- Muhabbetin Hükümleri

Adsense kodları


Muhabbetin Hükümleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
armi
Thu 7 January 2010, 04:24 pm GMT +0200
Muhabbetin Hükümleri Ve Muhabbet Ehlinin Sıfatları Hakkındadır
Yakin makamlarının dokuzuncusu, Muhabbet makamıdır. Muhab­bet, ariflerin makamlarının en yükseğidir. O; Allah Teala´nın ihlas-lı kullarını tercih edişidir. İlahi lütfün son noktası da budur. Yüce Allah buyurdu ki: "Allah onları sever, onlar da Allah Teala´yı sever­ler". (Maide/54); "Bu, Allah Teala´nın dilediklerine bahşettiği lütfu-dur". (Cum´a/4) Bu haber, mübtedası ile anlam bakımından bitişik-

tir. Çünkü Allah Teala, seven kulları, onlara olan lütfü ile vasfet-miş ve bu ikisi arasına başka bir şey koymamıştır. Bu da, sevilen kulların övgüyle vasfedilişidir.

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Al­lah Teala, sevdiğine ateş ile azap edecek değildir". [19] Allah Teala da, Resulü´nün (sav) bu sözünü tasdik edip O´na muhabbet iddiasında bulunanların sözlerinin boş olduğunu bildirerek şöyle buyurmuş­tur: "De ki: O halde niçin Allah günahlarınızdan dolayı size azap ediyor? Hayır! Siz de O´nun yarattıklarından birer insansınız". (Maide/18)

Zeyd b. Eşlem dedi ki:
Allah Teala kulunu sever. Hatta sevgisi o dereceye varır ki ona, ´Dilediğini yap, seni bağışladım´ buyurur. İs­mail b. Eban, Enes b. Malik´ten (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah Teala bir kulunu sevdiği za­man, işlediği günah ona zarar vermez. Günahından tevbe eden, hiç günahı olmayan gibidir. Daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Mu­hakkak ki Allah çok tevbe edenleri sever ve çok temizlenenleri se­ver". [20]

Allah Teala, muhabbeti için günahların bağışlanmasını şart koşmuştur. Bunu da şu ayet-i kerimede görmekteyiz:
"Ki Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın". (Al-i İmran/31) Allah Teala´ya inanan her mümin, O´nu sever. Ama O´na olan sevgi ve muhabbeti, imanı, müşahedesinin açıklığı ve Mahbub´un herhangi bir sıfatta ona tecellisi oranındadır.

Bunun delili de, onların tevhide icabetleri, O´nun emir ve ya­saklarına bağlı kalmaları ve hükmü O´na teslim etmeleridir. Bun­dan sonra tevhidin müşahedeleri, emir ve yasaklara bağlılığın de­vamı ve hükümleri O´na teslimde farklı derecelere sahip olurlar. Bu da ancak, muhabbetten kaynaklanır.

Allah Teala´yı sevenler, kısımlarına göre farklılaşabilirler. Alt derecelerdeki biri de Allah Teala´nm sevgisinden mahrum kalma­yabilir. Tıpkı marifet sahibinin, marifetten geri kalmadığı gibi. Hiçbir büyük de, kendini tevbeden müstağni göremez. Bütün ilim­lere vakıf olsa dahi bu durum değişmez.

Çünkü Allah Teala müminleri, Zatı´na aşırı sevgi ile vasfetmiş ve şöyle buyurmuştur:
"İman edenler ise en çok Allah Teala´yı se­verler". (Bakara/165) Ayette geçen (Eşedd=daha çok´ kelimesi, onla­rın muhabbet bakımından farklı derecelerde oluşlarına delalet eder. Çünkü ´Eşedd´ kelimesi, bu anlamı ihtiva etmektedir. Allah Teala, ´Şedîd=çok´ buyurmuştur.

Allah Teala´yı sevme babında kullanılan bu hitap, "Allah katın­da en değerliniz, en takvalı olanmızdır" (Hucurat/13) buyruğuna benzer. Bu ikinci ayet de, müminlerin takvalarındaki farklılaşma­ya orantılı olarak değerli oluş bakımından da farklı derecelerde ol­duklarını göstermektedir. Allah Teala, bu buyruğunda da, ´Değerli takva sahipleri´ ifadesini kullanmamıştır.

Allah Resulü (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Allah Te­ala dünyayı, sevdiğine de, sevmediğine de verir. îmanı ise, sadece sevdiklerine verir".[21] Müminler, Allah sevgisi noktasında farklı de­recelere sahiptirler. Bu farklılığın sebebi, marifet ve müşahede ba­kımından farklı seviyelerde bulunmalarıdır.

Allah Resulü (sav) Allah sevgisini imanın şartlarından biri ola­rak görmüş ve şöyle buyurmuştur: "Sizden biri Allah ve Resulü, kendisine diğerlerinden daha sevimli gelmedikçe iman etmiş olmaz"[22]

Bu hadisten daha açık ve kesin ifade taşıyan bir hadis-i şerif de şöyledir:
"Allah´a yemin olsun ki bir kul Ben kendisine ailesinden, malından ve bütün insanlardan daha sevimli gelmedikçe iman et­miş olmaz".[23] Başka bir rivayette, ´Kendi canından´ ifadesi yeral­tı aktadır.

Allah Resulü (sav) vazettiği bütün hükümlerde Allah sevgisini emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Size verdiği nimetlerden dolayı Allah Teala´yı sevin. Allah Teala´yı sevmeniz sebebiyle de beni se­vin"[24]

Bu emir, Allah sevgisinin farziyetinin delilidir. Müminler, Allah Teala´nm lütufları bakımından farklı derecelere sahip olsalar da,bu lütufların en büyüğü Marifetullah yani Allah Teala´yı layıkıyla bilmektir. Allah sevgisinin en üstünü ise, müşahededen doğan sev­gidir.

Allah Teala´yı seven muhibban, muhabbetin farklı mertebeleri­ne sahiptirler. Bu mertebelerden bazıları, diğerlerinden üsttedir. Onlar arasında Allah Teala´yı en çok sevenler, O´nun ahlakına en çok sarılanlardır. O´nun ahlakının esasları ise, ilim, hilim, af, güzel davranış ve halkın kusurlarını örtmek ve benzerleridir.

O´nun sıfatlarının manalarını en iyi bilenler; sıfatları noktasın­da O´nunla mücadeleden en çok kaçınan ve O´nu en çok sevenler­dir. Onlar, kibir, övünç, övülmeyi sevme, zenginlik, ululuk ve zikre­dilmek isteme gibi sıfatlara meylederek O´na şirk koşmaktan uzak dururlar.

Bunların ardından, Allah Resulü´nü (sav) en çok sevenler gelir. Çünkü O, Habib Teala´nm habibi, O´nun eserlerinin takipçisi ve ah­lakına en çok benzemeye çalışandır.

Rivayet edilir ki: "Bir adam O´na gelerek, ´Ey Allah Resulü, se­ni seviyorum´ demişti. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Fakirli­ğe hazır ol´ buyurdu. Adam, ´Allah Teala´yı d& seviyorum´ deyince, O ´Öyleyse imtihana hazır ol´ buyurdu".

Bu ikisi arasındaki fark şudur: Musibetlerle imtihan etmek, Al­lah Tfeala´nın ahlakmdandır. O, kullarını imtihan ederek seçendir. Dolayısıyla adam Allah Teala´yı sevdiğini söyleyince, ahlakı üzerin­de sabırlı olması için O´nun kendisini imtihan edeceğini haber ver­miştir. Nitekim Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Rabbin için sabret". (Müddessir/7) Yani O´nun hükümlerine ve imtihan için ver­diği musibetlere sabret.

Fakirlik ise Allah Resulü´nün (sav) sıfatlarındandır. Dolayısıyla adam, Allah Resulü´nü sevdiğini söylediği zaman, kendi sıfatlarına uymasını ve izlerini sürmesini tavsiye etmiştir. O, bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Allahım, beni fakir olarak dirilt, fakir ola­rak canımı al ve beni fakirlerin arasında hasret".56

Muhabbetin alametlerinden biri de, Habib Teala´yı çok zikret­mektir. Zikrullah, aynı zamanda Allah Teala´nm kuluna duyduğu sevginin de delilidir. Bu, kullarına olan lütuflarmın en büyüklerindendir. Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivavet edilmektedir: "Allah Teala´nm her gün için bir sadakası vardır ve onu yarattıklarına lütfeder". O´nun bir kuluna sadaka ile lütfet­mesi, ona zikrini ilham etmesinden daha faziletlidir.

Süfyan, Malik b. Mu´avvel´den şunu nakletmiştir:
"Allah Resu-lü´ne (sav), ´Hangi amel daha faziletlidir?´ diye soruldu. Buyurdu ki: ´Haramlardan uzak durmak ve ağzının sürekli zikrullah ile ıs­lak kalması" [25] O, Allah sevgisini emrettiği gibi, Allah Teala´yı çok zikretmeyi de emretmiştir". Çünkü Allah Teala´yı zikretmek, mu­habbetin gereklerindendir. Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala´yı o kadar çok zikret ki, senin için ´deli´desinler". [26]

Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah Teala´yı o kadar çok zikredin ki, münafık­lar, ´Sizler riyakârsınız´ desinler".

Ebu Mesleme el-Medeni, babası kanalıyla dedesinden şu hadisi nakletmiştir: "Bir gün Allah Resulü (sav) bize Küba mescidine gel­di. Uzun bir konuşma yaptı. Hadisin sonunda şöyle buyurdu: ´Kim, Allah Teala için tevazuda bulunursa Allah Teala onu yükseltir. Kim de büyüklük taslarsa, onu alçaltır. Kim Allah Teala´yı çok zikreder­se, Allah da onu sever [27]

Allah Resulü (sav), zikredenlerin Öne geçen ferdler olduğunu haber vermiş ve onları günahın kaldırılması ve zikrin yükseltilme­si bakımından peygamberlerin derecesine yükseltmiştir.

O´nun şu hadisinde de zikir, Allah sevgisinin icaplarından biri olarak takdim edilmiştir:
"Yürüyün, ferdler geçtiler. Bunun üzeri­ne, ´Ferdler kimdir?´ diye soruldu. Allah Resulü (sav) şöyle buyur­du: ´Allah Teala´yı çok zikredenlerdir. Allah Teala, zikirleri sebebiy­le onların günah yüklerini kaldırmıştır. Onlar Kıyamet günü hafif­lemiş olarak gelirler". [28]

Muhabbetin en büyük alametlerinden biri ise, Allah Teala´ya O´nu görerek kavuşmak, ahiret yurdu ve yakınlık makamında ke­şifte bulunabilmektir. Bu da ölüme duyulan özlemdir.

Çünkü ölüm, Allah Teala´ya kavuşmanın anahtarı ve O´nu biz­zat görme makamına girmenin kapısıdır. Bir hadiste de Allah Re-sulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kim Allah´a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister"[29] Huzeyfe (ra) Ölüm anında şöyle demişti: "Habibim, ihtiyaç üzerine geldi, bense nedametten kurtulamıyorum".

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala için, kulun­da O´na kavuşma isteğinden sonra çok secde etmek kadar sevimli bir haslet yoktur. Görüldüğü gibi Allah sevgisi daima öne çıkarıl­maktadır.

Allah Teala, kulunun sıdkınm hakikatini isbat etmesi için Ken­di yolunda savaşmasını şart koşmuştur. O, sevdiğinin Kendi yolun­da savaşmasını istediğini haber vererek şöyle buyurmuştur: "Mu­hakkak ki Allah, Kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf tutarak savaşanları sever". (Saf/4)

Bundan önce de, onlara ikrar telkin ederek şöyle buyurmuştur:
´Tapmadığınız şeyleri niçin söylersiniz?" (Saf/2) Çünkü onlar, Allah Teala´yı sevdiklerini söylemişlerdi. O da bunun üzerine, sevgilerini sınamak için savaşı farz kılmıştır.

O´nun sevgisinin alametlerinden biri de, sevdiğinin malını ve canını istemesidir. O, bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Onlar Al­lah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler". (Tevbe/111)

Ebu Bekir´in (ra), Ömer´e (ra) vasiyetinde şu söz yer almaktadır:
"Hak ağırdır. Ağırlığıyla birlikte de, hoştur. Batıl ise hafiftir. Hafif-ligiyle beraber de tiksindiricidir. Eğer vasiyetimi iyi muhafaza edersen, hiçbir gayb sana ölümden daha sevimli gelmez, ölüm sana ulaşacaktır. Eğer vasiyetimi zayi edersen, hiçbir gayb sana ölüm­den daha soğuk gelmeyecektir, ama onu etkisiz kılamazsın".

Sevri ve Bişr b. el-Hars şöyle derlerdi: "Kuşkuda olan dışında hiç kimse ölümü çirkin görmez". Gerçek de onların ifade ettikleri gibidir. Çünkü seven kimse, hiçbir şartta sevdiğine kavuşmayı çir­kin görmez.

