armi
Thu 7 January 2010, 04:24 pm GMT +0200
Muhabbetin Hükümleri Ve Muhabbet Ehlinin Sıfatları Hakkındadır
Yakin makamlarının dokuzuncusu, Muhabbet makamıdır. Muhabbet, ariflerin makamlarının en yükseğidir. O; Allah Teala´nın ihlas-lı kullarını tercih edişidir. İlahi lütfün son noktası da budur. Yüce Allah buyurdu ki: "Allah onları sever, onlar da Allah Teala´yı severler". (Maide/54); "Bu, Allah Teala´nın dilediklerine bahşettiği lütfu-dur". (Cum´a/4) Bu haber, mübtedası ile anlam bakımından bitişik-
tir. Çünkü Allah Teala, seven kulları, onlara olan lütfü ile vasfet-miş ve bu ikisi arasına başka bir şey koymamıştır. Bu da, sevilen kulların övgüyle vasfedilişidir.
Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala, sevdiğine ateş ile azap edecek değildir". [19] Allah Teala da, Resulü´nün (sav) bu sözünü tasdik edip O´na muhabbet iddiasında bulunanların sözlerinin boş olduğunu bildirerek şöyle buyurmuştur: "De ki: O halde niçin Allah günahlarınızdan dolayı size azap ediyor? Hayır! Siz de O´nun yarattıklarından birer insansınız". (Maide/18)
Zeyd b. Eşlem dedi ki: Allah Teala kulunu sever. Hatta sevgisi o dereceye varır ki ona, ´Dilediğini yap, seni bağışladım´ buyurur. İsmail b. Eban, Enes b. Malik´ten (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah Teala bir kulunu sevdiği zaman, işlediği günah ona zarar vermez. Günahından tevbe eden, hiç günahı olmayan gibidir. Daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Muhakkak ki Allah çok tevbe edenleri sever ve çok temizlenenleri sever". [20]
Allah Teala, muhabbeti için günahların bağışlanmasını şart koşmuştur. Bunu da şu ayet-i kerimede görmekteyiz: "Ki Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın". (Al-i İmran/31) Allah Teala´ya inanan her mümin, O´nu sever. Ama O´na olan sevgi ve muhabbeti, imanı, müşahedesinin açıklığı ve Mahbub´un herhangi bir sıfatta ona tecellisi oranındadır.
Bunun delili de, onların tevhide icabetleri, O´nun emir ve yasaklarına bağlı kalmaları ve hükmü O´na teslim etmeleridir. Bundan sonra tevhidin müşahedeleri, emir ve yasaklara bağlılığın devamı ve hükümleri O´na teslimde farklı derecelere sahip olurlar. Bu da ancak, muhabbetten kaynaklanır.
Allah Teala´yı sevenler, kısımlarına göre farklılaşabilirler. Alt derecelerdeki biri de Allah Teala´nm sevgisinden mahrum kalmayabilir. Tıpkı marifet sahibinin, marifetten geri kalmadığı gibi. Hiçbir büyük de, kendini tevbeden müstağni göremez. Bütün ilimlere vakıf olsa dahi bu durum değişmez.
Çünkü Allah Teala müminleri, Zatı´na aşırı sevgi ile vasfetmiş ve şöyle buyurmuştur: "İman edenler ise en çok Allah Teala´yı severler". (Bakara/165) Ayette geçen (Eşedd=daha çok´ kelimesi, onların muhabbet bakımından farklı derecelerde oluşlarına delalet eder. Çünkü ´Eşedd´ kelimesi, bu anlamı ihtiva etmektedir. Allah Teala, ´Şedîd=çok´ buyurmuştur.
Allah Teala´yı sevme babında kullanılan bu hitap, "Allah katında en değerliniz, en takvalı olanmızdır" (Hucurat/13) buyruğuna benzer. Bu ikinci ayet de, müminlerin takvalarındaki farklılaşmaya orantılı olarak değerli oluş bakımından da farklı derecelerde olduklarını göstermektedir. Allah Teala, bu buyruğunda da, ´Değerli takva sahipleri´ ifadesini kullanmamıştır.
Allah Resulü (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Allah Teala dünyayı, sevdiğine de, sevmediğine de verir. îmanı ise, sadece sevdiklerine verir".[21] Müminler, Allah sevgisi noktasında farklı derecelere sahiptirler. Bu farklılığın sebebi, marifet ve müşahede bakımından farklı seviyelerde bulunmalarıdır.
Allah Resulü (sav) Allah sevgisini imanın şartlarından biri olarak görmüş ve şöyle buyurmuştur: "Sizden biri Allah ve Resulü, kendisine diğerlerinden daha sevimli gelmedikçe iman etmiş olmaz"[22]
Bu hadisten daha açık ve kesin ifade taşıyan bir hadis-i şerif de şöyledir: "Allah´a yemin olsun ki bir kul Ben kendisine ailesinden, malından ve bütün insanlardan daha sevimli gelmedikçe iman etmiş olmaz".[23] Başka bir rivayette, ´Kendi canından´ ifadesi yeraltı aktadır.
Allah Resulü (sav) vazettiği bütün hükümlerde Allah sevgisini emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Size verdiği nimetlerden dolayı Allah Teala´yı sevin. Allah Teala´yı sevmeniz sebebiyle de beni sevin"[24]
Bu emir, Allah sevgisinin farziyetinin delilidir. Müminler, Allah Teala´nm lütufları bakımından farklı derecelere sahip olsalar da,bu lütufların en büyüğü Marifetullah yani Allah Teala´yı layıkıyla bilmektir. Allah sevgisinin en üstünü ise, müşahededen doğan sevgidir.
Allah Teala´yı seven muhibban, muhabbetin farklı mertebelerine sahiptirler. Bu mertebelerden bazıları, diğerlerinden üsttedir. Onlar arasında Allah Teala´yı en çok sevenler, O´nun ahlakına en çok sarılanlardır. O´nun ahlakının esasları ise, ilim, hilim, af, güzel davranış ve halkın kusurlarını örtmek ve benzerleridir.
O´nun sıfatlarının manalarını en iyi bilenler; sıfatları noktasında O´nunla mücadeleden en çok kaçınan ve O´nu en çok sevenlerdir. Onlar, kibir, övünç, övülmeyi sevme, zenginlik, ululuk ve zikredilmek isteme gibi sıfatlara meylederek O´na şirk koşmaktan uzak dururlar.
Bunların ardından, Allah Resulü´nü (sav) en çok sevenler gelir. Çünkü O, Habib Teala´nm habibi, O´nun eserlerinin takipçisi ve ahlakına en çok benzemeye çalışandır.
