- Muhaddislerin ölçüleri

Adsense kodları


Muhaddislerin ölçüleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Sun 12 June 2011, 05:06 pm GMT +0200
3- RİVAYETİN ŞARTLARI VE MUHADDİSLERİN ÖLÇÜLERİ



Rivayetinin kabul edilebilmesi için bir râvîde akıl, zabt, adalet ve İslâm şartlarının bulunması lâzımdır. Râvîde bu şartlar veya bun­ların bir kısmı bulunmazsa, rivayeti kabul edilmez, terk edilir. Müte-kaddim ve müteahhir hadîs münekkidlerinin sözleri, bu şartlan hedef alır. Şurası var ki, ıstılahın bu derece önem kazanması, mütekaddimînin birçok görüşlerine vâkıf olarak bunlar arasında tercihler yapa­bilme imkânına sâhib olan müteahhirînin bir özelliğidir. Mütekaddi-mîn ise bu mevzuda amelî tatbikatları ile yetinmişler, kazandıkları tecrübe ve melekeler sebebiyle ıstılahlar vaz edip ölçüler koymak lüzumunu duymamışlardı. Şu'be b. Haccâc (v. 160)'a: "Kimin hadîsi alınmaz?" diye soruldu. O da şu cevâbı verdi:

"Maruf râvîlerden, meşhur muhaddislerin bilmediği hadîsleri çok rivayet edenin hadîsi alınmaz; hadîs uydurmakla ittiham edilen kimsenin hadîsi alınmaz; galatı çok olanın hadîsi alınmaz; galat olduğu ittifakla kabul edilen bir hadîsi rivayet edenin hadîsi alınmaz. Böyle olmayanların hadîslerini rivayet et.[435]

Bu sözüyle Şu'be, rivayeti kabul edilecek olan râvîde bulunması gereken şartlardan ikisine işaret etmiştir ki bunlar zabt ve adalet şart­larıdır. Çok yanılmak zabt sıfatını ortadan kal­dırır; hadîs uydurmakla ittiham edilmek de adalet sıfatının bulunmasına mânî'dir. İslâm ve akıl sıfatlarına gelince, bunlar Şube'nin söylemek lüzumunu duymayacağı kadar bedihî şartlardır; zîrâ İslâm olmadan adalet, akıl ve temyîz olmadan da zabt sıfatlarının bulunması düşünülemez.

Müteahhir hadîs münekkidleri ıstılahlar ve Ölçüler koymak lü­zumunu duydukları ıman bütün şartları göstermişler, zaman zaman bilinen şeyleri söylemek .en de çekinmemişlerdir. Üstelik bâblara ayırmak, fasıllara bölmek suretiyle bu ilmi tahsil etmek iste­yenlerden  hiçbir şeyi esirgememişlerdir.

Muhaddislere göre akıl şartı, râvînin temyiz kudretine sahip ol­ması mânâsında kullanılmıştır. Akıl şartını hâiz olan baliğ, tahammül ve edaya; mümeyyiz s^bî ise edaya değil tahammüle salahiyetlidir. Akıl şartında bulûğ mânâsı zımnen mevcuttur; zîrâ sabî rivayeti tahammül edebilir; ama ancak bulûğa erdikten sonra edâ etme salâ­hiyetine sahip olur.[436]

Sahabeden küçük yaşta hadîs duyup da müksirûndan olanlar arasında Enes b. Mâlik, Abdullah b. Abbas ve Ebû Sa'îd el-Hudrî vardır. Mahmud b. er-Rabic söylediğine göre, evlerinde asılı duran kovadan Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in bir avuç su alıp ağzıyle ona püs­kürttüğünü hatırlamaktadır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) vefat ettiği zaman Mahmud b. er-Rabi' henüz beş yaşında bulunmakta idi. [437]

Rivayete başlamaya elverişli yaş haddinin ne olduğu hususunda muhaddîslerin bir ittifakı yoktur. [438] Kimi 15, kimi 13 demiş; ulemânın ekserisi de, daha küçük yaşlarda bunun mümkün olacağını söylemiş­lerdir. Hatîbu'l-Bağdâdî de bu son görüşü benimseyerek: "Bizce doğru olan da budur" demiştir. [439]

Semâmda yaş haddi muhitine göre değişir: Basralılar 10 yaşında hadîs yazıp dinledikleri halde, [440] Kûfcliler 20 yaşını doldurmamış kimseye bu mevzuda izin vermezlerdi. Bunlar 20 yaşına kadar Kur'ân-ı Kerîm ezberlemek ve ibâdet etmekle meşgul olurlardı. [441]Şamlılar ise ancak 30 yaşında hadîs yazarlardı. [442]