Sevginin bu şekli, ancak Allah Teala´yı bütün kalbiyle seven muhibbana mahsustur. Böyle bir sevgiye ulaşan kimseyi ise Rabbızler Kalp, uzaklığın doğurduğu özlemle çile çeker, bir an önce sev­diğine kavuşmak ister.

Rivayet edilir ki: Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Zum´a, azatlısı Salim´i evlendirdiği zaman bütün Kureyş onu kınamış ve, ´Kureyş´in iffet­li hanımlarından birini, bir köleyle mi nikahladın?´ demişlerdi. O da şu karşığılı vermişti: ´Vallahi, onu onunla nikahladım. Ve biliyo­rum ki o köle, o hanımdan daha hayırlıdır*.

Bu söz, Kureyşliler´in ağrına gitti. Ona şöyle dediler: ´Biri kölen, biri kızkardeşin, bunu nasıl yaparsın?´ O da şu karşılığı verdi: ´Ben, Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: ´Allah Teala´yı bütün kalbiyle seven bir adama bakmak isteyen Salim´e baksın". Bu hadisten çıkartılacak bir anlam da, bazı müminlerin Allah Tea­la´yı kalplerinin bir kısmıyla sevdikleridir. Onlar, kalplerinin yal­nız bir kısmını O´na adayanlardır. Bunların kalplerinde başka sev­gilerin de yeri vardır.

Allah Teala´yı bütün kalpleriyle seven müminler, O´nu bütün masivaya tercih ederler. İşte bunlar, Allah Teala´nm saf ve halis kullarıdır. Bunlar için Allah Teala´dan başka ma´bud yoktur. O´ndan başka hiçbir ilah yoktur.

Yine aynı hadiste şuna delalet edilmektedi
r: Müminler, Allah sevgisi noktasında değişik makamlar üzeredirler. Bu da, ilahi sıfat­ların müşahedelerinin derecelerine göre belirlenir. Bazı kalpler, bütünüyle müşahede ederken, bazıları kısmen müşahede ederler.

Nu´ayman her günah işlediğinde Allah Resulü´ne (sav) getirilir­di. Yine bir defasında suç işlediği için O´na getirilmiş, Allah Resulü (sav) de ona had cezası uygulamıştı. Bunun üzerine, mecliste bulu­nan biri onu lanetleyerek, ´Allah Resulü´ne (sav) ne kadar da çok getiriliyor dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Böyle deme, muhakkak ki o da, Allah Teala´yı seviyor buyurdu". Görüldüğü gi­bi Allah Resulü (sav) o günahkârı, işlediği suçlara rağmen Allah sevgisi dairesinden çıkartmamıştır.

Ariflerden bir zat şöyle demiştir:
İman kalbin dışında, yani yü­rekte olduğu zaman mümin Allah Teala´yı orta derecede sever, iman kalbin içine girdiği zaman, onda bulunan siyah noktaya yer­leşmiş olur ki bu durumda Allah Teala´yı en yüksek derecede sever.  muhabbetine bakılır:

Eğer Allah Teala´yı bütün heva ve arzularına tercih ediyorsa, Allah sevgisi kulun nevasına galip gelir ve muhabbetullah olur. Bu, kulun herşeyden dolayı Allah Teala´yı sevnıesidir. Böylesi bir kul, Allah Teala´ya hakkıyla iman ettiği gibi, O´nu hakkıyla seven kul­dur. Eğer kalbinizi bu dereceden aşağıda görüyorsunuz, sevgiden nasibiniz o kadardır.

Muhabbetin en açık alameti, Mahbub Teala´yı kalbin bütün ha­zinelerine tercih etmektir. Bu yüzden de Allah Teala nıuhibbam tercih etmekle vasfetmiştir. Arifler de, onları bu şekilde nitelemiş­lerdir. Allah Teala muhibbam vasfederken şöyle buyurmuştur: "Kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen (gani­metlerden dolayı yüreklerinde bir sıkıntı duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (muhacirleri) kendi canlarına tercih ederler". (Haşr/9) Allah Teala başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Vallahi, Allah seni bize tercih etti". (Yusuf/91)

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Kalbin zahiri yani dış yüzü İs­lam´ın yeridir. Batını yani iç yüzü ise, imanın mekanıdır. İşte bu noktada muhibbanın dereceleri farklılaşmıştır. Çünkü imanın is­lam, batının zahir üzerindeki üstünlüğü açıktır.

Basra alimlerinden bir zat ise, ´Kalp´ ile ´Fu´âd=Yürek´i birbirin­den ayırmış ve şöyle demiştir:
Fu´âd, kalbin konduğu ve attığı yer­dir. Kalp onun aslı ve genişleyen kısmıdır. Başka bir vesilede ise şöyle demiştir: Kalpte iki boşluk vardır. Zahir yani görünen boşluk fu´âddır ki aklın konağıdır. Batın yani görünmeyen boşluk ise, kalptir ki işitme, görme, anlama ve müşahede etme melekeleri on­da bulunur. Orası da imanın konağıdır. Allah Teala da, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Allah onların kalplerine imanı yaz­dı". (Mücadele/22); "Muhakkak ki bunda, kalbi olan veya şahit ola­rak kulak veren kimse için bir hatırlatma vardır". (Kaf/37)

İslam sevgisi, bütün insanlara farz kılınmış bir sevgidir. Bu sev­gi, Allah Teala´ya itaat ve O´nun muhabbeti için farzları eda edip haramlardan sakınmayla irtibatl anmış tır. Mukarrebun´un muhab­bet ve sevgisi ise, sıfatların manalarını müşahede etmekten kay­naklanır. Bu muhabbet, O´nun ahlakının bilinmesiyle ortaya çıkar. Muhabbetin bu şekli, Allah Teala´nm havas kullarına mahsus bir sevgidir.

Bu sevginin aslı ve özü olan marifetullah yani Allah Teala´yı bil­me de, umum ve husus olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ariflerin ha-vassı için, muhabbetin çok hususi bir şekli sözkonusudur. Onların umumu için ise, muhabbetin umumu geçerlidir.

Geçmiş ümmetlerin haberleri arasında şu hadise nakledilmiş­tir: "Züleyha iman ettiği zaman, Yusuf (as) onunla evlenmişti. Ev­lendikten sonra Züleyha uzlete çekildi ve kendini ibadete hasrede­rek insanlardan uzaklaştı.

Yusuf (as) onu gündüz yatağa davet ettiği zaman, onu geceye havale ederek isteğini geri çeviriyordu. Gece çağırdığında ise, gün­düze erteliyor ve şöyle diyordu:
´Ey Yusuf! Ben seni Allah Teala´yı bilmezden önce seviyordum. Ama O´nu bildikten sonra sevgisi kal­bimde hiçbir sevgiye yer bırakmadı. Bu sevgiyi değiştirmek de iste­miyorum´. Sonunda Yusuf (as) ona şöyle dedi: ´Allah Teala bunu . emretti ve bana, senden iki erkek çocuk doğacağını ve bunları peygamber kılacağını haber verdi´.

Züleyha, bunun üzerine, ´Allah Teala böyle emir buyurmuş ve beni bir şeye vasıta kılmayı murad etmişse, o zaman Allah Tet ala´mn emrine boyun eğmek gerekir dedi ve Yusuf (as) ile beraber oldu". Allah Teala´yı hakkıyla bilen ulemadan bir zat şöyle demiş­tir: Tevhid kemale erdiğinde, muhabbet de tamam bulur. Muhabbet geldiğinde ise, tevekkül tamama erer ve kulun imanı kemal bula­rak farzları halis olur. Bu da yakin olarak adlandırılır Fudayl b. lyaz muhabbetin farziyeti hakkında şöyle demiştir ´ Size, ´Allah Teala´yı seviyor musunuz?´ diye sorulduğunda susun. ´Hayır dediğinizde küfre düşersiniz. ´Evet´ dediğinizde ise, muhib­banın sıfatına sahip değilseniz Allah Teala´nm gazabına uğrayabilirsiniz.

Alimlerimizden biri şöyle demiştir: Cennette, marifet ve mu­habbet nimetlerinden daha üstün bir nimet yoktur. Cehennemde ise, marifet ve muhabbet iddiasında bulununup bunların aslına va­kıf olmayanların çektiklerinden daha ağır bir azap yoktur. Onun üstünde başka bir alim de şunu ifade etmiştir: Bütün makam sa-i hiplerinin affedilmesi ve hoş görülmeleri umulur.

Ancak marifet ve muhabbet iddiasında bulunanlar bunun dışın­dadır. Onlar, her ses, her hareket, her duruş, her bakış ve her dşünüşleri için, Allah yolunda, O´nun için ve O´nunla beraber olup olmaması noktasında hesaba çekileceklerdir.

Allah Teala´nın kuluna muhabbeti, insanların sevgi ve muhab­beti gibi değildir. Çünkü insanların sevgisi, şu yedi sebepten biriy­le ortaya çıkar: Tabiat, cinsiyet, fayda, sıfat, arzu, merhamet ve bu sevgiyle Allah´a yakın olma. Bunlar, birbirine benzeyen şeyler, in­sanlar için ihdas edilmiş sebeplerdir. Bu tür sevgiler, sözkonusu se­beplerden, doğan ve ortaya çıkan sevgilerdir. Zamanın değişimi ve­ya sıfatların şekil değiştirmesiyle değişiklik arzedebilirler.

Allah Teala´nın sevgisi ise, O´nun güzel kelimesinden kaynakla­nan, bütün sebeplerin evvelinde varolan, hadisâttan çok önce kıdem sıfatını taşıyan bir sevgidir. O´nun yüce inayeti ile varolan bu mu­habbet, ebediyen değişmez ve yeni gelişmelerle şekil değiştirmez.

Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Ama Biz´den kendilerine güzellik geçmiş olanlar". (Enbiya/101) Yani haklarında güzel sözümüz geçmiş olan kimseler. Başka bir tefsirde ise, ´güzel makamları´ önceden kesinleşmiş olanlar, denilmiştir.

Allah Teala´nın önceden belirlenmiş olan hükmünü, kulların de­ğiştirmesi caiz değildir. O´nun hükmü, bütün hükümlerin öncesin­de yer alır. Nitekim O´nun şu buyrukları da, buna delalet etmekte­dir: "Andolsun Biz, İbrahim´e de önceden doğru yolu bulma kabili­yetini vermiştik. Zaten Biz onu biliyorduk". (Enbiya/51); "O, sizleri önceden müslümanlar olarak adlandırmıştı". (Hacc/78); "Kendileri için bir doğruluk kademesi olduğunu müjdele". (Yunus/2) Allah Te­ala, onların son işaretleriyle ilgili olarakta şöyle buyurmuştur: "Güçlü Padişah´m huzurunda doğruluk koltuklanndadıriar". (Ka­mer/55)

Allah Teala´nın kıdeminden önce onların doğruluk makamında bulunmaları mümkün değildir. Yine O´nun ilminden önce bu tür bir amellerinin olması da imkansızdır. Çünkü Allah Teaîa´nın ameli, malumdan öncedir. O´nun dostlarına olan muhabbeti de, onların Kendisi´ne sevgilerinden ve gösterdikleri amellerden çok öncedir.

Ayrıca bu, Allah Teala´nın Zatı´na mahsus hükümlerinden biri­nin özelliği, O´nun nasibinin lütfü ve ihlas ehline nimetlerinin en güzelini verenin nimetlerini tamama erdirmesidir. Yine o, sabık doğruluk kademeleri sebebiyle tercih edilenlerin tercih edilişidir.

Onlar Sıdk Sahibi´nin huzurundaki doğruluk koltuğuna daha önceden oturtulmuşlardır. Bunun için akla uygun bir sebep bulmak mümkün değildir. Önceden yapılmış bir amel için de neden buluna­maz. Bütün bunlar, kaderin sırlarında cari ve Kadir-i Mutlak´m lütfuna mahsus durumlardır.

Kaderin sırrını ifşa etmek ise, küfürdür. Onu, ancak bir pey­gamber veya bir sıddık bilebilir. Allah Teala, ancak gösterdiği kul­larını bu sırra mazhar kılar. Birtakım rivayetlerde görülen sebep­ler, ahbabın yolundan ve akıl sahibi mukarrebunun makamların­dan ibarettir.

Muhabbet; ancak kulun güzel işlere muvaffak kılınması, isme­tinin gözetilmesi, Allah Teala´nın ilminin gizli yönlerinin öğretilme­si ve her şeyde derhal O´na dönecek şekilde lütfunun gizliliklerinin bildirilmesi sayesinde açığa çıkıp zahir olur.

Kulların O´nun huzurunda durması, hiçbirşeye iltifat etmeksi­zin O´na bakmaları, O´na herşeyden daha yakın olmaları, O´nun rı­zasını çekecek amelleri çok işlemeleri, O´nun sıfatlarının manaları­na muttali kılınmaları, gizli sırlarını kendilerine bildirmesi, onla­rın fikirlerini nimetlerinin batini yönlerine açması, onlara halis şü­kür ve zikrin hakikatini nasip etmesi de muhabbet-i ilahinin ala-metlerindendir.

