- Mısır’da Yeni Düzen Yeni Sorunlar

Adsense kodları


Mısır’da Yeni Düzen Yeni Sorunlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
Rüveyha
Mon 27 October 2014, 05:27 pm GMT +0200
Mısır’da Yeni Düzen Yeni Sorunlar


İbrahim Baran | Ocak 2013 | DÜNYA HALİ   


Hz. Adem a.s.’dan bugüne insanlık hep bir mücadele içerisinde. Toplumsal mücadeleler her dönemde farklı gerekçelerle ortaya çıkıyor. En önemli gerekçe de nefsin öne çıkma isteği ve bu isteğe eşlik eden zulüm. İstisnasız bütün diktatörlerin kendilerini ön plana çıkarıp alternatif fikirlerin dillendirilmesine tahammül edemediklerini görmek zor değil. Tıpkı Arap coğrafyasında 1. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan diktatörlüklerde olduğu gibi… Neredeyse bir asırdır süregelen ve zulüm üzerine inşa edilen bu rejimler, Arap Baharı olarak nitelendirilen sürecin ardından önemli ölçüde nihayete erdi. Kimileri de bu süreci Arap ayaklanmaları olarak nitelendiriyor. Çünkü devrimin gerçekleştiği bazı ülkelerde karışıklık devam ediyor. Arap coğrafyasında yaşanan dönüşüm süreciyle gelinen yeni dönemin eskiye nazaran daha az sorunlu ve halk iradesini daha çok temsil eden bir görüntü çizeceği düşünülüyordu. Bu düşünce devrimin gerçekleştiği diğer ülkelerde doğrulanmış olsa da Mısır için problemlerin bitmediğini söylemeliyiz. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi yeni anayasaya yetkilerin tamamının kendisinde olmasını sağlayacak maddeler ekletmek isteyince Tahrir Meydanı yeniden hareketlendi. Yasaya muhalefet eden göstericilerle Mursi taraftarları arasındaki mücadelede 7 kişi hayatını kaybetti, 1000’den fazla kişi yaralandı. Gerilimin ardından da halk yeni anayasa için referanduma gitti. Hüsnü Mübarek gibi bir diktatörün ardından halkın desteğini alarak iktidara gelmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi kendine muhalefet edenlere Hüsnü Mübarek gibi davranamazdı. Dolayısıyla bazı tutuklu göstericileri serbest bıraktı. Fakat Mısır’da sular henüz durulmuş değil ve taraflar inadından vazgeçmedikçe durulacağa da benzemiyor. Devrimlerin ardından kurulan sistemlerin de sorunsuz bir şekilde yoluna devam edeceği savının yalnızca iyi niyetli bir düşünce olduğunu tarih net bir şekilde gösteriyor bizlere. Büyük umutlarla kurulan rejimler çoğu zaman farkında olmadan yeni diktatörlükleri ortaya çıkarıyor. Mısır’da böyle bir durumun var olduğunu söylemek için hayli erken. Ancak toplumun tamamını etkileyecek önemli adımlar atılırken bir kez daha düşünmek, toplumsal ihtiyaçları ve dinamikleri göz ardı etmeden adımlar atmak gerekiyor. Müslüman Kardeşler hareketinin bazı hatalar yaptığı açık. Ama bunlar telafi edilemeyecek türden değil. Mısır’da kaos, iktidarla muhalefetin yapıcı diyalog zemininde bir araya gelmesiyle çözülebilir.

