- Muhammed İbn Vasi El ezdi Kuteybe İbn Müslim El Bahiliyle

Adsense kodları


Muhammed İbn Vasi El ezdi Kuteybe İbn Müslim El Bahiliyle

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ayten
Sun 7 November 2010, 02:06 am GMT +0200
MUHAMMED İBN VASİ EL-EZDÎ KUTEYBE İBN MÜSLİM  EL-BAHİLÎ'YLE


Muhammed İbn Vasî e!-Ezdi'nin par­mağını bin delikanlının taşıdığı meş­hur bin  ktlıçtan  daha çok severim...[1]

Şimdi hicretin 87. senesindeyiz. 

İşte müslümanlann övünç vesilesi fetihler yapan komutan Ku-teybe İbn Müslim, kalabalık ordusuyla Merv  [2] şehrinden Buhara  [3] bölgesine doğru gitmektedir.

O, Maveraunnehr  [4] şehirlerinden geriye kalanları fethetmeye, Çin'in etrafında savaşmaya ve oraların halkını cizyeye bağlamaya ka­rar vermişti.

Fakat Kuteybe İbn Müslim Seyhun nehrini geçer geçmez Buhara halkı bunu haber aldı ve her yerde savaş borularını çalmaya başladılar.

Etraflarındaki Türk, Çin ve başka milletleri savaşa çağırmaya baş­ladılar.

Müslümanların üzerine her renk, ırk, dil ve dinde asker topluluk­ları akın etti. Onlar malzeme ve sayı bakımından müslüman ordusu­nun kat kat üstündeydiler.

Hemen müslümanlara yolların ağızlarını ve geçitleri  kapattılar.

Hatta Kuteybe İbn Müsiim onların durumlarını araştırmak ve ha­ber elde etmek için küçük birliklerinden birini gizlice onların arasına göndermeye muvaffak olamadı...

Aynı şekilde görevlendirdiği casuslarından birisi de onların ara­sına sızamamıştı.

Kuteybe İbn Müslim ordusunu Beylend  [5] şehrinin yakınlarında konaklattı.

Yerinde çivili gibi kaldı. Ne ileri gidebiliyor ne de geri.

Düşman, her gün güneşin doğusuyla birlikte önce kuvvetlerinden birisini Kuteybe'yle savaşa gönderiyordu. Bütün gününü onunla uğraş­makla geçirtiyordu.

Karanlık olunca da sağlam ve emin barınaklarına dönüyorlardı.

Durum peşpeşe İki ay böyle devam etti...

Kuteybe ise bu durumdan dolayı şaşkınlık içindeydi.

Geri mi çekilecek ileri mi atılacak ne yapacağını bilemiyordu.

Kuteybe ve askerleriyle ilgili haberleri hemen her taraftaki müs-lümanların kulaklarına ulaştı.

Halk yenilmeyen büyük ordu ve büyük komutan için korku duy­mağa başladı.

Büyük şehirlerdeki valilere Maveraunnehr'in şehirlerinde bekli-yen müslüman askerleri için her namazdan sonra dua edilmesi is­tekleri geldi,

Müslümanların mescfdlerinden dua sesleri yükselmeye başladı..

Minareler Allah'a yalvarma sesleriyle inliyordu.

İmamlar her namazda Allah'tan yardım diliyorlardı.

Birçok kimse güçlü orduya yardıma koşmuştu.

Bunların başında yüce tabiî Muhammed İbn Vasi el-Ezdî geliyordu.

Kuteybe İbn Müslim el-BahiIî'nin Acemlilerden tecrübeli, bilgili ve kurnaz bir casusu vardı.

Onun adı Teyzer'di.

Düşmanlar onu kendilerine çekmek istemişler ve ona pek çok pa­ra vermişlerdi...

Ondan, kurnazlığını ve zekâsını müslüman güçlerini zayıflatmada ve onları savaş yapmadan ülkeyi terketmelerini sağlamasını istediler.