Bunlar, Allah Teala´nın ayne´l-yakin olarak keşfi bildirimlerde bulunduğu muhibban zümresinin yollarıdır. Denir ki: Allah Teala bir kulu sevdiği zaman, onu istihdam eder. Onu istihdam ettiğinde de yalnız Kendi´ne hasreder. Başka bir söz de şöyledir: "Allah Tea­la bir kulu sevdiği zaman ona nazar eder. O, bir kula nazar ettiği zaman ona azap etmez". Allah Resulü´nden (sav) de bu anlamda ha­disler rivayet edilmiştir.

armi
Thu 7 January 2010, 04:32 pm GMT +0200
Allah Resulü´nün (sav) bir hadislerinde şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "Allah Teala bir kulunu sevdiğinde onu imtihan eder. Onu tam olarak sevdiğinde iktina eder. Denildi ki: ´İktina ne­dir ey Allah Resulü?´ Şu cevaba verdi: Yani onda ne aile, ne de mal bırakır".

Muhabbet, Muhibb-i Evvel olan Allah Teala´nın kulunu tercih edişinden doğan bir sevap ve mahbub olan kuldan kaynaklanan bir takım hükümleri ihtiva eder. Bu hükümler, onun güzel amelleri veya Allah Teala´nın kendisine bahşettiği ilmin hakikati ile ala­kalıdır.

Nitekim Yusufun (as) kardeşleri, Allah Teala´nın ona karşı mu­habbetini gördükleri zaman şöyle demişlerdi
: "Andolsun ki Allah seni bizden üstün tuttu". (Yusuf/91) Ardından da şunu ifade etmiş­lerdi: "Doğrusu biz suç işlemiştik". (Yusuf/91) Onlar, geçmişte işle­dikleri suçu itiraf etmişlerdi. Allah Teala da, yaptıkları sebebiyle onları değil Yusufu (as) seçmişti.

Allah Teala, Yusufu (as) vasfederken şöyle buyurmaktadır
: "Be­ni arzın hazineleri üstüne (memur) kıl. Çünkü ben, onları iyi koru­rum". (Yusuf/55) Allah Teala, onun yeteneğini haber verirken de şöyle buyurmaktadır: "Güç ve kuvvetine ulaşınca, ona hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, güzel hareket edenleri böyle ödüllendiririz". (Yusuf/22) Allah Teala, onu seçiş sebebi olarak da geçmişte yaptığı güzellikleri göstermektedir.

Peygamberler de şöyle buyurmuşlardır: "Biz de sizler gibi in­sandan başka bir şey değiliz. Fakat Allah, kullarından dilediğine nimetini lütfeder". (İbrahim/İl) Allah Teala başka bir ayetinde de şöyle buyurmaktadır: "Allah meleklerden de, insanlardan da elçiler seçer". (Hacc/75)

Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah Teala bir kulu sevdiğinde onu imtihan eder. Eğer sabrederse onu ayırır. Eğer rıza gösterirse onu seçer". Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Allah Teala´yı sevdiğinizi düşünüyor ve sınandığınızı görüyorsanız, bilin ki O sizi arındırmak istemektedir. Müridlerden biri, şeyhine şöyle demişti: Galiba muhabbetten bir bahşa muttali kılındım. Bunun üzerine şeyh şöyle dedi: ´Ey oğul, seni kendinden başka bir sevgili ile sınayıp sen de Allah Te­ala´yı ona tercih edebildin mi?´ Mürid, ´Hayır" dedi. Bunun üzerine şeyh şunu söyledi: ´Öyleyse muhabbete tamah etme. Allah Teala imtihan etmediği kuluna onu bahşetmez´.

Muhabbetin emarelerinden biri de, Habib Teala´nın Kelam´ını sevmek ve onu sürekli dilde ve kalpte tekrarlamaktır. Müridlerden biri hakkında şunu naklettiler: Kötü bir şeye niyetlendiğimde Al­lah´a yakarmanın tadına ermeyi öğrenmiş ve gece gündüz Kur´an okur olmuştum. Sonra bir soğukluk oldu ve tilavetten uzaklaştım.

Uykuda bir nida sahibinin şöyle seslendiğim işittim: Beni sevdiği­ni iddia ediyorsan, Kitab´ıma niçin cefa ettin? Ondaki kınamaları­mı görmüyor musun? Bunun üzerine o soğukluktan kurtuldum ve kalbim yine Kur´an sevgisiyle doldu. Tekrar eski halime döndüm.

Ariflerden bir zat şöyle demiştir: Kul, Kur´an´da bütün aradığı­nı bulamadıkça mürid olamaz. Rivayete göre İbni Mesud (ra) şöyle derdi: "Hiçbiriniz, Kur´an´dan başka bir şeyle kendini sorgulama-malıdır. Eğer Kur´an´ı seviyorsa, Allah Teala´yı da seviyor demektir. Eğer Kur´an´ı sevmiyorsa, Allah Teala´yı da sevmiyor demektir". Kur´an sevgisinin bir alameti de, Kur´an ehlini sevmek, gecenin de­ğişik vakitleriyle günün aralıklarında Kur´an tilavet etmektir.

Sehl b. Abdullah şöyle demiştir:
Allah sevgisinin alameti, Kur´an sevgisidir. Allah ve Kur´an sevgisinin alameti ise, Allah Re-sulü´nü (sav) sevmektir. Allah Resulü´nü (sav) sevmenin alameti de sünneti sevmektir. Sünneti sevmenin alameti ise, ahireti sevmek­tir. Ahiret sevgisinin alameti ise, dünyaya buğzetmektir. Dünyaya buğzetmenin alameti de, ondan ancak yeteri kadarını ve ahirete ulaştıracak olanı almaktır.

Söz sahiplerinin en güzeli Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse, Allah sevdiği ve onla­rın da Kendisi´ni sevdikleri bir kavim getirecektir". (Maide/54) Ge­tirdiği o kavim de mürted olmayacaklardır. Zaten Allah Teala´nın sevdiği kulların böyle olması yakışmaz. Nitekim başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: "Sizi başka bir kavimle değiştirir ve onlar da, sizler gibi olmazlar". (Muhammed/38)

Allah sevgisinin bir alameti de, Habib Teala´ya yaklaştıracak uhrevi amelleri nefsin arzuladığı dünya işlerine tercih etmek, Al­lah Teala´nın emirlerini derhal ifa ederek, nefsi arzuların önüne koymaktır. O´nun sevgisini, hevanıza tercih etmeniz de, Allah sev­gisinin alametlerindendir. Emir ve yasaklarında Allah Resulü´ne (sav) tabi olmak, Allah dostu alim ve abidlere alçakgönüllü davran­mak, ehli dünya karşısında aziz olmak da bu sevginin işaretlerin-dendir.

Bir defasında Abdullah b. el-Mübarek´e, ´Tevazu nedir?´ diye so­rulmuştu. O, ´Büyüklenenlere karşı büyüklenmektir  cevabını ver­mişti. el-Feth b. Şahref şöyle demiştir: Ah b. Ebu Talib´i (kv) rüyamda gördüm. Ona, ´Bana bir hayır haber ver dedim. ´Zenginle­rin, Allah Teala´nm sevabını umarak fakirlere gösterdikleri tevazu ne kadar da güzeldir! Bundan da güzeli, fakirlerin Allah Teala´ya güvenerek zenginler karşısında büyüklenmeleridir" dedi.

Allah Teala sevdiklerini, dostlarına karşı alçakgönüllü, düş­manlarına karşı izzetli davranmakla vasfetmiştir. Çünkü O, sev­diklerini sıfatların en güzeli ile tavsif etmektedir. Habibe alçakgö­nüllü davranmak güzeldir. Düşmana karşı gösterilen izzet de, gü­zelliği bakımından zelile karşı gösterilen izzet gibidir.

İşte bu nedenle Allah Teala sevdiği kullarım, dosta karşı alçak­gönüllü, düşmana karşı aziz olarak tavsif etmiştir. Dosta karşı ki­birlenmeyi ise düşmana karşı alçakgönüllülükte olduğu gibi çirkin görmüştür. Allah Teala, sevdiklerini çirkin sıfatlarla anmaz.

Allah sevgisinin alametlerinden biri de, Mahbub Teala´nm yo­lunda, O´na yaklaşabilmek ve rızasına kavuşabilmek için mal ve can ile cihad etmek, bu yolda önüne çıkan her engeli safdışı etmek­tir. O, bu anlamda şöyle buyurmuştur: "Ya Rabbi, razı olasın diye Sana çabuk geldim". (Taha/84) O, Habibi´ne (sav) de şöyle emir bu­yurmuştur: "Herşeyden kalbini boşaltarak bütün gönlünle O´na yö-nel". (Müzzemmil/8) Buradaki emrin iki anlamı vardır. İlkine göre, herşeyi bırakarak kendini ihlas ile Rabbi´ne hasret ve O´nu herşe-ye tercih et, anlamı sözkonusudur. Diğerine göre ise, Allah Teala´ya ulaşıncaya kadar önüne çıkan her engeli bertaraf et, anlamı sözko­nusudur. Bu ikisi de, kulun Allah sevgisi noktasında hiçbir kmayı-cınm kınamasından korkmaması, nefsi zora koşarak O´na yönelme­si, dünyayı dışlaması, malı mülkü terketmesi, sevgisinde hiçbir övücünün övgüsüne ihtiyaç duymaması, Allah Teala´yı mala mülke tercih edişi sebebiyle insanların övgü ve senalarını arzu etmemesi gereklerine işaret eden en açık delillerdir.

Yine bunlar, yalnızlıkta aşinalık, halvette rahatlık, yakarışta boyun eğiş, O´nun Kelamı ile nimetlenmek, hükümlerinin acısın­dan zevk almak, hizmetin tadına varmak ve Allah´tan gelen belayı nimet görmek konusunda açık delillerdir. Sabit el-Benani dedi ki: Yirmi yıl Kuran ile hemhal oldum, lezzetini yirmi yıl aldım.

Mahbub Teala´dan başka birine yaslanmamak da, muhabbetin alametlerindendir. Çünkü bu, O´na ısınmak, aşina olmaktır. Ebu Muhammed (ra) şöyle demiştir: Allah katında sevenin ihaneti, avam masiyetinden çok daha ağırdır. Onun ihaneti, Allah´tan sına dayanmak, O´ndan başkasından aşinalık beklemektir.

Musa´nın (as) su istediği zenci köle Berah´m hikayesinde de bu­na ait bir ders vardır
: "Allah Teala, Musa´ya (as) şöyle buyurdu: ´Be­ratı Benim için ne kadar da güzel bir kuldur. Ama onun bir kusuru var\ Musa, ´Ey Rabbim, onun kusuru nedir?´ diye sordu. Allah Tea­la da, ´Seher yeli onun çok hoşuna gidyor ve kendim ona veriyor. Be­ni seven bir kul, kendini Ben´den başkasına vermez´ buyurdu".

Rivayette geçen ´sükûn´ kelimesi, burada bir şeyden rahat duy­mak, ona aşina olmak anlamındadır. Kelimenin bunun dışında, bir şeye bakmak, onu delil görmek, ondan kesin emin olmak ve onun­la mutmain olmak gibi anlamları da vardır.

Yukarıdaki kıssa, marifet ehlinden bir zata anlatıldığında şöyle demişti: ´Allah Teala bu buyruğu ile, Berah´ı değil Musa´yı (as) kas-detmektedir. Çünkü muhabbet makamına koyduğu Musa Peygam­berdir. Ancak Allah Teala, bizzat kendisine ifadeden haya ederek Berah´ı öne çıkarmıştır. Bu, Allah Teala´dan şöyle bir cevap olmuş­tur: ´Ben, onu zikrederek Musa´nın kusurunu yüzüne vurmadım´. Allah Teala, peygamberini sevdiği için kusurunu yüzüne vurmak-sızm haber vermiştir".

Allah Teala´yı seven muhibbanm nimetleri; yalnız O´nunla bir­likte olmaları, O´nun tarafından imtihan edildiklerinde de huzur ve rahatı ancak O´na yönelerek bulmalarında olur. Onlar, bu huzur ve rahatlığı O´ndan başkasında buldukları zaman, düştükleri gaf­letten dolayı günah işlemiş sayılırlar ve bundan dolayı tevbe etme­leri gerekir. Allah Teala da onlara mağfiret buyurur.

Rivayete göre bir abid, uzun yıllar ormanda Allah Teala´ya kul­lukta bulunmuştu. Bir gün, sığındığı ağaca bir kuşun yuva yaptığı­nı ve öttüğünü gördü. Kendi kendine şöyle dedi: Keşke şu ağacım mescide dönüşse, bu kuşun sesinde aşinalık bulurdum.

Allah Teala da, ağacı mescide çevirdi. Sonra da zamanın pey­gamberine şöyle vahyetti: Falan abide şu buyruğumu söyle: Bir mahlukta aşinalık bulduğun için seni öyle bir dereceden indirece­ğim ki, yaptığın amellerle o dereceye asla çıkamayacaksın.