Birleşmiş Milletler “Filistin” Dedi


Ortadoğu’nun kronik sorunu Filistin meselesi 1948’den bu yana dönem dönem alevlenerek devam ediyor. Geçen ay yine bu satırlarda söylediğimiz gibi İsrail, gözüne kestirdiği Filistin topraklarını ele geçirmek için masum insanları katlediyor ve bu vahşi katliamları meşrulaştırmak amacıyla uluslararası kamuoyunda Filistin’i itibarsızlaştırmak için elinden geleni yapıyor. Filistin ise yüzde yüz haklı olduğu bir davada masum olduğunu, zulme uğradığını dillendirse de maalesef karşılık bulamıyor. Uluslararası barışı tesis etmek ve çıkacak herhangi bir krizi diplomatik yollarla çözmek üzere oluşturulmuş uluslararası kuruluşlar da Filistin’in tüm çırpınışlarına rağmen sessizliğini bozmuyordu. Üzülerek ifade edelim, Ortadoğu’nun merkezinde, müslüman ülkelerin yanı başında yapılan katliamlara İslâm toplumlarının tepkisi birkaç sivil gösteri ve açıklamanın ötesine geçmiyordu. Şunu da belirtmekte yarar var: Filistin sorunu İslâm toplumlarının hep gündeminde aslında. Ancak yıllardır diktatörlük rejimleri altında ezilen müslümanların bu konuda ortaya koydukları tepkiler maalesef sivil gösterilerin ötesine geçemezdi. Çünkü diplomasi kaideleri toplumların rejimlerinden bağımsız bir şekilde gerçekleştirdikleri tepkisel hareketlere müsaade etmiyor. Filistin halkının haklı mücadelesine en büyük destek Türkiye’den geldi. Özellikle son birkaç yıldır atılan diplomatik adımlar sorunu tamamen ortadan kaldırmasa da, hem İslâm coğrafyasında hem de uluslararası kamuoyunda Filistin’de ciddi bir problem olduğu algısını yerleştirdi ve Birleşmiş Milletler (BM) Filistin’i “üye olmayan gözlemci devlet” statüsüne yükseltti. Üye olmayan gözlemci devletler BM nezdinde egemen yapılar yani devlet olarak kabul ediliyor. Üye olmayan gözlemci devletler bu statüyü elde ettikten sonra da tam üyelik için istedikleri zaman başvurabiliyorlar. Birleşmiş Milletler’in Filistin’le ilgili verdiği bu karar problemin nihaî çözümüne yönelik doğrudan bir adım olarak değerlendirilmeyebilir. Ancak 20. yüzyılın yarısını meşgul eden, binlerce masumun öldürülmesi ve onlarca şehrin işgal edilip harap edilmesiyle bugüne gelen Filistin meselesinin dünyanın gündemine bir şekilde gelmesini sağlaması bakımından önemli. BM’nin aldığı bu karar yalnızca dünya kamuoyuna bir şeyler söylemiyor, aynı zamanda yıllardır Filistin’i “öylesine bir yer” olarak gören müslüman devletlere çok şey söylüyor. Ve elbette toprakları işgal altındayken omuz omuza mücadele etmek yerine birbirlerine düşen Filistinli siyasî gruplara da önemli mesajlar veriyor.

Irak Yönetiminin Petrol Savaşları


Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesinin ardından uzun yıllar hüküm sürdüğü topraklar siyasî olarak istikrarsız bölgeler haline geldi. Saltanata dönüşen sistemler, ilerleyen süreçte devrilerek yerini başka baskıcı rejimlere bıraktı. Irak, bahsettiğimiz süreci yaşayan somut örneklerden biri. Osmanlı coğrafyasının en önemli merkezlerini bünyesinde barındıran ve hâlâ birçok ortak noktayı paylaştığımız Irak, bugünlerde yine zor bir dönemeçten geçiyor. Yıllarca Baas rejiminin zulmü altında ezilen Iraklılar 2003’te Amerika’nın bölgeye girmesiyle Saddam Hüseyin’in zulmünden kurtulup refaha kavuşacaklarını umarlarken, zulmün çok daha büyüğüne muhatap oldular. Amerika “demokrasi getirme” bahanesiyle girdiği Irak topraklarını tarumar etti ve binlerce insanı katletti. Bölgeden çekilmesiyle sona ereceği düşünülen kaos 3’lü yönetim anlayışı nedeniyle devam ediyor. Irak’ta yaşanan çatışmalar en çok da siyasî olarak zayıf durumda olan Türkmenleri etkiliyor. Şimdilerde Irak merkezî hükümeti ile Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’ni birbirine düşüren sebep ise Kerkük. Kerkük petrolleri Irak merkezî hükümetinin iştahını kabartıyor. İddialara göre merkezî yönetim, petrol gelirlerinin tamamını tek bir kişiye bağlı olarak hareket edecek 1 milyon neferli ordu kurmak için kullanıyor. Bunun Baas rejiminin yaptığı uygulamalardan hiçbir farkı yok. Ve yine iddialara göre merkezî yönetim anayasayı umursamadan, iradesini daha sağlam bir zemine oturtmak için birçok kritik görevi kendinde topluyor. Merkezî yönetim Kerkük’ü tamamen kontrolü altına almak istediği için Türkmen halkını saldırılarla göçe zorluyor. Yeni rejimin kurulmasının ardından Irak’ın büyük bölümünde inşa ve ihya çalışmaları yapılırken Kerkük maalesef göz ardı edildi. Adeta yeni bir Irak ortaya çıkarılırken Kerkük Irak’ın dışında bir toprakmış gibi muamele gördü. Irak’ın bazı bölgelerinde halk refah içerisinde yaşıyor ama Kerküklü Türkmenler sıkıntılarla boğuşuyor. Petrol söz konusu olduğunda ise Kerkük toprakları paylaşılamaz hale geliyor! Kerkük bir zamanlar Sultan II. Abdülhamid Han’ın şahsî malıydı ve yapılan cazip tekliflere rağmen Kerkük’ü satmayı aklından geçirmemişti. Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla birlikte elimizden çıkan Kerkük, bugüne kadar birçok büyük devletin de hedefi haline geldi. Amerika’nın Irak’a saldırmasının ardında Kerkük’ün kontrolünü ele geçirme düşüncesi olduğu da biliniyor. Ve bugün, Kerkük için yaşanan tüm mücadeleler Sultan II. Abdülhamid’in neden Kerkük’ten vazgeçmediğini açık bir şekilde gösteriyor.

