- Muhafazakâr best-seller

Adsense kodları


Muhafazakâr best-seller

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 23 June 2012, 03:35 pm GMT +0200
Muhafazakâr best-seller
Celil CİVAN • 67. Sayı / EDEBİYAT GÜNDEMİ


Türkiye’de yazın her şey yavaşlasa da siyasi gündem bir türlü hızını kesmek bilmiyor. Bugünlerde referandum üzerinden yapılan tartışmalar, ülkemizde yaşanan değişimin bir parçasından başka bir şey değil. Şerif Mardin’in merkez-çevre terimleri üzerinden açıkladığı değişim, son on yılda ivme kazanan muhafazakâr siyasi kimliğin görünürlük kazanmasını, merkeze yerleşmeye çalışmasını, ardındaki iktisadi ve toplumsal ağırlıkla birlikte siyasette, kültürel alanda, medyada söz sahibi olmak için uğraşmasını gösteriyor. Sözkonusu değişimin siyasi, toplumsal veçhelerini işin uzmanlarına bırakıp kültürel alandaki yansımalarına göz attığımızda bile muhafazakâr kimliğin nasıl bir dönüşüm geçirdiğini görmek mümkün.

Bilgi Üniversitesi’nden Yard. Doç. Dr. Kenan Çayır, Türkiye'de İslamcılık ve İslami Edebiyat: Toplu Hidayet Söyleminden Yeni Bireysel Müslümanlıklara isimli kitabında, muhafazakâr kesimdeki değişimi romanlar üzerinden ele alıyordu. Doksanlara kadar yazılan İslami eserleri “hidayet romanları” olarak adlandıran Çayır, müslüman kesimle laik kesim arasındaki çatışmaya, müslüman olan insanların yaşadıkları değişimlere, müslüman olmayanları “hidayete erdirmeye” odaklanan bu romanların estetikten ziyade siyasi, idealist kaygılara öncelik tanıdığını söylüyordu. Oysa doksanlardan itibaren yazılan İslami romanlar, muhafazakârların içe dönük kaygılarını ve içinde bulundukları kesime yönelik eleştirilerini dile getiriyordu.

Bu özelliklerinden dolayı doksanlardan sonra yazılan İslami romanlar, muhafazakâr kesimin yaşadığı dönüşüm hakkında önemli ipuçları veriyor. Çayır bir söyleşisinde bu değişimi şöyle dile getiriyor:

“Laik kesim, İslami kimliği çoğu zaman saf bir kimlik olarak algıladı. Halbuki İslami kimlik içinde çatışmaları barındırabiliyor. AKP, Milli Görüş geleneğinden koparak kuruldu, bu eleştiriler 28 Şubat sürecinde hızlandı. Ama bu eleştiriler ‘pat’ diye çıkmadı ortaya. 1990 sonrası üniversitelerden mezun olan, zenginleşen, kamusal hayata katılan kimliklerin kendi pratiklerini ve 80’lerdeki pratiklerini sorgulamalarıyla başlayan bir süreç bu. 1990’larla birlikte İslami kimlik önemli bir dönüşüm geçiriyor. Bunda da baş etken İslami hareketlerin kapalı olmaması, modern hayatta yer bulma isteği. Eğitim sürecinde, ekonomide, modern kent yaşamında öteki değerlerle ve kimliklerle etkileşime girmesi. Bu etkileşim sonucu ise ‘toplumu toptan müslümanlaştırma’ ideolojisinden daha ‘bireysel ve sınırlı İslami anlayışa’ doğru evrilmesi. Siyasette olduğu kadar, edebiyatta da gördüğümüz eğilim bu yönde...”

Çayır’ın dile getirdiği dönüşüm, bugün kendini kültürel alanda da gösteriyor. Uzağa gitmeye gerek yok: Alçakgönüllü sofraların yerini zenginliğin, tüketimin ve aşırılığın aldığı Ramazan’ın, hayatımızın bir parçası olmaktan çıkıp “turistik bir gösteri” hâline gelmesi, bunun bir göstergesi değil mi? Muhafazakâr kesim, yıllardır eleştirdiği şeyleri şimdi kendisi yapıyor: Yeni yılda Noel Baba kılığına giren taşralı genç nasıl yabancıysa, Karagöz kılığında dondurma satan taşralı genç de o kadar gülünç oluyor.

Toplumsal değişim, muhafazakâr kimliği merkeze çekerken bu kimliğin, Çayır’ın belirttiği gibi “modern hayat”la iç içe geçmesine, başka bir ifadeyle “melezleşmesine” sebep oluyor. Ancak bu melezleşmenin iktisadi bir yönü olduğunu da unutmamak gerek: Muhafazakâr kesimin modern hayatla buluşması, bu kesimi “burjuvalaştırırken” muhafazakârla modernin arasındaki tek fark kültürel kodlardan ibaret kalıyor. Modern de muhafazakâr da aynı arabaya biniyor, aynı deterjanı alıyor, aynı bilgisayarı kullanıyor. Başka bir ifadeyle, her ikisi de aynı tüketim dizgesinin, aynı iktisadi düzenin “müşterisi”nden başka bir şey olmuyor.

Öte yandan gelenekselci kanadın, kültürel alanda eski sanatları, edebi biçimleri senteze uğratmadan kullanması da bu sanat ve biçimlerin toplumsal, kültürel bir karşılıkları olmadığı için eskiyi tekrar etmekten öteye bir fayda sağlayamıyor.

Çayır’ın romanlarda izini sürdüğü toplumsal değişimi bugün başka kitaplarda da görmek mümkün değil mi? Modern hayatın sebep olduğu sıkıntıları, bireysel yollarla gidermeye çalışan “kişisel gelişim kitapları”nın muhafazakâr versiyonları, yayınevlerine para kazandırmıyor sadece; toplumsal bir talebin varlığına da işaret ediyor. “Sahura, sabah namazına nasıl kalkılır”, “oruç nasıl tutulur”, “gıybetten nasıl uzak durulur” gibi isimlerle çıkan, ucuz ve kolay tüketilen bu kitaplar, muhafazakâr kesimdeki bireyselleşmenin boyutlarını gösteriyor.

Muhafazakâr kesimin “best-seller”ları haline gelen bu kitaplar, sözkonusu değişimin merkezi yapıya eklemlenmenin ötesine –en azından şimdilik– geçemediğini, bireyselliğin tüketicilikten başka bir şey olamadığını gösteriyor. Kendine özgü bir mimariyi, edebiyatı, sinemayı oluşturamayan toplumsal güç, bireysel sorunlarının çaresini, kültürel kodlarına yabancı olmayan kişisel gelişim kitaplarında arıyor.