- Misyoner yayınları

Adsense kodları


Misyoner yayınları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Mon 27 September 2010, 07:28 pm GMT +0200
3- Misyoner Yayınları
                             
 

Daha önceleri de işaret ettiğimiz gibi, ilk dönemlerde yapılmış olan terceme hareketlerinin değişim ve bozulmaya ne kadar etkisi olmuş ise, çağ­daş terceme hareketlerinin ise, eskilerin çok çok üzerinde iğrenç denilecek boyutlara varan tesirleri ve toplumu bozma olayını meydana getirmiştir.

Çünkü bu yeni terceme hareketleri, çoğu zaman müslüman olmayan unsurlar tarafından yapılıyor değildir. Sadece müslüman olmayan unsur­lar bunu yürütmüyorlar. Aksine bugün misyonerlerin, özellikle de kindar misyonerlerin kitaplarının tercemesine girişilmiştir. Bunlar o derece kinli misyonerlerdir ki, tek amaçlan müslümanlarca değer verilen kaynakların bulandırılması, gözden düşürülmesi olan kimselerin eserleridir. Amaçlan bu kitaplarla, tamamen dinlerinden uzaklaştırılmış bir müslüman nesil mey­dana getirmektir. Evet dininden ve milletinden uzaklaşmış bir toplum... Bunlar tüm düşünce sistemlerini batılı yollardan alacaklar, araştırma bun­ların tek kıblesi olsun. İslama din olarak, metod olarak, kanun ve yasa olarak, kültür ve uygarlık olarak bağlı bulunduğunu hiç düşünmesin isti­yorlar. İşte bu manada yayınlar gündeme getirilmiştir.

Misyonerlerin yazdıkları tümüyle bir tek amaçta düğümlenmektedir. Bu ise: Öyle bir araştırmaya yöneltilsin ki, bunların bizzat ipleri misyo­nerlerin elinde bulunsun, onlar ne gibi şeylere yönelip eğilim gösteriyor­sa, ellerinde oyuncak edindiklerinin de öyle olmasını istemektedirler. Yoksa hiçbir zaman bilimsel bir araştırmaya yöneltip de, bunların ilim açısından meseleyi görmesini istemezler. Nitekim Şimit'in "Modern veya Yeni Çağ­da İslâm" adlı kitabında, Araplardan söz etmektedir. Bu kitabın üçüncü bölümünde Araplardan söz ederken der ki:

"Gerçekten İslâm dini, Batı ile Arap dünyasını birbirinden ayıran asıl hüviyette İslâm temel ve önemli bir sebeptir." Daha sonra devamla der ki:

"Bizim modern uygarlığımızda yepyeni gerçekler ortaya çıkmış bu­lunmaktadır. Mutlaka, bu İslâm hüviyetinin üstünde bir bina kurmak su­retiyle şu kuleleri kapatmak gerekiyor. Kesinlikle kavrayış ve anlayışa gö­türen, kaynaşma ve birleşmeye vardıran sebepler yaratmak gerekiyor. Ay­nı zamanda bu gibi anlayışlar ve değişik uygarlıklar, birbirine zid dinler arasında çok acil gayretler yaratmak gerekiyor. Ancak bunları kazanabil­mek de çok kolay olmayacaktır.”[305]

"Oryantalistler büyük gayretlerle bazı İslâmî kaynaklan ve yazma eserleri gündeme getirmeye çalıştılar. Bunların bu alanda çok önemli metodları ve tecrübeleri vardır. Bu eserler üzerinde çalışırlarken, büyük yanlış­lar yaptılar. Nassları ve olayları yorumlarlarken hep yanlış yorumlamaya gittiler. Ancak bütün bunların yanında, esas önemli olan bunların amaç edindikleri nokta önemlidir. Acaba bunları bu üstün gayret ve çaba ile "İs­lama hizmeti" mi hedef edinmişlerdi? Yoksa fslâmi bulandırmak, müslü-manların ruh ve kalplerine şüphe sokmak için miydi?"[306]

