sumeyye
Thu 28 April 2011, 01:46 pm GMT +0200
Muhkem Ve Müteşabih
Şayet Kur'an'ın ihkâmından kastımız onun lafız ve manalarına zarar 'vermeyecek şekilde sağlamlığı ve nazmının güzelliği ise, tamamının muhkem oiduğunu söyleyebiliriz. Yüce Allah'ın: «Bu, âyetleri muhkem bir kitaptır.» [509] sözünden 'kasdı da budur. Yine âyetlerinin belagat, icaz ve bir kısmını diğerine üstün tutmak hususundaki güçlülüğü kas-dedecek olursak, hepsinin müteşâbih olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Yüce Allah"in: «Allah, kelâmın en güzeli -olan Kur'an'ı biribirine benzer ve çift çift olarak inzal etti.» [510] âyeti bu anlamdadır.
Yukarıda geçen âyetlerdeki ihkâm ve îeşâbüh, Kur'an'ın muhkem ve müteşabihini konu alan bu incelememizin dışındadır. Bizim burada inceleme konusu yaptığımız, Âlu İmrân sûresinin şu yedinci âyetidir. Yüce Aiiah bu âyette şöyle buyurmaktadır:
«Sana Kitabı indiren O'dur. O Kitapta, kitabın aslı olan muhkem âyetler ve •diğer müteşâbih âyetler vardır. Kalblerinde, bâtıla meyi olanlar, fitne ve tevil isteyerek müteşâbih âyetlere uyarlar. Halbuki onun tevilini, ancak Allah ve ilimde râsih olanlar (yüksek payeye erenler) bilirler. Ve onlara iman ettik, hepsi Rabbimiz tarafındandir derler. Onlardan kâmil akıl sahiplerinden başkası iyice düşünmez.» [511]
Apaçıktır ki bu âyette muhkem, müteşâbihin karşıtıdır. Yine ilimde râsih olanlar, kalbierinde bâtıla rneyl bulunanların karşıtıdır. Bu karşıt oluş, âlimleri, muhkem ve müteşâbih olanlar için (sınır çizerek) çeşitli tarifl&r yapmaya sürükiemiş ve bu konuda pekçok görüşler ve baksş açıları ortayn çıkmıştır. [512] Lâkin yaptıktan tarifler neticede muhkemin, manasına deiâ-leti apaçık olan ve bu hususta gizliliği bulunmayan, müteşâbih ise, manasının ne olduğu hususunda tercih edilebilecek apaçık bir delili bulundurmayan noktasında düğümlenmektedir. Böylece muhkemin şümulüne nass ve zahir girmiş olmaktadır. Nassa gelince, o, hemen akla gelen râcih mana için konulmuş lafızdır. Müteşâbihin şümulüne de mücmel, müevvel ve müşkil girmektedir. Çünkü mücmej, açıklanmaya muhtaçtır. Müevvel de, ancak te'vi! edildikten sonra manaya delâlet eder. Müşkil ise, delâleti gizli olan; onda kapalılık ve iltibas bulunandır. [513]
Muhkemin delâletinin apaçık olması, onu inoeleme konusu yapmamıza ihtiyaç bırakmamaktadır. Çünkü onu okumamız, manasının ne olduğunu anlamamıza yeterlidir. Lâkin Müteşâbihin kapalılığı, üzerinde bir miktar durmamızı gerekli kılmaktadır. Ta ki, onun ne olduğunu bilelim ve ondan sakınalım. Kaiblerinde bâtıla meyil bulunanlar gibi biz de ona tabi olmayalım.
Âiimierden çoğu, müteşâbihin te'vilinin sadeoe Allah tarafından bilindiği görüşündedir. Onun için onlara göre okurken lofza-i Celâl'de durmak gerekir, tümde bir payeye ulaşmış râsih âlimlerin, Kur'an'in te'vili hususundaki ilimleri şu sözde son bulur: «Ve onlara iman ettik, hepsi Rabbimiz tarafı ndandir.»
