saniyenur
Sat 14 July 2012, 08:38 am GMT +0200
HZ. MUHAMMED'IN EVLİLİK HAYATI
Giriş
Hz. Muhammed'ın çok başarılı ve huzurlu bir aile hayatı vardı. Aile hayatı içinde ne bir münakaşasına ne de herhangi bir hanımını azarlayıp kötü davranmasına rastlanmadı. Onun evlilik hayatı kusursuzdur ve bugünün evli çiftlerine bir örnektir. İnsanlar, yalnız tek eşle yaşamalarına rağmen halen eşleriyle yığınla problem, sıkıntı, kavga ve anlaşmazlıklarla karşı karşıyadırlar. O, farklı yaşlarda, farklı mizaçlarda, farklı aile görüşlerinde ve farklı anlayış seviyesinde bulunan zevceleriyle oldukça me-sud ve huzurlu yaşadı. Aişe (r.a) dışındaki bütün zevceleri dul idi, fakat hepsinin onunla karşılıklı çok iyi münasebetleri vardı ve ev halkının bütün üyeleri olarak saadet ve sükunet dolu bir hayat yaşardılar. Hz. Peygamber onların hepsine eşit davranırdı ve onlar da onu çok severlerdi. Hepsi sağlam ve güzel bir davranışla onun sevgisini kazanmaya çalışırdı. Hakikaten, O, bir sevgi ve muhabbet timsali bir ev halkı idi ve herkes için bir modeldi. Onun ehli beytinin her üyesi bir diğeriyle barış ve huzur içinde yaşadı.
Bir defasında Hz. Muhammed, Aişe'ye kendisine ne zaman kızgın olduğunu bildiğini söyledi. Aişe "Nasıl?" diye sorunca, dedi ki: Benimle iyi olduğun zaman "Muhammed'in Rab-binden" diyerek yalvanyorsun. Aişe tasdik etti. Bir bayram gününde, bazı erkekler mescidin avlusunda silah gösterisi yapıyorlar, mızrak-lanyla oynuyorlardı. Aişe de bu gösteriyi izlemek istedi. Peygamber ona yardımcı oldu ve hanımı İle gösteri bitene kadar orada uzun zaman kaldı. Bir başka seferinde, Muhammed, Aişe'nin, kendisi ile yarış etmesini istedi. Koştukları zaman, Aişe genç ve zayıf olduğundan öne geçti ve yarışı kazandı. Birkaç yıl sonra, Aişe büyüyüp ağırlaşınca, yine yarış ettiler ve Hz. Muhammed, yansı kazandı ve hesaplarının şimdi tamam olduğunu söyledi.
Hadis ve Siyer kitaplarına geçen karşılıklı münasebetlerinde yumuşaklık, sevgi ve asaleti gösteren benzeri birçok hadise vardır. Enes şöyle rivayet ediyor: Safiye, Hafsa'nın, kendisini "Yahudi'nin kızı" diye çağırdığını duyunca ağlamaya başladı. O ağlarken Rasulullah geldi ve ağlamasının sebebini sordu. O da Hafsa'nın kendisine nasıl hitap ettiğini söyledi. Hz. Muhammed şöyle cevapladı, "Sen Peygamber kızısın; senin, amcan Peygamberdi ve sen bir Peygamberle evlendin, o halde onun senin üzerine övünecek neyi var?" Sonra da Hafsa'ya Allah'tan korkmasını söyledi. (Tirmizi ve Ne-sei).
Rasulullah, ne zaman bir sefere çıkmaya ni-yetlense hanımları arasında kur'a çekerdi. Hz. Aişe'den şöyle rivayet edildi: "Bir seferde kur'a Aise ile Hafsa'ya isabet etti. Rasulullah gece olunca Aişe'nin mahfesine biner ve onunla görüşerek yol alırdı. Bir gün Hafsa Aişe'ye, Bu gece sen benim deveme binsen, sen görmediğin manzaraları görürsün. Ben de görmediğim yerleri görmüş olurum, dedi. Aişe de 'pekâlâ diyerek kabul etti. Bunun üzerine Hafsa, Aişe'nin devesine bindi. Rasulullah Aişe'nin devesine geldi. Halbuki onda Hafsa bulunuyordu. Hafsa'ya selam verdi. Sonra yola devam etti. Nihayet bir durak yerinde indiler. Bu suretle Aişe Ra-sullah'ı kaybetmişti. Durak yerinde indiklerinde Aişe (teessüründen intihara teşebbüs edip) iki ayağını izhir otlarının arasına sokarak: Rabbim bana akrep yahut yılan musallat etde beni soksun. Ben Rasullah'a birşey söylemeye muktedir olmayayım, diye dua etti." (Buharı).
Hz. Aişe anlatıyor:
Peygamber efendimiz Hz. Aişe'nin odasında İken kızı Fatıma çıkageldi. İzin isteyip içeri girdi. Kendisini buraya diğer hanımlarının gönderdiğini, Aişe konusunda eşitlik İstediklerini söyleyince Peygamber; "Kızım sen benim sevdiğimi sevmez misin?" diye sordu. Hz. Fatıma: "Elbette severim." deyince: "Öyleyse Aişe'yi de sev" buyurdular.
Hz. Fatıma, diğer ezvac-ı tahiratın yanına gidip durumu haber verdi. Onlar, mesele hallolmadı,sen bir daha git, dedilerse de Rasulullah'ın sevgili kızı: "Vallahi, O'nun hakkında hiçbir zaman konuşmam." dedi ve gitmedi.
