- Mevcudatın Hadis Olduğuna Delil

Adsense kodları


Mevcudatın Hadis Olduğuna Delil

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sun 10 July 2011, 06:21 pm GMT +0200
Mevcudatın Hadis Olduğuna Delil


Allame Ebu Mansıır (r.h.) şöyle diyor: Mevcudatın hadis.oldu­ğuna delil, eşyaları bilmeye götüren yollar diye zikrettiğimiz, bakmak, haber ve bakmanın dışındaki duyu organlarının şehadet etmesidir. Ha­bere gelince : Allah'tan sabit olanıdır. Bu öyle bir delildir ki, beşer aynı delili, birisi için[44] getirmekten âciz olur. Hakikaten Allah-u Teâlâ, ken­disinin her şeyin yaratıcısı,[45] göklerin ve yerin Hâlık'ı,[46] göklerde ve yer-de-[47] bulunanların hepsinin mâliki ve sahibi olduğunu haber vermiştir. Biz, haber ile amel etmenin lâzım olduğunu açıklamıştık. Dirilerden hiç bir kimse yoktur ki kendisinin kıdem sıfatına sahip olduğunu iddia et­sin veyahut kendisinin kadim olduğuna delâlet eden bir mânâya işaret etmiş bulunsun. Bilâkis bu gibi hususlara tevessül ederse muhakkak ve zaruri olarak yalan söylediğini bilir. Küçük gördükleri şey ile kendisin­de hazır bulunan herkes böyledir. Kendisine yine başlangıcı hatırlatı­lır. Bunun içindir ki dirilerin hadis olduklarını söylemek lâzım gelir. Sonra da ölülerin, dirilerin idaresi altında bulunmalarını itiraf etmek gerekir. Onlar ise hadis olmaya daha lâyıktır. Tevfîk Allah'tandır.

His ile olan ilim ise; o şöyle izah edilir : Mevcudattan her bir var­lık .zarurî olarak ihata içinde olduğu için hissedilir. Her varlık, muh­taç olarak yaratılmıştır.[48] Kıdem ise müstağni olmanın şartıdır. Çünkü o, kadîm olması ile[49] başkasından müstağnidir. Zaruret, ihtiyaç ise kı­demi başkasına muhtaç kılar. Bununla da kendisinin hadis olduğu lâzım olur. Ve yine bilinmeyen her şeyin hâl ve durumu, o şey diri olduğu za­man ve ilim ve kuvvet gibi kemâl sıfatlarla mevsuf olmasına rağmen bulunduğu fesad halini ıslâh etmekten âciz olduğunu izhar eder. Ölü ise diri olanın, onun üzerindeki hükmü caridir. Böylece her ikisinden birinin diğeri ile bulunması sabit olur. Başkası için var olmayı meneder.

Yine gerçekten, her hissedilen kendilerinde hakları olarak bulunan uzaklaşma ve tenafür gibi zıd ve muhtelif tabiatlarla içtima etmekten hâli kalmaz. Böylece bunların başkaları ile içtima ettiği sabit olur. Bu da onun hadis olmasını gerektirir. Tevfîk Allah'tandır.

Ve yine âlem cüzlerden meydana gelmiştir. Ve cüzlerinin çoğunun yok iken var olduğu bilinir. Aynı zamanda çoğalması, gelişip büyümesi de bilinir, Cüzlerdeki bu hallerin kendilerinden meydana gelen külde de bulunması lâzımdır. Zira, sonsuz olan cüz'lerin, sonsuz olmayan cüz'lerle birlikte birarada bulunması mümkün değildir.

Ve yine gerçekten hissedilen varlıklardan her biri ya temizdir, ya pistir, küçüktür, büyüktür, güzeldir, çirkindir, ziyadır veya karanlıktır. Bunların hepsi değişme ve zeval bulmanın alâmet ve işaretleridir. De­ğişme ve zevalde ise fâni olma, yok olup helak olma vardır. Zira bili­niyor ki, gerçekten bir arada toplanma, o şeyi taklid eder ve kuvvet­lendirip büyütür. Bunun delili de yayılmadır. Bu parçalandığı vakitte kuvvetlenme, büyüme bulunmaz. Öyle ise bu hususun gerçekten fâni ol­manın alâmet ve işareti olduğu sabit olur. Fâni olma ihtimali bulunan şeyin kendi zatı ile var olması caiz değildir. Ve yine ihtida ihtimalinin olması lâzım gelir. «O gözlerden kaybolur, manen fâni olmaz. Çünkü âlem delillerle değil, görmekle bilinir. Bununla da kadîm olduğu iddia edilir» diyen kimsenin sözü doğru değildir. Bu husus izale edilmiştir. Çünkü biz bunun zayıf olduğunu beyan etmiştik. Onun hayatının fâni olması île zâtının fâni olması arasında hiç bir fark yoktur. Kuvvet ve kudret ancak Allah'ın lütfü, keremi iledir.