Doğu ilimleri üzerinde araştırma yapan batılılar, yani oryantalistler, ortaya koydukları ve yazdıkları eserlerini "Bilimsel araştırma" veya "Öze" inme gibi şeylerle ortaya koydular. Bu ve benzeri birçok şeyler var ki, biz­zat bu oryantalistler tarafından yazılan yeni başkaca eserler ile kendilerini yalanlamış ölüyorlar. Meselâ bunların önde gelenlerinden ve liderlerinden Margolyus, "Dünya Tarihi" adlı ansiklopedide kendisinin yazmış olduğu bölümde şu ifadelerini görmekteyiz:

"Muhammed (s.a.v.), nesebi, soyu ve sopu belli olmayan biridir. Çünkü bu, Muhammed "b. Abdullah (Abdullah'ın kulu)" oğlu Muhammed di­ye geçmektedir. Araplar soyu bilinmeyen kimseye hep böyle Abdullah (Al­lah'ın kulu) adını verirler"

"Muhammed (s.a.v.), nesebi, soyu ve sopu belli olmayan biridir. Çünkü bu, Muhammed "b. Abdullah (Abdullah'ın kulu)" oğlu Muhammed di­ye geçmektedir. Araplar soyu bilinmeyen kimseye hep böyle Abdullah (Al­lah'ın kulu) adını verirler."

Şimdi bu, haçlı zihniyetinden doğan bir kin değil mi? Yoksa bu bi­limsellik ruhundan uzak olan bir araştırmadan öteye geçmez.

Acaba bunda güdülen amaç, İslâmın açık ve net olan gerçeklerine şüp­he ve gölge düşürmek değil midir?

Yoksa bu söz hiç söylenecek bir söz müdür? Rasülüllah (s.a.v.)'ın du­rumunu hiç bilmeyen bir toplum içinde mi söylüyorlar ki, o toplum ki, nesep ve soy ilmi bakımından onlar kadar bilgili olanı yoktur. Bu toplu­mun soyla övündüğü kadar bir başka toplum bu açıdan gösterilemez.

Gerçekten bu ne iğrenç ve ne aşağılık bir araştırmacı zihniyetidir ki, böylesine bir iğrençliğe gidilebiliyor?[307]

Şimdi bunlardan başka ne beklenebilir ki? Yine bunların önde gelen isimlerinden biri "Gold Zeyhir: "Akide ve Şeriat" adım verdiği kitabında şu ifadelere yer veriyor: "İslâm hukuku, aslında Roma hukukundan alın­mıştır. İslâm'ın siyaset nizamı ise, İran'dan alınmıştır. İslâm tasavvufu­nun kaynağı ise, Hind görüşlerinden ve Eflatunculuktan alınmıştır."[308]

Eğer biz örnekleri araştıracak olursak, söz bir hayli uzar.

Ancak biz diyoruz ki: Mademki bu insanlar böyle kin dolu bir ruha sahipler, böyle kötü bir niyeti sürdürmektedirler, böylesine iğrenç bir fii­lin içindeler. Bunları tanımak zorundayız. Çünkü bunların silâhı hep ka­falarda şüphe uyandırmak, sözleri yalan uydurmak, iftirada bulunmak­tır. En önemli karakterleri de eski haçlı kinini devam ettirmektir. Madem ki bunlar böyledir. O halde bunların bütün yazdıkları ne mana ifade eder ki?

Bunların yetiştirdikleri öğrencilerinin ve çömezlerinin ne gibi hizmetleri beklenebilir ki? Halbuki bu öğrenciler bu kimselere hep saygınlıkla bakı­yorlar. Bunları bilimsel araştırmaların öncüleri olarak görüyorlar.

