hafız_32
Mon 27 September 2010, 08:18 pm GMT +0200
7.BÖLÜM
MÜSLÜMANLARIN GAYRİ MÜSLİMLERLE MUAMELELERİ
Bu konu üç başlık altında ele alınacaktır.
1- Muvalat ile hüsnü muamele arasındaki fark:
Dinlerin Birbirlerine Yaklaştırılması Hakkında Birkaç Söz
Bu meseleyi ele alıp açıklamak noktasında gerçekten zorlanıyorum. Çünkü işin gerçek, doğru ve hak olan yönü ile, yanlış kavranılan yönü arasında kalmış bulunmaktayız. Bunun için de işin gerçeğini anlatmakta adeta
bocalıyoruz. Zira bu meselede hak ile batıl hep birbirine karıştırılmış bulunmaktadır. Hele benim gibi henüz ilim talebinde olan bir kimse, ilim dallarında isim yapmış büyük zevatın yaptıkları karşısında donup kalmaktadır. Hepsi de haçlıların ve yahudilerin yönetmiş oldukları bu tuzağa düşmektedirler. Çünkü sözü edilen haçlılar ve yahudiler bu dinin düşmanıdırlar. Bu yüce daveti yüklenen kimseler yaptıklarıyla adı geçen grupların tuzağı içinde bulunmaktadırlar.
İddia edilen ve dinlerin birbirlerine yaklaştırılması, dinlerin birbirlerine olan düşmanlıklarının son bulması gibi hareketlerin gerisinde müslümanların belirgin özelliklerini kaybetmeleri amaçlanmaktadır. Bu bulanık davet içerisinde müslümanın şahsiyetinin erimesi amaçlanmaktadır.
Biz öncelikle şunu tesbit etmek zorundayız. ALLAH'ın peygamberlerine indirmiş olduğu semavî risaletlerin tümü, bir tek ALLAH'a ibadete ve kulluğa insanı çağırır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"AndoIsun ki, biz, ALLAH'a kulluk edin ve Tağut'tan sakının, diye emretmeleri için her millete, bir peygamber gönderdik." (Nahî, 16/36)
Bizim bilmediğimiz ve Rabbanî hikmet gereği, değişik şeriatlerle Rab-bim peygamberler göndermiştir.
Ancak son peygamber olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ri-saletinden önceki risaletlerde insanlar eliyle birçok değiştirmeler, tahrif ve tebdiller olmuştur. Rabbim bunun için de şöyle buyurmaktadır:
"Elleriyle kitabı yazıp sonra onu az bir para karşılığında satmaları için Bu ALLAH kalındandır’diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların." (Bakara, 2/79)
ALLAH'ın dilemesi ve hikmeti gereği, Abdullah oğlu Muhammed'in risaletinin bu bakımdan önceki tüm risaletlerin sonucu olmuş ve kendisinden önceki tüni şeriatleri neshetmiş, hükmünü yürürlükten kaldırmıştır.
Burada bir konuya açıklık getirmek isteriz. Dinler arasında yakınlaşma fikrini ve düşüncesini savunanların bizzat kendi ağızlarından, görüşlerinden bazı ifadelerini sunmak isterim. Çünkü bunlar aynı zamanda bizzat yaptıkları bu davranışlarıyla, İslama ve bütün insanlığa hizmet ettiklerini iddia etmektedirler.
Mustafa Merağî'nin dünya dinler kongresine gönderdiği bir bildirisi vardır. Burada şu düşüncelere yer vermektedir:
"İslâm dini, müslümanların kalplerinden dini bakımdan olan kini söküp atmıştır. Halbuki öteki semavî din bağlıları böyle değildir. İslâm dini, aynı zamanda insan nevinin bireyleri arasında evrensel beraberliği kabul etmektedir. İslâm dini, dinlerin yanyana varlıklarını sürdürmelerine de bir engel oluşturmamaktadır"[183]
Prof.Muhammed Ebu Zehra ise şunları söylemektedir;
"Mademki dinler farklı farklıdır. O halde her din mensubu, kendi dinine hikmet ve öğütle davette bulunmalıdır! Gerçeklere kulaklarını tıkamaktan uzak ve bir taassuba kapılmaksızın, zorlamaya gitmeksizin ve hüccet ve delil sunmaksızın hikmetle ve öğütle davetini yürütmelidir."[184]
Dr.Vehbe ez-Zuhaylî de der ki: "İslâm'ın amacı, kendisini insanlara sunarken, dünyanın evrensel tek dini olmak değildir. Çünkü bütün bunlar sonuçsuz bir gayrettir, varlık sünnetine karşı bir mukavemettir ve ilahî iradeye karşı andlaşmaktır."[185]
Adı geçen bu zatlar, Kur'an-ı Kerim'in bunlar için tesbit edip bildirdiği hükmü unutmuş görülmektedirler. Çünkü Kur'an bunların bazısının bazısına dost olduğunu, birbirlerini himaye edip koruyacaklarını ve müslüman topluma karşı savaşmada, aleyhlerine davranmada bir ve beraber olduklarını bildirmektedir. Bu, onlar için sabit ve kesin olan bir durumdur. Onlar, müslümandan sırf dini için intikam almaktadırlar. Onlar müslümanlar, dinini bırakıp kendilerinin dinine ve yaşayışına geçmedikçe hoşnud kalmazlar.
