saniyenur
Tue 4 October 2011, 08:50 pm GMT +0200
MUKADDİME
“Tevatür” iki şekilde incelenir:
1. Tevatürün sözlük anlamı.
“Mahsûl”da denir ki: “Tevatür kelimesi, sözlükte; ‘bir kimsenin, (diğer) bir kimsenin izi sıra gelmesi’ anlamına gelir.”
Karâfî (ö. 684/1284)’de “Tenkîh”te bunun bir benzerini söylemiştir.
Yüce Allah’ın, “Sonra peygamberlerimizi art arda gönderdik” (Mü’minûn: 23/44) yani ‘bir peygamberden sonra diğer bir peygamberi (insanlara) peş peşe gönderdik’ şeklindeki sözünde tevatürün (diğer) sözlük anlamı ifade edilmektedir.
İbn Beriy’in şöyle söylediği nakledilmiştir: “(Tevatür,) bir şeyin bir şeyden sonra, bazısının bazısının izi sıra belli bir aralıkla peş peşe yada art arda (=belli bir aralık olmaksızın) gelmesi.”
Tevatürün sözlük anlamı ile ilgili bu iki görüş, (Asım’ın) “Kâmûs” adlı eserinde geçmektedir. (Asım) burada der ki: “Tevatür kelimesi, (sözlükte;) ‘peş peşe’ yada ‘belli aralıklarla’ anlamına gelmektedir.”
(Cevherî’de) “Sıhâh”ta, (tevatürün sözlük anlamını,) Asım’ın sözünde geçen ikinci tanımla sınırlandırıp der ki:
“Muvâtere, peşpeşe anlamına gelir. Muvâtere, şeyler arasında değil de, belli bir aralıkla olan şeyler arasında olur. Fakat bu belli aralık ise, sürdürme ve devamlılık şeklindedir.”
“Şerhu’l-Kâmûs”ta Lihyânî’den naklen denir ki: “Mütevatir, belli bir aralıkla olan bir şeyden sonra, diğerinin belli bir aralıkla gelmesidir. Kesintisiz şekildeki peş peşelik ise faklıdır. Bu, mütevatir gibi değildir. Mütevatir ancak kesintisiz sürdürme ve peş peşeliktir.
İbnü’l-A’râbî ise: ‘Bir işi yapma hususunda gevşek davranıldığı zaman, bir şeyden sonra bir şeyi yapma mahiyetinde ترى – يتري “tera” – “yetri” denilir.’
Asmaî de dedi ki: ‘Haber, art arda ve peşpeşe gelir.’ (Müellifin sözü burada bitmektedir.
Bilinmelidir ki, bizim belirttiğimiz birinci görüş, Mecd’in belirttiği ikinci görüşten daha doğrudur. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır.
Tevatürün terim anlamına gelince ise;
İbnu’s-Salâh (ö. 643/1245) “Ulûmu’l-Hadis” adlı eserinde tevatürün terim anlamı hususunda şöyle der:
“Mütevatir, doğrulukları kesin olarak bilinen kimselerin nakletmiş oldukları haberlerden bir ifadedir.
Bu şartın mütevatir haberin sened zincirinde, başından sonuna kadar ravilerde devamlı bir şekilde bulunması gerekir.
Rivayet edilen hadisler arasında mütevatire uygun bir örnek göstermesi istenen kimse, bu istek karşısında aciz kalır.”
Nevevî (ö. 676/1277) “Takrîb”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Mütevatir haber, doğruluklarıyla bilinen kimselerin sened zincirinin ilk tabakasından son tabakasına varıncaya kadar kendileri gibi (doğruluklarıyla meşhur olan) kimselerden naklettikleri haberlerdir.
Mütevatir hadis, rivayet etme hususunda yok denecek kadar azdır.”
Cürcânî (ö. 816/1413) “Muhtasar”da konu ile ilgili olarak şöyle der: “Mütevatir haber, yalan üzere birleşmeleri adeten mümkün olmayan ravilerin (sayı bakımından) çok olma hususunda belli bir dereceye ulaşmasıdır. Bu husus, ilk tabakanın son tabaka gibi ve orta tabakanın ise ilk ve son tabaka gibi (sayı bakımından ravilerin çok olması hali) olduğunda gerçekleşir. Kur’an ve beş vakit namaz gibi.”
Tâc es-Sübkî (ö. 771/1370)’nin “Cem’u’l-Cevâmi”de konu ile ilgili ifadesi ise şu şekildedir: “Mütevatir, (yalan üzere birleşmeleri) mümkün olmayan bir topluluğun vermiş olduğu özel bir haberdir.”
“Cem’u’l-Cevâmi”‘nin şarihi Mahallî ile daha bir çok kimse, (mütevatir haberin tanımına;) “hislerle algılanabilecek cinsten yalan üzere birleş-meleri adeten” ifadesini eklemişlerdir.