O zaman temsilci olarak Zeynep binti Cahş'ı gönderdiler. Rivayetin bu noktasında Hz. Aişe diyor ki: "Peygamber hanımları içinde bana rakip olabilecek sadece Zeynep'ti. Dini yaşama konusunda Zeynep'ten daha hayırlı bir kadın görmedim. Allah'dan O'nun kadar korkan, O'nun kadar doğru söyleyen, O'nun kadar akrabalarıyla ilgilenen, O'nun kadar çok sadaka veren ve verdiği sadakayı O'nun kadar yetersiz ve değersiz bulan ve böylece Allah rızasını kazanmaya çalışan birini daha bilmiyorum. Yalnız çok hiddetlenip birden köpürür, sonra da hemencecik İniverirdi. Zeynep içeri girmek için izin istedi, girdi. Diğer hanımlarının temsilcisi olduğunu söyleyerek "Aişe konusunda eşitlik istiyoruz." dedi. Sonra da Hz. Aişe hakkında atıp-tutmaya başladı ve bir hayli şeyler söyledi. Bu arada Hz. Aişe Rasul-i Ekrem'in gözüne bakıyor, acaba karşılık vermek için bana müsaade edecek mi diye fırsat kolluyordu. Peygamber'in kızmayacağım anlayınca, Aişe karşılık vermeye başladı ve Hz. Zeyneb'i susturdu, bunun üzerine Rasul-i Ekrem gülümseyerek: "Ee, Ebubekir'in kızı" buyurdu (Buhari, Müslim, Nesei ve Ahmed). Buhari'deki rivayette Rasul-i Ekrem'in Aişe'ye duyduğu muhabbeti pek iyi bilen ashab-ı kiram, O'na birşey hediye etmek istedikleri zaman özellikle Hz. Aişe'nin gününü kollar ve hediyeyi O'nun odasına gönderirlerdi, ilavesi var. Ezvac-ı tahi-rat bu durumdan rahatsız oldukları için istiyorlar ki; Peygamber mü'minlere söylesin de, hediyelerini sadece Aişe'nin gününde gönder-mesinler. İstedikleri eşitliğin sebebi bu.
Bu hadise, Peygamber'ın ev hayatının mahiyetine ve usulüne ışık tutmaktadır. Peygamber, hanımları arasında eşitliğe riayet etmiştir. Onların hepsini mümkün olduğu kadar adalet ve hakkaniyet ölçüsünde, sıralarına göre ziyaret etmiş ve bütün ihtiyaçlarını tedarik etmiştir. Maddi İstek ve ihtiyaçlarının ana meseleleri arasında bir ayrım yapmamış ve hepsine aynı ikram ve muamelede bulunmuştur.
Fakat insanın sevgi ve muhabbet duyguları sözkonusu olur olmaz onlar üzerinde bir kontrolü yoktur. Peygamber, da Aişe'ye diğer hanımlarından daha fazla muhabbet besledi. Rasul'ın hanımlarının talebi sevgi ve muhabbette de eşitlikti. Allah bu beşeri zaafı şu sözlerle zikretmektedir: "Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında (tam) adalet yapamazsınız. Öyle ise (birine) tamamen yönelin ötekini muallakta (kocasızmış) gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir sakınırsanız, Allah bağışlayıcı, esirgeyicidir." (4:129).
Bu ayette Allah, kocanın zevceleri arasındaki eşitliği kelimesi kelimesine yapamayacağını açıklığa kavuşturmuştur. Çünkü onlar bu hususların hepsinde eşit olamazlar. Erkekten, güzel hanımla çirkin hanıma, genç hanımla yaşlı hanıma, sıhhatli hanımla hasta hanıma, iyi huylu hanımla kötü huylu hanıma veya öğrenmiş, bilgili hanımla bilgisiz olana sevgi ve muhabbet meselelerinde eşit muamele talep etmemektedir. İstediği şudur ki, zevce ihmal edilip fiilen hiç kocası olmayan kadın durumuna düşürülmemelidir. Eğer herhangi bir sebepten dolayı koca, onu boşamaz veya kadın da onu talep etmezse, o halde en azından zevce muamelesi görmelidir. Bazı durumlarda kocanın tabiatiyle gözde zevcesine daha fazla meyilli olduğu doğrudur. Fakat koca, konuşmamazlık yapıp sanki diğerleri onun zevcesi değillermiş gibi onları muallakta bırakmamalıdır. (Mevdudi, The Meaning of the Quran, c. II, sh. 171-174).
Hz. Aişe, Peygamber'in hanımları arasındaki vaktini eşit böldüğünü ve, "Ey Allahım, bu sahip olduklarımla ilgili benim bölüşüm; o halde senin malık oldukların hakkında beni mesul tutma ve ben de mesul olmayayım" dediğini söyledi. (Tirmizi, Ebu Davud, Nesei ve Ibni Mace).
Yukarıda nakledilen hadise, Peygamber'in bütün zevceleri her ne kadar Allah korkusu ve takva ile muttasıf mümtaz hanımlar ise de, herşeyden önce insandılar ve insanın tabiatına aşılanmış beşeri zaafiyetlerden azade olamayacaklarını ve olamadıklarını vurgulamıştır. Onların hepsi Peygamber'ı üstün bir sevgi ile sevdiler ve ondan azami sevgi ve muhabbeti samimiyetle talep ettiler. Taleplerim Peygamber'ın önüne bu ruh ile sürerlerdi. Yoksa kıskançlık veya hasetle değil. Ve bu sadece Peygamber'a olan sevgilerinden dolayı tamamen onların beşerî duygularının tabii ifadesiydi. Eğer Peygamber onlara adil ve hakkaniyetli davranmasaydı (sevgi ve muhabbet duygularında) bu Peygamber'ın kusuru olmazdı. (Müslim).
Bir rivayete göre Peygamber, onbir defa evlendi. Bir başka rivayete göre onüç defa ve bir başkasına göre de onbeş defa evlendi. Vefat ettiğinde geride dokuz zevce bıraktı. Onlar farklı yaşların, mizaçların, tabiatların ve isteklerin kadınıydı. Birçokları Arabistan'ın asil ve zengin ailelerinden gelmiş olup, evlerinde lüks ve rahat yaşadılar. Fakat Peygamber'ın evinde değil lüks ve konfor'dan konuşmak, hayatın zaruretlerinden bahsetmek ancak mümkündü. Peygamber, zaman zaman günlerini aç ve oruçlu geçiriyor ve hanımları İçin ancak kanaat edebilecekleri kadar erzak tedarik edebiliyordu. Bu durumda onların şikayet edebilecekleri pek çok sebep vardı, fakat bu pek nadir olurdu. Bununla beraber, Peygamber, Rabbine hep şükrederdi. Bu sıkıntılı durumlarda asla acı ve keder alameti göstermezdi.
Hz. Muhammed, ilk defa derin muhabbetle sevdiği ve onun da aynı sevgi ve muhabbetle mukabele ettiği Hz. Hatice ile evlendi. Hz. Muhammed, gençliğinin olgunluk çağında idî ve Hz. Hatice de yaşlanmaktaydı. Ancak Peygamber, onunla çok mesut yaşadı ve biri hariç bütün çocukları ondan oldu. Tam yirmibeş mutlu yılını onunla geçirdi ve hayattayken başka kadınlarla evlenmedi. Vefatından sonra kim onun ismini ansa, Peygamber, onun için sevgi hisleriyle yerinde duramaz ve heyecanlanırdı.