Teyzer, Kuteybe İbn Müslim el-Bahilî'nin yanına geldi. Orada bü­yük komutanlar ve askerlerin ileri gelenleri vardı. Kuteybe'nin yanın­daki yerini aldı. Sonra onun kulağına eğilip şöyle fısıldadı:

«Ey emir! İstersen toplantıyı dağıt... Kuteybe orada oturanlara işaret etti.

Zırar İbnu'l-Husayn hariç herkes oradan ayrıldı. Kuteybe Zırar'ın kalmasını istemişti.

Teyzer hemen Kuteybe'ye dönüp şöyle dedi: «Ey emir! Sana verilecek haberlerim var...» Kuteybe, merakla: «Çabuk söyle» dedi.

Teyzer: «Şam'daki müminlerin emîri, Haccac İbn Yusuf es-Seka-fî'yi vazifesinden uzaklaştırdı.

Ona tabi olan komutanları da uzaklaştırdı. Onlardan birisi de sensin...

Ordulara yeni komutanlar tayin etti ve onları vazifelerine gön­derdi...

Halefin (senin yerine geçen) sabah akşam gelmek üzeredir.

Benim fikrim senin ordunla bu diyardan çekip gitmen, durumu­nu savaş alanından uzakta düşünmen için Merv'e dönmendir».

Teyzer sözünü bitirir bitirmez Kuteybe İbn Müslim kölesi «Siyah»ı çağırdı.

Siyah yanına gelince ona:

«Siyah! Bu hainin boynunu vur...» dedi.

Siyah, Teyzer'in boynunu vurup geldiği yerden geri döndü.

Bu arada Kuteybe. Zırar İbnu'i-Husayn'a dönüp:

«Bu dünyada, bu haberi benimle senden başka duyan hiç kimse yok.

Yüce Allah'a yemin ederim ki, bu savaş sona ermeden önce bu mesele  birisinden duyulursa  seni de  bu  hainin  yanına gönderirim.

Eğer yaşamak istiyorsan diline sahip ol. Bil ki bu söz askerin gücünü zayıflatır... Biz de kötü bir yenilgiye uğrarız».

Daha sonra halka müsaade edildi ve onun huzuruna girdiler.

İçeri  girenler Teyzer'i  kanlar içinde yere serilmiş  bir halde gö­rünce hayret içinde ses ve soluklan kesildi, ayakta donup kaldılar...

Kuteybe onlara:  «Hain ve sahtekâr bir adamın öldürülmesi sizi niye  korkutuyor?!» dedi.

Onlar: «Biz onun   müslümanların İyiliğine çalıştığını  zannediyor­duk» dediler.

O: «Aksine onları aldatıyordu. Böylece Allah onu yaptığı suçtan dolayı cezalandırdı» dedi ve yüksek sesle şunu ilâve etti.

«Şimdi  düşmanınızla  savaşa gidiniz.

Daha önce düşmanlarınıza karşı göstermediğiniz bir cesaret gös­teriniz».

Askerler komutanları Kuteybe İbn Müslim'in emrini yerine geti­rip düşmanla karşılaşmak için engelleri aştılar...

İki ordu saf düzenine geçti. Müslümanlar düşmanlarının ve savaş malzemelerinin çokluğunu, korkunç durumlarını görüp Kuteybe İbn Müslim askerlerine etki eden şeyi hissedince, birlikler arasında do­laşmaya, onların azim ve kararlarını coşturmaya başladı.

Daha sonra etrafındakilere dönüp:

«Muhammed İbn Vasi el-Ezdî nerede» dedi.

Onlar şu cevabı verdiler: «Ey emîr! O sağ cenahtadır».

«Ne yapıyor ya?» dedi.

Onlar: «Mızrağına dayanmış ve gözünü semaya dikmiş bir halde parmağıyla gökyüzüne doğru bazı işaretler yapıyor.

Ey emîr! Onu, senin yanına gelmesi için çağıralım mı?» dediler.

«Hayır, bırakın onu» dedi.