Rivayet edilir ki: "Bir adam O´na gelerek, ´Ey Allah Resulü, seni seviyorum´ demişti. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Fakirliğe hazır ol´ buyurdu. Adam, ´Allah Teala´yı d& seviyorum´ deyince, O ´Öyleyse imtihana hazır ol´ buyurdu".
Bu ikisi arasındaki fark şudur: Musibetlerle imtihan etmek, Allah Tfeala´nın ahlakmdandır. O, kullarını imtihan ederek seçendir. Dolayısıyla adam Allah Teala´yı sevdiğini söyleyince, ahlakı üzerinde sabırlı olması için O´nun kendisini imtihan edeceğini haber vermiştir. Nitekim Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Rabbin için sabret". (Müddessir/7) Yani O´nun hükümlerine ve imtihan için verdiği musibetlere sabret.
Fakirlik ise Allah Resulü´nün (sav) sıfatlarındandır. Dolayısıyla adam, Allah Resulü´nü sevdiğini söylediği zaman, kendi sıfatlarına uymasını ve izlerini sürmesini tavsiye etmiştir. O, bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Allahım, beni fakir olarak dirilt, fakir olarak canımı al ve beni fakirlerin arasında hasret".56
Muhabbetin alametlerinden biri de, Habib Teala´yı çok zikretmektir. Zikrullah, aynı zamanda Allah Teala´nm kuluna duyduğu sevginin de delilidir. Bu, kullarına olan lütuflarmın en büyüklerindendir. Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivavet edilmektedir: "Allah Teala´nm her gün için bir sadakası vardır ve onu yarattıklarına lütfeder". O´nun bir kuluna sadaka ile lütfetmesi, ona zikrini ilham etmesinden daha faziletlidir.
Süfyan, Malik b. Mu´avvel´den şunu nakletmiştir: "Allah Resu-lü´ne (sav), ´Hangi amel daha faziletlidir?´ diye soruldu. Buyurdu ki: ´Haramlardan uzak durmak ve ağzının sürekli zikrullah ile ıslak kalması" [25] O, Allah sevgisini emrettiği gibi, Allah Teala´yı çok zikretmeyi de emretmiştir". Çünkü Allah Teala´yı zikretmek, muhabbetin gereklerindendir. Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala´yı o kadar çok zikret ki, senin için ´deli´desinler". [26]
Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala´yı o kadar çok zikredin ki, münafıklar, ´Sizler riyakârsınız´ desinler".
Ebu Mesleme el-Medeni, babası kanalıyla dedesinden şu hadisi nakletmiştir: "Bir gün Allah Resulü (sav) bize Küba mescidine geldi. Uzun bir konuşma yaptı. Hadisin sonunda şöyle buyurdu: ´Kim, Allah Teala için tevazuda bulunursa Allah Teala onu yükseltir. Kim de büyüklük taslarsa, onu alçaltır. Kim Allah Teala´yı çok zikrederse, Allah da onu sever [27]
Allah Resulü (sav), zikredenlerin Öne geçen ferdler olduğunu haber vermiş ve onları günahın kaldırılması ve zikrin yükseltilmesi bakımından peygamberlerin derecesine yükseltmiştir.
O´nun şu hadisinde de zikir, Allah sevgisinin icaplarından biri olarak takdim edilmiştir: "Yürüyün, ferdler geçtiler. Bunun üzerine, ´Ferdler kimdir?´ diye soruldu. Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: ´Allah Teala´yı çok zikredenlerdir. Allah Teala, zikirleri sebebiyle onların günah yüklerini kaldırmıştır. Onlar Kıyamet günü hafiflemiş olarak gelirler". [28]
Muhabbetin en büyük alametlerinden biri ise, Allah Teala´ya O´nu görerek kavuşmak, ahiret yurdu ve yakınlık makamında keşifte bulunabilmektir. Bu da ölüme duyulan özlemdir.
Çünkü ölüm, Allah Teala´ya kavuşmanın anahtarı ve O´nu bizzat görme makamına girmenin kapısıdır. Bir hadiste de Allah Re-sulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kim Allah´a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister"[29] Huzeyfe (ra) Ölüm anında şöyle demişti: "Habibim, ihtiyaç üzerine geldi, bense nedametten kurtulamıyorum".
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala için, kulunda O´na kavuşma isteğinden sonra çok secde etmek kadar sevimli bir haslet yoktur. Görüldüğü gibi Allah sevgisi daima öne çıkarılmaktadır.
Allah Teala, kulunun sıdkınm hakikatini isbat etmesi için Kendi yolunda savaşmasını şart koşmuştur. O, sevdiğinin Kendi yolunda savaşmasını istediğini haber vererek şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Allah, Kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf tutarak savaşanları sever". (Saf/4)
Bundan önce de, onlara ikrar telkin ederek şöyle buyurmuştur: ´Tapmadığınız şeyleri niçin söylersiniz?" (Saf/2) Çünkü onlar, Allah Teala´yı sevdiklerini söylemişlerdi. O da bunun üzerine, sevgilerini sınamak için savaşı farz kılmıştır.
O´nun sevgisinin alametlerinden biri de, sevdiğinin malını ve canını istemesidir. O, bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler". (Tevbe/111)
Ebu Bekir´in (ra), Ömer´e (ra) vasiyetinde şu söz yer almaktadır: "Hak ağırdır. Ağırlığıyla birlikte de, hoştur. Batıl ise hafiftir. Hafif-ligiyle beraber de tiksindiricidir. Eğer vasiyetimi iyi muhafaza edersen, hiçbir gayb sana ölümden daha sevimli gelmez, ölüm sana ulaşacaktır. Eğer vasiyetimi zayi edersen, hiçbir gayb sana ölümden daha soğuk gelmeyecektir, ama onu etkisiz kılamazsın".
Sevri ve Bişr b. el-Hars şöyle derlerdi: "Kuşkuda olan dışında hiç kimse ölümü çirkin görmez". Gerçek de onların ifade ettikleri gibidir. Çünkü seven kimse, hiçbir şartta sevdiğine kavuşmayı çirkin görmez.
Sevginin bu şekli, ancak Allah Teala´yı bütün kalbiyle seven muhibbana mahsustur. Böyle bir sevgiye ulaşan kimseyi ise Rabbızler Kalp, uzaklığın doğurduğu özlemle çile çeker, bir an önce sevdiğine kavuşmak ister.
