hafız_32
Sat 9 October 2010, 06:50 pm GMT +0200
MEZHEPLERE AYRILMANIN SEBEPLERİ
Mezhepler tarihi müellifleri, islâm tarihinde ilk ihtilâfın, tâ Hz. Peygamberin vefat hastalığı zamanından itibaren başladığını kaydederler[1]. Ashabın ilk devirlerinde ortaya çıkan farklı İctİhadlar, zamanında giderilmiş ve akisleri müteakip devirlere intikal etmemiştir, ancak hilâfet konusu müstesna. Hilâfet zaten islâm fırkalarının zuhuruna tesir eden en önemli ve devamlı âmillerden biridir.
Kitabımızın başında islâm tarihindeki ilk fikrî hareketleri (ihtilâfları) anlatırken bunlardan hilâfet meselesine, iç savaşlara, nübüvvet nurunun uzaklaşmış bulunmasına, İslâm dininin tanıdığı fikir hür-riyetine ve dıştan gelen tesirlere temas etmiştik.
Şehristânî (v. 548/1153), müslümanlar arasındaki ihtilâfları iki ana noktada toplar: hilâfette ve usûl-i dinde ihtilâf. «Ümmet-i Mu-hammed arasında en büyük ihtilâf hilâfet hakkındaki ihtilâftır. Zira İslâmın hiç bir devrinde hilâfet için yapılan mücadele herhangi bir dinî esas için yapılmış değildir» [2].
İbnu's-Sîd el-Batalyevsî (v. 521/1127), müslümanlar arasındaki fikrî ihtilâfların sebepleri hakkında müstakil ve değerli bir risale telif etmiştir. Kısaca «el-İnsaf» diye anılan bu eserde ayrılık sebepleri 8 madde halinde sıralanmıştır. Bu sebeplerden dördü, Kitab ve sünnetten ibaret bulunan naslardan bazılarının, birden fazla manaya delâlet etmesi (iştirak), hakikat ve mecaz manada kullanılması gibi kendi hususiyetlerine aittir. Beşinci sebep, bizim için delil teşkil edecek ve kendisinden hüküm çıkaracağımız hadislere rivayet bakımından arız olan illetler. Altıncısı, hakkında Kitab veya sünnetten nas bulunmayan meseleler için içtihada başvurma realitesidir. Burada ic-tihad ve kıyası kabul etmiyen islâm âlimlerinin muhalefetinden başka ictihadda bulunan âlimlerin kendi aralarındaki görüş farkları da bahis konusudur. Yedinci ihtilâf sebebini nesih teşkil eder. Bir defa nesih varmı, yok mu ihtilâfı. Sonra da nesih vardır, diyenlerin onun şümulü hakkındaki fikir ayrılıkları. Âlimler ve dolayısıyla müsiüman-iar arasındaki sekizinci ihtilâf esebebi de bazı şeylerin mubah olup olmadığı konusudur. Zira cenaze namazı için ezan okunması, teşrik tekbirleri, kırâat-i seb' vecihleri gibi bazı meseleler hakkında bunların caiz olabileceği ve olamıyacağı tarzında deliller nakledilegelmtş-tir[3].
İbnu's-Sîd'in sıraladığı ihtilâf sebepleri netice olarak dinî bir mesele hakkında nassın bulunmayışı, yahut da bulunduğu halde kendi tabiatının iktizası olarak çeşitli şekillerde anlaşılıp yorumlanması noktasında toplanıyor. Dikkat edildiği takdirde görülür ki bu sebepler kötü niyete değil beşerin aczine ve şâriin maksadını tam olarak anlıyamayışına dayanır. Halbuki rnüslümanlar arasındaki ihtilâfların hepsini hüsniniyete bağlamak mümkün değildir. Sahiplerini ve savunucularını mazur görmeye imkân bulunmayan görüşler de islâm tarihinde mevcuddur.