Muhabbetin doğruluk ve ihlas alametlerinden biri de, aşinalığı yalnız O´nda bularak, kendini O´na adamaktır. Kul, O´nun mecli­sinde bulunarak Zatı ile konuştuğu zaman huzur ve sükunet bul-

malıdır. Halvette Rabbi´ne yakarmalıdır. Nimetlerin tadını almak; O´nun rızasına uygun davranmak ağır bastığı için O´na karşı çık­mayı terketmekle olur. Bir zat, muhibbandan birinin şu beytini okumuştu:

Güzel sabrın en tatlısı, en tatlıyı terketmede gösterilen sabırdır, Arzuladıklarımın en arzu edileni ise, o arzuyu en çok terketmektir.

Bir diğeri ise şöyle bir beyit söylemiştir:

Arzu ettiğimi, arzu ettiğim Zat için terkederim,

Nefsim öfkeyle dolsa da, O´nun razı olduğuna razı olurum.

Habib Teala ile mutmain olmak, bütün tasayı Rarib olan Hak Teala´ya hasretmek gerekir. Ayrıca sürekli O´na bakmak ve O´nu te­fekkür etmek de Allah sevgisinin samimiyet alametlerindendir. Çünkü O´nu bilen, O´nu sever, O´nu seven O´na bakar, O´na bakan ise O´nun üzerinde yoğunlaşır. Bunu, Allah Teala´nın şu buyruğun­dan anlamak da mümkündür: "Şimdi durup yaptığın tanrına bak. Biz onu yakacağız". (Taha/97)

Muhabbetin farz ve faziletlerinden biri de, sevdiği hususta Ha-bib´in isteğine uygun davranmaktır. Ömer (ra) bu meyanda Suhayb (ra) için şöyle demişti: ´Allah Suhayb´a rahmet etsin. Allah Te-ala´dan korkmasaydı, yine masiyette bulunmazdı´. Çünkü onun sa­hip olduğu Allah sevgisi, korkuya gerek olmaksızın kendisini O´na masiyetten alıkoymaktaydı. O Allah Teala´ya, muhabbet ve sevgisi sebebiyle itaat etmekteydi.

Suhayb (ra) şöyle demiştir: Benden, Rabbime olan sevgim dışın­da hiçbir şey netice çıkartılamaz. Kasdettiği; Allah Teala´nın kor­kutucu sıfatları ile rica ve ümidi mucib fiilleriydi. Alimlerimizden bir zat ise şöyle demiştir: Tercih ediş, muhabbetin şahididir.

Kişinin sevgisinin alameti, Allah Teala´yı kendisine tercih edişi­dir. Yine o, şöyle demiştir: Allah Teala´nın taatinde bulunan herkes, O´nun sevgisine mazhar olamaz. Ama O´nun yasaklarından uzak duran herkes O´nun sevgisine layık olur´. Hakikat de, bu zatın ifa­de ettiği gibidir.

m Muhabbet, salih amelleri çok işlemekle değil yasaklardan uzaK durmakla ortaya çıkar. Bu konuda şöyle bir söz rivayet edilmiştir İyi işler, iyiler, fasıklar ve günahkârlar tarafından yapılır. Günah lar ise, ancak sıddıklar tarafından terkedilir.

Denildi ki: İbadetlerin en faziletli mertebesi, onlar üzerinde sa birli olmaktır. İbadetlerde sabırlı olmak, yetmiş katma kadar sevapla ödüllendirilir. Günahlar karşısında sabır ise, yediyüz katma kadar sevapla ödüllendirilir. Böyle biri, sanki Allah yolunda cihad edenin makamına konulmuş gibi olur. Çünkü Allah Teala´dan bir imtihana ve nefsin zaruri gördüklerinden bir harama muhatap olimaktadır.

Bu durumdaki kul, nevasını terkettiği zaman, nefsini de terkelj-miş olur. Böyle bir fiilden dolayı kazandıklarının en hafifi, dünya hakkında zühd ve Allah yolunda cihad sevabıdır. İşte bu yüzden bu gibi kimselerin sevapları, yediyüz kata kadar çıkartılmıştır. Ayiiı nedenle de, Allah Teala´nın muhabbetine layık olmuş olur.

Allah Teala buyurdu ki: Rabbinin makamından korkan için iki cennet vardır". (Rahman/46) Allah Teala, böyle kullarına duyduğu sevgi ile, onu diğerlerinden üstün kılmıştır. Bu hususta duyduğum haberlerin en ilginci şudur: Musa (as), Hızır´a (as) ´Bu mertebeye ney­le ulaştın?´ diye sordu. O, ´Günahların tamamım terkederek´ dedi.

Ebu Mulıammed Sehl (ra), Allah Teala´nın "Allah müminlerin mallarım ve canlarım satın aldı" (Tevbe/111) buyruğuyla ilgili ola­rak şöyle demiştir
: Canlarının geçimi fâni, yani dünyevi şehvetler­den aldıkları anlık paylardır.

Allah Teala´ya serzenişte bulunarak rahatlamak ve yalnız O´na has kıldığı ameliyle huzur bulmak da muhabbetin alametlerinden­dir. Amelleri, O´nun Zatı´na halis kılarak bunlarda güzel edeb gös­termek de muhabbetin emarelerindendir.

Amellerde gösterilecek güzel edeb; onları gizlemek, Allah Tea-la´nm hükmettiği darlık ve sıkıntıları saklamak, bahşettiği lütuf ve faydaları anlatarak nimetleri, gizli lütufları, yaratışının incelikleri ve kudretinin latif yönleri üzerinde uzun uzun tefekkür etmekle olur. Her hal ve şartta Allah Teala´ya senada bulunmak, O´ndan ge­len nimet ve lütufları anlatmak, O´nun imtihanlarına sabretmek de muhabbetin alametlerindendir. Çünkü o, böyle davranmak suretiyle, Allah Teala´rnn ehlinden ve dostlarından biri olduğunu gös­termiş olur.

Allah Teala kalplerinde daha fazla yer edinmek için dostlarını sıkarak zorluğa düşürebilir. Allah Teala, onlar nezdinde, çok büyük bir yeri olduğunu bildiği gibi, onların Zatı´na karşı başka birini is­temeyeceklerini de iyi bilir. Çünkü onlar, O´ndan başkasında huzur bulamaz, O´ndan başkasından talepdâr olmazlar. Onlar için Allah Teala´dan başka himmet yoktur.

Muhibbandan biri şöyle demiştir: Sen´den vah bana, Sen´in uğ­runda vay bana! Sen´den korkar, Sen´i özlerim. Sen´den talepte bu­lunsam beni yorar, Sen´den kaçsam Sen beni talep edersin. Senin beraberliğinde benim bir rahat, Sen´den başkasında da benim için bir istirahat yoktur.

Mendub kılınan hayır işlerine, tad alarak ve yürek ferahlaya­rak koşmak da muhabbetin alametlerindendir. Nitekim bu husus­ta şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Kulum Bana nafilelerle yak­laşmaya devam eder, ta ki Ben de onu severim". [30] Allah Teala´nm kazasına rıza göstermek de muhabbetin alametlerindendir. Çünkü bu, Allah Teala´nın fiillerini güzel görmektir.

Allah Teala´yı devamlı zikretmek, O´nu zikredenleri sevmek, Al­lah´ı zikredenlerin meclislerine oturmak, serzeniş ve özlemini Al­lah Teala´ya yöneltmek, kalbi halktan uzak tutmak, herşeyde Hâ-lık´a bakmak, herşeyi süratle O´na havale etmek, her şeyde aşina­lığı yalnız Allah´ta bulmak, O´nu bol bol zikretmek ve herşeyden ib­ret çıkarmak da muhabbetin alametlerindendir.

Muhabbetin alametlerinden biri de teheccüdü uzatmaktır. Bu konuda Allah Teala´nın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Gece çöktüğünde Beni bırakarak uyuduğu halde Bana muhabbetini id­dia eden kimse yalancıdır".

Ariflerden bir zat ise, gece uykusuzluğunu başlıbaşma bir ma­kam olarak görmüştür. Üstteki hadis kendisine iHÜüedüdiği zaman şöyle demiştir: Bu, Allah Teala´nm şevk makamına koyduğu kimse­dir. Ama kendisine sekine indirdiği ve yakınlığında aşinalığına sı­ğındırdığı kulun, uykusu ile uykusuzluğu birdir. Aynı arif sözüne devamla şöyle demiştir: Muhibbandan öyle bir topluluk gördüm ki
onların uykuları, uykusuzluklarından daha fazla idi. Muhibbanm imamı ve Allah Teala tarafından sevilenlerin önderi Allah -Resulü (sav) de, bazan uyur, bazan da teheccüd namazına kalkardı. Kimi zaman, uykusu teheccüdünden fazla olurdu. O, geceleri muhakka uyurdu.

Dünyada zühd göstererek malını Habib´in yolunda harcamak ve Hakk´ı tüm nevalara tercih ederek canını O´nun yoluna koymak da muhabbetin işaretlerindendir. Cüneyd şöyle demiştir: Muhabbetin alameti, bedeni zayıflatıp kalbi zayıflatmayacak uğraş ve gayret­lerde devamlı olmaktır.

Selef-i Salih´ten bir zat ise şöyle demiştir: Muhabbetten kaynak­lanan bir amele soğukluk gelmez. Ulemadan bir zat da şöyle demiş­tir: Allah yemin ederim ki, O´nu seven biri en ağır vesilelere .bile maruz kalsa, Allah Teala´nm ibadetinden asla bıkkınlık duymaz.

Muhabbetin alametlerinden biri de, birbirlerine hakkı öğütle­mek ve onu tavsiye ederek bunda sabır göstermektir. Nitekim Al­lah Teala, salihler arasında kârlı çıkanları haber verirken şöyle bu­yurmuştur: "Muhakkak insan hüsrandadır. Ancak iman edip salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı ıtavsiye edenler hariç".

(Asr/1-3)

Allah Teala´dan başkasını sevenler, O´nun şöyle tavsif-ettiği kimseler gibidirler:
"Ödüllerinizi verir ve sizden mallarınızı iste­mez. Eğer onları isteseydi de sizi sıkıştır saydı, cimrilik ederdiniz ve bu kinlerinizi ortaya çıkarırdı". (Muhammed/36-37) Bu ayetin kıra-atiyle ilgili olarak İbni Abbas´dan (ra) şu söz rivayet edilmiştir: Kinlerinizi -yani mallarınızı- çıkarırdı.

Mal sevgisi ve sürekli malla meşguliyet sebebiyle şirk bulaşan imanı zayıf kimseler, ihlaslı Allah dostlarının kazandıklarını kay­betmiş ve salihlerin idrak ettikleri güzel son ile Tuba cennetini ka­çırmışlardır. Allah Teala, gerçek dostlarından mallarını ve canları­nı son katresine kadar vermelerini ister ki Kendi´nden başka bir sevdikleri olmasın ve yalnız O´na kulluk etsinler.

O bunu, sevgilerini açığa çıkarmak, samimiyet ve sabırla ilgili sözlerini sınamak için yapar. Çünkü O, çok cömert bir mülk Sahi-bi´dir. İstediği zaman, tamamını ister. O, aynı zamanda da kıskanç­tır; başka kişi ve varlıkların Kendi sevgisine ortak edilmesini iste­mez. Bu sevgiye, ancak Allah Teala´yı layıkıyla bilenler tahammül eder. O´nun hükümlerine ancak yakini iman sahipleri rıza göstere­bilirler. Şu var ki Allah Teala, malın ve canın tamamını, ancak özel bir muhabbet ile sevdiği kullarından ister. Bütün bunlar, O´nun hikmetinin gereklerindendir.

Malını ve canını adama konusunda tüm çabasını sarfeden ve bu sebeple de mülkiyetinde hiçbir mal kalmayan mahbublardan biri­ne, ´Bu halinin sebebi nedir? Muhabbetten mi?´ diye sorulmuştu. Şöyle dedi: Halktan birinin birine söylediği bir söz başıma bu imti­hanı getirdi. ´O söz neydi?´ diye sordular.

Dedi ki: Aşıklardan birinin sevdiği ile halvette iken şöyle dedi­ğini işittim
: Vallahi seni bütün kalbimle seviyorum. Sen ise, bütün varlığınla benden yüz çeviriyorsun. Sevdiği ona, Beni seviyorsan, benim için ne verebilirsin? diye sordu. O da dedi ki: Ey efendim, sa­hip olduklarıma seni sahip eder, sonra da canımı yoluna feda ede­rim. Bunu duyunca kendi kendime şöyle dedim: Mahlukun mahlu­ka, kulun kula sevgisi böyle olunca, mahlukun Hâlık´ma, abidin Mabûd´una olan sevgisi nasıl olabilir? İşte bu söz, onun imtihanı­nın sebebi olmuştu.

Mallar, satın alma yoluyla nefslere dahil olur. Nefislerin satın aldıkları, sözkonusu şeyleri sevmelerinden dolayıdır. Allah Teala da, malların ve canların insanlar için taşıdığı değeri bildiği için bunları onlardan satın almaktadır. Allah Teala´nm bunları sevme­sinin alameti, onları kendilerinden satın almasıdır. Satın alması­nın belirtisi ise, bunları dürerek almasıdır. Allah Teala bunları al­dığında, insanların O´ndan başkasından heva adına beklentileri kalmaz. Çünkü Allah Teala, onları satın almıştır.