Lâkin Ebu'l-Hasan el-Eş'arî, âyette geçen üzerinde-durulması gerektiği görüşündedir. Böylece ilimde rasih olanlar, müteşâbihin te'viiini bilmiş oluyorlar. Ebu İshak eş-Şirâzî [514] bu görüşü açıklayarak onu destekler ve şöyle der: « (Kur'andan) Allah Teâlâ'nın, ilmini sadece kendisine mahsus kıldığı birşey yoktur. Aksine, âlimleri o ilme vâkıf kılmıştır. Çünkü Allah Teâlâ bunu âlimleri medh sadedinde söylemiştir. Şayet onun manasını bilmiyecek olsalar, avam tabakasına ortak olmuş olurlar.» Rağıb el-İsfahanî araya girerek manasını anlama yönünden müteşâbihi üç kısma ayırır:
a) Manasına vukuf mümkün olmayan müteşâbih. Kıyametin ne zaman kopacağı ve âhir zamanda çıkacak dâbbe'nin ne zaman çıkacağı gibi.
b) İnsanın bazı vasıtalarla manasını bilebileceği müteşâbih. Garip lafızlarla muğlak hükümleri gibi.
c) Yukarıdaki iki durum arasında olan, ancak ilimde rusûh sahiplerinin bilebileceği ve başkaları için manası kapalı olan müteşâbih. Rasûiullah (s.a.v.) in İbnu Abbas için söyledği «Allah'ım, onu dinde fakih kıl ve ona te'vili öğret.» [515] sözünde işaret buyurduğu kısım budur.
Hiç şüphesiz er-Rağıb'ın bu sözünde ölçülülük ve itidal vardır: Allah'ın zatı ve sıfatlarının hakikatini ancak Allah bilir. Şu duada kasdedilen budur: «Sen, kendini övdüğün gibisin. Seni gereği gibi övemem.» Gayb ilmi de, Allah'ın kendisine has kıldığı ilimdir. Nitekim âyeti Kerîmede şöyle buyrul-maktadır: «O saatin (kıyametin) ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru (mukadder olan vakitte ve mahalde) O indirir, Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah (her şeyi) bilendir. Her şeyden haberdardır.» [516]
Sûre başlarındaki Huruf-u Mukattaa konusunu işlediğimizde bu harflerin hakikatini te'vil konusunun nasıl bir vara1 atmosferi içerisinde yapıldığını görmüş ve âlimlerin görüşlerinin, bu harflerin hakikatini tesbit çevresinde değil, varlıklarınının hikmeti çevresinde döndüğünü müşahade etmiştik. Bu gibi konuların gizliliği ve insanın onlara ulaşma hususundaki aczi kişinin gururunu azaltarak ve tekebbürünü frenleyerek şöyle demesine sebep olur: «Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiç bir bilgimiz yok. Çünkü (her şeyi) hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan şüphesiz 'ki Sensin Sen.» [517]
«Rahmgp, Arş'a istiva etti.» gibi Allah'ın sıfattan hakkında vârid olan müşkil âyetler, insanların manasını kavrayamayacakîarı müteşabîhie ilgili âyetlerin en önernlilerindendir. İbnu'l-Lebbön «Reddu'l Müteşâbîhât ile'l-Âyâtri-Muhkemât» [518] isimli kitabında bu. tür âyetleri bir araya getirmiştir. er-Râzi müteşâbih sıfatların hikmetini şöyle açıklar: «Kur'an havas ve avam için gelmiştir. Avam tabakası, bir çok konuda hakikatleri idrâk etmekten uzaktır. Bu tabakadan biri, ne çişim olan, ne yer .kaplayan ve ne de kendisine işaret edilebilen bir varlığın isbatını ilk olarak duyduğunda bunun yokluk ve mahza nefiy anlamına geldiğini zannederek ta'tile düşer. O halde en uygunu, hayal ettikleri varlığa münasip düşen bazı lafızlara muhatap olmaları gerekiyordu. Ancak bu, apaçık hakka delâlet eden Kelimelerle de beraber olmalıydı. Birinci kısım müteşâbih ki henüz başlangıçta onunla muhatap oidukları-dır. İkinci kısım ise, apaçık hakkı ortaya koyan muhkemdir.» [519]
Müteşâbih âyetler konusunda âlimlerin iki mezhebj vardır
Birincisi- Selef mezhebidir kî, bu müteşâbihiere iman ve manalarını bilmeyi Allah'a havale etmektir. İmam Malik'e «istivamdan sorulduğunda şu cevabı vermiştir: «İstiva malumdur. Keyfiyeti ise meçhuldür. Ondan soru sormak ise, bid'attır. (Soru soran kişiye hitabederek) Öyle sanıyorum ki sen kötü bîr kişisin. (Yanında bulunanlara) Bunu benden uzaklaştırın.» [520]
İkincisi: Sonraki âlimlerin mezhebidir. Bu mezhebe göre, manası açık olarak bilinemeyen lafız, Allah'ın zatına layık bir manaya hamledilir. Sözkonusu olan bu görüş, İrnamu'l-Harameyn [521] ile müteahhif âlimlerden bir cemaate nisbet edilir.