Bu ne basitlik ve ne gaflettir ki, hem bizim için, hem onlar için bir tek yol varmış, biz temkin için ve din adına bu bir tek yola girecekmişiz. Evet kâfirlerin ve dinsizlerin önünde bunu böylece kabulleneceğiz! Savaş İslama karşı sürdürülüp dururken onlar kâfir ve mülhidlerle birlikte yer alacaklar öyle mi? Bundan daha basitlik ve daha büyük gaflet olamaz. Bu basitlik veya iyi niyet diyor ki: Biz elimizi kitap ehlinin eline koyabilir ve böylece maddenin ve ilhadın (dinsizliğin) karşısında durabiliriz. Çünkü hepimiz birer din sahibiyiz, din ehliyiz. Evet gerekçeleri bu olan basit düşünceli kimseler, Kur'an öğretisini ve talimini büsbütün unutmuş görünmekteler, tarihin bize öğrettiklerini de bunlar unutmuş gözüküyorlar. Bu kitap ehli ki, onlar kâfir ve müşrik olanlara şöyle seslenip konuşuyorlardı. Kâfir ve müşrikler için:
"Bunlar, AHah*a iman edenlerden daha doğru yoldadır, diyorlar." (Nisa, 4/51)
Bunlar ki, Medine'de müslümanlar aleyhine hareket edip müşriklerle birleşen, Medine'de müslümanlar aleyhine müşriklere yataklık ve şığınaklık eden kimselerdir.
Bu Kitap Ehli ki, ikiyüz yıl haçlı savaşlarını sürdürmüştür. Endülüs fecaatini işleyenler de bunlardır. Müslümanları Filistin'den çıkaranlar da bu zihniyettir. Buralara yahudileri getirip yerleştirenler de bunlardır. Bütün bunlar dinsizlikle maddenin birleşmesi sonucu meydana gelmiş, düşmanlık sürüp gitmiştir.
Bu güvendiğiniz Kitap Ehli ki, hemen her yerde müslümanları yerlerinden ve yurtlarından etmektedirler. Meselâ Somali'de, Habeşistan'da, Eritre'de ve daha birçok yerlerde müslümanlar aleyhine olmak üzere dinsizler ve maddecilerle birleşip hareket ediyorlar, putperestlerle ortaklaşa işe girişiyorlar. Nitekim Yugoslavya'da, Çin'de, Türkistan'da, Hindistan'da ve hemen dünyanın her bir yanında İslâm aleyhine her yola başvurmaktadırlar.
Bu, bizimle kitap ehli arasında bir dostluk, bir yardımlaşma olur zan-nına kapılanlar -ki bir vehimden başka bir şey değildir-, böylece güya birlikte hareket ederek dine karşı olan madde ve ilhadı yani dinsizliği önleyecekler. Bunlar Kur'an okumuyorlar mı? Gerçekten bunlar Kur'an'ı okuduklarında, herhalde işi birbirine karıştırmışlardır. Kur'an'daki müsamaha -ki bu İslâmın en belirgin özelliğidir-, bunlar bunu, dostluğa, velâya yani yetkinin bunlara verilmesine yorumlamışlar. Velâ ile müsamahayı birbirine karıştırmışlardır. Halbuki Kur'an, velayet noktasında dikkatli bulunmayı ve uyanık olmayı emretmektedir. Buradan anlaşılan o ki, bunlar şuna uğraşıp durmaktalar, halktan bir çoklarının da bu üç şahıs gibi değişmelerini sağlamaktır. Yine bana öyle geliyor ki, bu ve benzeri kimseler, ilk akıl hocaları Cemaleddin Efgani’nin anlattıklarına itimad etmektedirler. Kj bu adam, Masonluğun iğrenç düşüncelerinden etkilenmişti. İlk defa dinler arasında yakınlaşma bayrağını yüklenen kişidir bu zat. Cemaled-dîn Efganî, ' 'Birlik Teorisi" adını verdiği hatıratında şu ifadelere yer veriyor:
"Hemen hemen her araştırmadan, incelemeden ve tetkikten sonra şunu gördüm: Üç Tevhid dini (İslâm, yahudilik ve hıristiyanlık), prensipte ve amaçta tamamen birleşmektedirler. Bunlardan birisinde şayet bir şey eksikse, hemen o eksiğin yerini ötekisi doldurmaktadır. Bu, mutlak hayır ma-nasindaki emirler noktasında birbirini tamamlar durumdadır.