Nefslerin afetleri, onların dertleridir. Nefslerin devası ise, bun­lardan arınmaktır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Onla­rı arındıran kurtuldu". (Şems/9) Allah Teala nefsi afetlerden arın­dırdığı zaman, onu saflaştırmış olur.

Nefsi takva için şehvetlerden arındırmak üzere imtihan ettiğin­de ise onu satın almış olur. Nefsin her hastalığının bir devası var­dır. Nefsin devası da, derdine göre ağır veya zorlu olur. Nefsinizin devasını, derdinin çıktığı yerin üstüne koymanız gerekir. O dert ne­reden geldi ise, onun geldiği yere onun zıddını yerleştirmek veya o derdin kökünü kurutmak gerekir.

Allah Teala tarafından satın alınmış nefslerin alameti, sevilen ve seçilen nefsler olmalarıdır. Habib Teala´ya tevbe; O´na hizmet ve sü­rekli O´na hamd ile olur. Güzel edeple huzurunda namaza devam et­mek, O´nun sevdiğini emredip çirkin gördüğünden sakındırmak ve koyduğu sınırlara riayet etmek de O´na yönelmenin yollarındandır. İlmi de aklın mecralarında gizlemek suretiyle düzenlemek gere­kir. Kudretin kayyumiyetini gizlemek de onu koruma şekillerin-dendir. Çünkü aklın sınırları vardır. Bu da muhabbet ilminin giz­lenmesini gerektirir. Bu husus muhibban nezdinde, beden için ko­nulan sınır ve hadler gibidir.

Bilindiği üzere Allah Teala bu sınırları, peygamberlerinin dilleriy­le vazetmiştir. Allah Teala´nm koyduğu sınırları çiğneyen kimse, ken­dine zulmetmiş olur. Bundan dolayı tevbe etmeyenler de gerçek za­limlerdir. Allah Teala ise, çok tevbe edenleri ve çok arınanları sever. O, bu durumdan sakınan takva sahiplerini de sever. Allah Re­sulü (sav) buyurdu ki: "Allah Teala´nm kendisini sevmesini isteyen kimse, dünyada zühd sahibi olsun". [31]Hiçkimse, dünyada zühd sa­hibi olmadıkça Allah sevgisine tamah etmemelidir.

Yukarıda anlattığımız hususlar, Allah Teala´yı seven muhibba-nın ağırlıklı sıfatlarıdır. Muhabbetin alametlerinden biri de, kullu­ğu yalnız Allah için yapmak, kaygı ve arzusunu muhabbet üzerin­de yoğunlaştırmaktır. Kul, yalnız Allah Teala´nm rızası bulunan şeyleri arzu etmelidir. Allah Teala, ancak onun arzu ettiğini takdir | edecektir. Ulemadan bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Seni j halktan uzaklaştırdığını gördüğünde, bil ki seni Zatı´na aşina kılmak istemektedir.

Davud (as) hakkında rivayet edilen haberlerden birinde Allah Teala´nm ona şöyle vahyettiği nakledilmiştir
: Beni sevenlerin en üstünü, Bana hiçbir menfaat beklemeksizin kulluk edip rubûbiyet sıfatına layık olan değeri verendir.

Vehb de, Zebur´dan şunu aktarmıştır: "Bana cennet ya da ce­hennem için kulluk eden kimse ne kadar da zalimdir! Eğer cennet ve cehennemi yaratmasaydım, itaatma layık olmayacak mıydım?" Benzer bir ifade, İsa (as) hakkında nakledilen haberler arasında da geçmektedir: "Takva sahibini, Rab Teala´ya düşkün olarak gördü-ğünüzde, bunun onu O´ndan başkası ile meşgul olmaktan kurtardı­ğını bilin". Yine O´ndan şu söz rivayet edilmiştir: "Allah Teala´yı se­ven, musibetleri de sever".

Rivayete göre İsa (as) havarilerle giderken ibadetle meşgul olan bir topluluk görmüştü. Bunlar, ibadetten yorgun düşmüş kimseler­di. Çürümüş su kırbaları gibi duruyorlardı. İsa (as) onlara, ´Siz kimsiniz?´ diye sordu. Onlar da, ´Biz, abidleriz´ dediler. İsa (as), ´Ne­ye ibadet ettiniz?´ diye sorunca şu cevabı verdiler: Allah Teala biz­leri ateşle dağladı ve biz de cehennem korkusuyla dolduk. Bunun üzerine İsa (as) şöyle buyurdu: ´Sizi korktuğunuzdan emin kılmak, Allah Teala üzerine bir haktır".

Ardından bu kimselerden daha fazla ibadet eden başka bir top­luluğa rastladı. Onlara, ´Siz ne için ibadet ettiniz?´ diye sordu. On­lar da, ´Allah Teala bizleri cennetlere ve onlarda dostları için hazır­ladıklarına özendirdi. Bizler de bunu ümid ediyoruz. İsa (as) da şöyle buyurdu: Ümit ettiğiniz şeyi size vermesi Allah Teala üzerin­de bir haktır.

Sonra ibadetle meşgul olan başka bir toplulukla karşılaştı. On­lara, ´Kimlersiniz?´ diye sordu. Onlar da, ´Biz, Allah Teala´yı seven­leriz. Ne cehennem korkusu, ne de cennet özlemiyle ibadet ederiz. Sadece O´na olan sevgimiz ve yüceliğini tazim etmemiz sebebiyle ibadette bulunuruz´ dediler. Bunun üzerine İsa (as) şöyle buyurdu: ´İşte sizler gerçek Allah dostlarısınız. Ben de sizlerle beraber ol­makla emrolundum´. Sonra da onların arasında ikamet etmeye başladı. Bu haberin başka bir rivayetinde öncekilere şöyle dediği nakledilmiştir: ´Sizler, bir mahluktan korkuyor, başka bir mahluğu seviyorsunuz´. Sonunculara ise, ´Sizler Allah Teala´ya yakın kılın­mışlarsınız demiştir.

armi
Thu 7 January 2010, 04:36 pm GMT +0200
Tabiun arasında da, İsa´nın (as) sözettiği kimselerin makamına layık olanlar çıkmıştır. Bunlardan biri olan Ebu Hazim el-Medeni (ra) şöyle derdi: Azap korkusuyla kulluk etmek hususunda Rab-bimden haya ederim. Bu durumda, karşılığı verilmediğinde amel etmeyen kötü bir kul gibi olurum. Ben O´na yalnız muhabbetimden dolayı kulluk ederim. Allah Resulü´nden de (sav) bu manada şu ha­dis rivayet edilmiştir: "Sizden biri, korktuğunda amel eden gibi kö­tü kul ve ücreti verilmediğinde calısmavan kötü isçi cnhi olmasın"

Ma´ruf-i Kerhi´nin dostlarından biri ona, ´Bana söyler misin, se­ni ibadete ve insanlardan uzaklaşmaya sevkeden nedir?´ diye sor­du. Ma´ruf bir müddet sustu. Soru sahibi, ´Ölümü hatırlamak mı?´ dedi. Bunun üzerine Ma´ruf, ´Ölüm nedir?´ diye sordu. Dostu, ´Ka-biri ve Berzah alemini hatırlamaktır dedi. ´Peki kabir nedir?´ diye sordu. Dostu, ´Cehennem korkusu, cennet arzusudur" dedi. Bunun üzerine Ma´ruf şöyle dedi: O da nedir? Bunların hepsi O´nun elin­dedir. Eğer O´nu seversen, sana bütün bunları unutturur. Eğer O´nunla aranda bir aşinalık varsa, bunların hepsiyle ilgili olarak sana O yeter.

Ali b. el-Muvaffak´tan şu söz nakledilmiştir: ´Rüyamda kendimi cennete girmiş gibi gördüm. Orada sofranın üstünde oturan bir adam gördüm. Sağında ve solunda iki melek vardı. Ona her türlü güzel yiyeceklerden sunuyorlardı. O da bu nimetleri yiyordu.

Sonra cennetin kapısında dikili duran bir adam gördüm. Gelenleri inceliyor, bir kısmını cennete sokarken bir kısmını da geri çevi­riyordu. Daha sonra Kudüs´ün avlusuna geçtim. Orada arşın duvarında bir başka adam gördüm. Gözlerini dikmiş Allah Teala´ya ba-f kıyordu. Başını hiç oynatmıyordu.

Meleğe, ´Bu kim?´ diye sordum. Bana, ´O, Ma´ruf-i Kerhi´dir. Ne cehennem korkusuyla, ne de cennet ümidiyle Rabbi´ne kulluk et­miştir. Yalnız O´na olan sevgisi sebebiyle kullukta bulunmuştur. Al­lah Teala da, Kıyamet´e kadar Kendi´ne bakmasına izin vermiştir dedi. ´Peki diğerleri kimler?´ diye sordum. ´Kardeşlerin Bişr b. el-Hars ve Ahmed b. Hanbel´ dedi.

Bu makam, sıddıkların abdalının makamıdır. Onlar peygam­berlerin abdallarının makamına konulmadıkları gibi şehitlerin de­recelerine de yükseltilmezler. Ta ki Allah sevgisi bütün hallerde kalplerine hakim olsun ve yalnız O´na tamah ederek O´ndan başka­sını unutsunlar. Böyleleri, mukarrebun zümresindedirler ve cen­netteki nimetleri katıksızdır.

Ashab-ı Yeminin nimetleri ise, kendi kalpleri gibi karışıktır. Ni­tekim Allah Teala, onların nimetlerini vasfederken şöyle buyur­muştur: "İyiler, elbette nimet içindedirler. Koltuklar üzerinde otu­rup bakarlar. Yüzlerinde nimetin sevinç ve pırıltısını sezersin. On­lara mühürlü halis bir şaraptan içirilir". (Mutaffifin/22-25)

Allah Teala başka bir ayetinde de, mukarrebun içeceklerini vas-federek şöyle buyurmuştur: "Karışımı tesnimdendir. Bir çeşme ki Allah Teala´ya yaklaştırılanlar ondan içerler". (Mutaffifin/27-28) Ashab-ı Yemin´in içecekleri ise karışıktır. Allah Teala iyilerin içece­ğini, mukarrebunun içeceğiyle aynı karışımdan kılmıştır. O, bütün cennet nimetlerini şerab/içecek olarak ifade buyurmuştur. Tıpkı ilim ve amelleri kitab/defter kelimesiyle ifade buyurduğu gibi.

Allah Teala ebrâr yani iyiler zümresini vasfederken de şöyle bu­yurmuştur: "Ebrarın defteri üliyyundadır". (Mutaffîfîn/18) Ardın­dan da şöyle buyurmuştur: "Allah Teala´ya yaklaştırılmış olanlar, ona şahit olurlar". (Mutaffifin/21) Buna göre ebrâr zümresinin ilim­lerinin güzelliği, amellerinin duruluğu ve defterlerinin yüksekliği ancak Allah Teala´ya yaklaştırılmış olan mukarrebun zümresinin şahitliğiyle mümkün olabilmiştir. Onların dünyadaki ilim ve amel­leri de, yine onların müşahedeleriyle güzelleşip yükselmiştir. On­lar, kendileri açısından ziyade sevabı da, mukarrebuna yaklaşmak­ta bulmuşlardır.

Allah Teala buyurdu ki: "İlk defa yarattığımız gibi tekrar diril­tiriz". (Enbiya/104); "Yaptıklarına uygun bir ceza olarak". (Nebe/26) Yani amellerine uygun olarak karşılık görürler. Yine O, başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Bu sıfatlarından dolayı Al­lah onların cezalarım verecektir. Muhakkak ki O, herşeyi bilen, hü­küm ve hikmet sahibidir". (En´am/139) Yani Allah Teala onları, dünyadaki sıfatlarına uygun olarak ağırlayacaktır.

Buna göre, dünya yurdundaki nimeti, mülkün güzelliklerinden olduğu zaman, yarın da ahirette dünya mülkünün nimetleriyle karşılaşacaktır. Dünyadaki nimet ve sevinci, Allah Teala olan kim­se de, ahirete vardığı zaman O Padişahsın huzurunda doğruluk kol­tuğuna oturacaktır. Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle demiştir: Kim dünyada sürekli nefsi ile meşgul ise, ahirette de nefsi ile uğ­raşacaktır. Her kim bugün Rabbi ile meşgul ise, ahirette de Rabbi ile meşgul olacaktır.

Muhibban zümresinden olan Rabia el-Adeviyye (ra) hakkında şu hadise nakledilmiştir
: Süfyan-ı Sevri onun meclisinde oturuyor ve ´Bize, Rabbinin sana nasip ettiği zarif hikmetleri anlat´ diyordu. O da şöyle dedi: Ne kadar da güzel bir insansın. Bir de dünyayı sevmesen. Aslında merhum Sevri, dünya hakkında zahid bir zat idi, Ama Rabia, onun hadis kitaplarını saklamasını ve insanlara yönel­mesini dünya kapılarından sayıyordu.