Her iki mezhebi vuzuha kavuşturmak için müteşâbih sıfatlarla bazı âyetleri zikretmek isteriz. «Rahman, Arş'a istiva etti.» [522] «O, kullarının üzerinde kahr u galebe sahibidir.» [523] «Rabbın geldi ve melekler de saf saf olarak» [524] «Allah yanında işlediğim kusurlardan dolayı vay hasret (ve nedâmet)ime!» [525] «Rabbının vechi bakî kalır.» [526] «Sana karşı (Ey Musa) gözümün önünde yetiştirilmen için...» [527] «Allah'ın eli, ellerinizin üstündedir.» [528]«Allah size (asıl) kendi nefsinden korkmanızı emrediyor.» [529]
Selef Allah'ı kendisi için mümteni olan bu gibi zahir şeylerden tenzih eder ve gayb âleminde, Allah'ın onları zikrettiği gibi inanır, hakikatlerinin ilmini O'na havale eder. Sonraki âümier ise, istivayı hiç kimsenin yardımı olmaksızın işleri tedbîr hususunda manevî üstünlük île izah ederler. [530] Ayrıca Allah'ın gelişini, emrinin gelişine [531] üstte oluşunu cihet yönüyle değil, manevî yüceliğe, [532] yanında olmayı, O'nun hakkı.üzere olmaya, [533]vechini zatına, [534] gözünü inayetine, [535] elini kudretine, [536] ve kendi nefsini cezasına hamlederler. [537] Sonraki âlimler Allah'ın rızası, sevgisi, gazabı, kızgınlığı, hayası gibi hususların hepsini - bu minval üzere - en yakın mecazî manasıyla izah ederek şöyle derler: «Bu lafızlardan ancak lâzımı olan şeyler kastedilir.» [538]
[509] Huda sûresi-. 1.
[510] ez-Zümer sûresi; 23.
[511] Âlu İmrân sûresi: 7.
[512] ei-ltkan, 2/2-3.
[513] a. g. e., 2/5.
[514] Ebu İshak oş-Şirâzî, ibrahim b. Afi b, Yusuf: Münazarada kuvvetli deli! getirmekle şöhret bulmuştur. Pek çok eseri olup en önemlisi usûlü fıkıhla ilgili alan «et-Tebsî-res dir. H. 476 yılında vefat etmiştir. (Bk. Tabakatu's-Subkî, 3/88).
[515] el-ltkan, 2/7.
[516] Lukmân sûresi: 34.
[517] el-Bakara sûresi:' 32.
[518] ei-ltkan, 2/3. İbnu'l-Lebbân, Muhammedi b. Ahmed b. Abdilmü'min es-Siirdi (Şem-suddin): Şam ehlinden bir müfessir ölüp H. 749 yılında vefat etmiştir. Elyazması bir tefsiri vardır. (el-A'lom, 3/853.)
[519] ez-Zerkönî, 2/179.
[520] el-ttkan, 2/8.
[521] İmamu'l-Harameyn, Abdulmelik b. Ebi Abdillah b. Yusuf b. Muhammed el-Cûveynî eş-Şafiî e!-lrakî, Ebu'l-Meâli: İmam Gazalinin hocası olup Şafiî mezhebinin en bilgili âlimlerindendir. H. 478 yılında vefat etmiştir. (Bk. Vefeyâtu'l-A'yân, 1/287.)
[522] Tâhâ sûresi: 5.
[523] el-En'am sûresi: 61.
[524] el-Fecr sûresi: 22.
[525] ez-Zümer sûresi: 56.
[526] er-Rahman sûresi: 27.
[527] Tâhâ sûresi: 39.
[528] el-Feth sûresi: 10.
[529] Âlu İmrân sûresi: 28.
[530] Halef âlimlerin çoğu İstivayı bu şekilde te'vil ederler. Değişik görüşler fçin bk. el-Itkan, 2/9-10; el-Burhon, 2/80-82.
[531] e!-Burhan, 2/83. İbnu'l-Cevzî, Kadı Ebu Ya'lâ'dan Ahmed b. Hanbel'in « (yahut) Rab-binin gelmesini» (el-En'am: 158) âyetini te'vt! ederken: Bu emrinden başka birşey mi ki?! dediğini ve buna delil olarak: «Yahut Rabbının emri gelir» (en-Nahl: 33) Zikrettiğini nakleder. (Bk. el-Burhan, 2/7Ö).
[532] el-ltkan, 2/12.
[533] el-Itkan, 2/11,
[534] ei-Burhan, 2/86.
[535] el-ltkan, 2/11.
[536] el-ltkan, 2/11.
[537] ei-Burhan, 2/83.
[538] el-ltkan, 2/12.
Dr. Subhi es-Salih, Kur’an İlimleri, Hibaş Yayınları: 223-227.