Sübkî’nin sözünde geçen “haber” ifadesi, inşâ’ya uygun olan bir sözdür. Buna göre haber, kendi özünde vakıaya uygun olan doğruyu ve yine kendi özünde uygun olmayan yalanı barındırma olasılığını taşımasıdır.
İnşâ’ ise; hem doğru ve hem de yalanı barındırma olasılığının olmaması halidir.
Sübkî’nin sözünde geçen “topluluk” ifadesiyle, bir veya iki kişinin verdiği haber ihtimal dışı bırakılmaktadır. Çünkü bir veya iki kişinin verdiği haber, mütevatiri oluşturmadığı gibi mütevatir diye de isimlendirilemez.
Sübkî’nin sözünde geçen “mümkün olmayan” ifadesiyle, (herhangi bir haber üzerinde) birleşmeleri veya uyuşmaları mümkün olan fasık yada kafir gibi bir topluluğun verdiği haber ihtimal dışı bırakılmaktadır. Adeten bu tür kimselerin bir haber birleşmeleri yada görüş birliğine varmaları mümkün olsa, bu haber, mütevatir haber diye isimlendirilemez. Eğer bu fasık yada kafir topluluğun yalan üzere birleşmeleri imkanı ortadan kalkarsa, (o zaman bu kimselerin verdiği haberler) mütevatir haber diye isimlendirilebilinir.
Bu, Usulcülerin tanımına göredir. Çünkü mütevatir haber hususundaki Usulcülerin görüşü, bütün insanlar içindir.
Hadisçilere gelince; onlara göre, mütevatirin ravilerin de Müslüman olma şartının aranması gerekmektedir. Çünkü onların bu konudaki görüşü, mütevatir hadis hakkındadır.
Kafir yada fasık kimselerin rivayet ettikleri nebevi mütevatir bir hadis bulunmamaktadır. Yalnız hadisçiler, kafir yada fasık kimseler hakkında bir görüş belirtebilirler. Bunu, bazı kimseler söylemiştir.
“Adeten” sözüyle; adeti göz önünde bulundurmanın haricinde akli uygunluk ihtimal dışı bırakılmaktadır. Çünkü bu husus, mümkün değildir ve ileri sürülemez de. Topluluk, belli bir sayıya ulaşsa bile.
“Yalan üzere birleşmemeleri” sözüyle; kasıt, yanlışlık ve unutkanlık kastedilmektedir.
“Hislerle algılanabilecek cinsten” sözüyle de; kulak yada göz gibi görünen beş duyu organlarından biriyle anlaşılan bir iş kastedilmektedir.
Bu sözle; akılla anlaşılan (=ma’kul) bir iş, ihtimal dışı bırakılmaktadır. Çünkü akılla anlaşılan bir iş hususunda yanlışlığa düşmek mümkündür. Yanlışlık; filozofların, alemin başlangıcı yada ölümden sonraki cismani dirilişin olmaması ile ilgili verdikleri haber gibi olabilir de. İşte bu (tür haberler,) mütevatir diye isimlendirilemez. Çokluk bakımından belli sayılara ulaşmış olsalar bile, yine de mütevatir diye isimlendirilemezler. Hatta bu husus; alemin yaratılışı yada yaratıcının varlığı ile ilgili bir şehir halkının diğer şehir halklarından vermiş oldukları haberler gibi doğruluğu kesinlikle bilinmiş olsa bile, yine de mütevatir diye isimlendirilemez.
Bundan mütevatirin bilgi ifade etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
İbnu’s-Salâh ile bir çoğundan geldiğine göre; Buhârî ile Müslim’in üzerinde ittifak ettiği yada bunlardan birisinin, muttasıl senedlerle hadis rivayet ettikleri bilinmektedir. Manevi mütevatir gibi. Mütevatir ifadesi, tesmiye değil de bilgi ifade etmede kullanılır. Çünkü bu tür mütevatir, terim olarak mütevatir diye isimlendirilemez. Zira mütevatirin bilgi ifade etmesi, kendisiyle ilgili değildir. Aksine harici karinelerle ilgilidir. Cariyenin efendisiyle yaptığı sözleşmeyi canı gönülden kabul etmesi gibi.
Buna göre Tâc es-Sübkî’nin konu ile ilgili görüşü, daha önce mütevatirle ilgili geçen tanımın bir sonucudur.Böylece mütevatirin bilgi ifade etmesi, şartların oluşmasına işarettir.
Mütevatirin bilgi ifade etmesinin anlamı; ya kendisiyle ilgili, ya sadece gerekli karinelerle yada ayırt edici karinelerle ilgilidir.
Bu belirtilenlerden birisi, tek başına yeterli değildir. Çünkü ahad haber, karinelerin katılımıyla oluşmuş bir vasıta sebebiyle de bilgi ifade etmektedir.
İşte bu, ancak ifade edilen bilginin nazari olduğuna dair görüşe uymaktadır. Çünkü bu, mütevatirin bilgi ifade etmesinde şart koşulmuştur.