Bir gün Sevri ona şunu sordu: ´Her kulun bir şartı ve her ima­nın bir hakikati vardır. Senin imanının hakikati nedir? Rabia (ra) şu cevabı verdi: Ben, Allah Teala´dan korkum sebebiyle kulluk et­medim. Aksi halde, korkmadığında çalışmayan kötü hizmetçi gibi olurdum. O´na cennet arzusu ile de kulluk etmedim. Aksi takdirde, ancak parasını aldığında çalışan kötü hizmetçi gibi olurdum. Yal­nız Allah sevgisi ve O´nun şevkiyle ibadet ettim.

Hammad b. Zeyd de ondan şunu rivayet etmiştir: Rabia (ra) de­di ki: Ben dünyayı, ona sahip olan Allah´tan istemekten haya eder­ken, ona sahip olmayan bir kuldan nasıl isteyebilirim?!
Bu, onun Hammad´a verdiği cevaptı. Çünkü Hammad kendisi­ne, ´İhtiyaçların varsa bildirin de halledelim´ demişti. Bir defasın­da Abdülvahid b. Zeyd ona talip olmuştu. Kendisine şöyle dedi: Ey şehvet düşkünü, kendin gibi bir şehvet düşkünü ara. Bende şehve­te delalet edecek ne gördün?

Basra emiri Muhammed b. Süleyman da yüzbinlik mihirle ona evlenme teklif etmiş ve şöyle demişti: Benim her ay onbinlik geli­rim var, onu sana vereyim´. Bunun üzerine Rabia (ra) şöyle bir mektup gönderdi: Bana ait bir kul olman ve herşeyinin bana ait ol­ması beni sevindirmez. Sen beni, bir anlık kadar dahi olsun Allah Teala´yı anmaktan alıkoydun. Bu günah bana yeter.

O, muhabbet hakkında, açıklamaya ihtiyacı olan bir şiir söyle­mişti. Bu şiiri Basralılar kendisinden nakletmişlerdir. Bunlar ara­sında, Cafer b. Süleyman ez-Zabe´i, Süfyan-ı Sevri, Hammad b. Zeyd ve Abdülvahid b. Zeyd gibi şahıslar vardı:

Seni iki sevgiyle severim; heva sevgisiVe öyle bir sevgi ki, ona Seriden başkası layık değildir

.fiu Heva sevgisi olana gelince,

Seni zikrederek Sen´den başkasından uzaklaşmamdır.

Yalnız Senin layık olduğun sevgiye gelince,

rar Seni görebilmem için perdeyi aralamandır.

Ne onda, ne de bunda benim Övülmeni gerekmezken, Onda da, bunda da övgü yalnız Sana mahsustur.

Onun heva sevgisi ile Allah Teala´nm layık olduğu sevgiye dair söyledikleri ve sevgiyi bu şekilde iki sınıfa ayırması, açıklama ge­rektirmektedir. Bilmeyenlerin ve bunun aslına şahit olmayanların anlayabilmeleri için bu gereklidir. Aksi takdirde, bu konuda bir yetkinliği ve derinliği olmayan bir takım akıl sahiplerinin sözko-nusu ifadeleri yadırgamaları mümkündür. Bu nedenle de, bunu açıklamayı gerekli görüyor ve marifet sahiplerine yol göstermek istiyoruz.

Heva sevgisi şu anlamda kullanılmıştır:
Ben Seni, haber alma veya duyma yoluyla değil aynel yakin olarak müşahede edip gördü­ğüm için sevdim. Benim tasdikim, nimetler ve ihsandan hareketle ortaya çıkmış değildir. Bu husus farklı olduğuna göre, fiillerin fark­lılaşmasından dolayı benim sevgim de farklı olacaktır. Benim mu­habbetim, aynel yakin görme yoluyla olmalıdır. Ben Sana yakın ol­dum ve herkesten Sana kaçtım. Daima Seninle meşgul oldum ve mâsivadan uzaklaştım.

Bundan önce bir takım nevalarım vardı. Ama Seni gördüğümde, bunların hepsi toparlandı ve tamamı Senin üstünde yoğunlaştı. Bü­tün kalbim ve bütün muhabbetim Sen oldun. Bana nıâsivayı unut­turdun. Ama buna rağmen kendimi bu muhabbete ve ahirette rıza makamında Sana keşf ve ayan üzere bakmaya ehliyetli görmüyo­rum. Çünkü Sana olan muhabbetim, herhangi bir karşılık gerektir­memektedir. Aksine herşeyi Senin için kılmamı gerektirmektedir.

Gücümün yetmeyeceği herşeyi Senin için yapmam gerekir. Böy­le yapsam da Senin hakkını ödemem asla mümkün değildir. Çün­kü ben, Seni sevdim ve kusurda bulunma korkusu beni terketmez oldu. Karşılığı vermemdeki eksiklikten dolayı haya etmem bana farz oldu. Ama Sen kereminin lütfuyla bana ihsanda bulundun ve bugün benim yanımda gösterdiğin gibi ahirette de bana Kendi ka­tında Zatı´nı gösterdin.

Dünyada bana lütfettiğin bu eşsiz nimet için Sana hamdolsun. Ahirette kendi katında lütfedeceğin için de Sana hamd ederim. Oy­sa ben, ne dünya, ne de ahirette bu lütuftan dolayı övülmeyi haket-mem. Çünkü her ikisine Senin sayende ulaştım. Dolayısıyla her ikisinde de hamda layık olan yalnız Sensin. Beni bu derecelere eriş­tiren de yine Sen´sin.

Rabia´nm (ra) şiirinin açıklaması bundan ibarettir. Bu, aynı za-anda zannımıza göre Allah Teala´yı hakkıyla seven muhibbanm da vecdidir. Çünkü Rabia´nm (ra) muhabbet makamında doğruluk kademesi vardı. Allah Teala daha iyi bilir. Böyle bir kitapta, yuka­rıda özetlediğimiz hususların hakikatlerini keşfederek açıklamak ve zikrettiğimiz hususların tafsilatına girmek mümkün değildir.

Rabia (ra) gibi muhibbandan olmayan biri, muhabbetiyle nazla­nıp sevdiğinden ona karşılık bir ödül vermesini isteyebileceği gibi kendini muhabbeti sebebiyle O´ndan birtakım şeyleri talep etmeye ehil de görebilir.

Bunlar muhabbetle aldatılmış ve onu gerçek anlamıyla görmek­ten menedilmiş kimselerdir. Bu, ancak rica makamı için geçerlidir. Bunun zıddı da korku makamıdır. Bunun muhabbetle, uzaktan ya­kından alakası yoktur.

Muhabbet, ancak muhabbette buğzedilme korkusuyla sıhhat bulur. Ariflerden bir zat şöyle demiştir: O´nu bildiğini zanneden, O´nu bilmeyendir. O´nu sevdiğini vehmeden de, O´nu layıkıyla sev­meyendir. [32]


Muhibbanın Korkuları Ve Korkudaki Makamlari Hakkındadır :




Muhibler için sözkonusu olan yedi korku vardır ki, diğer nîakam sahipleri için geçerli değildir. Bu korkuların bir kısmı, diğerlerin­den daha şiddetlidir.

Korkuların ilki, yüz çevirme korkusudur. Bundan daha büyüğü, hicap yani perdeleme korkusudur.

Bundan da büyüğü, uzaklık korkusudur. Hud suresinde bu an­lamda yer alan bazı ayetler, Allah Resulü´nü (sav) kocaltmıştır. Al­lah Teala buyurdu ki: "Hud´un kavmi Ad, (Allah Teala´nm rahme­tinden) uzak olsun!". (Hud/60); "Ve iyi bilin ki Semud, uzak oldu­lar!". (Hud/68) Uzaklıkta uzaklaştırma, yakında yakınlık ehli olan kimseleri kocatır.

Bundan sonra müridin elinden kazandıklarını çekip alma ve sı­nırda durdurma korkusu gelir. Bu, izhar ve tercih noktasındaki ha­vas için geçerli olan bir korkudur. Kendilerine bir ceza olarak haki­kat ellerinden çekilip alınır. Bu, muhabbet iddiası ve nefsin kendi

gerçeğini nitelemesinde olabilir. Ama muhabbet ehli bu noktalarda kusur edip ümitsizliğe düşmezler.

Bundan sonra Allah Teala´nm gizli tuzaklarından olan kaçırma (=fevt) korkusu gelir. Bir defasında muhibbanın önde gelenlerinden îbrahim b. Edhem´in kulağına cezbedeki bir adamın şu şiiri takıl­mıştı:

Ben´den yüz çevirmen dışında herşeyin mağfiret olunmuştur, Sana kaçırdıklarını verdik, geriye Benim için kaçırdıkların kaldı.

ibrahim b. Edhem bunu duyar duymaz bocaladı ve bayıldı. Bir gün bir gece baygın yattı. Bu hadisenin uzun bir kıssası vardır.

İbrahim b. Edhem, konulduğu bir çok makamdan sonra, bun­lardan söz edilen makama nakledildi. Kendisi bu kıssanın sonunda şöyle demiştir: Dağdan ´Ey İbrahim! Kul ol´ diye bir nida duydum. Artık bir kul olduğum için rahatladım.

Bu nidanın anlamı şudur: Sana yalnız Bir olan Allah Teala sa­hip olsun, sen de yalnız O´nun kulu ve kölesi olarak başkalarından azat ol. Hiçbir şeye sahip olma. Zaten her şey, O´nun hazinesinde-dir. Onlara sahiplenme. Sahiplendiğin şeyler Mâlik olan Allah Te-ala´nm önünde sana perde olurlar. Bu perde, sahip olduğun eşyaya göre kalınlaşır incelir.

Allah Teala, yarattıkları ile kendi Zatı arasındaki ilişkiye şöyle bir misal vermiştir:


İki adam vardır. Bunlardan birinin birbirleriyle çekişen aile, mal ve arzular gibi ortakları vardır. Diğeri ise, Tek olana teslim ol­muş, ihlaslı bir adamdır. Bu ikisinin eşit olmaları elbette mümkün değildir. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Allah Tea­la, (putperestle tek Allah´a inananın durumunu anlatmak için) bir misal getirdi: Birbiriyle çekişen birçok ortağın sahip olduğu bir adam (bir köle) ile, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adam. Şimdi bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, yalnız Allah´a mahsustur, fa­kat çokları bilmiyorlar". (Zümer/29) Yani insanları çoğu, bu şekilde Tek olanı bilmeyenlerdir.

Kaçırma korkusundan daha da büyüğü, rahatlayıp avunma (=selv) korkusudur. Bu, muhibbanın en çok korktukları şeydir.

Çünkü Allah´a ait muhabbet, onların çabasıyla değil yalnız O´nun sayesinde olmaktadır. Bu, takdir edilemeyecek kadar büyük bir ni­mettir. Kul, bu nimetten dolayı ne yaparak Rabbi´ne şükranda b lunabilir. Hiçbir şey, bu nimete denk olamaz.

Aynı şekilde avuntuları da, sevgileri gibi yalnız O´nunla olabilir Onlar, bilemedikleri bir yerden kendilerine gelen bu avuntuya tes lim olurlar. Sevgiyi Allah Teala´da bulduğunuz gibi, teselli ve avunj tuyu da O´nunla bulursunuz. Hiç bilemediğiniz bir şekilde O´ndam uzaklaşarak kendini avutmaya başlayabilirsiniz. Çünkü O, hikme­tinin incelikleriyle sizi derece derece kendinden uzaklaştırabilir.

O´nu farketmeden seversiniz. Çünkü O, rahmetinin enginlikle-rindeki kudretine sizi şahit kılmış ve bir anda kendinizi O´nu se­venlerden bulmuş sunuz dur. Bu sevgi, geldiği gibi de gidebilir. O´nun tuzakları ve ceberut sıfatı gereği Zatı´ndan perdelenirsiniz. İşte aynı şekilde, kalbinizin bir anda O´ndan uzaklaşarak avuntu­ya kapıldığını görürsünüz. Bu konuda hiçbir kuvvet, imkan, hile ve: geri getirme çabası fayda etmez. Bunu, ancak Allah Teala´mn imti­hanının inceliğini bilenler anlatabilir. Bundan da, sadece Allah Te­ala´mn gizli tuzağından ve imtihanından korkan kimseler sakına­bilir. Allah Teala´mn sizi bu tür bir avuntuya teslim etmesi, sizi reddedip attığının delilidir. Çünkü O´nu sevdiğinizde de, ancak O´nun takdiri sayesinde sevebilirsiniz.

Bu, Allah Teala´mn tuzağa düşmüş kalpleri bir anda çeviren kudretinin sürati sayesinde tahakkuk eden gizli tuzaktır. Bu, gu­rura kapılmış olanlara erişen bedbahtlık halidir. Süratinden dola­yı göz bunu farkedemediği gibi gizliliği yüzünden kalp de ona ma­ni olamaz. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Yine ayet­lerimiz hakkında bir tuzak düşünürler. De ki: Allah Teala´mn tuza­ğı daha seridir". (Yunus/21) Yani O, daha gizli olarak değiştirendir.