Rivayet edilir ki: Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Zum´a, azatlısı Salim´i evlendirdiği zaman bütün Kureyş onu kınamış ve, ´Kureyş´in iffetli hanımlarından birini, bir köleyle mi nikahladın?´ demişlerdi. O da şu karşığılı vermişti: ´Vallahi, onu onunla nikahladım. Ve biliyorum ki o köle, o hanımdan daha hayırlıdır*.
Bu söz, Kureyşliler´in ağrına gitti. Ona şöyle dediler: ´Biri kölen, biri kızkardeşin, bunu nasıl yaparsın?´ O da şu karşılığı verdi: ´Ben, Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: ´Allah Teala´yı bütün kalbiyle seven bir adama bakmak isteyen Salim´e baksın". Bu hadisten çıkartılacak bir anlam da, bazı müminlerin Allah Teala´yı kalplerinin bir kısmıyla sevdikleridir. Onlar, kalplerinin yalnız bir kısmını O´na adayanlardır. Bunların kalplerinde başka sevgilerin de yeri vardır.
Allah Teala´yı bütün kalpleriyle seven müminler, O´nu bütün masivaya tercih ederler. İşte bunlar, Allah Teala´nm saf ve halis kullarıdır. Bunlar için Allah Teala´dan başka ma´bud yoktur. O´ndan başka hiçbir ilah yoktur.
Yine aynı hadiste şuna delalet edilmektedir: Müminler, Allah sevgisi noktasında değişik makamlar üzeredirler. Bu da, ilahi sıfatların müşahedelerinin derecelerine göre belirlenir. Bazı kalpler, bütünüyle müşahede ederken, bazıları kısmen müşahede ederler.
Nu´ayman her günah işlediğinde Allah Resulü´ne (sav) getirilirdi. Yine bir defasında suç işlediği için O´na getirilmiş, Allah Resulü (sav) de ona had cezası uygulamıştı. Bunun üzerine, mecliste bulunan biri onu lanetleyerek, ´Allah Resulü´ne (sav) ne kadar da çok getiriliyor dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Böyle deme, muhakkak ki o da, Allah Teala´yı seviyor buyurdu". Görüldüğü gibi Allah Resulü (sav) o günahkârı, işlediği suçlara rağmen Allah sevgisi dairesinden çıkartmamıştır.
Ariflerden bir zat şöyle demiştir: İman kalbin dışında, yani yürekte olduğu zaman mümin Allah Teala´yı orta derecede sever, iman kalbin içine girdiği zaman, onda bulunan siyah noktaya yerleşmiş olur ki bu durumda Allah Teala´yı en yüksek derecede sever. muhabbetine bakılır:
Eğer Allah Teala´yı bütün heva ve arzularına tercih ediyorsa, Allah sevgisi kulun nevasına galip gelir ve muhabbetullah olur. Bu, kulun herşeyden dolayı Allah Teala´yı sevnıesidir. Böylesi bir kul, Allah Teala´ya hakkıyla iman ettiği gibi, O´nu hakkıyla seven kuldur. Eğer kalbinizi bu dereceden aşağıda görüyorsunuz, sevgiden nasibiniz o kadardır.
Muhabbetin en açık alameti, Mahbub Teala´yı kalbin bütün hazinelerine tercih etmektir. Bu yüzden de Allah Teala nıuhibbam tercih etmekle vasfetmiştir. Arifler de, onları bu şekilde nitelemişlerdir. Allah Teala muhibbam vasfederken şöyle buyurmuştur: "Kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen (ganimetlerden dolayı yüreklerinde bir sıkıntı duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (muhacirleri) kendi canlarına tercih ederler". (Haşr/9) Allah Teala başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Vallahi, Allah seni bize tercih etti". (Yusuf/91)
Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Kalbin zahiri yani dış yüzü İslam´ın yeridir. Batını yani iç yüzü ise, imanın mekanıdır. İşte bu noktada muhibbanın dereceleri farklılaşmıştır. Çünkü imanın islam, batının zahir üzerindeki üstünlüğü açıktır.
Basra alimlerinden bir zat ise, ´Kalp´ ile ´Fu´âd=Yürek´i birbirinden ayırmış ve şöyle demiştir: Fu´âd, kalbin konduğu ve attığı yerdir. Kalp onun aslı ve genişleyen kısmıdır. Başka bir vesilede ise şöyle demiştir: Kalpte iki boşluk vardır. Zahir yani görünen boşluk fu´âddır ki aklın konağıdır. Batın yani görünmeyen boşluk ise, kalptir ki işitme, görme, anlama ve müşahede etme melekeleri onda bulunur. Orası da imanın konağıdır. Allah Teala da, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Allah onların kalplerine imanı yazdı". (Mücadele/22); "Muhakkak ki bunda, kalbi olan veya şahit olarak kulak veren kimse için bir hatırlatma vardır". (Kaf/37)
İslam sevgisi, bütün insanlara farz kılınmış bir sevgidir. Bu sevgi, Allah Teala´ya itaat ve O´nun muhabbeti için farzları eda edip haramlardan sakınmayla irtibatl anmış tır. Mukarrebun´un muhabbet ve sevgisi ise, sıfatların manalarını müşahede etmekten kaynaklanır. Bu muhabbet, O´nun ahlakının bilinmesiyle ortaya çıkar. Muhabbetin bu şekli, Allah Teala´nm havas kullarına mahsus bir sevgidir.
Bu sevginin aslı ve özü olan marifetullah yani Allah Teala´yı bilme de, umum ve husus olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ariflerin ha-vassı için, muhabbetin çok hususi bir şekli sözkonusudur. Onların umumu için ise, muhabbetin umumu geçerlidir.
Geçmiş ümmetlerin haberleri arasında şu hadise nakledilmiştir: "Züleyha iman ettiği zaman, Yusuf (as) onunla evlenmişti. Evlendikten sonra Züleyha uzlete çekildi ve kendini ibadete hasrederek insanlardan uzaklaştı.
Yusuf (as) onu gündüz yatağa davet ettiği zaman, onu geceye havale ederek isteğini geri çeviriyordu. Gece çağırdığında ise, gündüze erteliyor ve şöyle diyordu: ´Ey Yusuf! Ben seni Allah Teala´yı bilmezden önce seviyordum. Ama O´nu bildikten sonra sevgisi kalbimde hiçbir sevgiye yer bırakmadı. Bu sevgiyi değiştirmek de istemiyorum´. Sonunda Yusuf (as) ona şöyle dedi: ´Allah Teala bunu . emretti ve bana, senden iki erkek çocuk doğacağını ve bunları peygamber kılacağını haber verdi´.