Mevcudatın hadis olmasının isbatı için bir yol da İstidlal ilmidir. Şöyle ki : Cisim, hareket veya sakin olmaktan halî kalmaz. Her ikisi­nin bir arada bulunması mümkün değildir. Çünkü böyle olsaydı bütün vakitlerinden hareketin yarısı ve sükûn'un yarısı zail olurdu. Her ya­rım sonuç bulur. Sükûn ile hareket kadîm olmakta içtima etmedikleri­ne göre her ikisinden birisinin hadis olması lâzım olurdu. Ezelde biri­sinin ihdas edici olmasının bâtıl olması, diğerinin de bâtıl olmasının lüzumunu icabettirir. Bu hususta da hadis olmak vardır ki cisim ondan hâli kalmaz.

Yine her cisim, devamlı sakin olmak veya hareketli olmak veyahut hem hareketli, hem sakin olmaktan hâli kalmaz. Her iki hâl üzere bu­lunmak mecburiyetindedir. Ve böylece o hâli ile başkasının menfaati için musahhar kılınmıştır. Hayat ile vasfolunmayan âlemin cevherlerinin vasfı böyle olunca onun, yani âlemin cevherlerinin hadis olması sabit olur. Zira o bizzat bulunduğu hâl üzere bulunmayıp fakat başkasının ih­tiyaçlarım gidermede kullanılan ve bunun için musahhar kılman bir var­lıktır.

Bu husus, cevherlerin aslında ve onların bulundukları hâl üzere ya­ratılmasında sabit olduğu vakit bu durumlardan faydalanıp söyliyebili-

riz ki, mahlûkat, menfaat ve ihtiyaçlardan dolayı yaratılmıştır. Bunun içindir ki onlar, hadis  olmaya lâyıktır. Tevfîk Allah'tandır.

Başka bir delil : Âlem, noksan olma, fazla olma, çirkin ve güzel olma, temiz ve pis olma, hareketli ve sakin olma, ayrılma ve içtima etme gibi bulunduğu haller üzerine kadîm olmaktan hali kalmaz. Bu sıfatla­rın hadis olmaları akıl ve hisle ispat edilmiştir. Çünkü iki zıd olanın bir arada içtima etmesi caiz değildir. Öyle ise birbiri ardınca gelmeleri sabit olmuştur ki bunda da hadis olma vardır. Hadis olanların hepsi yok iken sonradan var olma hükmünün altında bulunurlar. Bu sıfat­lardan hâli kalmıyan, bu sıfatlara sebkat etmeyen, yahut yaratılmaları bu sıfatlarla değil de başka bir asıldan olan veyahut kendisine sonra­dan arız olduğu için intikal eden varlıklar da böyledir. Bu söylenenler tahakkuk ettiğinde âlemin hadis olduğu sabit olur. Ve mevcudatın ha­dis olduğunu inkâr eden kimsenin sözü doğru olmaz.

Eğer varliklardaki sıfatlar bu zikredilen hükümlerin gayri olarak tezahür ederse o zaman bakılır. Eğer, evvelki tahakkuk etmiş ise ken­disini meydana getiren odur ki bu kuvvete biz barî yani yaratıcı olan Allah'tır diyoruz. Bizden başkaları da buna «heyûlâ» diyorlar. Eğer ken­disine intikal suretiyle meydana gelmişse ilki gider, bu ise ilkinin gayri olur. Bu gayri olan da evvel olmayan ile hadis olmuş yani meydana gel­miş olur. Evvelki de ikinciye intikal ettiğinde yok olan ile hadis olmuş olur. Oysaki bir şeyin bir şeyden olmaksızın meydana gelmesi mümkün olmaz. İçinde gizli olarak bulunup sonradan zahir olması gibi, yahut içinde yaratılır da sonra doğar ve çıkar. Veyahut evvelki telef olup yok olur, ikincisi bulunur. Birincisi çocuk gibi, ikincisine örnek de kaba ko­nulan herhangi bir şey gibidir. Kaba konulan şeyin kabın içinde bulu­nanın çok fazlası olması mümkün değildir. Bunun içindir ki insanın meniden, ağacın tohum tanesinden olduğunu söylemek caiz değildir. Zâtının hadis olduğunu icabettiren hususun bulunması ile beraber bilkuvve meydana çıkar, zahir olur, diyen kimsenin sözü de böyledir. Yani bâ­tıldır, caiz değildir. Çünkü kuvvet, kendisinden başkası için illettir. Zira o, bilkuvve değil, bilfiil bulunmuştur. Yahut meni, insan ve bunların benzerleri gibi evvelki telef olup yok olmuştur. Böylece evvelki helak olmuştur, hatta onun eseri bile kalmamıştır. İkinci de evvelkinden ken­disinde bir eser baki kalmaksızın meydana gelmiştir. Bu durumda ev­velki de, ikincisi de hadis olmuş olur.

Eğer biri çıkar da «Sizce mevcudatın, âhirette baki olmiyan bir şey­le baki olması caiz olduğu zaman, kendisine bir şey tekaddüm etmek­sizin kadîm olması niçin caiz olmaz?» derse, ona birkaç vecihle cevap verilir.