Patriotlar ‘Çevre’yi Rahatsız Ediyor

Türkiye ile Suriye arasında 1,5 yıldan bu yana devam eden diplomatik mücadele, iki ülkeyi neredeyse savaşın eşiğine getirdi. Esed’in halkına yaptığı zulme kayıtsız kalamayan Türkiye’nin muhaliflere verdiği destek, Suriye ve müttefiklerinin tepkisini çekti. Topraklarımıza yapılan top atışları, Suriye’nin hukuksuz bir şekilde jet uçağımızı düşürmesi ve teröre verdiği destek gibi nedenlerle olası bir saldırıya karşı Türkiye’nin tedbir alması kaçınılmaz hale geldi. Suriye konusunda temkinli olan Amerika’nın aksine NATO’nun Türkiye’ye verdiği destek de tüm dünyanın malumu. Türkiye savunma sistemini güçlendirmek amacıyla NATO’dan patriot füze savunma sistemi almak hususunda anlaşma imzaladı, bununla kendisine yapılacak herhangi bir füze saldırısını önleme hususunda tedbir almış oldu. Bu tedbir özellikle Suriye’den gelebilecek muhtemel bir saldırı için alındı. Zira Esed koltuğu terkedinceye ya da koltuğundan edilinceye kadar bölgeden Türkiye’ye çeşitli yöntemlerle zarar verebilecek operasyonlar gerçekleşebilir. Patriot füze savunma sisteminden Suriye’nin rahatsız olması doğal. Ancak rahatsız olan başka bir ülke daha var: İran. İran bir yandan Türkiye ile olan münasebetlerini ılımlı diyalog zemininde yürütürken, bir yandan da patriotların yeni bir dünya savaşına neden olacağını iddia ediyor. Üstelik kendi nükleer çalışmalarını görmezden gelerek! İran’ın rahatsızlığına NATO Genel Sekreteri Rasmusen, yapılan açıklamaları kınadığını, NATO’nun saldırmak gibi bir niyetinin olmadığını ve yalnızca Türkiye’nin savunma sistemlerine destek vermek için anlaşma imzaladıklarını söyleyerek tepki gösterdi. Türkiye jeo-stratejik önemi ve son dönemde dış politikada attığı adımlar nedeniyle dünyanın dört bir yanından üzerine planlar yapılan bir ülke. Yakın komşularıyla yaşadığı problemler de Türkiye’yi birtakım tedbirler almaya mecbur bırakıyor. Yalnızca patriot füzeleri değil, başka birçok tedbir almış durumda. Gidişat, Türkiye’nin ilerleyen süreçte kendini korumak için daha fazla tedbir alması gerektiğini salık veriyor. Ama bundan daha önemli bir problem var önümüzde. Türkiye için asıl sorun savunma sistemi satın almak değil, savunma sistemleri üretememek. Yani Türkiye’nin kendi patriotlarını üretmesi gerekiyor. İsrail -her ne kadar Filistin’den atılan füzelerle delinse de- kendi ürettiği füze kalkanlarıyla topraklarını savunurken bizim Hollanda’dan, Amerika’dan patriot sipariş etmemiz ne kadar doğru? Artık kendi savaş uçaklarımızı, tanklarımızı, savunma sistemlerimizi üretmemiz gerekiyor.