Züleyha, bunun üzerine, ´Allah Teala böyle emir buyurmuş ve beni bir şeye vasıta kılmayı murad etmişse, o zaman Allah Tet ala´mn emrine boyun eğmek gerekir dedi ve Yusuf (as) ile beraber oldu". Allah Teala´yı hakkıyla bilen ulemadan bir zat şöyle demiştir: Tevhid kemale erdiğinde, muhabbet de tamam bulur. Muhabbet geldiğinde ise, tevekkül tamama erer ve kulun imanı kemal bularak farzları halis olur. Bu da yakin olarak adlandırılır Fudayl b. lyaz muhabbetin farziyeti hakkında şöyle demiştir ´ Size, ´Allah Teala´yı seviyor musunuz?´ diye sorulduğunda susun. ´Hayır dediğinizde küfre düşersiniz. ´Evet´ dediğinizde ise, muhibbanın sıfatına sahip değilseniz Allah Teala´nm gazabına uğrayabilirsiniz.
Alimlerimizden biri şöyle demiştir: Cennette, marifet ve muhabbet nimetlerinden daha üstün bir nimet yoktur. Cehennemde ise, marifet ve muhabbet iddiasında bulununup bunların aslına vakıf olmayanların çektiklerinden daha ağır bir azap yoktur. Onun üstünde başka bir alim de şunu ifade etmiştir: Bütün makam sa-i hiplerinin affedilmesi ve hoş görülmeleri umulur.
Ancak marifet ve muhabbet iddiasında bulunanlar bunun dışındadır. Onlar, her ses, her hareket, her duruş, her bakış ve her dşünüşleri için, Allah yolunda, O´nun için ve O´nunla beraber olup olmaması noktasında hesaba çekileceklerdir.
Allah Teala´nın kuluna muhabbeti, insanların sevgi ve muhabbeti gibi değildir. Çünkü insanların sevgisi, şu yedi sebepten biriyle ortaya çıkar: Tabiat, cinsiyet, fayda, sıfat, arzu, merhamet ve bu sevgiyle Allah´a yakın olma. Bunlar, birbirine benzeyen şeyler, insanlar için ihdas edilmiş sebeplerdir. Bu tür sevgiler, sözkonusu sebeplerden, doğan ve ortaya çıkan sevgilerdir. Zamanın değişimi veya sıfatların şekil değiştirmesiyle değişiklik arzedebilirler.
Allah Teala´nın sevgisi ise, O´nun güzel kelimesinden kaynaklanan, bütün sebeplerin evvelinde varolan, hadisâttan çok önce kıdem sıfatını taşıyan bir sevgidir. O´nun yüce inayeti ile varolan bu muhabbet, ebediyen değişmez ve yeni gelişmelerle şekil değiştirmez.
Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Ama Biz´den kendilerine güzellik geçmiş olanlar". (Enbiya/101) Yani haklarında güzel sözümüz geçmiş olan kimseler. Başka bir tefsirde ise, ´güzel makamları´ önceden kesinleşmiş olanlar, denilmiştir.
Allah Teala´nın önceden belirlenmiş olan hükmünü, kulların değiştirmesi caiz değildir. O´nun hükmü, bütün hükümlerin öncesinde yer alır. Nitekim O´nun şu buyrukları da, buna delalet etmektedir: "Andolsun Biz, İbrahim´e de önceden doğru yolu bulma kabiliyetini vermiştik. Zaten Biz onu biliyorduk". (Enbiya/51); "O, sizleri önceden müslümanlar olarak adlandırmıştı". (Hacc/78); "Kendileri için bir doğruluk kademesi olduğunu müjdele". (Yunus/2) Allah Teala, onların son işaretleriyle ilgili olarakta şöyle buyurmuştur: "Güçlü Padişah´m huzurunda doğruluk koltuklanndadıriar". (Kamer/55)
Allah Teala´nın kıdeminden önce onların doğruluk makamında bulunmaları mümkün değildir. Yine O´nun ilminden önce bu tür bir amellerinin olması da imkansızdır. Çünkü Allah Teaîa´nın ameli, malumdan öncedir. O´nun dostlarına olan muhabbeti de, onların Kendisi´ne sevgilerinden ve gösterdikleri amellerden çok öncedir.
Ayrıca bu, Allah Teala´nın Zatı´na mahsus hükümlerinden birinin özelliği, O´nun nasibinin lütfü ve ihlas ehline nimetlerinin en güzelini verenin nimetlerini tamama erdirmesidir. Yine o, sabık doğruluk kademeleri sebebiyle tercih edilenlerin tercih edilişidir.
Onlar Sıdk Sahibi´nin huzurundaki doğruluk koltuğuna daha önceden oturtulmuşlardır. Bunun için akla uygun bir sebep bulmak mümkün değildir. Önceden yapılmış bir amel için de neden bulunamaz. Bütün bunlar, kaderin sırlarında cari ve Kadir-i Mutlak´m lütfuna mahsus durumlardır.
Kaderin sırrını ifşa etmek ise, küfürdür. Onu, ancak bir peygamber veya bir sıddık bilebilir. Allah Teala, ancak gösterdiği kullarını bu sırra mazhar kılar. Birtakım rivayetlerde görülen sebepler, ahbabın yolundan ve akıl sahibi mukarrebunun makamlarından ibarettir.
Muhabbet; ancak kulun güzel işlere muvaffak kılınması, ismetinin gözetilmesi, Allah Teala´nın ilminin gizli yönlerinin öğretilmesi ve her şeyde derhal O´na dönecek şekilde lütfunun gizliliklerinin bildirilmesi sayesinde açığa çıkıp zahir olur.
Kulların O´nun huzurunda durması, hiçbirşeye iltifat etmeksizin O´na bakmaları, O´na herşeyden daha yakın olmaları, O´nun rızasını çekecek amelleri çok işlemeleri, O´nun sıfatlarının manalarına muttali kılınmaları, gizli sırlarını kendilerine bildirmesi, onların fikirlerini nimetlerinin batini yönlerine açması, onlara halis şükür ve zikrin hakikatini nasip etmesi de muhabbet-i ilahinin ala-metlerindendir.
Bunlar, Allah Teala´nın ayne´l-yakin olarak keşfi bildirimlerde bulunduğu muhibban zümresinin yollarıdır. Denir ki: Allah Teala bir kulu sevdiği zaman, onu istihdam eder. Onu istihdam ettiğinde de yalnız Kendi´ne hasreder. Başka bir söz de şöyledir: "Allah Teala bir kulu sevdiği zaman ona nazar eder. O, bir kula nazar ettiği zaman ona azap etmez". Allah Resulü´nden (sav) de bu anlamda hadisler rivayet edilmiştir.