Muhaddisler sözüyle, râvînin rivayet ettiği ha­beri gerektiği şekilde duymasını, mükemmel bir şekilde anlamasını şüpheye mahal kalmayacak surette tam olarak ezberlemesini ve bütüı bu saydığımız vasıflara, semâ vaktinden cdâ zamanına kadar sahip olmasını kastederler. [443]Zabt şartında, hafıza kuvvetine ve kontrol has­sasiyetine bakılır.

Râvînin zabt sahibi olduğunu anlamak için, rivayet ettiği hadîs sağlam ve zabt sahibi sikaların hadîsleri ile karşılaştırılır. Eğer çoğ zaman onların rivayetleri ile mânâ bakımından da olsa uyuşu yorsa, râvî zabt sahibidir; ufak-tefek muhalefetleri bu sıfatına bi nakîse getirmez. Böyle değil de, muhalefeti çok, muvafakati az ise râvî zabt sıfatını kaybeder, hadîsi ile ihticâc edilmez. [444]

Şurası muhakkak ki, zabt sahibi sika râvîlere muhalefet etmek haktan ve doğrudan bir nev'î sapıp ayrılmaktır. Şâz rivayetleri taham­mül edenlerin büyük bir vebal altına girdiklerinde şüphe" yoktur. [445] Şucbe b. el-Haccâc der ki: "Şâz hadîsi ancak şâz olan rivayet eder. [446]

Allah Taâlâ rivayet mevzuunda son derece titiz davranan büyük âlimler halketmiş, onlar bu vazifeyi pek şuuriu bir şekilde yapmışlar ve sahîh. olmayan hadîsleri rivayet etmemişlerdir. Bir hadîsin sahih olduğu sâdece rivayet şekline bakılarak anlaşılmaz. Bunun yanında ayrıca idrâk, hıfz ve çok hadîs dinlemiş olmak da lâzımdır. [447] Şu hâle göre Abdullah b. Mübârek'in, hatâsından dönmeyecek derecede sâbİt fikirli, yalancı, bid'atma taraftar toplayan bid'atçı ve ezberlemediği hâlde ezbere hadîs rivayet eden kimselerden hadîs yazmayı veya dinlemeyi men etmesi gayet- tabiîdir. [448]

Râvînin adaleti söziyle, onun din işlerinde haktan ayrılmaması, her nev'î günâhtan sakınması ve şahsiyeti yıpratıcı hareketlerden ka­çınması kasdedilmektedir.[449] Hatîbu'l-Bağdâdî adaleti şöyle tarif et­mektedir: "Farzları îfâ eden, emredileni devamlı yapıp nehye-dilenden sakınan, insanı âdîleştiren günâhlardan kaçman, davranışlarında hakkı arayıp yapılması gerekeni yapan, bu esnada dînini ve şahsiyetini zedeleyen sözleri ağzında al­mayan kimseye âdil denir ve doğru sözlü olduğu kabul edi­lir. [450]

Muhaddisler bîr râvînîn adaletli olduğunu söylemekle bir şahidi tezkiye etmenin aynı olmadığım kabul ederler. Çünkü bir şâhidî ancak iki erkek tezkiye edebildiği hâlde, bir râvînin adaleti- sözüne güvenilir olmak şartıyle - erkek veya kadın, hür veya köle olan bir kişinin beyânı ile kabul edilir. [451] Fahruddîn er-Râzî[452] ve Seyfeddîn el-Âmidî[453]nin görüşü budur.

Bâzı âlimler de şahit ile râvî arasında bir fark görmezler. Bu tak­dirde bir şalısın beyâm ile ikisinin de adaleti sabit olur. [454] Kâdî Ebû Bekir el-Bâkıllânî[455] de bu görüştedir. Malûm olduğu üzere şahidi tez­kiye etmek, şâhidlik yapmak değildir. Şahadette iki erkeğin bulunması gerektiğinde bütün âlimler müttefiktir. İhtilâf edilen husus şahidin tezkiyesi meselesidir. Acaba şahidi tezkiye edebilmek için bir kişinin sözü kâfî midir, yoksa iki şahsın bulunması zarurî midir?.