Arkasından da şunu ilâve etti;

«Vallahi, bu parmağı bin delikanlının taşıdığı bin meşhur kılıçtan daha çok severim.

Bırakın onu dua etsin.                                                             

Biz onu ancak duası  kabul edilen birisi olarak biliyoruz».

Müslüman ve düşman orduları tazılar gibi hızla birbirlerinin üze­rine yürüdüler...

İki topluluk denizin coşkun dalgaları gibi birbirleriyle karşılaş­tılar.

Allah müsİümanlarm kalplerine sekîneti (iç huzurunu) indirdi ve katından bir ruhla onlara yardım etti.

Gün boyu durmadan düşmanlarıyla vuruştular, gece olunca, Al­lah müşriklerin ayaklarını sarstı ve kalplerine korku verdi.

Onlar müsiümanlara sırtlarını döndüler. Mücahidler kimini öl­dürmek, kimini esir etmek ve kimisini de kovalamak için onların sırt­larına bindiler.

Bu durumda Kuteybe'ye barış ve fidye teklif ettiler.

Ve aralarında anlaşma yaptılar.

Düşman esirlerinin arasında, çok zararlı, milletini müsiümanlara karşı kışkırtmada çok etkili pis bir adam vardı.

Kuteybe İbn Müslim'e şöyle dedi:

«Ey komutan! Ben fidye karşılığında canımı kurtarmak istiyorum». Ona sordular: «Peki ne kadar veriyorsun?!» «Değeri bir milyon olan beşbin çin ipeği...» diye cevap verdi. Kuteybe askerlerinin ileri gelenlerine dönüp:   «Ne  diyorsunuz?» dedi.

Onlar: «Bizim fikrimiz şu: Bu mal müslümanların alacağı ganîmet-" leri arttırır...

Biz bu zaferi kazandıktan sonra artık bu adamın ve benzerlerinin zararından  korkmayız» dediler.

Kuteybe, Muhammed İbn Vasi el-Ezdî'ye dönüp şöyle dedi; «Sen ne diyorsun ya Ebu Abdillah?»

O: «Ey komutan! Müslümanlar, diyarlarından ganimet toplamak ve malları yığmak için çıkmadılar. Onlar ancak Allah nzası için, onun dînini yeryüzüne yaymak ve düşmanlarına üstün gelmek için çıktı­lar...» dedi.

Kuteybe: «Allah senden razı olsun.

Vallahi, canını kurtarmak için dünya malını harcasa bile bugün­den sonra müslüman bir kadını korkutmasına müsaade etmem» dedi.

Daha sonra onun öldürülmesini emretti.

Muhammed .'İbn Vasi' el-Ezdî'nin Emevîlerîn komutanlarıyla mü­nasebeti sadece Yezîd İbnu'l-Mühelleb ve Kuteybe İbn Müslim'le kal­madı, diğer vali ve komutanlarına da uzandı.

Kendileriyle ilgi kurduğu kimselerin en ünlülerinden biri Bilâl İbn Ebî Bürde'ydi.

Bu valiye karşı onun nesilden nesile aktarılan meşhur davranış­ları ve haberleri vardır...

Bunlardan birisi şöyledir: Bir gün o, yünden kaba bir cübbe gi­yinmiş bir halde Bilâl'ın huzuruna girmişti. Bilâl ona: «Ey Ebu Abdil­lah! Seni bu kaba elbiseyi giymeye sevkeden nedir?» dedi.

Şeyh ona aldırmayıp cevap vermedi.

Bilâl ona: «Senin neyin var da bana cevap vermiyorsun? Ebu Ab­dillah!» dedi.

Şöyle cevap verdi:

«Zahidlikten dolayı- demek istemiyorum çünkü nefsimi tezkiye etmem gerekir-..

Fakirlikten dolayı demek istemiyorum çünkü Rabbime şikâyet et­miş olurum...

Ben ne onu kastediyorum ne de bunu...»

Ona: «Bir ihtiyacın var mı? Onu yerine getireyim Ebu Abdillah!» dedi.

