meryem
Sat 25 December 2010, 06:21 pm GMT +0200
MÜEYYİDE
İnsan ve kanunun ilişkisi bizim gözümüze, üç zamandan oluşan bir gidiş-geliş hareketinin şekli altında görünmektedir. Yükümlülük kavramı ile birlikte, biz onun henüz çıkış noktasında idik. Ama, müeyyide kavramı ile bu diyalektik münasebetin dairesi kapanacaktır. O, bir üçlünün sonuncu ünitesi ve bir diyalogun son sözü gibidir. Kanun çağrısına, onu bizim iyi niyetimize yöneltmek suretiyle başlar; o, bizi ona cevap vermeye mecbur kılar. Daha sonra, bizim "evet" veya "hayır" diye cevap vermemizden itibaren, bu suretle biz kendi sorumluluğumuzu taşırız. Nihayet, bu cevaba karşılık olarak, kanun bizim tutumumuzun kendi bakımından değerini takdir eder: O onu müeyyideye bağlar.Şu halde müeyyide, tabîlerinin tutumuna kanunun tepkisidir. Oysa ki, gördüğümüz üzere, ahlâkî kanun, aynı zamanda ruhumuzun dayanılmaz bir gereği, kollektif vicdanın sıkı bir icbarı, en mükemmel ve en mukaddes vicdanın kutsal bir buyruğudur. Az önce incelediğimiz sorumluluğun bu üçlü veçhesi oradan ileri gelmektedir. Bu bölümde tahlil etmek zorunda olacağımız müeyyidenin üç alanı da keza oradan kaynaklanmaktadır: Ahlakî müeyyide, kanunî müeyyide, ilâhî müeyyide.