... İşte buna göre bende çok önemli bir fikir belirdi, kafamda büyük bir şimşek çaktı. Dinler nasıl ki özde, cevherde, amaçta ve temelde bir iseler, bu üç din erbabı da dinlerinin birleştiği gibi birleşebilirler. İşte böyle bir ittihadın ve birleşmenin neticesinde insanlar, barışa doğru bir adım atmış olurlar. Evet insanlar bu kısacık hayatta büyük bir adımı barış için atmış olurlar.
İşte ben bu teorim için planlar hazırladım. Bazı satırlar çizdim, da ve için risaleler kaleme aldım. Ancak bütün bunları yaparken ben, "çok yakın bir tarihte tüm din ehlini birbirine karıştıracağım" demek istemiyorum. Çünkü ben bir tek dinin ehli olan kimselerin niçin parça parça gruplara ayrıldıklarını, ihtilâf sebeplerini derinliğine araştırmadım..."[186]
Yukarıdaki sözleri gördünüz. Hepsi de mugalatadan öteye geçmemektedir. İleriyi görebilen herkes bunu çok iyi anlar ve kavrar. Meselâ biri çıkıp derse ki:
"Gerçekten İslâm dini müsamahakâr bir dindir, o hıristiyanların hıristiyanlığa, yahudilerin de yahudiliğe davette bulunmasına, Budistlerin de budizme çağırmasına, kısaca beşeri dinlerin hepsine ve muharref dinlere, niteliği ne olursa olsun müsamaha ile bakıyor?
Acaba bu davetçiler, Kur'an'ın İsrailoğullarıyla ilgili anlattıklarından, peygamberlerini öldürdüklerinden, sonra da Tevrat ve İncil'i değiştirip tahrif ettiklerinden habersiz midirler? Sonra yine bunların heva ve istekleri doğrultusunda ALLAH tarafından indirilmiş bulunan kitaplarla oynadıklarını bilmiyorlar mı?
Acaba bunlar Rabbimizin şu. şyetinden habersiz midirler?:
"Andolsun ki ALLAH, üçün üçüncüsüdür, diyenler de kâfir olmuşlardır/' (Maide, 5/73)
İşte bir başka âyet meali, Rabbim buyuruyor ki:
"Yahudiler, Üzeyir ALLAHın oğludur, dediler! Hıristiyanlar da, Mesih (İsa) ALLAH'ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Sözlerini önceden kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. ALLAH onları kahretsin! Nasıl haktan batıla döndürülüyorlar?” (Tevbe, 9/30)
Yine Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız." (Nisa, 48/89)
Şimdi de bir başka âyet, yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır:
"Ehl-i Kitaptan çoğu, sizi imanınızdan sonra vazgeçilip küfre döndürmek isterler." (Bakara, 2/109)
Daha birçok nass ve deliller var ki, hepsi kitap ehlinin müslümanlara karşı olan düşmanlıklarını açıklamaktadırlar. ALLAH (c.c), Rabbani bir alim olan Seyyid Kutub'a rahmetiyle muamele buyursun, demiştir ki:
"îslâmın, kitap ehline karşıjmisamahakâr olması başka şeydir, onları veliler edinmek ise daha başka bir şeydir. Fakat bu iki nokta kimi müslümanlar tarafından birbirine karıştırılmaktadır. Bu da, mensubu olduğu dinini, gereğince bilmemesinden ve görevini idrak etmemesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu dinin gerçeğinde ve düşünce temelinde yatan şudur:
"Yeryüzünde İslâm düşüncesine uygun bir nizamı gerçekleştirmek." Amacı ve görevi budur. Öyle bir nizam ki, bütün insanlığın tanıdığı öteki düşünce sistemlerinden tamamen ayrı ve farklı olan bir nizamdır. Şu işi birbirine karıştıranlar var ya, onlar bu akidenin gerçeğini anlama duygusundan uzaktırlar, bu yönden eksiktirler. Yine bunlar kitap ehlinin bu konudaki tavır ve tutumunu, bu alandaki savaşın mahiyetini ve karakterini kavramaktan uzaktırlar. Bu kimseler Kur'an'ın bu konudaki yöneltmelerinden, apaçık ifadelerinden gafildirler. Bu kimseler, kitap ehliyle yapılacak olan ilişki ve muamelelerde, İslâm toplumunda kendilerine karşı müsamahakâr davranma ve yine İslâm toplumunda iyilik ve güzellikle davranma durumunu, Velâ, yani yetki verip dost edinme olayım birbirine karıştırmaktadırlar. Şayet kitap ehli müslüman bir toplumda yaşıyorsa bunlara müsamahalı dayranılacak ve gerektiğinde iyilik yapılacaktır. Fakat Velâ hadisesi sadece ALLAH'a, Rasûlüne ve İslâm cemaatinedir. Yetki bunlara verilecektir. Müslüman olmayan unsurların bunda payları yoktur.