Onlara sevdikleri nimetler vermiş, ancak bu nimetler kendileri için bir ceza ve nimet kisvesinde bir intikam olmuştur. Onlar, bu ni­metlerle, bilmedikleri bir şekilde ağır ağır azaba çekilmektedirler.

Bütün bu korkulardan daha da korkutucu olanı; değiştirilme korkusudur. Çünkü bu, şaibe ve kapalılığı olmayan bir korkudur. Azaba çekişin hakiki sureti olan bu korkuda, Mahbub Teala´mn ga-zab, buğz ve uzaklaştırmasının son noktası görülür. Avuntu bu kor-

kunım başlangıcıdır. Yüz çevirme ve perdeleme ise bütün bunların başıdır. Zikirden uzaklaştırma ve iyilikle yüreğin daralması ise se­beplerdir. Allah Teala´nm rıza ve sevgisinden uzaklaştırılmış ve azaba basamak kılınmış bu davranışlar güçlenip arttığı vakit, bü­tün bu yasaklara yol açarlar. Bunlar zayıfladığında ve salih amel­ler ve hasenat ile yer değiştirdiklerinde ise, muhabbet ve yakınlı­ğın makamlarına dahil edilirler. Bu hususta Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hevasma dalmış kimse, Allah Teala´nm gazaplısıdır".

Bu sıfatların sizde bulunması, sizin değişmenizin ve makam ba­kımından düşürülmenizin emarelerindendir. Bunlardan korkmak ise, O´nun ahlakını öğrenmenin alametidir. Bu makamların hepsi­ni bir kitapta şerhetmek ve onların tafsilatına girmek mümkün de­ğildir.

Bunlar, ancak kulun kalbinde şerhedilirler. Onun yakini imanı ile şerholur ve kulun nefsi karşısındaki üstünlüğüyle açıklanırlar. Şirke düşen bir kalp ve nevasına dalmış bir kul, bunlara ehil değil­dir. Allah Teala yardımcımız olsun.

Sekizinci korku, ulvi bir muhabbetin şahitliğine karşı duyulan korkudur. Bu durumda muhabbet garib hale gelir ve kafaları karış­tırır. Kulaklardaki şöhretinin azlığından dolayı cahil kalman Allah sevgisinin sıfatı bazı kimselere gizli kalır.

Bunun adını koymadık. Çünkü bu, muhabbet adına ismi bulu­nan başka bir makam hakkında duyulan bir korkudur. Bunu du­yanların çoğunun kafaları karışabilir ve onu yadırgayabilirler. Bu gibi kimseler, o makama şahit olanların akıllarından geçmeyen bir takım vehimlere kapılır ve bu sevgiyi, insanların sevgileriyle karış­tırırlar.

Bu sevgiyi beşeri sevgiye benzetirler. Çünkü halkın sıfatlarına verilen isimler, Hâlık´m sıfatlarına verilen isimlere benzer. Bu gibi kimseler için bu hususta yalnızca kendi bildikleri geçerlidir. Onlar, bu ilimleri ile perdelenmişlerken, nasıl olur da şahit olabilirler? Böyle birinin korkusunu ve bu korkuya göre makamını zikrettiği­mizde, kendi açıklamasıyla durumu açığa kavuşur.

Bu korkunun kaynağıyla imtihan edilen kimse, kendiliğinden soruncaya kadar konuyu kapatmak, açmaktan daha hayırlıdır.

Çünkü mupabbetin bütün makamları, onun makamı karşısm-da,denize katılan bir nehir gibidirler. Onun durumu, yakini müşa­hedelerin tamamının, tevhide tevhidle şahitlikte bulunma karşı­sındaki durumu gibidir. Bu, muhabbetin bilinen bir sıfatıdır. Çün­kü bu, Habib´in muhibbe olan özlemindendir.

Bu husus, Rabia´nm fra) yukarıda geçen sözüne benzemektedir. Hatırlanacağı üzere o, heva sevgisinden bahsetmişti. Aişe´nin (ra), Allah Resulü´ne (sav) söylediği şu söz de bu kapsamda değerlendi­rilir: "Görüyorum ki Rabbin, senin hevana süratle yetişiyor".

Muhib makamına girdikten sonra ondan çıkartılan kimse, üst­te anlattığımız makama yükseltilir. Çünkü o, yakini imanın en gü­zel müşahedeleri ile sevilen/mahbub makamına oturtulmuş olur. Cüneyd (ra) şu beyti çok sık tekrar ederdi:

Bundan sonra ne sıfatları zor anlaşılır olur,

Ne de gizlemesi, katında adalet ve lütfuna uygun düşer.

Dikkat edin! Rahman´ın bir sırrı vardır ki onu,

Yalnız ehline gizli olarak verir. Örtmek en güzelidir.

Mahbub bir zattan da aynı anlamda şu beyti dinledik:

Muhabbet Sen´den izzet ile belirdi ve karıştı,

Vuslat suyu ile. Onu birleştiren de Sen´din.

Fani oluşunda sonra baki kıldığın kimseye yardım ettin,

Ve mekansız olarak varoldu. Çünkü o, artık Sen´din.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir:
"Allah Teala´yı korku olmaksı­zın sırf muhabbet ile bilen kimse, sevinç ve şımarıklığından dolayı helak olur. O´nu muhabbet olmaksızın, sırf korku ile bilen kimse de, uzaklık ve yalnızlık duygularıyla O´ndan kopar.

O´nu korku ve muhabbet ile bileni ise, Allah Teala sever, Zatı´na yaklaştırır, ilim verir ve ayağını sağlam kılar". Korku ehlinin kor­kusuna hayran olmamak gerekir. Çünkü onlar, sadece korkutucu sıfatları ve helak edici fiileri bilirler.

armi
Thu 7 January 2010, 04:41 pm GMT +0200
Esas hayran olunması gereken, muhabbet ehlinin korkusudur. Onlar Allah Teala´nm ahlakını ve hoşgörüsünü bilmelerine, O´nunkunun başlangıcıdır. Yüz çevirme ve perdeleme ise bütün bunların başıdır. Zikirden uzaklaştırma ve iyilikle yüreğin daralması ise se­beplerdir. Allah Teala´nm rıza ve sevgisinden uzaklaştırılmış ve azaba basamak kılınmış bu davranışlar güçlenip arttığı vakit, bü­tün bu yasaklara yol açarlar. Bunlar zayıfladığında ve salih amel­ler ve hasenat ile yer değiştirdiklerinde ise, muhabbet ve yakınlı­ğın makamlarına dahil edilirler. Bu hususta Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hevasma dalmış kimse, Allah Teala´nm gazaplısı dır".

Bu sıfatların sizde bulunması, sizin değişmenizin ve makam ba­kımından düşürülmenizin emarelerindendir. Bunlardan korkmak ise, O´nun ahlakını öğrenmenin alametidir. Bu makamların hepsi­ni bir kitapta şerhetmek ve onların tafsilatına girmek mümkün de­ğildir.

Bunlar, ancak kulun kalbinde şerhedilirler. Onun yakini imanı ile şerholur ve kulun nefsi karşısındaki üstünlüğüyle açıklanırlar. Şirke düşen bir kalp ve nevasına dalmış bir kul, bunlara ehil değil­dir. Allah Teala yardımcımız olsun.

Sekizinci korku, ulvi bir muhabbetin şahitliğine karşı duyulan korkudur. Bu durumda muhabbet garib hale gelir ve kafaları karış­tırır. Kulaklardaki şöhretinin azlığından dolayı cahil kalman Allah sevgisinin sıfatı bazı kimselere gizli kalır.

Bunun adını koymadık. Çünkü bu, muhabbet adına ismi bulu­nan başka bir makam hakkında duyulan bir korkudur. Bunu du­yanların çoğunun kafaları karışabilir ve onu yadırgayabilirler. Bu gibi kimseler, o makama şahit olanların akıllarından geçmeyen bir takım vehimlere kapılır ve bu sevgiyi, insanların sevgileriyle karış­tırırlar.

Bu sevgiyi beşeri sevgiye benzetirler. Çünkü halkın sıfatlarına verilen isimler, Hâlık´m sıfatlarına verilen isimlere benzer. Bu gibi kimseler için bu hususta yalnızca kendi bildikleri geçerlidir. Onlar, bu ilimleri ile perdelenmişlerken, nasıl olur da şahit olabilirler? Böyle birinin korkusunu ve bu korkuya göre makamını zikrettiği­mizde, kendi açıklamasıyla durumu açığa kavuşur.

Bu korkunun kaynağıyla imtihan edilen kimse, kendiliğinden soruncaya kadar konuyu kapatmak, açmaktan daha hayırlıdır.

Çünkü mupabbetin bütün makamları, onun makamı karşısın-da,denize katılan bir nehir gibidirler. Onun durumu, yakini müşa­hedelerin tamamının, tevhide tevhidle şahitlikte bulunma karşı­sındaki durumu gibidir. Bu, muhabbetin bilinen bir sıfatıdır. Çün­kü bu, Habib´in muhibbe olan özlemindendir.

Bu husus, Rabia´nm (ra) yukarıda geçen sözüne benzemektedir. Hatırlanacağı üzere o, heva sevgisinden bahsetmişti. Aişe´nin (ra), Allah Resulü´ne (sav) söylediği şu söz de bu kapsamda değerlendi­rilir: "Görüyorum ki Rabbin, senin hevana süratle yetişiyor".

Muhib makamına girdikten sonra ondan çıkartılan kimse, üst­te anlattığımız makama yükseltilir. Çünkü o, yakini imamn en gü­zel müşahedeleri ile sevilen/mahbub makamına oturtulmuş olur. Cüneyd (ra) şu beyti çok sık tekrar ederdi:

Bundan sonra ne sıfatlan zor anlaşılır olur, Ne de gizlemesi, katında adalet ve lütfuna uygun düşer. Dikkat edin! Rahman´ın bir sırrı vardır ki onu, Yalnız ehline gizli olarak verir. Örtmek en güzelidir.

Mahbub bir zattan da aynı anlamda şu beyti dinledik:


Muhabbet Sen´den izzet ile belirdi ve karıştı,

Vuslat suyu ile. Onu birleştiren de Sen´din.

Fani oluşunda sonra baki kıldığın kimseye yardım ettin,

Ve mekansız olarak varoldu. Çünkü o, artık Sen´din.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir
: "Allah Teala´yı korku olmaksı­zın sırf muhabbet ile bilen kimse, sevinç ve şımarıklığından dolayı helak olur. O´nu muhabbet olmaksızın, sırf korku ile bilen kimse de, uzaklık ve yalnızlık duygularıyla O´ndan kopar.

O´nu korku ve muhabbet ile bileni ise, Allah Teala sever, Zatı´na yaklaştırır, ilim verir ve ayağını sağlam kılar". Korku ehlinin kor­kusuna hayran olmamak gerekir. Çünkü onlar, sadece korkutucu sıfatları ve helak edici fiilen bilirler.

Esas hayran olunması gereken, muhabbet ehlinin korkusudur. Onlar Allah Teala´nm ahlakını ve hoşgörüsünü bilmelerine, O´riUn

şefkat ve lütfuna korku ehlinin asla görmediği kadar şahit olmala­rına rağmen O´ndan korku duyarlar. Muhabbet ehli, muhabbetleri­ne rağmen O´ndan korkmaktadırlar. O´nu kendi nefsleri üzerinde sevmektedirler. Korkularına rağmen O´na özlem duymaktadırlar.

Allah Teala´mn kendilerine bahşettiği lütuf ve sevgiye rağmen O´nun huzurunda aşırıya gitmekten sakınmaktadırlar. Onları aziz kılmış olmasına rağmen, O´nun önünde zillete bürünmektedirler. Kendisine fazla verilmediği için kendini sıkan ve tutan kimseye şaşmamak gerekir. Asıl şaşılacak olan, izzet ve ikrama layık oldu­ğu halde, tevazu ve alçakgönüllülükten ayrılmayan kimsedir.

Muhibban, Allah Teala´mn bol ikramı karşısında kendilerine ha­kim olabilenlerdir. Korku ehli ise, O´nun menettiği hususlarda ken­dilerini tutanlardır. Muhibban için izzet ve ikramla beraber zillet, korku ehli için ise, korku ve endişeyle beraber zillet sözkonusudur.

Bütün bunlar, muhabbet ehlinin ulaştıkları marifet seviyesinin, diğerlerinin marifetlerinden çok daha üstün olduğudur. Çünkü on­lar da, bu yolun başında korku ehli olmuşlardır. Buna göre her mu-hib, aynı zamanda korku sahibidir. Her korku sahibi ise, muhib de­ğildir. Yani mukarrebunun muhabbetine ulaşmış değildir. Çünkü o, muhabbetin tadını alamamıştır.