Hatice'den sonra, Aişe, hanımlarından en çok sevileni oldu. O'nun Aişe'ye olan sevgisi halkın umumunun zevcelerine olan sevgilerinden tamamen farklıydı. O'na Aişe'den daha çok huzur ve sükunet verecek Safiyye, Cuveyriyye ve Zeynep binti Cahş gibi daha güzel, ilgi ve sevgi uyandıran genç hanımlar vardı. Safiyye son derece güzel ve gençti. Cuveyriyye de öyle. Aişe kendisi bizzat onların büyüleyici fiziki güzellik ve zerafe ti erinden bahsetmiştir. Fakat Peygamber'ı Aişe'ye meylettiren onun fiziki zevk veya çekiciliği değildi. Aslında, onun zeka kabiliyeti, anlayışı, bağımsız yargısı, sorulan, keskin ve derin feraseti ve geniş bilgisidir Peygamber'ı cezbetmiş olan. Bundan dolayı Peygamber ona derin muhabbet besledi kî, kendisine daha yakın olabilsin ve insanların menfaati neyi gerektiriyorsa onu öğrensin. Zaman, Peygamber'in bu konuda nasıl da haklı oluduğunu ispatladı. Bazı alimlere göre, İslami meselelerin dörtte biri sonraki nesillere Hz. Aişe tarafından ulaştırıldı.
Peygamber @'ın indinde en önde gelen şey, Allah'ın Dini idi; onun için hanımlarından onu en çok sevindireni, en çok öğreneni ve Allah'ın Dininde en gayretli olan idi. Dolayısıyla hanımlarının onu görüp onunla olma fırsatları daha çoktu, bundan dolayı onların problemleri ve dinin emirlerini görerek uygulama konusunda bilgi sahibi olmaları için geniş vakitleri vardı. Fakat, bununla birlikte, problemlerin, görüşlerin ve şeriatın ince noktalarının onlar tarafından dosdoğru bir şekilde anlaşılması istenildi.
Birtakım meseleleri anlamak için gerekli olan kabiliyet ve gayrettir. Dolayısıyla, kişinin onlardan fayda sağlaması önemli bir husustur. Hz. Aişe bir müctehid kalbi ve zihniyetine malik idi; dinin hassas ve muğlak görünen meselelerini öğrenip anlamak için Peygamber'e olan yakınlığını tam kullandı ve bu suretle Peygamber'ın birçok mümtaz sahabesini geçti. Çoğu meselede, onun anlayış ve ferasetinin örnekleri vardı. Peygamber'ı sevgide ve muhabbette diğer hanımlarından yakın yapan husus işte Hz. Aişe'nin bu yönleriydi.
Hanımlarının evlerine gidip onlarla bir süre oturup konuşmak Peygamber'in normal günlük uygulamalarmdandı. Sırası gelen hanımın evine gittiği zaman, geceyi orada geçirirdi. (Ebu Davud). Bu uygulamaya Peygamber'in öğle (zuhr) namazından sonra gidip Ümmü Seleme ile başladığı bildirildi. (Zarkani). Yine, Peygamber'in geceyi geçireceği hanımının yanına gittiği ve bütün hanımlarının orada toplanıp gece geç vakitlere kadar orada kaldıkları ve sonra da odalarına gittikleri bildirildi. Bu açıkça, her ne kadar aralarında istenmeyen hadiseler geçmişse de umumiyetle birbirleriyle çok iyi ilişkiler içinde olduklarını ve birbirlerinin arkadaşlıklarından hoşlandıklarım yansıtmaktadır. Peygamber'ın yegane idareciliği ve eşsiz arkadaşlığı hanımlarının davranış seviyelerini yükseltti ve iftira hadisesi dolayısıyla Hz. Aişe ile ilgili olan vahiyde onun iffet ve namus sahibi olduğu açıklandı. Bu ahlak dışı hadiseyi paylaşanlar ya münafıklardı yahut da ilgisiz kimselerdi. Peygamber'ın bütün hanımları bunun dışındadır. Aişe'nin (r.a.) en büyük rakibi Zeyneb idi, fakat Peygamber ondan Aişe hakkında sorduğu zaman, o ellerini kulaklarının üstüne koydu ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasulü! Ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Vallahi ben, Aişe hakkında hüsn-ü şehadetten başka birşey bilmem." Aişe, ne zaman bu hadiseyi hatırlasa, doğruluğundan dolayı ona her zaman müteşekkirdi. (Siret en-Nebi, c.II).
Peygamber 'ın hanımların zayıf ve hassas tabiatlarını nasıl nazarı dikkate aldığı aşağıdaki hadiseyle gösterilmektedir. Bir defasında hanımları onunla birlikte seyahate çıkmışlardı. Sürücüsü develeri (mü'minlerin anneleri üzerinde olduğu halde) hızlı sürmeye başladı. Peygamber şöyle dedi: "Dikkat et, bunlar cam bardak gibidirler. " (Buhari).
Safiyye, çok iyi yemek pişirirdi. Yine birgün yemek pişirdi ve Peygamber, Aişe'nin evinde iken ona gönderdi. Aişe hizmetçinin elinden kabı aldı ve yere attı. Kab parçalara bölündü; peygamber parçaları kaldırdı ve birleştirdi. Sonra da başka bir kab aldı ve Safiyye'ye gönderdi. Bu arada tek kelime bile sarfetmedi. (Buhari). Birgün Aişe, Peygamber ile yüksek sesle konuşuyordu; tesadüfen Ebu Bekir içeriye girdi ve Aişe'yi tokatlamak istedi. Fakat Peygamber ikisinin arasına girdi. Ebu Bekir kızgın olduğu halde dışarı çıktı. Sonra Peygamber Aişe'ye şöyle dedi:" Yaa! Seni nasıl korudum?" Birkaç gün sonra Ebu Bekir (r.) geldi ve durumu değişmiş buldu ve şöyle dedi: "O defasında harbe İştirak ettiğim gibi şimdi barışa da iştirak edeyim." Peygamber, "Evet, evet" dedi. (Ebu Davud).