Ta’dîl edilen bir râvîde bulunması gereken şahsiyet, çoğu zaman insanların müşterek özelliği olan ahlâkî Ölçülerle değerlendirilir. Haübu'l-Bağdâdî, bunu isbât etmek üzere şu hadîsi şerîfi delil getirir: Rasûl-i Ekrem   (s.a.v.)    buyurmuştur  ki

İnsanlarla yaptığı işte onlara zulmetmeyen, onlarla konuştuğunda yalan söylemeyen, va'dettiği zaman sözünden dönmeyen kimse, şah­siyetli, adaletli, kendisiyle kardeşlik yapılması gereken, arkasından konuşulması haram olan bir insandır.[456]

Bu Ölçülerin ışığı altında, insanm terketmesine imkân olmayan bâzı kusurlarına göz yummaktan başka çâre yoktur. Bir âlimin, bir râvînin hayatında bildiklerimizden çok bilmediğimiz taraflar mev­cuttur. "Hiçbir değerli şahıs, kıymetli âlim, kuvvet ve kudret sahibi insan yoktur ki bir kusuru bulunmasın; fakat kusurları söylenmeyen insanlar da vardır. [457] Sa'îd b. el-Müseyyeb'in: "Fazileti kusurundan çok olanın kusurları, fazîleti dolayısıyîe bağışlanmahdır" sözü, râvîleri tadildeki ölçümüz olmalıdır. [458]

Râvîye hüsn-i zanda bulunmak prensibi, bâzı âlimleri, hâli ve durumu bilinmeyen kimselerden hadîs rivayet edecek derecede mü­samahalı olmaya sevketmiştir. Bu şu demektir: Hadîs sahasında hizmet îfâ eden bîr kimse, cerhi tebeyyün edene kadar âdil kabul edilir. [459]

Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.):

Bu ilmi her ijesİlden âdil olan kişiler naklederler ve onu haddi aşanların tah­rifinden,   sapıkların   çalmasından   korurlar. [460] buyurmuştur. Fakat usûlcü âlimler, fesada me\dan vermemek düşüncesiyle hâli bilinme­yen kimselerden rivayet etmenin aleyhindedirler.[461] Her nekadar birinin ayp ve kusurlarını araştırmak muhaddislerin hiçbir surette yapmadıkları birşey ise de, bu durumda olasıları ta'dil etmek, mümkün olduğu kadar bilinmeyen taraflarını keşfetmek lâzım geldiği görüşün­dedirler.

Şüphe yok ki adalet, dindar ve müttekî görünmenin üzerinde bir hâldir. Bu hâl râvî hakkında tam bir bilgi edinebilmek için ancak onun hareketlerini kontrol etmek ve yaşayışlarını araştırmakla biline­bilir. Şahidin adaletini tesbîtte olduğu gibi, muhbirin adaletini araş­tırmak da kimsenin şahsiyetini zedelemeyecek birkaç hassas araştırma usûlü ile yapılır; hatta böyiece muhbir olan râvînin tezkiyesi sırasında mervî olan haber de tezkiye edilmiş olur. Şöyle ki:

Adamm biri Ömer b. Hattâb'm yanında bir şahadette bulundu. Hz. Ömer ona: Ben seni tanımıyorum, seni tanıyan birini getir, dedi. Orada bulunanlardan biri ben onu tanıyorum, dedi. liz. Ömer, nasıl bilirsin? diye sordu. O da, emin ve âdil bir adam olarak tanıyorum, dedi. Hz. Ömer tekrar: Gecesini gündüzünü, girdisini çıktısını bildiğin en yakın bîr komşun mudur? diye sordu. Adam: Hayır, dedi. Hz. Ömer: İnsanın takvasını ortaya koyan para vasıtasıyle karşılıklı iş yaptığın biri midir? diye sordu. Adam tekrar: Hayır. dedi. üz. Ömer: Onunla insanın güzel ahlâklı olduğunu anlamaya imkân veren 'bir yolculuk yaptın mı? diye sordu. Adam tekrar: Hayır, dedi. O zampn Hz. Ömer. S m onu tanımıyorsun, dedikten sonra adama dönerek: Git, seni tanıyan birini getir, dedi. [462]

Bütün bunlardan sonra muhaddisî hevâ vr bid'at sahihle­rinden[463] bayağı ve utanmaz[464] kimselerden rivayet etmek istemeyişlerine şaşmamalıdır. Bunun yanında meşhur râvîlerc müsamahakâr davra­narak onların adaletlerini gösteren sebepleri araştırmamışlardır. Muhaddisler arasında ve onların dışındaki ilim muhitinde adaletiyle şöhret bulan ve bu vasfiyle medh-u sena edilen kimsenin tezkiye edil­meye ihtiyacı yoktur.  Meselâ:  Mâlik b.  Enes,  Süfyân b. 'Uyeyne, Süfyânu eSevrî[465] el-Evzâ'î[466] eş-Şâficî, Ahmed b. Hanbel, el-Leys b. Sa'd, [467] Şu'be b. el-Haccâc, Abdullah b. el-Mübârek, Veki b. el-Cerrâh, Ali b. cl-Medini, Yahya b. Maîn bu kabil râvîlerdcndir.