Verilen bu ön bilgilerden sonra islâm tarihinde mezhep ve fırkalara ayrılmaya sebep teşkil eden âmilleri şöylece sıralamak mümkündür :
1) Tarihin bu önemli içtimâi hadisesinin müessir sebebi, şüphe yok ki, ilâhî kaderdir. Dinler tarihinin ve özellikle ashâb-ı kiram devrinden itibaren islâm tarihinin din ve mezhep etrafındaki mücadeleleri incelendiği takdirde, «Bu bir hüm-i ilâhî imiş, başka türlü olması mümkün değilmiş!» demekten başka bir şey yapılamaz. Kur'ân-ı kerimde Hûd sûresinin 118 ile 119 uncu âyetleri, insanlar arasındaki bu ihtilâfın yaratılıştan geldiğini haber verir: «Eğer Rabbİn dile-seydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. Fakat onlar ihtilâfa devam edeceklerdir. Ancak Rabbinin, rahmetine mazhar kıldığı kimseler müstesna. Allah onları bunun için yaratmıştır». Mealini zikrettiğimiz son cümle iki türlü tefsir edilebilir: «Allah insanları ihtilâf
etmeleri için yaratmıştır». Veya «Allah rahmetine mazhar kıldığı kimseleri bu rahmet için yaratmıştır» tarzında[4].
2) Naslarm kendi karakterlerinden çıkan sebepler. Bunlar İbnu's-Sîd'in 8 madde halinde topladığı hususlardır. Kelâm ilminde bu sebep «müteşâbih naslarm bulunuşu» diye ifade edilir. Bilindiği üzere naslar çeşitli yönlerden taksime tâbi tutulur. Bu taksimlerden biri de onların muhkem ve müteşâbih kısımlarına ayrılışıdır. Kur'ân-ı kerimde de ifade edildiği üzere muhkemât asıldır[5], müteşâbihât ise muhkemlerin ışığı altında anlaşılacaktır. Fakat âlimler arasında hangi naslarm muhkem, hangilerinin müteşâbih olduğu tesbit konusunda ortaya ihtilâf çıktığı gibi müteşâbihâtın tevil edilip edilemt-yeceği hususunda da fikir ayrılıkları zuhur etmiştir. Ayrıca tevile taraftar olanlar tevilin sınırı mevzuunda da farklı metodlar benimsemişler ve farklı neticeler elde etmişlerdir. Burada islâm dünyasına hariçten gelen yabancı din ve kültürlerin tesiri de söz konusudur.
3) Hilâfet, başka bir deyişle siyasi âmil. İlk sebep ve asıl âmili siyaset, yani devlet riyaseti olduğu halde, bu sahadaki görüşlerine kuvvet kazandırmak, iddialarını kabûl-i âmmeye mazhar kılabilmek için gittikçe dinî ve ilmî renge büründürülen cereyan. En açık örneği Şîa ve Havârıcdir. Müsteşrik Goldziher'e göre mezbepierin ortaya çıkışının en önemli âmili budur[6]. Mezhepler tarifli mevzuunda değerli eserler kaleme almış bulunan Muhammed Ebû Zehra da İslâm mezheplerini siyasî, itikadı ve fıkhî olmak üzere üçe ayırarak tedkik etmiştir[7].
4) Cehalet sebebiyle doğan fikir ayrılıkları. Rivayet edildiğine göre halife Hz. Ömer, bir gün. «Aynı Peygambere bağlı ajan ümmet-i Muhammed, nasıl olacak da hadiste haber verildiği ü?ere ihtilâfa düşecek» diye kendi kendine düşünmüş. Bunun İçin Abdullah b. Abbâs'a haber göndererek yanına çağırtmış, ona şöyle demiş:
Bu ümmetin Peygamberi aynt, kıblesi aynı ve Kftflfrı aynı iken nasıl olur da ihtilâf eder?