Bu, mütevatirin ifade ettiği bilginin zaruri olduğu görüşünü tercih eden kimsenin görüşüne uymamaktadır. Çünkü bu, şart koşulmamıştır. Aksine bununla ilgili şart,
İbn Emîr el-Hâcc (ö. 879/1475) “Şerhu’t-Tahrîr”de konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Mütevatir haber için temel kural, bilgi ifade etmesidir. Haber sadece bilgi ifade ederse, o haberin, mütevatir olduğunu ve bütün şartlara sahip olduğunu anlarız. Eğer o haber, bilgi ifade etmezse, o zaman mütevatir için gerekli şartlardan birinden yoksun olması sebebiyle o haberin mütevatir olmadığı ortaya çıkar”
Bu konuda daha geniş bilgi için İbn Kâsım el-İbâdî’nin, Mahallî’nin kitabına yazdığı haşiyeye bakabilirsiniz.
Şihâb İbn Hacer el-Mekkî (ö. 973/1565) “Fetâvâ”da da der ki: “Bilindiği üzere, mütevatir haber için ihtimal ve zan yeterli değildir. Çünkü şüphe etme ve zannetme, kesinliğe götürmez.”
Mütevatir haberin zaruri bilgi ifade ettiğini söyleyenler doğruyu söylemiştir. Bu, cumhurun görüşüdür. Cumhura göre, mütevatir haber, hem geçmiş zamanlarla ve hem de şimdiki zamanlarla ilgilidir.
Semeniye[1] ile Brahmanlar gibi, akılcılardan bir grup; mütevatirin (kesin) zaruri bilgi ifade ettiğini kabul etmemişlerdir. Onlara göre; mütevatir haber, ancak zan ifade etmektedir. Bunlardan bazısı da, mütevatirin geçmiş zamanlarda olmasını kabul etmemiştir. Mütevatir haberin, şimdiki zamanlarda olması gerektiğini kabul etmektedirler. Onların bu inkarı, kibirlenmeleri dolayısıyladır. Çünkü biz; Mekke, Medine ve Bağdat gibi uzak şehirlerle ilgili ve Hz. Musa ile Hz. İsa’nın kavmi gibi yok olmuş ümmetlerle ilgili bilgiyi bilmekteyiz. Bu tür bilgi ancak haber vermekle bilinir.
Sa’d et-Taftazânî (ö. 792/1389) “Şerhu’n-Nesefî”de konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Denilse ki: Tek tek kişilerin ayrı ayrı verdikleri haber, zandan başka bir mana ifade etmez. Bir zannın diğer zanna eklenmesinden de yakîn ve kesin bilgi elde edilmez. Ayrıca teke tek kişilerin, münferiden verdikleri haberlerin yalan olmasının imkan dahilinde oluşu, bunlardan meydana gelen topluluğun verdiği haberin yalan oluşunun da imkan dahilinde olmasını gerektirir. Çünkü topluluğun kendisi, tek tek kişilerden meydana gelir.
Diyoruz ki: Bazen fertlerde bulunmayan (vasıf ve kuvvet gibi bir) şey, bunların toplamında mevcut olur. Kıllardan örülen ipte mevcut olan kuvvet buna örnektir.”
Mütevatir haberin ifade ettiği bilgi, esah olan görüşe göre zaruridir. Bu, hadisçiler ile usulcülerin cumhurunun görüşüdür. Mütevatir haberin zaruri bilgi vermesi, bazen kişi için bir bakış oluşturmayabilir. Çocuklar gibi.
Mütevatir haberin zaruri bilgi ifade etmesinin manası; kişinin, mütevatirde aranan şartları bir araya getirmede zorlanmasıdır. Çünkü Mu’tezile’den Kâ’bî ile Ebu’l-Hasen el-Basrî ve Ehl-i Sünnetten ise İmamu’l-Harameyn ile Gazzâlî’nin aksine nazari bilgiyi değil de, zaruri bilgiyi reddetmek mümkün değildir.
Denilse ki: Zaruri bilgilerde çelişki ve ihtilaf meydana gelmemektedir. Örneğin, biz; birin, ikinin yarısı olduğu olduğuna dair bilgiyi, İskender’in varlığına dair bilgiden daha kuvvetli bulmaktayız. Daha önce de geçtiği üzere, bazı gruplar, mütevatirin zaruri bilgi ifade ettiğini kabul etmemişlerdir.
Cevaben deriz ki: Bu, mümkün değildir. Çünkü zaruri bilgi çeşitleri; uyum, tatbikat ve uyarma hususunda farklı vasıtalarla çelişebilir.
İmamu’l-Harameyn ile İmam Gazzâlî, Ka’bî’ye dayanarak mütevatir haberin nazarî bilgi ifade ettiğini belirtmişlerdir.
