasından da anlaşılacağı üzere haberin mütevâtir olabilmesi için şu üç şartı taşıması icap eder.
1- Haber, yalan üzere birleşmeleri âdeten muhal olan bir topluluk tarafından rivayet edilmiş olmalıdır. Haberi rivayet eden bu topluluğun sayısı hakkında değişik delillerle farklı sayılar belirtilmiş olsa da (dört, beş, on, on iki...), serdedilen delillerin her biri bulunduğu konu ile alâkalı olduğundan hüsnükabul görmemiştir.11 Zira burada önemli olan sayı hakkında bir tahditten çok, yalan üzere birleşme ihtimalini aklın muhal göreceği bir topluluğun rivayetinin gerçekleşmesidir. Bu konuda İbn Hacer, muayyen bir sayının söz konusu olmadığını, haberin her tabakada bir cemaat tarafından rivayet edilmesi gerektiğini söyler.12
2- Haberin mahsusâta, yani görülmüş, işitilmiş bir vak’aya dair olması gerekir. Delillerle ispatı veya nefyi mümkün olan hâdiseler için şahitlerin adet çokluğu veya azlığı vakıayı değiştirmeyeceğinden bir şey ifade etmez. Meselâ iki kere ikinin dört ettiğini isbat için insanların şahid tutulmasına gerek yoktur, çünkü bunun neticeye bir tesiri olmaz, çünkü mesele aklî bir meseledir.13
3- Haber, her tabakada tevâtür vasfını taşımalıdır. Hadis için, sahabe ve tâbiîn dönemlerinde tevâtürü gerçekleştirecek kalabalık bir topluluğa ulaşılmış olmalıdır. Ravî adedi bu tabakaların herhangi birinde tevâtürü bulmaz ise bu durumda haber mütevâtir olmaz. Nitekim daha sonraki dönemlerde birçok âhâd haber, kalabalık bir cemaat tarafından rivayet edilir olmuştur. Aynı şekilde, haber, ilk tabakada tevâtüre ulaşmışken, orta ve son tabakalardan birinde tevâtür derecesine ulaşamaz ise, mütevâtir olma özelliğini kaybetmiş olur.14
Bu şartlara ek olarak başka şartlar da zikredilmiştir. Ancak bu şartlar hakkında tam bir fikir birliği sağlanamamıştır. Bazı hadisçiler mütevâtir şartının tahakkuk etmesini ravilerin Müslüman olması ile sınırlandırmışlardır. Ancak ravilerin keyfiyeti, Müslüman olmaları veya başka dinlere mensup olmaları mütevâtir haberin özelliğini değiştirmeyeceğinden bu şart hadis usulcülerinin hususi bir şartı olarak düşünülmüştür.15
Mütevâtir Haberin Kısımları
Yukarıdaki şartları taşıyan mütevâtir hadisler ayrıca rivayet edilme yönleriyle de iki kısma ayrılırlar:
1- Lafzî Mütevâtir: Ravilerin rivayet ettikleri hadisin lafzında ittifak etmiş oldukları hadislerdir ki, mutlak mânâda mütevâtir denildiğinde lafzî mütevâtir anlaşılır. Lafzî mütevâtir konusunda bütün ümmetin ittifakıyla Kur’ân-ı Kerim’in Efendimiz (s.a.s)’den tevatürün bütün şartlarını haiz olarak, aslî özelliğiyle asırları aşıp bize ulaşması misal gösterilir. Bu hakikat, ümmet arasında ortak bir kabule mazhardır. Artık hiç kimse, “Kur’ân-ı Kerim’in ravileri kimdir, raviler rivayet şartlarını taşıyorlar mı?” sorularını sorma ihtiyacı duymaz. Çünkü bu hakikat öylesine bedihîdir ki, bütün insanları bu gerçeği kabule mecbur eder.