İbn Abbas şöyle cevap vermiş :
Yâ emîre'l-mü'minîn, Kur'an bizim zamanımızda nazil olmuş; biz onu okumuş ve ne için nazil olduğunu anlamışızdır. Fakat bizden sonra öyle kavimler gelecek ki Kur'âni okuyacaklar, ama ne için nazil olduğunu bilemiyecekler. Her kesin kendine göre bir görüşü olacak, böylece ihtilâfa düşecekler.
Halife Ömer bu izahı ilk bakışta beğenmemiş, İbn Abbâs'ı böyle konuşmaktan men'etmiş, yanında bulunan Hz. Ali de onu azarlamış, o da savuşup gitmiş. Bir müddet sonra Ömer, İbn Abbâs'ın sözlerini düşünmeye başlamış, onu tekrar yanına celbederek daha önce söylediklerini tekrar ettirmiş. Bu defa da görüşünü beğenmiş[8].
İslâm mezhepleri tarihi bakımından görüş ayrılıklarına sebep teşkil eden cehaletten maksad şudur: İnsan, dinî ilimlerde mütehassıs olmadığı halde kendisinin ilim ve ictihad erbabından olduğunu zanneder. Bazan bu yanlış kanaati kişiye etrafındaki insanlar da telkin edebilir. Bu sebeple o, serbest görüş beyan etmeye başlar. Bu görüşlerinde bazan dinin asıllarında, bazan furuunda muhalif durumuna düşer[9]. Bu nevi cehaleti üçe ayırarak mütalâa etmek daha uygun olur:
(1) Şer'î hükümleri (maksadlan) anlamanın vasıtası olan arap-çayı bilmemek. Bilindiği gibi Kur'an arap dili üzere nazil olmuştur. Bu ilâhî kitap ancak nazil olduğu dil vasıtasıyla anlaşılabilir. Onun İçin de bu dilin lâfızlarına, mefhumlarına ve üslûbuna vâkıf olmak gerekir. Arapcamn elbette kendine göre özettikleri vardır; binaenaleyh bu lisan başka lisanların kavram ve özellikleri yoluyla anlaşılamaz. Q halde İslâm dininin usûl ve furuu hakkında söz söylemek Is-teyert kimsenin arapçayı hakkıyle bilmesi gereklidir. Şayet bu mertebeye çıkamamış ise bu mertebeye çıkanların anladıkları manaları taklid etmekle, yetinmelidir. Nitekim İmam Şafiî (v. 204/820) de «er-Rişâ!e»sinde aynı görüşü beyan etmiştir[10].
(2) Şeriatın maksadlarını bilmemek. Şüphe yo-c ki İslâm dini Rasûlullah (şîa.)'in vefatına kadar kemale ermiştir[11]. Bu kemal dinin küllî kaidelerine aittir. Çünkü cüz'iyyat, yani furu-i fıkhı alâkadar eden tek tek hadiseler bitmez. Binaenaleyh zuhur eden bir cüz'î eğer hayatta vâki olan, ihtiyaç duyulan bir şeyse külliyyâta irca edilerek hallolunur, değilse bid'attır, atılır.
«Onlar hâlâ Kur'ânı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gönderilmiş olsaydı elbet içinde birbirini tutmayan bir çok şeyler bulunurdu»[12]. Mealini verdiğimiz âyet-i kerime Kur'anda lâfız ve mana bakımından ihtilâf ve tezad bulunmadığını gösterir. Hadis de Kur'anı tefsir ettiğine göre aynıdır.
İşte fikir ayrılıklarının bir kısmı bu iki noktayı anlamamaktan doğmuştur. Ehl-i bid'at ya kendilerince İslâm» ikmale kalkışmışlar, yahut da güya tenakuzlarını gidermeye çalışmışlardır[13].