Dört imam, bir hadisi rivayet etmede görüş birlğine varsa, bu, bilgi ifade eder. Fakat dört halife, bir hadisi rivayet etmede görüş birliğine varsa, onların verdiği bu haber, zaruri bilgi ifade etmez. Aslında bu da doğru değil. Doğru olan görüş, bunun, bazen yeterli gelmesidir
(İlim adamları, mütevatirin sabit olacağı sayı hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir:)
1. Denildi ki: Bu sayı, 5’tir. Bu görüş, Liân’a kıyas edilerek ileri sürülmüştür.
2. Denildi ki: Bu sayı, 7’dir.
3. Denildi ki: Bu sayı, 10’dur. Bu, yüce Allah’ın “Hepsi tam on gündür” (Bakara: 2/196) sözüne dayanılarak ileri sürülmüştür. Çünkü 10 sayısı, cem’u kesretin başıdır. Bu görüşü, Istahrî (ö. 328/858) söylemiştir.
Suyûtî (ö. 911/1505)’de “Şerhu’t-Takrîb”de der ki: “Bu, tercih edilen görüştür.” Çünkü Suyûtî, mütevatirlerle ilgili kitabını bu görüşe göre düzenlemiştir. Suyûtî, mütevatir hadis ile ilgili kitabında 10’dan fazla sahabenin rivayet ettiği hadisleri toplamıştır.
Allame seyyid Muhammed Resul el-Berzencî el-Hüseynî “İğâratu’l-musbaha ala mânii’l-işâret bi’l-musabbiha”da şöyle der:
“Hafız Suyûtî “el-Ezhâru’l-mütenâsire fi’l-ahbâri’l-mütevâtire”de geçen her hadisi 10 sahabeden rivayet ettiğini söylemiştir. Bu, biz hadis ehli topluluğuna göre mütevatirdir.”
4. Denildi ki: Bu sayı, 12’dir. Çünkü İsrail oğulları temsilcilerinin sayısı 12 idi.
5. Denildi ki: Bu sayı, 20’dir. Buna, yüce Allah’ın “Sizden sabırlı yirmi kişi, onlardan iki yüz kişiye üstün gelir” (Enfâl: 8/65) buyruğu delil getirilmiştir.
6. Denildi ki: Bu sayı, 40’dır. Buna, Resulullah (s.a.v)’in “Seriyyelerin en hayırlısı, 40 kişidir” sözü delil getirilmiştir.
7. Denildi ki: Bu sayı, 50’dir. Bu, Kasame’ye kıyas olarak ileri sürülmüştür.
8. Denildi ki: Bu sayı, 70’dir. Bunu, Hz. Musa (a.s)’ın mikat için (İsrail oğullarından) 70 kişiyi seçmesine[2] dayandırmışlardır. Bunlar, mikat yerinde Allah’ın sözünü işitecekler ve bu işittiklerini geride bıraktıklarına haber vereceklerdi.
9. Denildi ki: Bu sayı, 310 küsurdur. Çünkü Talut’un beraberinde bulunanlar ile Bedir savaşına katılan sahabelerin sayısı bu kadar idi.
10. Denildi ki: Bu sayı, 1400 yada 1500’dir. Çünkü Rıdvan bey’atına katılan sahabelerin sayısı bu kadar idi.
Bazı alimler de derki: “(Tevatürün sabit olabileceği sayı hususundaki) bu görüşlerin hepsi, batıldır. Bu görüşlere dayanmaya gerek yoktur. Bu kimselerin (ileri sürdükleri) şüpheleri, gerçekçi değildir. Bu görüşü açıklamaya gerek yoktur.”
(Leknevî) “Zafru’l-Emânî fi şerhi muhtasari’l-Cürcânî”de der ki: “(Tevatürün sabit olabileceği sayı ile ilgili) bu görüşlerin hepsi, çürüktür. Hadisçilerden bir topluluk, ileri sürülen bu görüşleri araştırmış ve tevatür için (belli bir) sayının şart koşulamayacağını belirtmişlerdir. Yalnız bu konuda en önemli nokta, mütevatir haberin zaruri bilgi ifade etmesidir. Haberi çok büyük bir topluluk rivayet etse bile, haber, bilgi ifade etmediği takdirde bu haber, mütevatir olamaz. Bu haberi, (ravileri sika olmak şartıyla) az bir topluluk rivayet etse, bu haberle zaruri bilgi meydana gelir. Böylece bu haber, mütevatir olur.”
Doğru olan şudur: Bilgi, haberi duyan çok sayıdaki kişinin oluşmasından meydana gelmişse, bu haberi duyan her bir fert için bilginin meydana gelmesi gerekir. Fakat bilginin meydana gelmesinde haberi gerekli kılacak karinelerle tevatürün ispatına gerek duyulmaz. Çünkü Zeyd için meydana gelen bilgi, Amr için veya bir topluluk için meydana gelen bilgi; bir başka bir topluluk için meydana gelmeyebilir. Zira karineler, bazen bazı kişiler geçerli olabilir. Fakat başkaları için bu karineler, geçerli olmayabilir.