Ahmed b. HanbcTe İshâk b. Râhûyeyi sordular; şu cevâbı verdi: "İshâk gibisi de sorulur mu? [468]Yalıya b. Ma'în'e Ebû 'Ubcyd'i sordular; dedi ki: "Ebû {Ubeyd de benim gibisine sorulur mu?; o baş­kasının durumunu sorup araştıracak bir adamdır. [469]

MuhaddisltTİn crh için kullandıkları metodlar. [470]acdil için kul­landıklarından daha şiddetlidir; zira meşhur ve makbul olduğu üzere onlar, sebep zikredilmeyen ta'dîü kabul ederler". Sebebi kâfi derecede açıklanmayan cerhi de kabul etmezler. Onlara göre insanlar, adaleti iskât eden ve (aşıklıkla hükmetmeyi gerektiren sebeplerde farklılık arzederler ve "münekkıdlrrin bu movzûdaki görüşleri çok derin ve hassas'n Çoğu kere bazıları râvînin en ufak bir kusurunu duyduğu zaman onun haberi etmekten kaçınır; râvî hakkında cluv-duğu şov hadîsi reddetmeyi gerektiren ve adaletin düşmesini îcâb ettiren bir sebep olmasa dahî büyle davranırlar. [471]

Bu sebepledir ki, yollarda dolasan, sokaklarda yemek yiyen, şaka ve mizaha çok düşkün olan insanların bu nev'î mubahları işlemeleri sebebiyle dahî rivayetlerini kabulde şiddet gösterirlerf. [472] Satranç ve benzeri oyunları oynamak, mûsikî âletleri ile eğlenmek ise daha şiddetli davranmayı gerektirir. Şu'be b. Haccâc diyor ki:                     

"Ebû Ishâk'ın hadîs rivayet ettiği Naciye ile karşılaştım; satranç oynadığını gördüm ve ondan hadîs yazmadım; bilâhare ondan rivayet eden bir başkasından yazdım". Yine Şu'be der ki: "el-Minhâl b. 'Amr'ın evine gittim ve orada tanbur çalındığını duyarak geri döndüm. Keski içeri girip konuşsaydım. Belki de tanbur  çalmanın haram olduğunu bilmiyordu.[473]                                     

Cerh ve tacdîl kitaplarının müellifleri, bilindiği üzere, cerhheplerine çok az temas ederler.  Sâdece falan zayıf falanın hiçbir değeri yoktur", falan metruktür" v.b. demekle iktifa ederler. Bununla berâber râvîlerin hadîslerini reddederken herkes bu sözleri dikkate alır.

Bu kitapların mevzuları hakkında yapılan hassas ilmî araştırmalar göstermiştir ki, bunların gayesi, cerh mevzuunda verdikleri hüküm lere itimat ettirmek değil, cerh edilen kimseler hakkında şüphe uyan dırmak ve tevakkuf ettirmektir. O râvî hakkındaki şüphe zail olup|. itimat hâsıl olmadıkça hadîsi kabul edilmez. [474]                               

Bu aşırı titizlik, büyük takva ve son derece hassas dikkat, hadîsj münekkidlerinin hadîse verdiği büyük değeri gösterir; zîrâ hadîs rast[475] gele bir söz, şiir, hutbe ve hikâye değil, ancak güvenilir bir nakil vep sahîh bir semâ' ile alınacak dîndir. Muhammed b. Şîrîn der ki: "Bu hadîsler dîndir, dîninizi kimden aldığınıza dikkat ediniz" Bâzıları Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bu mânâda bir hadîsi olduğunu|v söylerler. îbnu Ömer'in rivayet ettiğine göre Rasûl-i Ekrem şöyle! buyurmuştur:                                                                                 