Yakin makamlarının dokuzuncusu, Muhabbet makamıdır. Muhabbet, ariflerin makamlarının en yükseğidir. O; Allah Teala´nın ihlas-lı kullarını tercih edişidir. İlahi lütfün son noktası da budur. Yüce Allah buyurdu ki: "Allah onları sever, onlar da Allah Teala´yı severler". (Maide/54); "Bu, Allah Teala´nın dilediklerine bahşettiği lütfu-dur". (Cum´a/4) Bu haber, mübtedası ile anlam bakımından bitişik-
tir. Çünkü Allah Teala, seven kulları, onlara olan lütfü ile vasfet-miş ve bu ikisi arasına başka bir şey koymamıştır. Bu da, sevilen kulların övgüyle vasfedilişidir.
Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala, sevdiğine ateş ile azap edecek değildir". [19] Allah Teala da, Resulü´nün (sav) bu sözünü tasdik edip O´na muhabbet iddiasında bulunanların sözlerinin boş olduğunu bildirerek şöyle buyurmuştur: "De ki: O halde niçin Allah günahlarınızdan dolayı size azap ediyor? Hayır! Siz de O´nun yarattıklarından birer insansınız". (Maide/18)
Zeyd b. Eşlem dedi ki: Allah Teala kulunu sever. Hatta sevgisi o dereceye varır ki ona, ´Dilediğini yap, seni bağışladım´ buyurur. İsmail b. Eban, Enes b. Malik´ten (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah Teala bir kulunu sevdiği zaman, işlediği günah ona zarar vermez. Günahından tevbe eden, hiç günahı olmayan gibidir. Daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Muhakkak ki Allah çok tevbe edenleri sever ve çok temizlenenleri sever". [20]
Allah Teala, muhabbeti için günahların bağışlanmasını şart koşmuştur. Bunu da şu ayet-i kerimede görmekteyiz: "Ki Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın". (Al-i İmran/31) Allah Teala´ya inanan her mümin, O´nu sever. Ama O´na olan sevgi ve muhabbeti, imanı, müşahedesinin açıklığı ve Mahbub´un herhangi bir sıfatta ona tecellisi oranındadır.
Bunun delili de, onların tevhide icabetleri, O´nun emir ve yasaklarına bağlı kalmaları ve hükmü O´na teslim etmeleridir. Bundan sonra tevhidin müşahedeleri, emir ve yasaklara bağlılığın devamı ve hükümleri O´na teslimde farklı derecelere sahip olurlar. Bu da ancak, muhabbetten kaynaklanır.
Allah Teala´yı sevenler, kısımlarına göre farklılaşabilirler. Alt derecelerdeki biri de Allah Teala´nm sevgisinden mahrum kalmayabilir. Tıpkı marifet sahibinin, marifetten geri kalmadığı gibi. Hiçbir büyük de, kendini tevbeden müstağni göremez. Bütün ilimlere vakıf olsa dahi bu durum değişmez.
Çünkü Allah Teala müminleri, Zatı´na aşırı sevgi ile vasfetmiş ve şöyle buyurmuştur: "İman edenler ise en çok Allah Teala´yı severler". (Bakara/165) Ayette geçen (Eşedd=daha çok´ kelimesi, onların muhabbet bakımından farklı derecelerde oluşlarına delalet eder. Çünkü ´Eşedd´ kelimesi, bu anlamı ihtiva etmektedir. Allah Teala, ´Şedîd=çok´ buyurmuştur.
Allah Teala´yı sevme babında kullanılan bu hitap, "Allah katında en değerliniz, en takvalı olanmızdır" (Hucurat/13) buyruğuna benzer. Bu ikinci ayet de, müminlerin takvalarındaki farklılaşmaya orantılı olarak değerli oluş bakımından da farklı derecelerde olduklarını göstermektedir. Allah Teala, bu buyruğunda da, ´Değerli takva sahipleri´ ifadesini kullanmamıştır.
Allah Resulü (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Allah Teala dünyayı, sevdiğine de, sevmediğine de verir. îmanı ise, sadece sevdiklerine verir".[21] Müminler, Allah sevgisi noktasında farklı derecelere sahiptirler. Bu farklılığın sebebi, marifet ve müşahede bakımından farklı seviyelerde bulunmalarıdır.
Allah Resulü (sav) Allah sevgisini imanın şartlarından biri olarak görmüş ve şöyle buyurmuştur: "Sizden biri Allah ve Resulü, kendisine diğerlerinden daha sevimli gelmedikçe iman etmiş olmaz"[22]
Bu hadisten daha açık ve kesin ifade taşıyan bir hadis-i şerif de şöyledir: "Allah´a yemin olsun ki bir kul Ben kendisine ailesinden, malından ve bütün insanlardan daha sevimli gelmedikçe iman etmiş olmaz".[23] Başka bir rivayette, ´Kendi canından´ ifadesi yeraltı aktadır.
Allah Resulü (sav) vazettiği bütün hükümlerde Allah sevgisini emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Size verdiği nimetlerden dolayı Allah Teala´yı sevin. Allah Teala´yı sevmeniz sebebiyle de beni sevin"[24]
Bu emir, Allah sevgisinin farziyetinin delilidir. Müminler, Allah Teala´nm lütufları bakımından farklı derecelere sahip olsalar da,bu lütufların en büyüğü Marifetullah yani Allah Teala´yı layıkıyla bilmektir. Allah sevgisinin en üstünü ise, müşahededen doğan sevgidir.
Allah Teala´yı seven muhibban, muhabbetin farklı mertebelerine sahiptirler. Bu mertebelerden bazıları, diğerlerinden üsttedir. Onlar arasında Allah Teala´yı en çok sevenler, O´nun ahlakına en çok sarılanlardır. O´nun ahlakının esasları ise, ilim, hilim, af, güzel davranış ve halkın kusurlarını örtmek ve benzerleridir.
O´nun sıfatlarının manalarını en iyi bilenler; sıfatları noktasında O´nunla mücadeleden en çok kaçınan ve O´nu en çok sevenlerdir. Onlar, kibir, övünç, övülmeyi sevme, zenginlik, ululuk ve zikredilmek isteme gibi sıfatlara meylederek O´na şirk koşmaktan uzak dururlar.
Bunların ardından, Allah Resulü´nü (sav) en çok sevenler gelir. Çünkü O, Habib Teala´nm habibi, O´nun eserlerinin takipçisi ve ahlakına en çok benzemeye çalışandır.