Denildi ki: Bilginin mutlak manada herkes için meydana gelmesi gerekir.
Denildi ki: Bilginin mutlak manada herkes için meydana gelmesi gerekmeyebilir.
Bu iki görüş, hususunda tartışılabilinir.
Bazılarına göre tevatür, bazı rivayet yollarından ulaştığı halde, diğerlerine göre bu bilgi ifade etmeyebilir. Bazen de birine göre tevatür olan bir haber, diğerine göre tevatür olmayabilir.
Bazılarına göre haber, sahih yollardan ulaştığı halde, diğerlerine bu haber, sahih yoldan yada yollardan veya haber hiç ulaşmadığı için sahih olmayabilir. Belki de haber, bu topluluğa zayıf yada yalancı olan başka yollardan ulaşmış olabilir.
1. İbnu’s-Salâh, Nevevî ve bu ikisine tabi olanların, bu geçen açıklama doğrultusunda anlattıklarına göre; mütevatire örnek, tevatürün varlığını çoğaltmaktadır.
2. İbn Hibbân ve Hâris’in iddiasına göre ise; bu, tamamıyla mümkün değildir. Çünkü tevatür için bir örnek bulunmaktadır.
İbnu’s-Salâh der ki: “Mütevatir hadise yalnızca “Kim benim üzerime ….. yalan söz söylerse” hadisi örnek gösterilebilinir. Çünkü bu hadisi, Hz. Peygamber (s.a.v)’den; içlerinde Aşere-i mübeşşere’nin de bulunduğu 60’dan fazla kişi rivayet etmiştir. Dünyada Aşere-i mübeşşere’nin, bu hadis dışında başka bir hadis üzerinde ittifak ettiği bir hadis daha bulunmamaktadır.”
Hafız Ebu’l-Fadl el-Irâkî (ö. 805/1402), İbnu’s-Salâh’ın bu iddiasını; “mestler üzerine mesh etme” hadisiyle tenkit etmiştir. Çünkü bu hadisi, içlerinde Aşere-i mübeşşere’nin de bulunduğu 60’dan fazla sahabe rivayet etmiştir. Ayrıca namaz kılarken “elleri kaldırma” hadisini de (bu iddiayı çürütmek için) getirmiştir. Bu hadisi de, içlerinde Aşere-i mübeşşere’nin de bulunduğu 50’den fazla sahabe rivayet etmiştir.
Sehâvî (ö. 902/1496)’de “Fethu’l-Muğîs”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “ “Cinsel organa dokunmaktan dolayı abdest almanın gerekmesi” de böyledir. Bu hadisi rivayet eden ravilerin sayısının60’ı geçtiği söylenmiştir. Yine “ateşte pişen şeyleri yemeden ötürü abdest almanın gerekmesi” yada “gerekmemesi” de bu şekildedir.”
İbnu’s-Salâh’ın bu eleştirisine cevap, “Kim benim üzerime ….. yalan söz söylerse” hadisi ile ilgili yerde verilecektir.
Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447) “Tavdîhu’n-Nuhbe”de der ki: “ İbnu’s-Salâh’ın, mütevatir hadisin az olmasıyla ilgili iddiası, kabul edilemez. Yine bir çok alimin, mütevatir hadisin hiç bulunmadığına dair iddiaları da kabul edilemez. Çünkü onların bu görüşü; hadisin geliş yollarının çokluğunu, ravilerin durumlarını ve yalan üzere birleşmelerine yada onlardan ittifakın meydana gelmesine adeten uyarak mümkün olmasını engelleyici vasıflara vakıf olmamalarından ileri gelmektedir. Zaten hadis ilmini ve hadisi ilminin rivayet yollarını bilen kimseler için bu asla şüphe kabul etmeyen doğru bir görüştür.
Mütevatir hadisin varlığı hususunda yapılan en güzel tespit; mütevatir hadisin var olduğu ve hem de çok olduğu görüşüdür. Doğuda ve batıda mütevatir hadisle ilgili ilim adamlarının ellerinde dolaşan meşhur kitapların, müelliflerine nispet edilmelerinin doğru olduğu kesindir. Bu hadisler, hadis rivayet etmek için bir araya getirildiğinde ve bu hadislerin geliş yollarının çok olması halinde, yalan üzere birleşmeleri ile ilgili topluluk şartından diğer şartlara varıncaya kadar bir tahayyül var. Meşhur kitaplarda buna benzer daha bir çok şart bulunmaktadır.”