"Ey Ibnu Ömer, dînine çok dikkat et; o senin etin ve kanmdır Onu kimden aldığına dikkat et. Müstakim olanlardan al; sapanlardan! alma. [476]                                                       

Bu vasiyetlerin ışığı altında hadîs talebeleri, vasıfları uygun ol«jf mayan şeyhler arasında tercihler yapıyorlar[477]emîn kimselerden hadî alıyorlar, zayıf olanlardan nakil ve rivayet etmekten kaçınıyorlardı.[478] "Senette Rasûlullah (s.a.v.)'a yakınlık, Allah'a yakınlıktır[479] inanciyle 'âlî isnâdlan, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'e yakın olanları tercih ediyorlar; Rasûlullah (s.a.v.)'a yakın olan isnâdları bulamayınca Saha­beye, Tâbi(îne veya büyük imamlara yakın olan isnâdları arıyorlar ve bu altın asırlardaki ilmin "taptaze bulunduğuna, onu araştırmanın en zevkli bir iş olduğuna, böyle olmasını gerektiren sebeplerin büyük­lüğüne ve hadîslere rağbetin fazlalığına" güveniyorlardı. [480] Muhaddislerin ulüvvü isnadı bu derece aramaları sırf âlî isnâd elde etmek için değil, aksine, 'âlî isnâdlann hadîs metninin sahîh olduğu inancım kuvvetlendirdiği içindir. Râvîleri hakkında şüpheye düştükleri zaman, 'âlî isnada pek değer vermezler; zîrâ seneddeki râvîlerin zayıf oluşu, netîce itibariyle rivayet edilen metnin zayıf olduğunu ortaya koyar. İşte bu sebepledir ki, sika râvîlerin teşkîl ettiği nazil isnâdı,sika ol­mayan râvîlerden meydana gelen'âlî isnada tcrcîh etmişlerdir; [481] şu beyitleri söyleyen Ebû Bekir b. cl-Enbârî[482] ile hemfikirdirler:

Nazil olan isnâdları yazmakta fayda vardır; yazınız; yazmamanız bir hatâdır. Size sika râvîlerin rivayet ettiği nazil haberler, sika olma­yanların rivayet edeceği 'âlî haberlerden daha makbuldür. [483]

Bâzı hadîs münekkidleri, nazil isnâdlarda, 'âlî isnâdlarda bulun-|nayan bâzı meziyetlerin mevcut olduğunu kabul ederek derler ki:

"Nazil hadîs daha faziletlidir; zîrâ râvî hadîsi rivayet edenlerin âdil mi, yoksa mecruh mu olduklarını bilmek için gayret sarfedecektir. Nâz hadîsleri rivayet edenleri tanımak için daha çok gayret sarfedece-ğine göre, onun sevabı daha fazla olacaktır.[484]

Muhaddislerin mu'âsır olanlardan hadîs naklini kusur sayarak, o zaman yaşayanlardan hadîs rivayet etmekten kaçındıkları düşünü­lecek olursa, tenkîd görüşlerinin ne derece yüksek olduğu anlaşılır. Böylece onlar, kendisinden hadîs rivayet edilen kimse hakkında hüsn-i[485].an veya sû-i zan beyân ederken ona karşı beslenilen sevginin veya nefretin müessir olacağından çekiniyor gibiydiler."Böyle olunca da cerh ve ta'dîîn prensipleri sağlam temellere dayanmış olacaktı. îbnu Abdi'l-Hâkim der ki:

"Ben henüz çocuk denecek bir yaşta iken eş-ŞâfiTye bir hadîs okudum. eş-Şâfi(î: bunu sana kim söyledi? diye sordu. Ben de sen söyledin, dedim. O zaman bana dedi ki: Şana söylediğim şey aynen söylediğim gibidir; fakat henüz yaşamakta olanlardır, rivayet etmek­ten kaçın!. [486] İbnu 'Avn de der ki: cş-Şa'bî'ye, sana hadîs rivayet edeyim mi? d ive sordum. Dirilerden mi, yoksa ölmüş olanlardan, mı rivayet edeceksin" dedi. Ben de, dirilerden, cevâbını verdim. O zaman eş-Şa'bî şunu söyledi: "Bana dirilerden hadîs rivâyrt etme. [487]

Hadîs münekkidi er inin cerh ve ta'dîl hakkında birtakım ıstılah­ları vardır. Bunlarin çeşitli oluşu, râvîlerin de kuvvet ve za'f, itimat ve şüphe bakımından farklı olduklarını gösterir. İbnu Haccr bu ıstı­lahları oniki dereceye ayırmıştır. [488] Şöyle ki:

1- Sahabe.

