sumeyye
Sun 2 September 2012, 01:02 pm GMT +0200
23. BÖLÜM MEZARLIKLAR VE DÜZENİ
99. Kabir, Türbe Ve Mezarlık:
1- Kabir Ve Türbe Kavramları:
Ölünün gömülmesi için hazırlanan yere Mezar ve Kabir denir; birçok mezarın bulunduğu yere Mezarlık, Kabristan veya Makbere adı verilir. Büyük insanların, devlet bakanlarının, velilerin vb.’nin gömüldüğü âbide görünüşlü mezarlarsa Kümbet, Türbe, Yatır vb. adlarla anılır. Mezar için kullanılan diğer adlardan bazıları şunlardır:
(1) Mezar: Ziyaretgâh, ziyaret edilen yer,
(2) Makber, kabir, medfen: Ölü gömülen yer,
(3) Darîh: Yerdeki yarık, çukur, tuzak,
(4) Merkad: Uyuma yeri, istirahatgâh,
(5) Hazîre: Ağıl, alçak duvar, duvarla çevrili mescid, cami, medrese ve tekke civarındaki küçük mezarlık,
(6) Türbe, Kümbet: Mezar üzerine yapılan bina,
(7) Yatır: Ermiş kişinin mezarı,
(8) Meşhed: Gömülecek yer.
Doğumla başlayan insan hayatının ölümle bitişi çok önemli beşerî bir hadisedir. Bu hadisenin, bir takım dinî geleneklerin ortaya çıkmasına sebep olmasını tabiî karşılamak gerekir. Vahye dayalı olmayan dinlerde bile, ölümden sonra ruhun yaşadığı inancı vardır. Beka fikri, insanlarda fıtrîdir. İnsanlar sadece öbür alemde ebedî olarak yaşamak inancıyla yetinmemişler, bu dünyada da ölümden sonra kendilerine ait hatıra ve eserlerle, devamlı surette yaşamanın yollarını aramışlardır. Beka denilen ölümsüz (la-yemût) hayât, herkesin candan istediği biricik yaşama tarzıdır. Dünyada ebedî olarak yaşama imkânı elinden alınan insan, bu imkânsızlığı imkân haline getirmek için didinmiş durmuştur. Mısır firavunları, fani dünyada kendilerini ebedîleştirme hayali uğruna, biçare insanlara yapmadıkları işkence bırakmamışlardır. Ehramlar, her şeyden evvel birer zulüm ve işkence abidesidir. Dünyada oturacakları meskene sahip olmayan onbinlerce fakir ve yoksul insan, zalim hükümdarlarının ölümünden sonra ikame edecekleri piramitleri inşa etmek için, geceyi gündüze katarak çalışmışlardır. Irak, Suriye, Filistin, İran-Anadolu ve Avrupa’ya hakim olan hükümdarlar, onların komutanları, zenginler ve asilzadeler bu konuda firavunları örnek almışlar ve bir ölüyü memnun etmek vehmi uğruna, onbinlerce insana hayatı zehir etmişlerdir. Bu devletlerin ve medeniyetlerin yıkılış sebebi, belki de bu haksızlıktır. İnsan bu nevi adaletsizliklere bakınca, ilk nazarda yadırgadığı, Doğu ve Güney Doğu Asya milletlerinin ölünün cesedini ateşte yakma, geleneğinin akla ve tabiata o kadar çok aykırı olmadığını daha iyi anlamaktadır.
İslâm nazarında, dünya hayatının sonu ve âhiret hayatının başlangıcı olan ölüm, çok mühim bir hadisedir. “Kabir, âhiret yolcusunun konakladığı ilk duraktır” [540] Ölünün yüzü öbür âleme, arkası bu dünyaya dönüktür. O âlemde karşılaşacağı sıkıntılardan kurtulmak için, bu dünyadakileri, yardımına ve dualarına muhtaç olan ölümün, bu dünyadakilere ibret olmaktan başka yapacağı bir şey, temin edeceği bir fayda yoktur.
İslâm’dan önce cahiîiye Arapları baba ve atalarının hatırasına değer verir, kendileriyle övünür ve onlardan kalan gelenek ve göreneklere bağlı kalırlardı. Fakat ölülerin heykel ve resimlerini yapmak, mezarlarına görkemli türbeler inşa etmek, ölülerden yardım istemek, ruhlarından medet ummak onlarca bilinen hususlardan değildir. Âhiret fikrine ve inancına sahip olmayan cahiîiye Ar abının, ölülerin ruhundan istimdad etmemesi pek tabiî bir hadisedir. Arapların mezar ve ölü konusundaki sözkonusu basit ve tabiî gelenekleri, İslâm’da devam etmiştir. İslâm devletinin sınırları içinde veya sınır boylarında yaşayan yahudi ve hristiyanlarm veyahut hristiyanlaşmış bulunan Arapların, ölü ve mezar konusundaki gelenekleri çok farklıydı. Masraflı, süslü ve görkemli mezar ve türbeler yapmak bunların gelenekleri arasındaydı. İslâm, bu nevi gelenekleri hoş karşılamamış, bu gibi ananeleri fıtrat dinine aykırı bulmuştur. Yahudi ve hristiyanlarm peygamberlerini putlaştırdıklarına ve mezarlarını mabed haline getirdiklerine şahit olan Habib-i Kibriya, aynı hususlara kendisinin de konu olabileceğinden kaygılanmış ve bu konuda ümmetini uyararak gereken tedbirleri alma ihtiyacını duymuştur.
[540] Tirmizi, Zühd: 32.