Bu görüşü, bir topluluk ileri sürmüştür. Bunlardan birisi de, Suyûtî’dir. Suyûtî (ö. 911/1505) “İtmâmu’d-Dirâye bi şerhi’n-Nikâye”de bu görüşü şöyle aktarmaktadır:
“Derim ki: Şeyhülislam (İbn Hacer’in) doğru söyledi. Onun bu konuda söylediği, hadis ilmiyle uğraşanları ve hadisin geliş yollarını araştıran kimseleri şüpheye düşürmeyecek doğru bir sözdür. İlk devir ve son devir alimlerinden bir grup, bir çok hadisin mütevatir olduğunu belirtmişlerdir. Bu hadislerden bazıları şunlardır: “Bu Kur’an, yedi harf üzerine indirilmiştir” hadisi, Havz hadisi, Ayın ikiye yarılması hadisi, Ahir zamanda ortaya çıkacak olan kaoslar ve fitnler hadisi gibi.
Dua esnasında elleri kaldırma hususunda bir cüz topladım. Bu hadis, bana, 100’e kadar ulaşan yollardan gelmiştir. (Bu tür hadisleri,) Allah’ın bana kolaylaştırdığı kadarıyla mütevatir hadislerle ilgili kitabımda toplamaya gayret gösterdim.”
(Suyûtî) “Şerhu’t-Takrîb”de (müellif) İbn Hacer’in konu ile ilgili sözünü getirip akabinde şöyle der:
“Derim ki: Mütevatir hadislerin varlığı hususunda benzeri görülmemiş bir kitap yazdım. Bablara göre düzenlenmiş bu kitabı, “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirdim. Bu kitaptaki her hadisi, senedleriyle birlikte tahric edenleri ve geliş yollarını getirdim. Daha sonra da bu kitabı, önemli bir cüzde özetledim. Bu kitabı da, “Katfu’l-Ezhâr” diye isimlendirdim. Bu hadisleri tahric eden imamların rivayet ettiği hadisin her geliş yolunu kısa tuttum. Bu kitapta bir çok hadis getirdim. Bunlardan bazısı şunlardır: “Havz” hadisi 50’den fazla sahabeden, “Mestlere mesh etme” hadisi 70 sahabeden, namaz kılarken “Elleri kaldırma” hadisi 50 kişiden, “Sözümü işiten kimsenin yüzünü Allah (kıyamet günü) ağartsın” hadisi 30 kadar kişiden, “Kur’an’ın yedi harf üzerine indirilmiştir” hadisi 27 kişiden, “Kim Allah için bir mescit yaptırırsa Allah’da o kimse için cennette bir ev hazırlar” hadisi 20 kişiden, yine “Her sarhoş edici (içecek), haramdır” hadisi 20 kişiden, “İslam garip olarak başladı” hadisi, “Münker ve nekir (adlı meleklerin ölüyü) sorguya çekmesi” hadisi, “Kişi (cenette) sevdiğiyle birlikte olur” hadisi, “Sizden birisi cennet halkının ameliyle amel eder” hadisi, “Karanlıkta mescide giden kimselere, kıyamet günü tam bir nura kavuşacaklarını müjdele!” hadisi gelmiştir.
Çok sayıdaki bu hadislerin hepsi, mütevatirdir. Bu tür hadisleri, adı geçen kitabımızda belirttik. Hamd, Allah içindir.”
Daha sonra Usulcülerin, mütevatiri, lafzi ve manevi olmak üzere iki kısma ayırdıklarını belirtip devamla der ki:
“Derim ki: Bu ayırımdan birisi, lafzi mütevatirdir. Az önce geçen örnekler gibi. Diğeride, manevi mütevatirdir. Dua ederken elleri kaldırma ile ilgili hadis gibi. Dua ederken ellerin kaldırılması ile ilgili hadisi Hz. Peygamber (s.a.v)’den 100 kadar kişi rivayet etmiştir. Bu hadisleri bir cüzde topladım. Fakat bu hadisler, çeşitli konuların içerisinde geçmektedir. Bununla ilgili her konu, art arda gelmemiştir. Bu husustaki ortak nokta, dua ederken elleri kaldırmak olup bununla ilgili hadislerin bir araya gelmesiyle tevatür oluşmaktadır.”
(İbn Hacer) “Fethu’l-Bârî”de der ki: “Mütevatir hadisle ilgili örnekler, çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır:
“Kim Allah için bir mescit yaptırırsa Allah’da o kimse için cennette bir ev hazırlar” hadisi, (namaz kılarken) “Elleri kaldırma” hadisi, Şefaat hadisi, “Havz” hadisi, “Ahirette Allah’ın görülmesi” hadisi, “Devlet başkanlarının (=İmamların) Kureyş’ten olması” hadisi ve buna benzer daha bir çok mütevatir hadis gibi.”