Peygamber'ın hanımlarının hayatı çok sade idi. Her ne kadar çoğunluk zengin aileden gelmiş olsa bile, beslenmek için az bir gelirle İktifa ederlerdi. Eğer tarih yapraklarına bakacak olursak, Muhammed'in hayat tarzını yegane tarz olarak buluruz. Bu O'nun kendi modelidir. O insanoğluna mümtaz ahlak, manevi görüş ve uygulama ile net bir model olarak kalacak olan basit yaşantı örneğini yerleştirmiştir. Bir anda kendisi ile birlikte yaşayan ve bu yüksek idealleri paylaşan dokuz hanımı vardı, fakat günde çeşit çeşit yemek için pek nadir umutları olurdu. Onlardan bazıları bu evlilikleri öncesinde çok lezzetli ve pahalı yemeklerden tattılar ve çok iyi ve zarif elbiseler giydiler. Bütün bunları kulla-nageldiler. Onlara bu alışkanlıklarını bırakmak zor gelirdi. Bunun yanısıra, iyi elbiselere, güzel yemeklere ve konforlu hayatın cazibesine tutulmak kadının tabiatındandır. Fakat Peygamber'ın eşliğinde onlar bu şeylerin hepsini unuttular ve hayatlarının her dakikasını aziz bir şekilde onunla değerlendirdiler, beğenisini kazanmak istediler. Peygamber da onların hepsine muhabbet duydu ve onlara büyük bir şefkat ve nezaketle nuamele etti.
Peygamber İslam'da inziva hayatını yasakladı. Ancak kendisi çok sade ve mütevazi bir hayat sürdürdü. Hayatının son yıllarında, artık Peygamber tüm Arabistan'ın gerçek yöneticisiydi ve her taraftan Medine'ye servet akmaktaydı. Hanımları bunları seviyordu ancak Ehli beyt'inin lükse müsamaha göstermelerini istemiyordu. Hanımlarına, hepsinin kabul edip, insanlığın uyması için eşsiz bir örnek yerleştirdikleri, mütevazi, temiz bir hayatı, tenbih, nasihat ve teklif etti. İnsan tabiatı zayıftır ve bazen, dünyanın fizikî, maddi cazibesi ulvî fikirleri mağlub etmekte ve yüksek ideallerin önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Bunda gayri tabii bir yön yoktur. O'nun hanımları Medine'ye zengin savaş ganimetlerinin, servetin geldiğini ve halk arasında dağıtıldığını görüyorlardı. Onlara ise, ya çok az veriliyor ya da hiç verilmiyordu. O'nun hanımlarından bazıları çok zengin ailelere mensuptular, bazıları da kabile reislerinin kızlarıydı.
Şimdi beytülmal'e pek büyük servetin aktığı görülmekteydi. Onlar günlük ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bundan büyük pay istemeye başladılar. Bu durumda, onlar Hz. Peygamber ile kalmak veya maddi servet olarak ne isterlerse alıp ayrılmaları arasında tercih ile başbaşa bırakıldılar. "Ey Peygamber! Eşlerine şöyle: 'Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mül'a (boşanma bedeli) vereyim ve sizi güzellikle salayım. Eğer siz, Allah'ı ve ahİret yurdunu istiyorsanız, (biliniz) ki, Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük mükafat hazırlamıştır." (33:28-29).
Hanımlarının hiçbiri bu dünyayı istemedi. Peygamber @'m hanımlarının durumu diğer kadı-nlarmki gibi değildi. Onların halk arasında Allah'ın emirlerini ve Peygamber'in uygulamalarını yaymalarında özel vazife ve sorumlulukları vardı. Onların mü'minlerin anneleri (Vmmü'l-Mü'minin) olarak İslam'ın yavüması-na çalışıp, yardım etmeleri lâzımdı. Onlaı kendi keyiflerine göre serbest bir hayat sürecek değillerdi. Onun İçin Knr'ân'ın yukarıdaki mezkur ayeımue; Kimıer yalnız aunyanın zevK ve zenginliğini istiyorlarsa onların Peygamber'in mübarek ev halkının içinde yerleri yoktur, denildi. Fakat Hz. Muhammed'ın sevgi ve dostluğuyla birlikte yoksulluk hayatı onlara dünyanın bütün zenginliğinden ve zevkinden daha sevgiliydi, onlar Muhammed ile kalmayı tercih ettiler ve bir daha bu dünyanın büyük payından istemeyeceklerine dair söz verdiler.
Kur'an'ın müteakip ayetinde de açıklandığı gibi, onların karşılıklı fedakârlıkları, manevi ve toplumsal mevkileri onların dini ve toplumsal vazifelerinden ileri gelmekte idi: "Ey Peygamber kadınları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'ın buyruğuna karşı gelmekten) korunuyorsanız, sözü yumuşak (tatlı bir eda ile) söylemeyin. -Sizin evlerinizde okunan Allah ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah latiftir, haber alandır." (33:32-34).
Aslında, Peygamber, ehlibeytinin huzur ve mutluluğu birçok maddi varlık ve imkanlar üzerine bağlı değildi, samimiyete, ruhi-manevi münevveriyetlerine bağlıydı. Onların fiziki yakınlıkları ve bunun tesisi ilahi rehber ve Rasulün, uygulamalarına bağlılıkları sebebiyle ahlaken, manen ve münevver oluşları üzerine kurulmuştu. Onlann seviyeleri ve hayat ölçüleri başkalarınınkinden tamamen farklıydı. Bundan dolayı ihtiyaçlarının kıtlığına rağmen onlar Rasulullah'ın dostluğuna gerçek bir barış ve mutluluk kattılar.
Onlar, kocalarının ve onun dininin hizmetinde gece-gündüz çalıştılar ve bunda, dünyanın bütün zevkini tattılar. Paklığın, iffetin ve teva-zuun yüceliği şu sözlerle izah ve medhedilmek-tedir: "Ey Ehl-i Beyt (Ey Peygamberin ev halkı)! Allah sizden, kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (33:33). Hanımlarının hepsi fakirlik ve kıtlık çektiler. Hepsi de hiçbir yardım almadan işlerinde bizzat çalıştılar. Hamur yoğurdular, ekmek pişirdiler, evi temizlediler ve diğer günlük işleri yaptılar, tıpkı diğer kadınlar gibi. O'nun en genç ve en sevdiği hanımı Aişe (r.) yatağını yapardı ve giysilerini yıkardı; gece abdest alması için misvak'ını ve suyunu yatağının yanına koyardı. Vücuduna ve saçma yağ sürme gibi bir kısım işlerine bizzat Aişe refakat ederdi. Aişe onun her isteğini memnuniyetle yapardı. Rasulullah'a bağlılığı o kadar büyüktü ki, dilekleri Aişe için emirdi ve onun sevip sevmedikleri Aişe'nin de sevip sevmedikleriydi.