Rivayet edilir ki: "Bir adam O´na gelerek, ´Ey Allah Resulü, seni seviyorum´ demişti. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Fakirliğe hazır ol´ buyurdu. Adam, ´Allah Teala´yı d& seviyorum´ deyince, O ´Öyleyse imtihana hazır ol´ buyurdu".
Bu ikisi arasındaki fark şudur: Musibetlerle imtihan etmek, Allah Tfeala´nın ahlakmdandır. O, kullarını imtihan ederek seçendir. Dolayısıyla adam Allah Teala´yı sevdiğini söyleyince, ahlakı üzerinde sabırlı olması için O´nun kendisini imtihan edeceğini haber vermiştir. Nitekim Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Rabbin için sabret". (Müddessir/7) Yani O´nun hükümlerine ve imtihan için verdiği musibetlere sabret.
Fakirlik ise Allah Resulü´nün (sav) sıfatlarındandır. Dolayısıyla adam, Allah Resulü´nü sevdiğini söylediği zaman, kendi sıfatlarına uymasını ve izlerini sürmesini tavsiye etmiştir. O, bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Allahım, beni fakir olarak dirilt, fakir olarak canımı al ve beni fakirlerin arasında hasret".56
Muhabbetin alametlerinden biri de, Habib Teala´yı çok zikretmektir. Zikrullah, aynı zamanda Allah Teala´nm kuluna duyduğu sevginin de delilidir. Bu, kullarına olan lütuflarmın en büyüklerindendir. Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivavet edilmektedir: "Allah Teala´nm her gün için bir sadakası vardır ve onu yarattıklarına lütfeder". O´nun bir kuluna sadaka ile lütfetmesi, ona zikrini ilham etmesinden daha faziletlidir.
Süfyan, Malik b. Mu´avvel´den şunu nakletmiştir: "Allah Resu-lü´ne (sav), ´Hangi amel daha faziletlidir?´ diye soruldu. Buyurdu ki: ´Haramlardan uzak durmak ve ağzının sürekli zikrullah ile ıslak kalması" [25] O, Allah sevgisini emrettiği gibi, Allah Teala´yı çok zikretmeyi de emretmiştir". Çünkü Allah Teala´yı zikretmek, muhabbetin gereklerindendir. Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala´yı o kadar çok zikret ki, senin için ´deli´desinler". [26]
Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala´yı o kadar çok zikredin ki, münafıklar, ´Sizler riyakârsınız´ desinler".
Ebu Mesleme el-Medeni, babası kanalıyla dedesinden şu hadisi nakletmiştir: "Bir gün Allah Resulü (sav) bize Küba mescidine geldi. Uzun bir konuşma yaptı. Hadisin sonunda şöyle buyurdu: ´Kim, Allah Teala için tevazuda bulunursa Allah Teala onu yükseltir. Kim de büyüklük taslarsa, onu alçaltır. Kim Allah Teala´yı çok zikrederse, Allah da onu sever [27]
Allah Resulü (sav), zikredenlerin Öne geçen ferdler olduğunu haber vermiş ve onları günahın kaldırılması ve zikrin yükseltilmesi bakımından peygamberlerin derecesine yükseltmiştir.
O´nun şu hadisinde de zikir, Allah sevgisinin icaplarından biri olarak takdim edilmiştir: "Yürüyün, ferdler geçtiler. Bunun üzerine, ´Ferdler kimdir?´ diye soruldu. Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: ´Allah Teala´yı çok zikredenlerdir. Allah Teala, zikirleri sebebiyle onların günah yüklerini kaldırmıştır. Onlar Kıyamet günü hafiflemiş olarak gelirler". [28]
Muhabbetin en büyük alametlerinden biri ise, Allah Teala´ya O´nu görerek kavuşmak, ahiret yurdu ve yakınlık makamında keşifte bulunabilmektir. Bu da ölüme duyulan özlemdir.
Çünkü ölüm, Allah Teala´ya kavuşmanın anahtarı ve O´nu bizzat görme makamına girmenin kapısıdır. Bir hadiste de Allah Re-sulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kim Allah´a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister"[29] Huzeyfe (ra) Ölüm anında şöyle demişti: "Habibim, ihtiyaç üzerine geldi, bense nedametten kurtulamıyorum".
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala için, kulunda O´na kavuşma isteğinden sonra çok secde etmek kadar sevimli bir haslet yoktur. Görüldüğü gibi Allah sevgisi daima öne çıkarılmaktadır.
Allah Teala, kulunun sıdkınm hakikatini isbat etmesi için Kendi yolunda savaşmasını şart koşmuştur. O, sevdiğinin Kendi yolunda savaşmasını istediğini haber vererek şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Allah, Kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf tutarak savaşanları sever". (Saf/4)
Bundan önce de, onlara ikrar telkin ederek şöyle buyurmuştur: ´Tapmadığınız şeyleri niçin söylersiniz?" (Saf/2) Çünkü onlar, Allah Teala´yı sevdiklerini söylemişlerdi. O da bunun üzerine, sevgilerini sınamak için savaşı farz kılmıştır.
O´nun sevgisinin alametlerinden biri de, sevdiğinin malını ve canını istemesidir. O, bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler". (Tevbe/111)
Ebu Bekir´in (ra), Ömer´e (ra) vasiyetinde şu söz yer almaktadır: "Hak ağırdır. Ağırlığıyla birlikte de, hoştur. Batıl ise hafiftir. Hafif-ligiyle beraber de tiksindiricidir. Eğer vasiyetimi iyi muhafaza edersen, hiçbir gayb sana ölümden daha sevimli gelmez, ölüm sana ulaşacaktır. Eğer vasiyetimi zayi edersen, hiçbir gayb sana ölümden daha soğuk gelmeyecektir, ama onu etkisiz kılamazsın".
Sevri ve Bişr b. el-Hars şöyle derlerdi: "Kuşkuda olan dışında hiç kimse ölümü çirkin görmez". Gerçek de onların ifade ettikleri gibidir. Çünkü seven kimse, hiçbir şartta sevdiğine kavuşmayı çirkin görmez.
Sevginin bu şekli, ancak Allah Teala´yı bütün kalbiyle seven muhibbana mahsustur. Böyle bir sevgiye ulaşan kimseyi ise Rabbızler Kalp, uzaklığın doğurduğu özlemle çile çeker, bir an önce sevdiğine kavuşmak ister.