Sehâvî (ö. 902/1496) “Fethu’l-Muğîs”de şöyle der: “Hocamız hafız İbn Hacer, Şefaat hadisi ile Havz hadisinin, mütevatir hadislerden olduğunu belirtmiştir. Çünkü bu iki hadisin sahabeden olan ravilerin sayısı, 40’ı geçmiştir. Bu iki hadisin mütevatir olduğunu belirtenlerden birisi de, Kadı İyâz’dır. Yine Kadı İyâz “Şifâ”da mütevatir ile ilgili hadislerden; “Kim Allah için bir mescit yaptırırsa”, “Ahirette Allah’ın görülmesi”, “Devlet başkanlarının (=İmamların) Kureyş’ten olması”, “Kütüğün inlemesi”; İbn Hazm’da, “Deve ağıllarında namaz kılmayı yasaklama”, “Mescitleri kabirler edinmeyi yasaklama” ve “Rükudan kalkarken söylenecek söz” ile ilgili hadisi; İberî’de “Menâkibu’ş-Şâfiî”de “Mehdi” hadisini; İbn Abdilberr’de, “Sa’d b. Muâz’ın ölümünden ötürü arşın titremesi” hadisini; Hâkim’de, “Hz. Ömer’in verdiği hutbe”, “İsrâ” ve “Hz. İdrîs’in semanın dördüncü katında bulunması” hadisini; bir çok kimse de “Ayın yarılması”, “Allah’ın nüzulu” hadisini; İbn Battâl ise, “Sabah ve ikindinin farzından sonra namaz kılmanın yasaklanması” hadisini getirmiştir.
Şeyh Ebu İshâk eş-Şîrâzî ise, ayakları yıkama hususunda Hz. Peygamber (s.a.v)’den rivayet edilen hadisleri naklettikten sonra şöyle demiştir: ‘Bu rivayetlerin ahad haber olduğu söylenemez. Çünkü bu rivayetlerin bir araya gelmesiyle manevi mütevatir oluşmaktadır.’
Yine bir çok kimse, manevi mütevatir konusunda; Hz. Ali’nin cesaretli oluşu, Hatem et-Tâî’nin cömert oluşu, Deccâl ile ilgili haberler ve hocamızın belirttiği “İnsanların en hayırlısı benim asımda yaşayanlardır” hadisi gibi haberleri nakletmişlerdir.”
Şeyhülislam İbn Teymiyye (ö. 728/1327) “el-Furkân beyne’l-hakkı ve’l-batıl” adlı risalesinde Hariciler hakkında şöyle der:
“Bunun için onlara karşı savaşmayı emreden ve onları zemmeden bir çok sahih hadis gelmiştir. Onlara karşı savaşmayı ifade eden pek çok hadis vardır. Hadis ehline göre, bu hadisler mütevatirdir. “Rü’yet” hadisi, “Kabir azabı ve fitnesi”, “Şefaat” ve “Havz” hadisleri buna örnek gösterilebilir.”
Şeyh Muhibbullah b. Abdişşekûr “Müsellemetu’s-Sübût”da mütevatir ile ilgili olarak aynen şöyle der:
“Mütevatir hadisin bulunmadığı söylenmektedir. İbnu’s-Salâh, ancak “Kim benim üzerime kasten yalan söz söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın” hadisinden başka (mütevatir) hadisin bulunmadığını söylemektedir. Çünkü bu hadisin ravileri, aralarında Aşere-i mübeşşere’nin de bulunduğu 100 kişiyi geçmektedir. İbnu’s-Salâh’ın bundan kastının, lafzi tevatür olduğu söylenebilir. Ayrıca “Mestler üzerine mesh etme” hadisi de mütevatirdir. Bu hadisi de, 70 sahabe rivayet etmiştir. “Kur’an yedi harf üzerine indirilmiştir” hadisinin de mütevatir olduğu söylenmiştir. Bu hadisi de, sahabeden 20 kişi rivayet etmiştir.
İbnü’l-Cevzî’de dedi ki: ‘Mütevatir hadisleri araştırdım. Bunlardan bazısını buldum: “Şefaat” hadisi, “Hesap” hadisi, “Ahirette Allah’a bakma” hadisi, “Abdest alırken iki ayağı yıkama” hadisi, “Kabir azabı” hadisi, “Mestler üzerine mesh etme” hadisi gibi.’ “
İbnu’s-Salâh’ın mütevatir hadisle ilgili görüşünü tevil etme mahiyetinde Suyûtî’nin lafzi mütevatirle ilgili getirdiği bir çok örneğe bakılabilir.
Doğrusu Suyûtî, mütevatir hadislerle ilgili kitabında sadece lafzi mütevatiri toplamayı kastetmiştir. Fakat burada geçen bir çok hadis, lafzi mütevatire uymamaktadır.
“Müsellemetu’s-Sübût” adlı eserin şarihi şeyh Abdulula Muhammed b. Nizâmeddin el-Ensârî, az önce geçen müellifin yorumuna şöyle diyerek itiraz etmiştir:
“Bu yorumda (itiraz edilecek) bir husus var. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Ökçelerin ateşte vay haline!” sözü (lafzi) mütevatirdir. Bu hadisi, 12 sahabe rivayet etmiştir. Bu sahabilerin adil oluşları kesindir ve bunların çoğu, Rıdvan bey’atına katılmıştır.