Aslında bunların öğrencilerinden bir çoğu, onların tarzında gitmele­ri halinde sadece kendilerini çoğu kez zor duruma düşürmüş olurlar. Fa­kat kendisi, oryantalistlerin hayatında bizzat görülen ve bizim anlattığı­mızın dışındaki daha birçok gerçekleri inkâra hiçbir zaman kalkışamaz­lar. Evet kendilerini zor duruma sokabilirler.

Bugün bu oryantalistler eliyle araştırma yapanlar, özellikle hocaları­nın kendilerine dikte ettirdiği konular üzerinde bilimsel araştırmalarını sür­dürmek zorundadırlar. Şayet böyle olmadığı takdirde, öğrenciye seçim hakkı verilmesinde, mutlaka yazması gereken konu, yine bu oryantalistin ona dikte ettirdiği şey olacaktır ki, bu da mutlaka İslama dil uzatmayı, akide­sini eleştirmeyi, hayat düzenini tenkid etmeyi amaçlar. Evet şayet araştır­ma İslâmî konularda olursa, olay böyle olmaktadır.

Bunun en güzel örneğini Üstad Mustafa Sıbaî vermektedir. Üstad di­yor ki:

"Bana Prof.Enderson anlattı, bizzat kendisi aktardı. Bu zat, "İslâmda yasamayla ilgili bir doktora" tezi hazırlamak isteyen bir öğrenciyi, Lond­ra Üniversitesinden çıkarttırmıştır. Öğrenci Ezher mezunudur. Çıkartma sebebi bir tek şeydir. Tezini sunarken kadın haklarına değinmiş ve burada İslâmın kadına asıl haklarını verdiğine ilişkin delilleri bir bir sunmuş, işte sırf bu yüzden Öğrenci doktoradan mahrum edilip, üniversiteyle olan iliş­kisi kesilmiştir.

Bu durumu, bu oryantaliste yani Enderson'a bizzat sordum, dedim ki: "Nasıl onu doktorasından engelleyip, düşürttün, böyle bir sebepten nasıl uzaklaştırdın? Halbuki sizler kendi üniversitelerinizde düşünce öz­gürlüğü tellallığı yapmaktasınız?" Cevap olarak şunları söyledi:

"Çünkü bu kişi diyor ki, İslâm kadına şöyle şöyle özgürlük ve imkân vermiştir, kadın için şunları şunları öngörmüştür. Acaba bu adam, İslâm adına ortaya çıkmış resmi bir konuşmacı mıdır?"[309]

İşte misyonerlerin ve oryantalistlerin zayıf iman sahibi kimseler üze­rinde bu tür kitaplarıyla büyük etkileri olmuş, tehlikeler doğurmuştur. Bu şüpheci ekolden Öyle kimseler çıktı ki, bunlar İslâm dünyasında fikir ve ilim babalığı görevini üstlendiler. Yaptıkları tek şey, sözde alimlerinin ken­dilerine dikte ettirdikleri şeyleri papağan gibi aktarmaktan ibaret olmuştur.

En doğu ilimleri üzerinde araştırma yapanların ve çömezlerinin en önemli amacı, Rasûlüllah'ın sünnetine dil uzatmak ve bu alanda başarılı olmaya çalışmaktır. Bunun doğruluğunu şöyle gösterebiliriz. Bunların öğ­rencilerinden biri olan Dr. Hasan Abdülkadir, doktora yapıp döndükten sonra Öğrencilerine diyor ki:

"Ben size İslâm Hukuk Tarihi dersini okutacağım. Ancak bunu bi­limsel bir şekilde okutacağım ki, böyle bir metoda Ezher sahip ve alışık değildir. Ben size itiraf edeyim ki, Ezher'de yaklaşık 14 yıl okudum. Lâ­kin bunca seneye rağmen İslâmı öğrenemedim. Ancak Almanya'daki araş­tırmalarım esnasında İslâmı öğrendim."[310]

Üstad Sıbaî (rh) diyor ki: "Daha sonra Öğrendik ki, bu adam bize Corc Züveyhir'in motamot tercemesi olan "İslâm Araştırmaları" adlı ki­tabını okutacakmış.[311]