Rivayet edilir ki: Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Zum´a, azatlısı Salim´i evlendirdiği zaman bütün Kureyş onu kınamış ve, ´Kureyş´in iffetli hanımlarından birini, bir köleyle mi nikahladın?´ demişlerdi. O da şu karşığılı vermişti: ´Vallahi, onu onunla nikahladım. Ve biliyorum ki o köle, o hanımdan daha hayırlıdır*.
Bu söz, Kureyşliler´in ağrına gitti. Ona şöyle dediler: ´Biri kölen, biri kızkardeşin, bunu nasıl yaparsın?´ O da şu karşılığı verdi: ´Ben, Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: ´Allah Teala´yı bütün kalbiyle seven bir adama bakmak isteyen Salim´e baksın". Bu hadisten çıkartılacak bir anlam da, bazı müminlerin Allah Teala´yı kalplerinin bir kısmıyla sevdikleridir. Onlar, kalplerinin yalnız bir kısmını O´na adayanlardır. Bunların kalplerinde başka sevgilerin de yeri vardır.
Allah Teala´yı bütün kalpleriyle seven müminler, O´nu bütün masivaya tercih ederler. İşte bunlar, Allah Teala´nm saf ve halis kullarıdır. Bunlar için Allah Teala´dan başka ma´bud yoktur. O´ndan başka hiçbir ilah yoktur.
Yine aynı hadiste şuna delalet edilmektedir: Müminler, Allah sevgisi noktasında değişik makamlar üzeredirler. Bu da, ilahi sıfatların müşahedelerinin derecelerine göre belirlenir. Bazı kalpler, bütünüyle müşahede ederken, bazıları kısmen müşahede ederler.
Nu´ayman her günah işlediğinde Allah Resulü´ne (sav) getirilirdi. Yine bir defasında suç işlediği için O´na getirilmiş, Allah Resulü (sav) de ona had cezası uygulamıştı. Bunun üzerine, mecliste bulunan biri onu lanetleyerek, ´Allah Resulü´ne (sav) ne kadar da çok getiriliyor dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Böyle deme, muhakkak ki o da, Allah Teala´yı seviyor buyurdu". Görüldüğü gibi Allah Resulü (sav) o günahkârı, işlediği suçlara rağmen Allah sevgisi dairesinden çıkartmamıştır.
Ariflerden bir zat şöyle demiştir: İman kalbin dışında, yani yürekte olduğu zaman mümin Allah Teala´yı orta derecede sever, iman kalbin içine girdiği zaman, onda bulunan siyah noktaya yerleşmiş olur ki bu durumda Allah Teala´yı en yüksek derecede sever. muhabbetine bakılır:
Eğer Allah Teala´yı bütün heva ve arzularına tercih ediyorsa, Allah sevgisi kulun nevasına galip gelir ve muhabbetullah olur. Bu, kulun herşeyden dolayı Allah Teala´yı sevnıesidir. Böylesi bir kul, Allah Teala´ya hakkıyla iman ettiği gibi, O´nu hakkıyla seven kuldur. Eğer kalbinizi bu dereceden aşağıda görüyorsunuz, sevgiden nasibiniz o kadardır.
Muhabbetin en açık alameti, Mahbub Teala´yı kalbin bütün hazinelerine tercih etmektir. Bu yüzden de Allah Teala nıuhibbam tercih etmekle vasfetmiştir. Arifler de, onları bu şekilde nitelemişlerdir. Allah Teala muhibbam vasfederken şöyle buyurmuştur: "Kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen (ganimetlerden dolayı yüreklerinde bir sıkıntı duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (muhacirleri) kendi canlarına tercih ederler". (Haşr/9) Allah Teala başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Vallahi, Allah seni bize tercih etti". (Yusuf/91)
Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Kalbin zahiri yani dış yüzü İslam´ın yeridir. Batını yani iç yüzü ise, imanın mekanıdır. İşte bu noktada muhibbanın dereceleri farklılaşmıştır. Çünkü imanın islam, batının zahir üzerindeki üstünlüğü açıktır.
Basra alimlerinden bir zat ise, ´Kalp´ ile ´Fu´âd=Yürek´i birbirinden ayırmış ve şöyle demiştir: Fu´âd, kalbin konduğu ve attığı yerdir. Kalp onun aslı ve genişleyen kısmıdır. Başka bir vesilede ise şöyle demiştir: Kalpte iki boşluk vardır. Zahir yani görünen boşluk fu´âddır ki aklın konağıdır. Batın yani görünmeyen boşluk ise, kalptir ki işitme, görme, anlama ve müşahede etme melekeleri onda bulunur. Orası da imanın konağıdır. Allah Teala da, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Allah onların kalplerine imanı yazdı". (Mücadele/22); "Muhakkak ki bunda, kalbi olan veya şahit olarak kulak veren kimse için bir hatırlatma vardır". (Kaf/37)
İslam sevgisi, bütün insanlara farz kılınmış bir sevgidir. Bu sevgi, Allah Teala´ya itaat ve O´nun muhabbeti için farzları eda edip haramlardan sakınmayla irtibatl anmış tır. Mukarrebun´un muhabbet ve sevgisi ise, sıfatların manalarını müşahede etmekten kaynaklanır. Bu muhabbet, O´nun ahlakının bilinmesiyle ortaya çıkar. Muhabbetin bu şekli, Allah Teala´nm havas kullarına mahsus bir sevgidir.
Bu sevginin aslı ve özü olan marifetullah yani Allah Teala´yı bilme de, umum ve husus olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ariflerin ha-vassı için, muhabbetin çok hususi bir şekli sözkonusudur. Onların umumu için ise, muhabbetin umumu geçerlidir.
Geçmiş ümmetlerin haberleri arasında şu hadise nakledilmiştir: "Züleyha iman ettiği zaman, Yusuf (as) onunla evlenmişti. Evlendikten sonra Züleyha uzlete çekildi ve kendini ibadete hasrederek insanlardan uzaklaştı.
Yusuf (as) onu gündüz yatağa davet ettiği zaman, onu geceye havale ederek isteğini geri çeviriyordu. Gece çağırdığında ise, gündüze erteliyor ve şöyle diyordu: ´Ey Yusuf! Ben seni Allah Teala´yı bilmezden önce seviyordum. Ama O´nu bildikten sonra sevgisi kalbimde hiçbir sevgiye yer bırakmadı. Bu sevgiyi değiştirmek de istemiyorum´. Sonunda Yusuf (as) ona şöyle dedi: ´Allah Teala bunu . emretti ve bana, senden iki erkek çocuk doğacağını ve bunları peygamber kılacağını haber verdi´.