Yine “Biz (peygamberler topluluğu) miras bırakmayız. Bıraktıklarımız sakadır” hadisi de (lafzi) mütevatirdir.”
Yine Hafız ile bir çok kimsenin, lafzi mütevatire dair bir çok örneğin bulunduğu ile ilgili daha önce geçen görüşüne de bir itiraz var. Yalnız bazıları, buna itiraz etmişler ve benzeri çok olan hadisin, manevi mütevatir olduğunu söylemişlerdir.
Lafzi mütevatirin olmadığına dair görüşe gelince; bu konuda söz söyleyenlerin çoğu, lafzi mütevatirin var olduğunu söylemektedirler. Fakat lafzi mütevatirin olmadığını söyleyenlere göre ise, bu konudaki hadislerin, manevi mütevatir olduğu ortaya çıkmaktadır.
(Leknevî) “Zafru’l-Emânî”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Şerhu’n-Nuhbe”de mütevatir hadisin varlığına dair istidlal yoluyla naklettikleri, gerçekten çok zayıftır. Bununla ilgili konuşan kimse, zaten bu görüşü eleştirmiştir.”
“Müsellemetu’s-Sübût” adlı eserin şarihi, mütevatir hadisle ilgili kitabın aslından aktardıklarımızın peşisıra şöyle der:
“Mütevatir hadisle ilgili bir çok örnek vardır. Çünkü “Rekatların sayısı”, “Resulullah (s.a.v)’in Bedir, Uhud ve diğer gazvelere gitmesi”, “Ezan”, “Kamet”, “Cemaat”, “Raşid halifelerin faziletleri” ve “Bedir savaşına katılan kimselerin fazileti” ile ilgili hadisler, genellikle, şüphe götürmeyecek şekilde mütevatirdir. “Ümmetim sapıklık üzerine birleşmez” hadisinin manevi mütevatir olduğu inşallah ileride gelecektir. Yine “Havz”, “Mağfiret”, “Şefaat” ve daha bir çok şey. Bunu iyi anlayasın”
Kısacası: Mütevatir hadis, gerçekten çoktur. Yalnız manevi mütevatir ise, lafzi mütevatirden daha çoktur. Dinden zaruri olarak bilinen işlerin çoğu, manevi mütevatirdir.
Genellikle hadisi rivayet eden imamların isimlerini anmadım. Sahabeden veya tabiundan hadisi rivayet eden ravilerin sayısını, bazen bol bir şekilde ve bazen de kısa bir şekilde belirttim. Daha sonra ise araştırmacı imamlardan mütevatir hadisle ilgili söz söyleyen kimseleri andım. Çünkü kastım; hadisin geliş yollarını araştırmak ve konu ile ilgili hadisi tahric eden basiret sahibi kimseleri açıklamak değil, mütevatiri açıklamaktı. Bunu, fıkhî bablara göre düzenledim. Kitabıma, selefin tercih ettiği ve güzel bulduğu “Ameller ancak niyetlere göre değerlendirilir” hadisiyle başladım. Bir çok kimse, kısa olmayan önemli bütün işlerine, hem manevi mütevatir ve hem de metin ve lafız itibariyle sahih olan bu hadisle başlamaktadır.
Nevevî (ö. 676/1277) “Ezkâr”da der ki: “Selef ve haleften[3] onlara uyanlar, okuyucuyu, niyetin güzel oluşuna, buna önem vermeye ve bunda itina göstermeye uyarma için eserlerine “Ameller niyetlere göre değerlendirilir” hadisiyle başlamaktan hoşlanırlar.
İmam Ebu Saîd Abdurrahman ibn Mehdî’nin şöyle dediğini rivayet ettik: ‘Kim bir eser yazmak isterse, eserine bu hadisle başlasın’
İmam Ebu Süleyman el-Hattâbî’de dedi ki: ‘İlk dönemden olan hocalarımız “Ameller niyetlere göre değerlendirilir” hadisini, yapılan ve başlanan bütün dinî işlerin başına almaktan hoşlanırlardı. Çünkü bütün bu işlerde buna umumî bir ihtiyaç vardır.’ “
Nevevî “Bustânu’l-Ârifîn”de der ki: “Alimler, musannıf kimselerin, eserlerine bu hadisle başlamalarını severler. Bunlardan birisi de, Buhârî olup o da, “Sahîh” adlı eserine bu hadisle başlamıştır.”
[1] Tenasühe inanan putperest bir dinin mensupları. Hind sofistleri
[2] A'râf: 7/155
[3] Selef, önceki Müslümanlara veya alimlere denir. Halef ise, sonraki Müslümanlara ve bazen de haleften olan alimlere denir. Mütekaddimun (=öncekiler) ve müteahhirun (=sonrakiler) diye de ifade edilir. Yalnız bu iki sınıfı ayıran tarih ve zaman çizgisi kesin olarak tespit edilmemiştir.