2- En üstün sıfatıyle medh edilenler: insanların en sağlamı" gibi veya sıfatı lâfzen tekrar edilenler "

gibi; veya manen tekrar edilenler: gibi.

3 - Hakkında bir sıfat kullanılanlar:  veyahut  gibi.

4 - Üçüncü dereceden biraz daha aşağıda olanlar: çok doğrudur" veya zararı yoktur" yahut "iyicedir" gibi.

5 - Bir derece daha asafrı olanlar:  hıfzı gevşek doğru" veya vehim sahibi bir doğrudur" veya vehimlidir" yahut hata eder" veya­hut sonraları hâli değişmişûr" gibihevâ ve bid'at sahipleri hakkında kullanılan ıstılahlar bu gruba dâhildir.

6 - Çok az hadîs rivayet edenler ve bu-sebeple de hadîsini terk etmeye vesile olacak bir hâli bilinmeyenlere "  makbul­dür"  denir.  Böyle de olmaz,  bir kusuru  meydana çıkarsa: hadîs mevzû'unda yumuşakçadır" denir.

7 - Kendinden birden fazla râvînin sika olduğunu söylemeden rivayet ettiği kimse hakkında durumu bilinmemektedir" veya " durumu belli değildir" tâbirleri kullanılır.

8 - Hakkında muteber bir tevsik bulunmayan; fakat sebebi söy-lenmediği halde  zayıf olduğu  belirlileri kimse hakkında  tâbiri kullanılır.

9 - Kendinden sâdece bir kişinin, sika olduğunu söylemeden ri­vayet ettiği şahıs hakkında da bilinmemektedir" denir.

10 - Hiçbir şekilde îtimat caiz olmayan, ayrıca kendini cerh eden bir sebeple zayıf görülen kimse hakkında da " terkedilmiş­tir" veya il hadîsi terkedilmiştir" yahut  büsbütün zayıftır" veyahut da tamamen atılmıştır" denir.

11 -Yalanla ittihâm edilen hakkında" yalama, iiulıâm edilmiştir" denir.

12 -Hakkında mutlak olarak kizb ve vaz' tâoirleri kullanılan Kimse hakkında yalancıdır" veya hadis uydurucu" yahut haoîîs uydurur" veyahuüa  ne yalancıdır!" v.b. denir.

Münekkidlcrin istilâlılarımn ışığı altında râvîde aranan şartlara karşı gösterilen îtinâ, H. III. asrın sonlarına kadar büyük bir titizlikle devam etmiştir. Zîrâ o devirde semâ' imkânı henüz mevcut olduğu gibi, bu lâfızlar şeyhlerin ve talebelerin dillerinde hâlâ dolaşmakta idi. Ne var ki, rivayet işi ağızla ve semâ' suretiyle yapılmayıp kitaplara geç­tikten sonra râvîlcr bu şartlarda büyük ölçüde müsamahakâr davran­maya mecbur kalmışlar ve râvî'yi ta'dîl için onda akıl, bulûğ, İslâm, zabt ve fışkı zahir olmamak şartlarıyie iktif;ı etmişlerdir.[489]

îslâm şartının ne demek olduğu ve niçin konulduğu gayet açıktır; zîrâ râvî, bu dîni, dînin hükümlerini, hikmetlerini ve teşrîîni alâkadar eden hadîsleri, haber ve eserleri rivayet eder. İşin sağlamı, bu mühim mevkide, bu akideye îmân eden ve onu insanlara duyurma mescûliyetini deruhte eden insanların bulunmasıdır.

islâm şartı, rivayeti tahammül ederken değil, edâ ederken aranır. [490] Nitekim Cübeyr b. Mut'ım'in henüz müslüman olmadığı ve Bedir esirleri arasında bulunduğu zamanlar "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i akşam namazında Tûr sûresini okurken dinlediği" ni ifâde eden rivayeti kabul edilmiştir. Sahîh-i Buhârî'de de bulunduğu üzere Cübeyr: "İlk olarak o zaman îmân kalbime tesir etti" demiştir.[491]
 

[color=orange[435] Hâkim, Ma'rifetu 'ulûmi'l-hadîs, s. 62.

[436] Bk. el-Kifâye, s. 54, bab:

[437] Aynı eser, s. 56

[438] Bu mesele hakkındaki muhtelif görüşler için bk. el-Câmi li ahlâkı'r-râvî, c. IV, s. 71.