Züleyha, bunun üzerine, ´Allah Teala böyle emir buyurmuş ve beni bir şeye vasıta kılmayı murad etmişse, o zaman Allah Tet ala´mn emrine boyun eğmek gerekir dedi ve Yusuf (as) ile beraber oldu". Allah Teala´yı hakkıyla bilen ulemadan bir zat şöyle demiştir: Tevhid kemale erdiğinde, muhabbet de tamam bulur. Muhabbet geldiğinde ise, tevekkül tamama erer ve kulun imanı kemal bularak farzları halis olur. Bu da yakin olarak adlandırılır Fudayl b. lyaz muhabbetin farziyeti hakkında şöyle demiştir ´ Size, ´Allah Teala´yı seviyor musunuz?´ diye sorulduğunda susun. ´Hayır dediğinizde küfre düşersiniz. ´Evet´ dediğinizde ise, muhibbanın sıfatına sahip değilseniz Allah Teala´nm gazabına uğrayabilirsiniz.
Alimlerimizden biri şöyle demiştir: Cennette, marifet ve muhabbet nimetlerinden daha üstün bir nimet yoktur. Cehennemde ise, marifet ve muhabbet iddiasında bulununup bunların aslına vakıf olmayanların çektiklerinden daha ağır bir azap yoktur. Onun üstünde başka bir alim de şunu ifade etmiştir: Bütün makam sa-i hiplerinin affedilmesi ve hoş görülmeleri umulur.
Ancak marifet ve muhabbet iddiasında bulunanlar bunun dışındadır. Onlar, her ses, her hareket, her duruş, her bakış ve her dşünüşleri için, Allah yolunda, O´nun için ve O´nunla beraber olup olmaması noktasında hesaba çekileceklerdir.
Allah Teala´nın kuluna muhabbeti, insanların sevgi ve muhabbeti gibi değildir. Çünkü insanların sevgisi, şu yedi sebepten biriyle ortaya çıkar: Tabiat, cinsiyet, fayda, sıfat, arzu, merhamet ve bu sevgiyle Allah´a yakın olma. Bunlar, birbirine benzeyen şeyler, insanlar için ihdas edilmiş sebeplerdir. Bu tür sevgiler, sözkonusu sebeplerden, doğan ve ortaya çıkan sevgilerdir. Zamanın değişimi veya sıfatların şekil değiştirmesiyle değişiklik arzedebilirler.
Allah Teala´nın sevgisi ise, O´nun güzel kelimesinden kaynaklanan, bütün sebeplerin evvelinde varolan, hadisâttan çok önce kıdem sıfatını taşıyan bir sevgidir. O´nun yüce inayeti ile varolan bu muhabbet, ebediyen değişmez ve yeni gelişmelerle şekil değiştirmez.
Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Ama Biz´den kendilerine güzellik geçmiş olanlar". (Enbiya/101) Yani haklarında güzel sözümüz geçmiş olan kimseler. Başka bir tefsirde ise, ´güzel makamları´ önceden kesinleşmiş olanlar, denilmiştir.
Allah Teala´nın önceden belirlenmiş olan hükmünü, kulların değiştirmesi caiz değildir. O´nun hükmü, bütün hükümlerin öncesinde yer alır. Nitekim O´nun şu buyrukları da, buna delalet etmektedir: "Andolsun Biz, İbrahim´e de önceden doğru yolu bulma kabiliyetini vermiştik. Zaten Biz onu biliyorduk". (Enbiya/51); "O, sizleri önceden müslümanlar olarak adlandırmıştı". (Hacc/78); "Kendileri için bir doğruluk kademesi olduğunu müjdele". (Yunus/2) Allah Teala, onların son işaretleriyle ilgili olarakta şöyle buyurmuştur: "Güçlü Padişah´m huzurunda doğruluk koltuklanndadıriar". (Kamer/55)
Allah Teala´nın kıdeminden önce onların doğruluk makamında bulunmaları mümkün değildir. Yine O´nun ilminden önce bu tür bir amellerinin olması da imkansızdır. Çünkü Allah Teaîa´nın ameli, malumdan öncedir. O´nun dostlarına olan muhabbeti de, onların Kendisi´ne sevgilerinden ve gösterdikleri amellerden çok öncedir.
Ayrıca bu, Allah Teala´nın Zatı´na mahsus hükümlerinden birinin özelliği, O´nun nasibinin lütfü ve ihlas ehline nimetlerinin en güzelini verenin nimetlerini tamama erdirmesidir. Yine o, sabık doğruluk kademeleri sebebiyle tercih edilenlerin tercih edilişidir.
Onlar Sıdk Sahibi´nin huzurundaki doğruluk koltuğuna daha önceden oturtulmuşlardır. Bunun için akla uygun bir sebep bulmak mümkün değildir. Önceden yapılmış bir amel için de neden bulunamaz. Bütün bunlar, kaderin sırlarında cari ve Kadir-i Mutlak´m lütfuna mahsus durumlardır.
Kaderin sırrını ifşa etmek ise, küfürdür. Onu, ancak bir peygamber veya bir sıddık bilebilir. Allah Teala, ancak gösterdiği kullarını bu sırra mazhar kılar. Birtakım rivayetlerde görülen sebepler, ahbabın yolundan ve akıl sahibi mukarrebunun makamlarından ibarettir.
Muhabbet; ancak kulun güzel işlere muvaffak kılınması, ismetinin gözetilmesi, Allah Teala´nın ilminin gizli yönlerinin öğretilmesi ve her şeyde derhal O´na dönecek şekilde lütfunun gizliliklerinin bildirilmesi sayesinde açığa çıkıp zahir olur.
Kulların O´nun huzurunda durması, hiçbirşeye iltifat etmeksizin O´na bakmaları, O´na herşeyden daha yakın olmaları, O´nun rızasını çekecek amelleri çok işlemeleri, O´nun sıfatlarının manalarına muttali kılınmaları, gizli sırlarını kendilerine bildirmesi, onların fikirlerini nimetlerinin batini yönlerine açması, onlara halis şükür ve zikrin hakikatini nasip etmesi de muhabbet-i ilahinin ala-metlerindendir.
Bunlar, Allah Teala´nın ayne´l-yakin olarak keşfi bildirimlerde bulunduğu muhibban zümresinin yollarıdır. Denir ki: Allah Teala bir kulu sevdiği zaman, onu istihdam eder. Onu istihdam ettiğinde de yalnız Kendi´ne hasreder. Başka bir söz de şöyledir: "Allah Teala bir kulu sevdiği zaman ona nazar eder. O, bir kula nazar ettiği zaman ona azap etmez". Allah Resulü´nden (sav) de bu anlamda hadisler rivayet edilmiştir.