«Benim  insanjardan  isteyecek bir  ihtiyacım yok... Ancak sana müslüman bir kardeşin ihtiyacı için geldim.

Eğer Allah o ihtiyacı yerine getirmeye izin verirse onu sen ye^ rine getirirsin ve övgüye lâyık olursun.

Eğer onu yerine getirmeye izin vermezse, sen yerine getiremez­sin ve bu konuda mazur olursun?» diye cevap verdi.

O da: «Allah izniyle biz onu yerine getireceğiz» dedi. Daha sonra ona dönüp: «Kaza ve kader hakkında ne diyorsun Ebu Abdillah!» dedi, Şu  cevabı verdi:

«Ey emîr! Aziz ve Ceiîl olan Allah kıyamet gününde, kullarına ka­za ve kader hakkında soru sormaz...

Ancak onlara amellerini sorar».

Bunun üzerine vali ondan utanıp susmayı tercih etti.

Yanında otururken  öğle yemeği vakti geldi. Vali  onu sofrasına davet etti, fakat o bu daveti kabul etmedi.

Vali ısrar etti ama o birçok mazeret ileri sürdü. Vali öfkelenip:

«Zannediyorum ki sen bizim yemeğimizden yemek istemiyorsun Ebu Abdiliah!» dedi.

Ona şöyle cevap verdi: «Ey emîr! Böyle söyleme!

Vallahi, sizin  emirlerin  iyileriniz bizim en yakın akrabaları­mızdan daha iyidir».

Muhammed İbn Vasi el-Ezdî birçok defa hakimlik makamına geç-meve davet edildi  ama o bunu şiddetle reddetti.

Bu kabul etmeyiş sebebiyle kendini bazı sıkıntılara soktu:

Bu söyle  olmuştur:  Basra'nın polis   müdürü   Muhammed   İbnuT Münzir onu yanına gelmesi için çağırmış ve şöyle demiştir:

«Irak emîri benden seni  hakimliğe tayin etmemi  istedi».

O da şu cevabı  vermişti: «Beni  bundan  affediniz, Allah da  sizi affetsin».

Ondan iki üç defa bunu istemiş, o da kabul etmemekte ısrar et­mişti...

Ona: «Vallahi, ya hakimliğe geçeceksin, ya da sana üçyüz sopa vurduracağım ve seni  rezil  edeceğim» dedi.

Ona şu cevabı verdi:

«Eğer yaparsan, sen buna yetkilisin...

Dünyada rezil olmak ahirette rezil olmaktan daha iyidir».

Bunun üzerine  ondan utandı ve onu  güzelce geri  gönderdi.

Muhammed İbn Vasi'in Basra camiindeki oturduğu yer ilim talip­leri, hikmet ve öğüt isteyenler için bir kaynaktı...

Tarih ve siyer kitapları bu oturumların haberleriyle doludur.

İşte bunlardan biri:

Birisi ona: «Ey Ebu Abdillah!  Bana nasihatte bulun» dedi.

O da. «Sana, dünya ve ahirette hükümdar olmanı tavsiye ederim» dedi.

Nasihat isteyen şaşırdı ve:

«Ebu Abdillah!  Bu benim için nasıl mümkün olur?!» dedi.

O şu cevabı verdi: «Dünya malından uzak dur, insanların ellerin­de olanlara ihtiyaç duymamakla burada (dünyada) hükümdar olursun... Allah'ın katındaki güzel sevabı kazanmakla da orda (ahirette) hüküm­dar olursun...»

Bir başkası ona şöyle dedi:

«Ebu Abdillah!  Ben seni Allah için seviyorum».

Ona da şu ceva,bı verdi: «Beni kendisi için sevdiğin Allah da se­ni sever».

Sonra da şöyle söyleyerek geri döndü:

«Allah'ım! Sen  beni  sevmediğin  halde,  senin için   sevilmekten sana sığınırım».

Ne zaman insanların kendisini, ibadetini ve takvasını övdüklerini duysa onlara şöyle derdi:

«Eğer günahların yayılan bir kokusu olsaydı sizden hiçbiriniz ba­na yaklaşamazdi».