Bunların hadise dil uzatmak için, Rasûlüllah'ın sünnetine gölge dü­şürmek için en fazla itibar ettikleri husus, hadisleri "Akla" sunma hikâ­yesidir. Bu eskilerce de çok denenmiş bir yoldur. Çünkü bu yolu Mutezile seçmişti. Müsteşrikler (oryantalistler) ve bunların yetiştirmeleri olan çö­mezleri ve Ahmed Emin, Ebu Reyye gibileri ve daha niceleri de bunları izlemişlerdir.

Bu oryantalistlerin daha başkaca kitapları da vardır ki, burada bala zehiri katmaktadırlar. Kitaplarına başından itibaren birazcık İslâmdan öv­güyle söz ederek giriş yapıyorlar. İşte islâm şunları yapmıştır, şöyle şöyle yapmıştır gibi... Ancak bu kimselerin bunun ardından da bekledikleri ba­zı şeyler vardır. Önce okuyucunun kitaba olan güvenini kazanmak. Sonra da bizzat gizli olan kinini buraya kusmak oluyor. Akidede, şeriatta kuşku uyandıracak ifadelere yer veriyorlar. Böylece müsiümanlarm dinlerine olan güvenlerini sarsmak istiyorlar. Tıpkı şu ayetteki gibi gerçek ifadesini bul­muş olmaktadır. Rabbim şöyle buyuruyor:[312]

"Ehl-i Kitaptan bir grup, müminlere indirilmiş olana sa­bahleyin görünüşte inanıp ak­şamleyin inkâr edin. Belki on­lar böylece dinlerinden döner­ler, dedi." (Âl-i İmrân, 3/72)                                                               

Hiç kuşkusuz, İslâm dünyasında bu müsteşriklerin kitaplarının ya­yılmasını sağlayan malî güçler ve hükümetler vardır. Bugün İslâm dünya­sında bunların ordularla başaramadıklarını, bu yayın yoluyla istedikleri­ni başardılar.

Burada önemle değinmemiş gereken bir nokta vardır. Şöyle ki:

Müslümanlar gerçek anlamda doğru olan akide ve inançlarından uzak­laştırılınca, böylece bilimsel olan metodlanndan da uzaklaşmış oldular. Çünkü hadis bilginlerinin bilimsel olan araştırma yöntemlerini bıraktılar. Halbuki bu yöntem insanlık tarihinde görülmüş olan en bilimsel yöntem­dir. Müslümanlar böyle bir yöntemi gerçekte bıraktıkları için, hayatların­da bu sapmalar oldu ve oryantalistlerin hile ve tuzaklarına böylece düş­müş oldular.

 
Özetle Deriz Ki
 

Gerek düşünce ve gerek yöntem açısından oryantalistlerden etkilenen gerçek, dinine dostça ve ona bağlı olarak bakamaz. Kendi ümmetine ve milletine temiz ve doğru bir şekilde bakamaz. Aynı zamanda bu kimsenin müslümanlara yaklaşım veya uzaklaşma tarzı da İslama uygun olan bir tarzda olmayacaktır. Etkisi altında kaldığı düşünceye oranla İsİâmdan uzak kalacaktır. 



[305] İslâm ve Batı Uygarlığı", s.102,103,109.

[306] Biz Müslüman mıyız?" s.l74'den özetlenerek.

[307] Agk. s. 172.

[308] Agk. s.176.

[309] Dr. Sıbaî, "Sünnet ve İslâm Hukukundaki Yeri", s.13. Bu kitapta güzel örnekler sunulmuş, isteyen oraya baksın.

[310] A.g.k.

[311] A.g.k.

[312] Dr.Muhammed Muhammed Hüseyin, "İslâm ve Batı'Uygaralisi" adlı kitabinin özel­likle 4,5 ve altıncı bölümler. Dileyen bunlara bakabilir.