Müslümanlara farz kılınmış olan Allah sevgisi, esas itibarıyla havassın makamlarında dikkate alınmaz. Çünkü bu sevgi, onların hallerinin getirdiği vecdlerde sözkonusu olamaz. Makamlar arasın­daki geçişlerde de, bu muhabbet ile yükselme sağlanamaz. Çünkü bu sevgi, imanın gıdası ve onun sıhhat dayanağı olup varlığım da sadece imana borçludur.

Muhabbet, korkuyu kaldırmaz. Bu yüzden de muhib kimse, hem muhabbet, hem de korku sahibi sayılmıştır. Çünkü onun sev­diği Mahbub Teala, aynı zamanda korkutucudur. Mücerred korku ise, sahibini yukarıda anlattıklarımız sebebiyle muhabbetten alı­koyabilir. O, ebrâr/iyiler zümresinin keşfi ve mukarrebunun perde-sidir. Çünkü muhibbanm korkuda bir gıdaları, muhabbette ise ge­nişlikleri vardır.

Korku ehlinin ise, korkuda genişlikleri, muhabbette ise âz bir gı­daları mevcuttur. Bu husus, korku ve ümit makamında söylenenle benzemektedir. Çünkü korku ve ümit (=havf-recâ), imanın sıfatlarıdır. Ancak korku sahibi, kendi hali içinde ümit makamında de­rece sahibi olurken, rica ehli de ümidinin içinde korkuyu barındırır. Makamların tertibinde Allah Teala´nın beşer tarafından anlaşıl­ması güç bir hükmü ve latif bir hikmeti vardır. Bunu ancak, bu ma­kamların şahitliklerine nail kılman kimseler bilebilirler. Eğer kul, korku makamını geçmişse, arif ve mukarreb kılınanların muhab-betiyle seven bir muhib olur. Eğer muhabbet makamını geçmişse, ashab-ı yeminin muhabbeti ile muhib olur.

Böyle bir kul için, ne Allah Teala´ya ünsiyet kuran muhibbanm makamları, ne de mukarrebun makamlarmdakilerin şevkleri söz­konusu olabilir. Bunların hepsi de, salih ve yakin sahibi kimseler­dir. Halleri, zahir ehlinin ilmi tertibi dışında gelişse de durum de­ğişmez. Çünkü onları inkar edenler, ikrar edenlerden daha fazla­dır: "Allah, emrini yerine getirendir. Ama insanların çoğu bilmez­ler". (Yusın721); "Onlar Allah katında derecelere sahiptirler. Allah onların yaptıklarını görendir". (Al-i İmran/163)

Muhabbet, belki korku için bir sevap ve ziyade lütuf olabilir. Bu, amel ehlinin makamında geçerlidir. Korku da, muhtemelen muhabbetin ziyadesi ve sevabı olabilir. Bu da ilim sahiplerinin ma­kamında geçerlidir. Korkudan sonraki nasibi muhabbet olan kim­se, mahbub ve mukarreb olanların arasında yer alır. Muhabbetin­den nasibi korku olan kimse ise, Allah Teala´yı seven ebrâr/iyilik ehli ve ashab-ı yemin arasında yer alır.

Basralı alimlerimizden bir zata, muhabbetin mi yoksa hayanın mı daha faziletli olduğu sorulmuştu. Şu cevabı verdi: Korkuya yol açan bir muhabbet noktasında, haya ondan daha üstün olur. Haya­ya zemin hazırlayan muhabbet ise, hayadan daha üstündür. Çün­kü o şevktir. Cüneyd-i Bağdadi (ra) dedi ki: ´Muhabbetin bizzat kendisi, aydınlanma ve sevinç yoluyla kalbin Allah Teala´ya yakın olmasıdır.

Allah Teala´mn batini isimlerindeki sıfatların tecelli etme iste­ğine gelince, burada bu mevzulara hiç girmedik. Bizim bütün an­lattıklarımız, O´nun zahiri isimlerinden kaynaklanan ahlaka duyu­lan sevgi ve istek hakkındadır. Diğer hususların bir kitapta işlen­mesinin helal olduğunu da düşünmüyorum. Bunların, avama açık­lanması helal değildir. Çünkü bunlar, mukaşefenin sırlarındandır.

Bunlara, ancak mükaşefe ehli muttali olabilirler. Ancak bunla­ra nail olanlar, onlar hakkında konuşabilirler. Daha önce hiç bir alimin bunları kitabında işlediğini görmedik. Zira bunlar, bir ki­taptan alınabilecek bilgiler değildir. Ancak alimlerin ağızlarından dinlenebilecek ve kalpten kalbe aktarılacak hususlardır. Bu bakım­dan da, yukarıda sekizinci korku hakkında söylediklerimize ben­zerlik arzederler. Hatırlanacağı üzere, sekizinci korkuyu bilgi sahi­bi olmayanlar için açıklamamıştık. Hadislerde de, kendisine bu korku tattırılan kimselerin onu açıklamadıkları nakledilmektedir.

Bize ulaşan rivayetlerden birinde bu husus şöyle geçmektedir: Abdal zümresinden bir zat, sıddıklardan birinden, Allah Teala´ya dua ederek kendisine zerre mikdarı muhabbet ihsan etmesi için dua etmesini rica etmişti. O sıddık da, onun isteğini yerine getirdi. Bunun üzerine o abdal kendini dağlara vurdu, aklını kaybetti, kal­bi ürperdi ve yedi gün bu halde tepkisiz olarak yaşadı. Ne bir şey­den faydalanabiliyor, ne de kimse ondan faydalanabiliyordu.

Bunun üzerine sıddık zat Rabbi´ne niyazda bulunarak şöyle de­di
: Ey Rabbim, ona verdiğin muhabbet zerresinin yarısını eksilt. Bunun üzerine Allah Teala şöyle vahyetti: Zaten Biz ona, zerre ka­dar marifetin yüzbinde biri kadar bir parça vermiştik. Sen Bize ni­yaz ettiğin vakitte yüz bin kul daha Bizim muhabbetimiz için ni­yazda bulunmuşlardı. Sen niyazda bulununca, duana icabet ettim. Onlara ise, bu şahsa verdiğim kadar muhabbet verdim. Onun zer­resini yüzbin kul arasında paylaştıracak kadar parçaya böldüm. Bu kula düşen de, onlarınki gibi bir parçadır. Bunun üzerine, ´Ey hüküm sahiplerinin en hayırlısı olan Rabbim, ona verdiğini eksilt´ diye dua ettim.

Allah Teala, o parçanın büyük kısmını aldı ve onda yüzbinde bi­rinin onda birini bıraktı. Ancak o zaman abdalın korku ve muhab­beti, ilim ve ricası dengelendi ve diğer arifler gibi oldu.

Muhabbetin alametlerinden biri de; Celil olan Hak Teala´ya ya-kararak uykusuz kalmak, gurbeti özlemek, Mahbub Teala ile hal­vete çekilmeyi arzulamak, kalbin vecdî sırlar ve gaybî mütalaalar ile münacaatta bulunmasıdır. SafVet ehline göre münacaat, ancak kalplerle olur. O, kalplerin gaybin batini noktalarında mütalaası, melekût aleminin sırlarında dolaşması ve ceberûtun tezahürlerin-

de yücelmesidir. Bu yücelme, ruhlarının nurlarıyla olur. Bu nurla­rı ise, ilahi nurların ışıkları taşıyarak sırlar hazinelerine bırakır­lar. Münacaat, kurbî ru´yetin yani Allah Teala´nm yakınlığını gör­menin delili, aşinalığın bulunuşunun şahididir.

Nitekim Allah Teala´nm şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Gece çöktüğünde Beni bırakarak uyuyan kimse, Benim muhabbe­timi iddia ettiğinde yalan söylüyordur". Her sevgili, sevgilisi ile başbaşa kalmayı istemez mi? Ben de sevdiklerime çok yakınım. Onların gizli sırlarını işitir, fısıltılarını bilirim. Onların serzeniş ve özlemlerine şahit olurum.

Ulemadan bir zatın şunu söylediği rivayet edilir: Allah Teala, sıddıklardan birine şunu variyetini ştir:

´Kullarım arasında öyle kimseler var ki, onlar Beni, Ben de on­ları severim. Onlar beni, Ben de onları özlerim. Onlar Beni, Ben de onları zikrederim. Onlar Bana, Ben de onlara bakarım. Eğer onla­rın yoluna girersen, seni de severim. Eğer onlardan ayrılırsan, sa­na buğzederim´.

O da şöyle dedi: Ey Rabbim, onların alameti nedir? Allah Teala buyurdu ki: Onlar, şefkatli bir çobanın sürüsünü gözettiği gibi, gündüzleri gölgeleri gözetirler. Akşam vakti kuşların yuvalarını öz­leyişleri gibi havanın kararmasını sabırsızlıkla beklerler. Gece ka­ranlığı çöküp karanlıklar karıştığı, yataklar serilip yastıklar dizil­diği, her seven sevdiği ile halvete girdiği vakit, ayakları üstünde di­kilir, yüzlerini yaygı yaparlar ve Bana Benim kelamım ile münaca­at ederler. Verdiğim nimetler sebebiyle Bana yaranmaya çalışırlar. Kimi feryat eder, kimi ağlar, kimi ah ü vah eder, kimi de serzeniş­te bulunur.

Kimi ayakta, kimi oturur, kimi rükuda, kimi de secdededir. On­ların Benim için tahammül ettikleri, gözümün önündedir. Benim muhabbetim uğrunda yakındıkları da kulağımın dibindedir. Onla­ra ilk başta üç şey veririm: Kalplerine nurumdan akıtırım da, hak­kımda, onlar hakkında haber verdiğim gibi haber verirler. İkinci olarak; onların hesapları, gökler, yer ve bu ikisi arasındakiler ka­dar ağır dahi olsa bu yükü hafifletirim. Üçüncü olarak da, Yüzüm ile onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim herkes, ona vermek iste­diğimin değerini bilir.

[1] Tirmizî, Kıyamet/60

[2] Buhârî, Mezalim/4, İkrah/7; Tirmizî, Fiten/68; Dârimî, Rikak/40; İbni Hanbel, 111/99, 201.

[3] Tirmizî, Da´avat/79.



[4] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 108-120.

[5] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 120-122.

[6] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 1123-125.

[7] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 125-131.

[8] Benzer hadisler için b. Buhârî, İman/37; Müslim, İman/l, 5-7; Ebu Davûd, Sünnet/16;Tirmizî, İman/4; Nesa´î, îman/5, 6; İbni Mâce, Mukaddime/9

[9] Benzer hadisler için b. Buhârî, İman/37; Müslim, İman/l, 5-7; Ebu Davûd, Sünnet/16;Tirmizî, İman/4; Nesa´î, îman/5, 6; İbni Mâce, Mukaddime/9.

[10] Tirmizî, Zühd/35; İbni Mâce, Zühd/4; İbni Hanbel, V/255, VI/19

[11] Buhârî, isti´zan/10, Nikah/67; Ebu Davûd, Vitr/32, Edeb/1; Tirmizî, Birr/69; îbni Hanbel, 111/101, 124, 159, 168, 174, 195, 196, 200, 209, 227, 231, 255, 256

[12] ibniHanbel, 11/630

[13] Tirmizî, Kıyamet/58

[14] Benzer bir hadis için b. Buhârî, îman/1.

[15] Buhârî, Edeb/96; Müslim, Birr/165; Tirmizî, Zühd/5O, Da´avat/98; Dârimî, Rikak/71; îb-ni Hanbel, 1/393, III/104, 110, 159, 165, 167, 168, 172, 178, 192, 198.

[16] Tirmizî, Kıyamet/58.

[17] Buhârî, Ahkam/3, İlim/15, Zekat/5, İ´tisam/13; Müslim, Müsafırun/268; İbni Mâce, Zühd/22; İbni Hanbel, 1/385, 432.



[18] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 132-167.

[19] Benzer bir hadis için b. İbni Hanbel, III/235, 104

[20] İbni Mâce, Zühd/30

[21] İbni Hanbel, 1/387

[22] Nesa´î, îman/2-4; tbni Mâce, Fiten/23; İbni Hanbel, IV/11

[23] Buhârî, İman/8, Eyman/3; Müslim, İman/69, 70; Nesa´î, İman/19; İbni Mâce, Mukaddi­me/9; İbni Hanbel, III/177, 207, 275, 278, IV/336.

[24] Tirmizî, Menakıb/31

[25] Tirmizî, Da´avat/4; İbni Hanbel, IV/188, 190.

[26] ibni Hanbel, 111/68, 71.

[27] Benzer bir hadis için b. İbni Hanbel, 111/76

[28] Tirmizî, Dua/128

[29] Buhârî, Rikak/41; Müslim, Zikir/14, 16-18; Tirmizî, Cenaiz/67, Zühd/6; Nesa´î, Cenaız/lO, İbni Mâce, Zühd/31; Dâiimî, Rikak/43; İbni Hanbel, 11/313, 346.

[30] Buhârî, Rikak/38; İbni Hanbel, VI/256.

[31] Benzer bir hadis için b. îbni Mâce, Zühd/1.

[32] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 167-193.