Yine muhaddisler, lafzî mütevâtir hadislere “Kim bana, kasdî olarak yalan isnad ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.”16 hadisini misâl verirler. İbn Cevzî, Mevzuâtında bu hadisi, 61 sahabinin rivayet ettiğini söyler ve hadisi ravileriyle beraber zikreder.17 İmam Suyutî aynı hadisin 100’den fazla ravisi olduğunu söyler.18
Münâvi, Camiü’s-Sağir şerhinde bu hadisin, aynı mânâ ve yakın lafızlarla iki yüz sahabi tarafından rivayet edildiğini söyler.19 İbn Hacer, aşere-i mübeşşerenin (cennetle müjdelenen on sahabi) bu hadiste bir araya geldikleri gibi, başka bir hadiste birleşmediklerini zikreder.20
2-Manevî Mütevâtir: Tevâtür şartlarını taşıyan ravilerin ortak bir mevzu etrafındaki rivayetleridir ki, bu kısımda ortak bir lafızda birleşme şartı yoktur. Burada önemli olan ortak mevzu (kadrü müşterek) etrafında ittifakın sağlanmasıdır. Lafzî mütevâtire nazaran şartları farklı bir zaviyeden değerlendirilen mânevî mütevâtir hadisler, farklı lafızlarla rivayet edilmiş olsalar da, ortak bir mânâyı takviye etmeleri yönüyle mevzunun kat’iliğini ortaya koyarlar. Duada ellerin kaldırılması,21 âhir zamanda zuhur edecek fitneler, havz, inşikak-ı kamer, şefaat ve benzeri konulardaki gibi hadisler bu minval üzere rivayet olunmuşlardır. Manevî mütevâtir hadisler adet itibarıyla lafzî olanlardan oldukça fazladır. Ayrıca manevî mütevâtir olan hadislerin her biri sahih, hasen nevilerine ayrılabilir ki, hadis ilmi içerisinde incelenirler.
Manevî mütevâtir olarak değerlendirilebilecek bir diğer tabir de “amelî mütevâtir” kavramıdır.22 Namazların vakitleri, namazların rekat sayıları, bayram namazları, cenaze namazı gibi uygulamalar bu türdendir. Ayrıca bunlar, Müslüman cemaatin bir meselede icma etmelerine de benzemektedir. Dolayısı ile tevâtüre ulaşan meseleler, dalâlet üzerinde birleşmeyecekleri garantisi altında bulunan bu ümmetin icmâî bir teyidini de taşımaktadır.23
Mütevâtir hadisin arzu edilen şartlarının gerçekleşme zorluğundan dolayı, bazı âlimler Kur’ân-ı Kerim dışında lafzî mütevâtirin olmadığını söylemişlerse24 de ileri sürdükleri deliller farklı şekilde yorumlanmıştır. İbn Salah’ın bu konudaki düşüncelerine Zeynüddin el-Iraki25 ve İbn Hacer cevap vermişler, mütevâtir hadislerin, hadis külliyâtı içindeki ehemmiyetine dikkat çekmişlerdir.26
Mütevâtir Hadisin Hükmü
Hadis-i şerifler inanan insanların hayatlarını şekillendirme yönüyle tartışma götürmez bir ehemmiyet arz ederler. Bu tesir, ilk plânda çoğu zaman mütevâtir, meşhur, âhâd taksimine ihtiyaç olmaksızın pratik hayatta hükmünü icra eder; ki bunun böyle olduğu konusunda –şaz bazı eğilimleri nazar-ı itibare almazsak– ümmet arasında bir mutabakatın varlığından söz edilebilir.
Mütevâtir hadisler, fıkhî hükümlere dayanak olmaları açısından ayrı bir önem taşırlar. Ümmetin genel kabulüne mazhar olmuş bir haber, ümmetin o meseledeki icma dokunulmazlığını ifade eder. İmam Serahsî, Usûlü’nde konuya geniş yer verir. O’na göre: Mütevâtir hadisler, Cenâb-ı Hakk’ın bir hikmet tecellisidir. Bu esas, ilâhî ahkamın, resûllerin vefatı ile sona ermeyip devam etmesi, hususî ile Allah Resûlü’nün kıyamete kadar devam edecek olan risaletinin sürekliliği açısından ayrı bir kıymeti haizdir. Bu irtibat da ancak kesin bilgi ile hakiki mânâda gerçekleşebilir.27 Asr-ı Saadete yetişemeyen Müslümanlar dinleri ile alâkalı bazı mevzulara Allah Resûlü’nün mübarek ağzından dinliyormuşçasına ulaşabilmeliler ki, arzu edilen o güçlü irtibat hakkıyla tahakkuk etsin.
Yine İmam Serahsî, mütevâtir hadisin hükmü ile alâkalı olarak “Bizim mezhep alimlerimize göre tevâtür ile sabit olan haber zarurî ilim ifade eder.”demektedir.28