[439] el-Kifâye, s. 54.

[440] Aynı eser, s. 55.

[441] Aynı eser, s. 54,

[442] Aynı eser, s. 55.

[443] Muhaddisler, bir râvinin Önceieri   rivayet ettiği hadisle, sonraları  rivayet ettiği hadîsi bir cutmazlar; zira râvinin zabt kudreti ömrünün sonlarına doğru bazen zayıflamaktadır   Böyle    olanlara sonraları   durumu  Ğişti" denmekledir. Sonraları durumu değişen ve hafızası bozulduktan sonra ba tahrîc eden bir râvînin hadîsinin reddedilişine bk. Sunenu Ebî Dâvûd, c. IIÎ. 85, hadîs nr. 2695.

[444] Tedrîbu'r-râvî, s.  110.

[445] el-Kifâye, s.  140.

[446] el-Kifâye, s. 141.

[447] Ma'rifetu 'ulûmi'l-hadîs, s. 59.

[448] el-Kifâye, s. 143; aynı sayfadaki, rivayetinde ekseriya vehim bulunan galatı çok râvînin rivayeti ile ihticâc olunmayacağı hususunda âlimlerin sözlerine bk.

[449] Tavzîhu'l-efkâr, c. II, s. 118,

[450] el-Kifâye, s. 80.

[451] Tavzîhu'l-efkâr, c. II, s.   121; ferş. el-Karâfî. el-Furûk, c. I, s. 5-22 Tunus.

[452] Fahruddîn er-Râzî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. el-Huseyn, aklî ve nakli ilimlerde söz sahibi büyük bir imamdır; Tefsîr-i kebîr diye meşhur olan kıymetli eserin müellifidir. Birçok kitapları olup başhcaları şunlardır: Nihâyetu*l-'ukûl, el-Mahsûl fî ilmi'1-usûl, Kitâbu'l-erba'în fî tısûlid'-dîn. Fahruddîn er-Râzî, H. 606 târihinde vefat etmiştir.

[453] Seyfuddîn el-'Âmidî,   Ebu'l-Hasen Ali  b. Muhammed b. Salim et-Tağlebî el-'Âmidî usûl âlimlerin dendir. Yirmi kadar eseri vardır. Başhcaları   şunlardır: Müntehe's-sûl fi'I-usûl, Dekâ'iku'l-hakâik ve ilmî kelânn'da  ebkâru'l-efkâr. Diyarbakır Âmid kasabasındandır. H. 631'de vefat etmiştir.

[454] Tevzîhu'l-efkâr, c. II, s. 121.

[455] Muhammed b. et-Tayyib b. Muhammed b. Ca fer'dir.   Kâdî el-BâkıIlânî diye mâ'rûftur. Eş'arî mezhebinin reisliğini de yapmıştır. I'câzu'l-Kur'ân adlı eseri pek meşhurdur. H. 403'de vefat etmiştir.

[456] el-Kifâye, s. 78.

[457] el-Küaye, s. 79.

[458] Aynı eser, aynı yer. Bu söz, tâbi'î*nin en ileri gelen sîmâsı ve Medîne'li fu- i kahâ-i seb'a'dan biri olan Sa(îd b. el-Müseyyeb'e aittir. Halîfe Ömer b. el-Hattâb'jn hükümlerini en iyi bilen o idî. Bu sebeple "Ömerin râvîsi" adı verilmiştir. Hadîşî ve fıkıhla meşgul olmasına rağmen elinin emeği ile, zeytin yağı ticâreti yaparak geçinirdi. el-Hâkim'in de dediği gibi, hadîscilerin çoğu onun 105 târihinde vefâtj ettiğini kabul etmektedirler (bk. Tezkiratu'l-huffâzj c. I, s. 56).

[459] Tavzîhu'l-efkâr, c. II, s. 126-127.

[460] el-Câmi1 li ablâkrV-râvî, c. I, v. 15 b.

[461] Tedrîbu'r-râvî, s, 115.

[462] el-Kifâye, s. 84.

[463] el-Câmi' li ahİâkı'r-râvî, c. I, v, 18 a,

[464] el-Kifâye, s.   136.

[465] Şeyhu'l-islâm \c büyilk hafız Süfyân  b,  Sa'itl   b. Mesrûk < .-Se.vrî, Sevr'e nisbet edilir; Sevr, Mudar'dcm bir kabile kurucusudur. H.  160 veya 161'de velat etmiştir (Dk. er-Rîsâlem'i-muMatrafe. s. 31 .