Bir defasında Aişe onunla birlikte seyahate çıkmıştı. Devesi azgınlaşıp Aişe üzerinde olduğu halde büyük bir hızla koşmaya başladı. Peygamber yerinde duramayarak: "Eyvah Zevcem!" diye bağırdı. Ve deve yakalanana kadar huzur duymadı.
Peygamber Aişe'yi bütün hanımlarından daha fazla severdi. Fakat bu sevgisini asla zenginlikle ve pahalı elbiselerle göstermedi. O da peygamber'ın giydiği aynı basit elbiseyi giydi. Hz. Aişe'nin rivayetine göre Peygamber hanımlarının herbirinin sadece bir elbisesi vardı. (Buhari). Peygamber onların üzerinde ne zaman bir süslü elbise görse bunu onlara yasaklardı. Altın ve mücevherat kadınlara helal olmasına rağmen, Peygamber ev halkının böyle şeyler takmasını sevmiyordu. Bir defasında Aişe'yi altın bilezikler takınmış gördü. Bu, Peygamber'in hoşuna gitmedi ve ona (yabanî) yonca(dan yapılan) bilezikleri takmasının daha iyi olacağını ve onları safran ile boyamasını tavsiye etti. (Nesei) Aslında, Peygamber'ın bütün ev halkına ipek veya altın süslerden müteşekkil elbiseler giymeleri yasaklanmıştı. Peygamber hanımlarına eğer bunları Cennette giymeyi arzuluyorlarsa bu dünyada onlardan kaçınmalarım söyledi.
Yıllık masraflarını görmek için ehlibeyt üyelerine muayyen bir tahsisat verilirdi. Fakat hanımları çoğunlukla cömert davrandıklarından zaman zaman tahsisat yıl sonundan önce biterdi. Ayrıca Peygamber da misafirler getirirdi, özellikle mescidde yaşayan ve geçim vasıtaları olmayan Suffa ashabını davet ederdi. Bundan dolayı ehlibeyt zaman zaman ve bazen de günlerce yİyeceksiz kalırlardı. Peygamber ve hanımlarından bazıları, bu gibi durumlarda oruç tutarlardı. Allah'ın bir lütfü olarak hepsi kanaat ederek Peygamber ile kaldılar ve hiçbir şey hakkında asla şikayetçi olmadılar. Peygamber'ın umumi davranışı gayet kibar, nazik ve ehlibeyt üyelerine muhabbet doluydu, öyleki, hepsi ona meftun oluyor ve seviyorlardı. Onu memnun etmede her biri diğerinden üstün olmaya çalışıyordu.
Peygamber, sabah namazından sonra, eğer Aişe uyamksa gelip onunla konuşurdu, yoksa yan tarafına yatar bir süre istirahat ederdi. Gündüz vaktinde eve geldiğinde, diğer insanlar gibi normal işler yapardı. El-Esved, Aişe'ye Peygamber'ın evde ne yaptığım sordu. Aişe şöyle cevapladı: "Kendini ailenin hizmetiyle meşgul eder ve vakti geldiğinde namaz için dışarı çıkardı." (Buhari). Yine şöyle dedi: "Rasulullah ayakkabılarını tamir eder, giysilerini diker ve evinde hepinizin kendi evinde davrandiğı gibi davranırdı. O bir insandı koyununu ağıyor ve günlük işlerini yapıyordu." (Tirmizi:\ Hişam b. Urve, babasının Aişe'ye şöyle sorduğunu anlattı: "Peygamber evde ne yapar?" O da cevapladı: "Sizden biri evinde ne yaparsa; giysilerini yamalar ve ayakkabılarını tamir eder." (İbni Saad). İbni Şihab, Aişe'nin şöyle dediğini bildirdi: "Peygamber evde her zamanki işini yapar, fakat daha çok giysilerini dikmekle meşgul olur." (İbni Saad). Gerektiğinde evinin duvarlarım da onarırdı ve bu hususta başkalarının yardım etmesini istemezdi.
Hz- Aişe (r.) Rasulullah'dan şöyle nakletti: "Dileseydim, ey Aişe, bana dağlar dolusu altın verilirdi. Kuşağı Kabe gibi yüksek olan bir melek bana gelip Rabbimin selam gönderdiğini ve eğer dilersem hem Peygamber hem hizmetkar olabileceğimi veya dilersem hem Peygamber hem de kral olabileceğimi söylediğini bildirdi. Ben Cebrail'e baktım. O ise mütevazi olmamı işaret etti. O zaman ben hem Peygamber hem de hizmetkâr olmak istediğimi söyledim." Aişe dedi ki: Ondan sonra Peygamber uzanarak yemedi, hizmetkâr gibi yiyeceğini ve hizmetkâr gibi oturacağını söyledi. (Şerh es-Sünne). Aişe, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu bildirdi: "Dünya, ikametgahı olmayanın ikametgahıdır ve mülkü olmayanın mülküdür. Bu, aklı olmayan ve mal biriktiren içindir." (Ahmed) Aynı Şekilde şöyle dedi: "Üzerinde kuş resmi olan bir perdem vardı. Rasulullah şöyle dedi: 'Onu kaldır Aişe! Onu ne zaman görsem dünyevi şeyleri hatırlıyorum." (Ahmed).
Peygamber'ın ehlibeytinin yaşantısının zorluklar içinde sürdüğü ve çok defa kıtlık seviyesine ulaştığı, fakat bunu kimsenin asla Peygamber'e şikayet etmediğini bildiren birçok hadis mevcuttur. Aişe, ailesinin Rasulullah vefat edene kadar kendilerine iki gün peşpeşe doyuracak kadar yeterli arpa ekmekleri olmadığını bildirdi. (Buhari ve Müslim). Peygamber şöyle buyurdu: "Ey Allahım! Bana fakir bir insan hayatı ver, beni fakir olarak öldür ve beni fakirlerle hasret" Aişe niçin böyle dua ettiğini sordu. Peygamber şöyle dedi: "Çünkü onlar cennete zenginlerden kırk yıl önce girecekler. Ey Aişe! Fakir bir insanı geri çevirme, verebileceğinin hepsini ver, yarım hurma olsa bile. Eğer fakirleri sever, onları yanına yaklaştırırsan, Allah da kıyamet günü seni kendi yanma yaklaştırır." (Tirmizi ve İbni Mace). Yine buyurdu ki: "Müsrifçe bir yaşantıdan sakının. Allah'a kulluk için müsrifçe yaşamayın." (Ahrned). Bir defasında da "Eğer bir kimse Allah'ın verdiği az rızka razı olursa, Allah da ondan sadır olan az bir amele razı olur." buyurmuşlardır. (Beyhaki).