KISA KISA


Batı’nın teknolojisiyle, ilmiyle, kültürüyle, refahıyla hep bizden birkaç adım önde olduğunu zannederiz. Özellikle ABD denilince akan sular durur. Çünkü televizyonlarda New York’un arka sokakları yerine renkli caddelerini, ışıklı yüksek binalarını, refah içerisinde yaşayan insanlarını izliyoruz. Ancak madalyonun bir de arka yüzü var. Amerika’nın Connecticut eyaletinde bir saldırganın ilköğretim okuluna yaptığı silahlı saldırı sonucu 22’si çocuk 28 kişi hayatını kaybetti. Saldırganın otistik, sağlıksız bir kişi olduğu iddia ediliyor. Meselenin bizimle ilgili olan tarafı şu: Toplumların gelişmişlik düzeyleri maddi imkanlarla, refah seviyesiyle doğrudan ilgili değil. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri olarak nitelendirilen ülkelerde de insan onuruyla asla bağdaşmayacak kötü fiillere imza atılabiliyor. Gerçek medeniyeti müşahede etmek istiyorsak yüzümüzü kendi eskimez değerlerimize çevirmeliyiz!

Geçmişimizi öğrenmek için sağlam kaynaklara müracaat etmek yerine soluğu televizyon başında alan bizler için bugüne kadar birçok dizi ve film projesi ekranlara geldi. Kara Murat filmleriyle büyüyen bizim neslin çocukları savaştan savaşa koşan, büyük bir orduyla tek başına mücadele eden insanüstü kahramanlarla tanıştı. Şimdilerde ise tarihî olaylar üzerine kurgulanmış bazı televizyon dizileri nedeniyle koca padişahların hayatının saraydan ibaret olduğunu zannedecek nesiller yetişiyor! Başbakan’ın malum dizi ile ilgili görüşleri sonrasında alevlenen tartışmalar aslında yalnızca bugünün meselesi değil. Yıllardır tarihin seyrini değiştiren şahsiyetleri anlatan filmler üç aşağı beş yukarı benzer sorunlar taşıyor. Hakikati ekrana taşımaktansa iyi yahut kötü fark etmeksizin popüler olanı tercih etmek yapımcıların ve televizyonların işine geliyor elbette. Bizim düsturumuz ise “Geçmişlerinizi hayırla yâd ediniz.” hadis-i şerifi çerçevesinde tarihi okumak ve anlamak olmalı.

Ademoğlu için dünya hayatının ne zaman başladığı sorusu kadar ne zaman sona ereceği sorusu da hayatî önem taşıyor. Hz. Adem a.s.’ın dünyaya gönderilmesini kronolojik olarak bir yere koyamayan topluluklar, “bari dünyanın ne zaman sona ereceği ile ilgili tahminlerde bulunalım” düşüncesiyle kendilerince kıyamet tarihini belirlemeye çalışıyorlar. Kıyametin ne zaman kopacağı sorusu yalnızca bugünün değil, tarihin her döneminin cevabı merakla beklenen önemli sorularından biri. En güncel tahmin de Maya takvimine göre 21 Aralık’ta kopacağına yönelik olandı. Bazı kişi ve gruplar kendilerini 21 Aralık’a o kadar şartlandırdılar ki, hayli kişi kıyametin zarar veremeyeceği bölge olarak tarif edilen Şirince’ye akın etti. 21 Aralık geldiğinde ise hayat olduğu gibi devam etti. Geriye 21 Aralık’ı Şirince’de geçirenler ve onlarla alay eden büyük bir topluluğun ortaya çıkardığı ironik görüntü kaldı. Bilinmesi gereken şu: Kıyamet elbet bir gün kopacak. Ama onu beklerken bir yandan da kendi kıyametimiz olan ölüme hazırlık yapsak daha akıllıca olacak!
Türkiye her ne kadar savunma sanayii konusunda istenilen noktaya gelemese de son yıllarda TÜBİTAK’ın yaptığı bilimsel ve teknolojik çalışmalar yadsınamayacak düzeyde. TAİ ve TÜBİTAK mühendislerinin ortaklaşa çalışmaları olan keşif uydusu Göktürk-2 Çin’deki Jıuquan fırlatma üssünden uzaya fırlatıldı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin keşif amacıyla uzaya fırlatılmış ilk uydusu olan Göktürk, civarımızdan aldığı görüntüleri anında Türkiye’ye indirecek. Aynı zamanda dünyanın herhangi bir yerinden de görüntü alabilecek olan keşif uydusu, yakaladığı görüntüleri Türkiye üzerinden geçerken aktaracak. Bir zamanlar Amerika’nın Türkiye’de yaptığımız her adımdan haberdar olduğunu zannederdik. Göktürk-2 sayesinde artık Türkiye, dünyadan anında haberdar olacak gibi görünüyor!

metin7/c
Mon 27 October 2014, 05:59 pm GMT +0200
bişey sorcan halifelik  daha varmı ve hangi ülkede