(3) Dinî konularda aklı hâkim kılmak. Malûm olduğu üzere bilginin konusunu teşkil eden şeyler (ma'lûmât) üçe ayrılır: a) Şüpheye mahal kalmadan bilinen şeyler : insanın kendi varlığını bilmesi gibi. b) Asla bilinemiyecek şeyler: mugayyebât gibi. c) Bilinmesi de bilinmemesi de mümkün olan şeyler: nazariyyât. İnsanların düşünce ve muhakeme kabiliyetleri farklı olduğundan nazarî konularda umumiyetle ittifak hasıl olmaz. Halbuki aranan hakikat tektir. O halde onun bilinmesi için delile İhtiyaç vardır. Demek ki akıl, dinî konularda müstakil bir bilgi vasıtası olamaz. Akıl mutlak hâkim değildir, o, âdî (tabiata ait) mevzuları tecrübe etmiştir. Onun ötesindeki hadiseler ise : âhiret, cennet, cehennem halleri pekâlâ değişik olabilir. Binaenaleyh tabiat kanunlarına aykırı bir haber bulununca hemen inkâra kalkışmamalıdır[14].
4] Bazı insanların, dinî mevzularda şahsî görüş ve arzularına uymaları. Bu sebeple ehl-i bid'ate «ehl-İ ehvâ» denilmiştir. Böyleler! umumiyetle İslâm muhitlerinin dışından aldıkları kültür, görüş ve meyillerini hâkim kılarlar, sonra şer'î delillere bu açıdan bakarlar. Bu sebeple de felsefede olduğu gibi birbirinden farklı ve «sırât-ı müstaîm»den ayrı görüşler ortaya koyarlar. «Devlet adamları nezdin-de istediklerine ulaşmak için onların etrafında yaltaklanan t ar, riyaset ve İktidar elde etmek için halkın arzularına göre ffftva verenler de bu gurupa dâhildir»[15].
5) Taklid. Cahil halkın gördüklerine, işittiklerine ve alıştıklarına uyması, yanlış ve gerçeğe aykırı da olsa ondan ayrılmak Isteme-mesl[16].[17]
[1] bk. msl. el-Bağdâdî, el-Fark, s. 14 vdd.; el-İsferâyînî, et-Tebsîr, s. 12-14; eş-Şehristânî, el-Milel, I, 22 v.dd.
[2] eş-Şehristânî, ag.e., I, 24, 27.
[3] Ibnu's-Sîd el-Batalyevsî, , Mısır, 1319, küçük boy, 136 s. eş-Şâtıbî bu 8 maddeyi hulâsatan zikretmiştir, bk. el-Muvafakat, IV, 133-140.
[4] bk. Taberî, îbn Kesir ve Şevkânî tefsirleri; eş-Şâtıbî, el-İ'tisâm, II, 165.
[5] Âl-i İmrân (3), 7.
[6] Goldziher, el-Akide, s. 188-189.
[7] bk. Muhammed Ebû Zehra, el-Mezâhibu'1-İslâmiyye yahut Târlhu'l-mezâhibi'l-İslâmİyye, Kahire, muhtelif baskılar, 1. cild: Siyâsi ve itikadı mezhepler, 2. cild: Fıkhî mezhepler (Her iki cildi de türkçemize çevrilmiştir).
[8] eş-Şâtıbî, el-İ'tisâm, II, 183.
[9] a.e., U, 172-173.
[10] a.e., II, 293-304.
[11] Bunu ifade eden âyetler için bk. el-Mâide (5), 3; en-Nahl (16), 89.
[12] en-Nisâ' (4), 82.
[13] bk. eş-ŞStıbî, el-t'tisâm, II, 304-317.
[14] a.e., H, 318-322, 326-327.
[15] a.e., II, 176-180, 337-347.
[16] a.e., II, 180-182. İslâm tarihinde ihtilâfların, fırka ve mezheplerin ortaya çıkışının sebepleri hakkında bk. .Ebû Zehra, el-Mezâhib, I, 5-27, 34-48; Talât Koçyiğit, Hadisçilerle Kelâmcılar Arasındaki Münakaşalar, s. 21-31, 40-55.
[17] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:164-165.