Fakirlik hayatı Peygamber tarafından kendi tercihiyle uygulandı. O, hayatta çeşitli problemlerle karşılaşan mutat insanların basit hayatı gibi, yaşamayı tercih etti; onlar bazen yer, bazen aç kalırlar ve işlerini kendi elleriyle yaparlar. Bu yüzden Peygamber evinde hanımlarıyla, dışarıda ashabıyla mütevazi bir hayat geçirdi.
Birisi Hz. Aişe'ye sordu: "Peygamber yalnızken evde nasıl yaşar?" Aişe şöyle dedi:"O yere oturur ve yerde yer. Ve der ki: 'Ben kölenin yediği gibi yerim ve oturduğu gibi otururum çünkü ben Allah'ın kölesiyim." (İbni Saad). Aişe şöyle dedi: "Peygamber bir gün beni görmeye geldi ve yiyecek bir şeyim olup olmadığını sordu. Hiçbir şeyim yok dediğim zaman, 'O halde orucu gözetmeliyim" diye cevapladı. Bir başka gün bana geldiğinde, O'na, bana hediye olarak biraz hurma ve yağ verildiğini söylediğim zaman, 'Onu bana göster, çünkü güne oruçla başladım' dedi. Sonra yedi." (Müslim). Aişe dedi ki: "Bazen aylar geçerdi, yemek pişirmek için ateş yakmazdık. Az bir et alınana kadar sadece hurma ve su ile yetinirdik. (Buhari ve Müslim).
Hz.Aişe, Peygamber'in ailesinin iki gün peşpeşe buğday ekmeği yiyemediklerini ancak birinde hurma bulunduğunu bildirdi. (Buhari ve Müslim). Yine, Rasulullah'ın vefatına kadar dolu hurma ve suları olmadığını bildirdi. (Buhari ve Müslim). Ebu Hureyre'nin Peygamber'ın yaşantısından etkilenmesini Saad el-Makburi şöyle nakletti: Ebu Hureyre geçerken önlerinde kızarmış bir koyun olan bazı kimseler onu yemeğe davet ettiler. O ise bunu reddetti ve "Rasulullah bütün bir buğday ekmeği olmadan bu dünyadan göç etti." dedi. (Buhari).
Enes, Medine'deki bir Yahudiye keçi postunu rehin verip ailesine biraz buğday alan Peygamber için koşup biraz buğday ekmeği aldığını anlattı. Ravi, Enes'den şöyle duyduğunu söyledi: "Muhammed 'ın ehlibeytinin akşamları asla bir sa' ağırlığında buğdayları veya bir sa' ağırlığında hububatları olmazdı, halen dokuz zevcesi vardı." (Buhari).
Müşfik ve nazik bir kişi olarak Peygamber 'in ince ve asil vasıflarına Kur'an ebedi yaşayan bir şahittir." (3:159). Bu, O'nun mü'minlere karşı olan tabii davranışıydı. Nezaket ve şefkate daha Çok muhtaç ve layık olan hanımların göstermiş olduğu tabii davranışı insan tasavvur edebilir. Sağlam ve güvenilir bir insanlık medeniyetinin başlıca ve esas birliğim kurup sağlamlaştırmak için bu ilişkinin tabiatı, koca'dan olağanüstü ve nadir görülen bir muhabbet ve sevgi istemektedir. Siret, Hadis ve tarih kitapları Peygamber @'m evde hanımlanyla beraberliklerinin misalleriyle doludur. Bu misallerde; sıradan bir kimseyi ezebilecek türdeki imtihan şartları altında hanımlarına karşı göstermiş olduğu tutum ve davranışlarına şahit oluruz. Fakat, Peygamber @, hayatı ve ehlibeyti'ne karşı davranışları ile ebedi yaşayacak olan örneği tesis etmesi için gönderilmişti. Ve O, bu görevi layıkıyle yaptı. O'nun insanlık tarihinde bir eşi daha yoktur.
Yokluk içinde hanımları fızikt've malı durumlarına bakmadan, ona dünyadaki herşeyden daha çok muhabbet duydular. O'na yâr oldular. Onlar sıradan bir kadın değil, Peygamber hanımlarıydı. Onlardan da, diğer kadınlar için sonsuz bir asalet, tevazu ve kanaat örneği tesis etmeleri beklenmekteydi.
Bu suretle ehlibeyti, gösterişten ve dünya me-taının çalımından âzâde; mümkün olduğu kadar sâde tutmak için Peygamber @'ın hanımları onunla sıkı bir işbirliğinde idiler. Hanımları da tıpkı onun gibi sâde yaşayıp, çalıştılar, pişirdi-ler, evlerini kendileri temizlediler. Kısaca, Peygamber @ ve hanımları evlerinde normal faaliyet ve meşguliyet içinde yaşadılar, çalıştılar ve hizmet ettiler, aynen diğer insanlar gibi onlar da evlilik müessesesinin zorluk ve kolaylıklarını, zevk ve sıkıntılarını yaşadılar.