Öğrencilerini devamlı Aziz ve Celîl olan Allah'ın Kitab'ına sarıl­maya ve onun sahasında yaşamaya teşvik eder ve şöyle derdi:

«Kur'an müminin bahçesidir...

Onun neresinde konaklarsa bir bahçeye inmiş demektir».

Yine onlara az yemek yemelerini tavsiye ederdi.

Kimin yemeği  az olursa o anlar ve anlatır...

Temiz ve  ince olur...

Yemeğin  çokluğu  kişiyi istediği  birçok şeyden alıkoyar.

Muhammed İbn Vasi, takva ve zühdün büyük bir derecesine mıştı.

Bunlardan birisi de şöyledir:

O, bir eşeğini satmak için gittiği pazarda görülmüştü. Birisi ona sordu:

«Ey şeyh! Onu bana uygun görmez misin?»

Şu cevabı verdi: «Eğer onu kendime uygun görseydim, satmazdım».

Muhammed İbn Vasi bütün hayatını günahlarının korkusuyla... ve Rabbine karşı gelmek endişesiyle geçirmiştir...

Ona: «Ebu Abdillah!  Nasıl "sabahladın» diye sorulduğunda:

«Ecelime yakın...

Emelimden uzak...

Amelim kötü olarak sabahladım» diye cevap verirdi.

Kendisine soru soranların yüz  ifadelerinde dehşet edilecek bir-şey gördüğü zaman şöyle derdi:

«Her gün ahirete doğru ilerleyen bir insan hakkında zannınız ne­dir?!»

Muhammed İbn Vasi el-Ezdî öiüm yatağına düştüğünde müslü-manlar onu ziyarete koştular öyleki evi tıka basa doldu. Gelenlerin kimisi içerde, kimisi ayakta, kimisi de oturuyordu...

Koluna dayanarak arkadaşlarından birine doğru eğilip:

«Söyle, yarm biz kıyamet gününde başlarımızdan ve ayaklarımız­dan çekildiğimizde bunların bize ne yararlan olur.

Ben ateşe atıldığımda bana ne faydaları olur?»

Daha sonra Rabbine yönelip şöyle demeye başladı:

«Allah'ım!   her  kötü duruşumdan...

Her kötü oturuşumdan...

Her kötü girişimden...

Her kötü çıkışımdan...

Her kötü amelimden...

Her kötü sözümden dolayı senden af dilerim.

Allah'ım! Bütün bunlardan dolayı senden mağfiret dilerim. Beni onlardan dolayı affet... Onlardan dolayı sana tövbe ediyorum. Tövbe­mi kabul et.

Hesaba çekilmeden önce sana selâm ediyorum». Daha sonra ruhunu teslim etti..[6]. 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kuteybe İbn Müslim

[2] 'Merv : Mervu'r-ruz. iran kasabalarından biridir. El-îvluhelleb İbn Ebî Sufre ora­da ölmüştür.

[3] Buhara: Özbekistan'da,  İran,  Rusya, Hindistan ve  Cin arasındaki  yol  kavşa­ğında bir şehirdir

[4] Maveraunnehr: Horasan'da Ceyhun nehrinin gerisindeki yerler

[5] Maveraunnehr'in  şehirlerinden biri.

[6] Muhammed  İbn Vasi' el-Ezdî hakkında geniş bilgi  İçin aşağıdaki  eserlere ba­kınız:

1. Tarîhu'l-Buharî, J/255.

2. Et-Tarihu's-Sağîr, 1/318-319.

3. E!-Cerhu ve't-ta'dîi, VIII/113.

4. Hılyetu'l-evliya, II/345-357.

5. El-Vafî bi'l-vefeyat, V/272.

6. Tehzîbu'-tehzib, IX/499-50Ö.

7. Şezeratu'z-zeheb, i/161.

8. Tabakatu Halife, s. 215.

9. Tehzîbu'J-Kemal, s. 1283

Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/291-300.