[466] Evzâ'İ dîye şöhret bulan ^eyhn'1-İ.siâm h.ifrz ANlniTahn:ân b. 'Amr b. Mıı-hamme.d'dir. Velîd b. Mczîd ûylc anlatır: "Mİik!er potuklarını onun kendini terbiye ettiği gibi terbiye (Minikten âcizdirler anhinde veiat etmiştir fLîk. Trzkivatu'I-i-.uffâz

[467] I ir, ânı.  nâfız.  iakih   takva  sâlıil^i ve   Mısır    divârınm şeyhi olan eI-Le\s b. Sa'd b. Abdirrahman el-l7ehn:î. FiıuM-Hâm'ıir:  17-, târihinde v* fâî e ..-.i^tir.

[468] îbnu Râhûye diye bilinen \r künyesi Ebû Y.ı'kub ulan imânı, hafız ishâk b. İbrahim b. Mahled'dİr. "S'etnu^bin hadîsi ry.hcre bilirdi. Büyük bir müsnedi var­dır. H.  a^ö'de vefât etmiştir  . Bk. or-Rİsâlrtu'İ-nıusıairafc, s. 49).

[469] Tedrîbu'r-râvî, s.   109.

[470] Buna gerekçe olarak îSnyûıi. ta'dil seb'nnin sayılamayacak t-adar çok o'duğunıı ileri sürer; zîrâ bu takdirde ta'dii \:ıpan kiTi'.ıçııİn: O şunu yapmamıştırj bunu yapmamıştır diye yapılma.îi veva tcrkcdün-.c-i (.irkin oian peyleri ıeker teker sayması îcâb eder ki, bu da son derece ınu^kildir  . ledı-ibu'r-râv], s,  111).

[471] el-Kifâye, 5.  109.

[472] Aynı eser, s.   111.

[473] el-Kîfâye, s. m, 112.

[474] Tedrîbu'r-râvî, s.  111.

[475] el-Câmi' li ahiâkır-râvî, c. I, v.   15 b.

[476] el-Kifâye, s. 121.

[477] el-Câmi' Ii ahlâki'r-râvî, c. I, v. 14 b.

[478] el-Kifâye, s.  132.

[479] el-Câmi' îi ahlâkı'r-râvî, c. I, v. 13 b.'de Muhammed b. Eskm et-Tusî'den böyle rivayet edilmektedir. Bu kitabm aynı sayfasında Ahmed b. Hanbel'in: "âlî isnâd aramak sünnettir" dediği rivayet edilmektedir. "Sahîh - hasen - zayıf hadisler arasında müşterek olaıı ıstılahlar" kısmında 'âlî ve nazil hadîslerle ilgili mühim meseleleri inceliyeceğiz. Tafsilât.için bk. s. 171.

[480] Aynı eser. c. I, v, ! 1 a.     

[481] el-Câmi' li ahlâki'r-râvî, c. I, v. 14 a.

[482] Ebû Bekir b. el-Enbârî diye şöhret bulan Muhammed b. Beşşâr'dır; nahiv-fcidir; hadîs hafızlarından sayılmaktadır; birçok eserleri vardır; 328'de vefat et­miştir.

[483] el-Câmi Ii ahlâkı'r-râvî, c. I, v. 14 b. Her iki beytde geçen ilmu'n-nüzûlden maksat, Rasûlullah (s.a.v.)'dan veya büyük imamların yaşadığı devirlerden uzak olan nazil isnâdları bilmek demektir.

[484] el-Câmi' li-ahîâkı'r-râvi, c. I, v. 11 b.

[485] Aynı eser. s,  140.   

[486] Aynı eser, s.   140.

[487] el-Kifâye, s.   139.

[488] Bu taksimat İbnu Hacer'in Takrîbu't-tehzîb adlı kitabının mukaddime-sindedir. Biz yukarıda zikrettiğimiz şekilde kısaltarak aldık.   Krş. eI-Bârisu'l-hasîs s.   118-119; Tavzîhu'l-efkâr, c.  II, 5.  261-271;  İbnu Ebî Hâlim, Mukaddimetu Kitâbi'1-cerh ve't-ta'dil.

[489] Ihtisâru 'ulûnıi'l-hadîs, s.  i ı9

[490] el-Kifâyc, s. 76.

[491] Dr. Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadîs Istılahları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 103-114.
] [/color]