Peygamber @'ın kendi tercihiyle ehlibeyti ile bir hayat geçirdiği, kendisine yeryüzünün hükümdarı veya mütevazi bir Peygamber olması arasında seçim hakkı verildiği ve kendisinin de yukarıda izah edildiği gibi- ikinci hali seçmesinin İslam'ın talim, terbiye ve tatbiki hususlarında yanlış anlamalara fırsat bırakmayacak açıklıktaki örnek yaşayışı burada önemle zikredilmelidir. Aslında O, bu tarz bir hayatı kabullendi, sevdi. Lüks ve bolluk içinde bir hayattan uzak durdu, hanımlarına ve ashabına da, bunu tavsiye etti. Peygamber'ın kendisi için söylemiş olup Ebu Umame tarafından nakledilen sözleri, "Rabbim benim için Mekke vadisini altına çevirmeyi teklif etti. Fakat ben: 'Ey Rabbim! Yetecek kadar yiyeyim ve bazı günler aç kalayım. Aç olduğum zaman sana tevazu gösterebilir ve seni hatırlarım; ve yetecek kadar olduğu zaman da sana hamd ve sena ederim' dedim" şeklindedir. Hz. Ömer'in rivayetine göre: "Muhammed'in evine girdiğim zaman, içindeki eşyanın durumuna baktım. Vücudunun bir kısmını örtmek için yayılmış bir bez örtüsü ve ceviz lifiyle doldurulmuş bir yastıkla beraber basit bir yatak vardı; odanın bir tarafında biraz buğday ve ayağının yanında bir köşede yayıl t bir hayvan postu vardı. Yatağının yanında birkaç tane su tulumu asılıydı." Ömer, bunu görünce gözlerinin yaş dolduğunu söyledi. Rasulullah, bu gözyaşlarının sebebini sorduğunda o şöyle cevapladı: "Ya Rasulullah! Niağlamayayım! Yatağının lifleri yüzünde iz bırakmış Eşyalarınla birlikte bu küçük bir dadır- burada ne olduğunu görebiliyorum. Rum'un Kayser'i veya Pers'in Kisra'sı lüks ve konfor içinde yaşıyorlar. Halbuki sen Allah'ın Rasulü, seçilmiş kişi böyle yaşıyorsun" Peybember, şöyle dedi: "Ibni'l Hattab! Takdir etmiyor musun ki, onlar bu dünyayı seçtiler, biz de bundan sonrakini?"
yoksulluk içinde ahlak üstünlüğü: Hakikaten, yoksulluğun ve yan kıtlığın bu belli mütevazi hayatında, onlar çok yüksek manevi ve ahlaki mükemmelikte asil bir hayat sürdürdüler. Bu maddi hayatın manasını tam olarak kavrayamamış olan düşük anlayışlı bayağı kimseler, hayatın fiziki zevkine kapılmışlar ve maddi varlıklarını reklam edip servet biriktirmektedirler. Ne var ki onlar aklın ve saadetin asıl huzurunu çok az elde ederler. Onlar hayatın muhtelif meşguliyetlerine içki ve kadınla geçirecekleri zamanlar için dayanmakta, bu dünyanın geçici zevk, eğlence ve konforuna aldanmaktadırlar. Bu geçici zevkler peşinde koşarken bütün mülk ve servetlerini bırakıp, hüsran içinde Ölmektedirler. Diğer taraftan, "kişilik" servetini amaçlayan bir kimse ise ebedi mesut kalmaktadır. Doğu'nun ünlü şair ve düşünürü Dr. Muham-med İkbal'in sözleriyle, "Kişilik serveti bir kez erdi, bizi bırakmıyor, halbuki 'bedenin' serveti gölgedir; gelir ve gider."
Peygamber ve ehlibeyti, fiziki zevklerin ve maddi varlığın manasını yitirdiği o manevi ve ahlakî kemalata vasıl oldular. Onlar hayatın görünüşünün hakikatini ve onun berbat sonunu görebiliyorlardı, onun için huzurun ve bahtiyarlığın Rabbinin dostluğunda olduğu ebedi ve eskimeyen zevkine gittiler: "Bunlar; iman edenlerdir, Allah'ın zikriyle gönülleri (vicdanları) huzur-u sükuna kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki, kalbler ancak zikrullah ile huzura kavuşur." (13:28). Hiç şüphe yok ki, bu geçici dünyada huzur ve bahtiyarlığı elde etmek sadece Rabb'ın hatırlanmasına ve O'nun yolunda gayret sarfetmeye bağlıdır. Peygamber ve ehlibeyti daima Rabblerini hoşnut eden dua ve işlerde hizmetteydiler. Onların hayatlarının her dakikası Allah'ın rızasına rapt olmuştu. Kur'an'm aşağıdaki ayetinde geçen şu ifadeler onların hayatlarının gerçek tablosudur: "Onlar (o salim akıl sahipleri öyle insanlardır ki,) ayakta iken, otururken, yanlan üstünde (yatar) iken (hep) Allah'ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaratılışı hakkında İnceden inceye düşünürler. (İmâl-i fıkr ederler ve şöyle derler:) 'Ey Rabbimİz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pâk ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru." (3:191).
Peygamber ve ehlibeyti sözleriyle ve fiilleriyle İslam talim ve terbiyesini her zaman insanlara açıklayıp yaymaktaydılar ki, hayatın bu yönü her alanda ve bölgede diğer bütün yönlerden üstün gelsin ve tatbik edilsin. Onlann kendi arzu ve istekleri, hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları önemli değildi, onlar kendilerini tamamen Allah'ın dininin emrine teslim ettiler. Aslında, onlann arzu ve dilekleri tamamıyle Allah'ın kanununa boyun eğmişti. Bundan dolayı onlann fiil ve eylemleri kendiliğinden olan bir itaatle Allah'ın emrine itaat etmekteydi. Ve onlann fiziki varlıkları Allah'ın mesajını yeryüzü halkı arasında yayan belgelerdi. Böyle bir anlayış ve tavırda, maddi zenginlik veya kıtlık önemsenecek bir mesele değildir. Hayatın hikmet ve felsefesini doğru anlayan bir kimse için, onun dostluk sevgisinde açlık onun cennetidir ve onun yokluğunda bir zenginlik tıpkı çöl veya cehennem gibidir.
Peygamber ve ehlibeyt mensupları Rabble-riyle şüphe olmayan sıkı bîr yakınlık geliştirdiler ve her meselede ona tam güvendiler, herşeyi O'nun için ve O'nun rızası için yaptılar: "Sen O mutlak galib, o çok esirgeyici (Allah'a) güvenip dayan. Çünkü hakkıyla işiten, hakkıyle bilen bizzat O'dur." (26:217-220). İnsan ve onun işleri her zaman Rabbinin gözetlemesi altındadır: "Sen herhangi bir işte bulunmaya dur, onun hakkında Kur'an'dan birşey okumaya dur ve sizlerde hiçbir iş işlemeye durun ki, onun içine daldığınız vakit biz başınızda şahidizdîr. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca birşey Rabbinizden uzak (ve gizli) kalamaz. Bundan daha küçüğü de daha büyüğü de hariç olmamak üzere (hepsi) muhakkak apaçık bir Kitab'da (yazılıdır." (10:61).
İnsan, Rabbine en yakın namazda olur; onun için Peygamber "namaz gözümün nurudur" demiştir. Diğer bir ifadeyle, zihnin gerçek huzuru namazdadır ve hiçbir servetin çokluğu veya azlığı zihnin bu vaziyetine tesir edemez.