Halbuki semavi dinlere bağlı olanlar arasında müsamaha ve yakınlaşma adıyla ortaya çıkanlar, kesin olarak müslümanlarla kitap ehli arasında olmaması gereken velayeti gündeme getiriyorlar. İşte böyle bir iddiayla ortaya çıkanlar, dinleri anlamakta yanıldıkları gibi, müsamahanın ne manaya geldiğini anlamakta ve kavramakta da yanılıyorlar.
ALLAH (c.a)'ın, Rasûlü Hz. Muhammed (s.a.v.)'e indirdiği din, ALLAH nezdinde de makbul olan dindir. Müsamahaya gelince bu, kişisel muamelelerde söz konusudur. Yoksa itikadı tasavvur açısından bunun yeri yok-, tur, sosyal nizam noktasından da böyle bir şey düşünülemez. Fakat böyle bir iddia ile ortaya çıkan bu kimseler var ya, bunlar, müslümanın kalbin de ve ruhunda kesin yerleşmiş bulunan, din İslâm'dır ve ALLAH (c.c.) bundan başka din kabul etmez, inancım sulandırmak istiyorlar. Halbuki müslümanın görevi, İslâm'da temsil olunan ALLAH kanununu gerçekleştirmektir. Onun yerine başka bir şey kabul etmemektir. Onda herhangi bir tadı ve değişimi de istememektir. Çünkü yüce Mevla şöyle buyuruyor:
"ALLAH nezdinde hak din İslâm'dır." (Âl-i İmran, 3/19)
Yine Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin kî kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecektir." (Âl-i İmran, 3/85)
İslâm, müşriklerin, putperestlerin itikadlanni düzeltmek için geldiğ: gibi aynı zamanda kitap ehlinin de itikad ve inançlarını düzeltmek içir gelmiştir. İkisini de aynı şekilde tashih etmek için inmiştir. Aynı zamandz İslâm onların tümünü İslama çağırmaktadır. Çünkü din, sadece İslâmdır. ALLAH (c.c), hiçbir insandan başka bir din asla kabul etmemektedir. Müslüman, dinsizleri, puta tapanları dine davet etmekle yükümlü olduğu gibi, aynı şekilde kitap ehlini de İslama davetle mükelleftir. İslâm aynı za manda, ne onlardan ve ne berikilerden hiçbirini zorla ve güç kullanarak İslama sokmalarını istemez. Çünkü inançları, zor kullanılmak suretiyle kalplere ve vicdanlara yerleşemezler. Kaldı ki dinde zorlama yasaklanmış tır. Çünkü bunun kalpte bir varlığı yoktur."[187]
[183] Dr. Vehbe Zuhaylî, "Asaru'I-Harb Fil Fıkhi'l-İslâmî", s.63. Bu zat, Kur'an'ın bazı ayetlerini yorumlarken hep işi bu noktaya getirir. Öyle konuşur ki, alimler ve talebeler bir yana, sıradan tevhid erbabının bile kabul edemeyeceği şeyler konuşur durur.
[184] el-Alakatu'd-Devliyye Fil İslâm", s.42.
[185] Asaru'1-Harb", s.65.
[186] Cemaleddîn Efganî Hatıratı, (Abdulaziz Seyyidul Ehl) s14, yine 158.
[187] Fî Zılâl'il-Kur'ân, 2/9O9-915'teh özetleyerek.