Peygamber, ev halkını da kendisi ile birlikte bu anlayış seviyesine ve tarzına çıkarmak için büyük gayret gösterdi ve bu gayretinde tamamiyle başarılı oldu. Peygamber'ın hanımları, dünyevî varlık ve Peygamber arasında bırakılınca, maddi zenginliğe ve dünyevi zevklere karşı onların hepsi Peygamberi, yoksulluğu ve kıtlığı seçtiler. Bu, şu gerçeğin elle tutulur delilidir ki: O'nun bütün hanımları, Peygamber'le manen ve ruhen rahat ve zevkli bir hayat sürüyorlardı. Bu hayatı teklif edilen maddi zenginliğe değişmek istemediler. (33:28-29). Hz. Peygamber ve ehli beyti, şartlar gereği yoksulluk ve kıtlığa zorlanmış değillerdi. Onlar lüks yaşantıdan daha çok sevdikleri bu sade hayatı kendi ihtiyarlanyla seçtiler. Bu sebeple Peygamber: "Ey Allahım! Bana fakir bir adam hayatı ver, beni fakir bir adam olarak öldür ve beni fakirlerle hasret." demiştir (Tirmizi ve İbni Mace).
Bununla birlikte, yoksulluk bir meziyet veya Kur'an ve Rasul tarafından emredilmiş bir hal değildir. Ruhbanlık ve onun bütün dayanağı İslam'da yasaktır: "Onların (yeni bir adet olmak üzere) ihdas ettikleri ruhbanlığa (gelince) onu üzerlerine biz farz kılmadık..." (57: 27).
Rasûlullah, "İslâm'da ruhbanlık yoktur." ve "Bu ümmette ruhbanlık, Allah yolunda cehd göstermektir (cihad fi sebililillah)." buyurmuştur (Müsned-i Ahmed).
Rasûlullah'in ashabından birkaç kişi onun zevcelerine, evinde gizlice yaptığı ibadeti sormuşlardı. Aldıkları cevaba göre bu ibadeti az gören birisi: "Ben iftar etmeksizin sürekli oruç tutacağım"; diğeri: "Ben yatağa yatmayacağım" demişlerdi. Rasûlullah bunları duyunca, Allah'a hamdu senadan sonra, şöyle buyurmuştur: "Bazı kimselere ne oluyor ki, (şöyle şöyle) diyorlar. Fakat ben namaz kılarım, uyurum, oruç da tutar, hanımlarımla da bulunurum. Şu halde kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." (Buharî ve Müslim).
Enes, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu bildirdi: "Nefislerinizi ağır baskı altında tutmayınız, yoksa Allah size baskı yapar. Bir grup kendi nefislerine ağır hayatı benimsediler ve Allah da onlara sert muamele yaptı. Bak! Onların kalıntıları manastırlarda ve kiliselerde bulunuyor." (Ebu Davud). İşte bu yol Peygamber'in benimseyip tatbik ettiği ve hanımlarının da benimseyip tatbik etmelerini istediği yoldur. Bununla beraber bu ruhbanlık yolu değildi. Hayatı halk arasında gayret ve faaliyetle geçti, onlarla sevinç ve neşelerini olduğu kadar keder ve acılarını da paylaştı. Savaşlar dolayısıyla Medine'ye çok servet akmaktaydı ve bunlar Peygamber 'ın elinden geçmekteydi. O ise hepsini halk arasında dağıtıyordu ve ev halkı için ondan hiçbir şey almıyordu. Bu, O'nun kendi tercihiydi ve O, Allah nzası için hayatının her dakikasını yoksullukla geçirerek tatlandırdı. Onun hayatı bütün zengin ve fakirler için ibretlerle doludur. Rasulullah öncelikle fakirlerle olmayı tercih etti ki, fakirler onun kanaat ve yoksulluğundan ders alsınlar. Zenginler de mal ve servetlerini fakirlerin saadeti için harcamaları hususunda uyarılmışlardır. Bununla beraber İslâm, zenginliği emrediyor veya yasaklıyor veya konforlu bir hayat yaşayan kimseyi tasvip etmiyor demek değildir. Bilakis, İnsanların bu hayattan hoşlanmalarına ve Allah'a minnettar olmalarına izin vermektedir: "De ki: 'Allah'ın, kulları için çıkardığı zİneti, temiz ve hoş rızikları kim haram etmiş?" (7:32). Allah, servetinden istifade etmelerini, fakat boşa sarfet-memelerini emretmektedir. (7:32). Daha çok onlara Allah'ın servetini kullanmaları, gizlememeleri emredilmiştir: "Onlar, hem cimrilik yapan, hem insanlara cimriliği emredenler, Allah'ın lütfü inayetinden kendilerine verdiğini gizleyenlerdir. Biz o nankörlere hor ve hakir edici bir azab hazırlamışızdır." (4:37). Aslında, yasaklanan cimrilik ve israftır. Eğer kişi servetini Allah'ın sınırları içinde kendisi için indirilmiş olan davranış kanununu ihlal etmeden harcarsa, o başarılı bir insandır. Bu suretle asıl olan Allah korkusu (takva)dır ve eğer insan takvayı servet içindeyken muhafaza eder tutarsa, o fazilet sahibi bir kimsedir. Diğer yandan, eğer fakir bir insan Allah'ın sınırlarını çiğnerse, takvasını kaybeder ve kötü bir insan olur. Bu suretle takvayı elde etmek insanın kendi elindedir. İster fakir olsun, ister zengin; Allah, insanın şekline veya servetine bakmaz, insanların kalblerine ve amellerine bakar.
Hz. Muhammed, bazıları zengin ailelere mensup olan, bazıları da kabile reislerinin ailelerinden gelen ev halkının fedakârlıklarına tam müdrikti; bundan dolayı O sık sık onları memnun etmeye ve maddi varlığın azlığını telafi etmek için onları mesud etmeye çalışırdı. Günümüzde insanlar sadece bir eşle evlilik hayatını sürdürdükleri halde ailenin huzur ve sükununu temin edememekte, eşler arasında sık sık tartışma ve ayrılıklar baş göstermektedir. Peygamber, hayatı boyunca onbir kez evlendi, Fakat hanımlanyla huzurlu ve saadet içinde bir hayat geçirdi. Aralarında pek müşfik ve samimi münasebetleri vardı. Hanımlarına karşı davranış ve tavırları sebebiyle onlardan herhangi bir şikayet almadı.