Birincisi : Aralarında tenakuz bulunduğu için ki bu da şöyle ifade edilir; Hadis olmanın, mânâsı, yok iken sonradan var olmak demektir. —Kim ki kendisine yokluk sebkat etmezse onda- kıdem sıfatı hakîkî[50] olarak bulunur. Yani, kendisinin kıdem sıfatı ile muttasıf olması va­ciptir—. Sonradan var olana kıdem sıfatı isnad etmek caiz olmaz. Çün­kü bu kıdem sıfatı, hadis olan ile zıd düşmektedir.[51] Bekanın mânâsı ise, kendisi ile başkası bulunsun veyahut bulunmasın zaman akımında devamlı olarak var olmaktan ibarettir. Bunun içindir ki kıdem ile beka birbirlerine benzemez.

İkinci olarak denir ki : Beka hususunda zikrettiğimiz söz, naklî delilden ibarettir. Bunu kabul etmekte ya bana teslim olursun, beyan et­tiğimiz ve bildiğimiz delillerden dolayı mevcudatın hadis olduğu vacip olur; veyahut da delilleri kabullenmede bana teslim olmazsın. Bu su­rette de kendisini red eden naklî delillerle ortaya atmış olduğu delil, iptal edilmiş olur. Yardım ancak Allah'tandır.

Yine mevcudatın hadis olduğuna dair şu delil öne sürülebilir : Ha­kikaten şey, ancak kendisine tekaddüm eden başkası ile var olur. Bu da bütün başkaların bulunması şartıdır. Böyle olunca bütün mevcuda­tın hadis olmayıp kadîm olması bâtıl olur. Beka'nm durumu böyle de­ğildir.  —Görülmüyor mu  ki—[52]   birisi  başkasına :    «Sen  başkasını  yeyinceye kadar bir şey yeme dediği vakitte kendisinde bu şart bulunan her başka böyledir.»'[53] O kimse devamlı olarak yeyici olmaz[54] (Yani sen bagka bir şey yeyinceye kadar bir şey yeme, dendiğinde, her yiye­cek olduğu şeyin başkasını yemesi gerekir ki, elindekini yiyebilsin).

Eğer başkasına «Her ne zaman bir lokma yersen başka lokma da ye» derse o, devamlı olarak yemekte kalır. Evvelki de bunun aynıdır. Buna göre hesaptaki katlama işi düşünülür. Hesapta kendisine başla­nılacak bir başlangıç bulunmadığında hesaptan bir şeyin bulunması el-betteki mümkün değildir. Başlangıç hâsıl olduğu vakitte kendisine ilâ­ve edilmek ve fazlalaşmak ve devamlı olarak ilâve ediKnce hesabın da devamlı olarak ziyadeleşmesi görülür. Güç ve kuvvet ancak Allah'tan­dır.

Her sayıda, hesabın başlangıçları zikredilir. Çünkü onunla bu duru­ma ulaşmıştır. Nihayeti zikredilmez. Bunun için başlangıçla sonuç ihti­lâf etmişlerdir.

Yine eğer biz cismin olmadığım vehmedersek ve bir arazdan önce araz'm bulunduğunu, caizdir dersek; ondan bir şeyin var olması caiz değildir. Çünkü ona ne bir başlangıç ve ne de bir evveliyat verilmiştir. Onun nihayetsiz olarak ebedî var olması caiz olur. Bunun gibisinin aynı da arazlardan hâli kalmayandır. Tevfîk Allah'tandır.

Ve yine kendisine işaret ettiğimiz her hareket veya içtima aynı neviden geçmiş olan şeyin bir sonucudur. Oysa ki başlangıcı bulunma­yan mazinin sonucunun bulunması mümkün değildir. Kuvvet ancak Al­lah'tandır.

Cisim, bir beka ile beraber, beka sıfatiyle muttasıf olur. Her neka-dar o beka, baki kalmasa da. Fakat, cisim, yokluktan hâli kalmayan bir hadesie vasfolunmaz. Bir tek cisim böyle olunca, cisimden çoğalan­lar da böyledir. Gerçekten cisimde bekanın var olması, cismin baki kal­masına sebep olur ve çişimin bekası kendisinde beka devamlı olarak birbiri ardınca bulundukça devam eder. Bunun cisimde varlığın gelme­si ile cismin kadîm olmasına sebep olması caiz değildir. Öyle ise beka, cismin bir dengi, bir benzeridir. Bunun içindir ki ona tekaddüm etme­miştir. Tevfîk Allah'tandır.

Bu görüşü öne süren kimseye şöyle bir itiraz vuku bulur : Hiç bir şey renksiz olarak bulunmaz. Sonra, renk olması da vacip olmaz. Böyle, demenin hiç hir anlamı yoktur. Gerçekten hades, yok olan bir şeyin sonradan var olmasının bir vasfıdır. Kendisinden ayrılmayan başkası bulunduğu vakitte —ki kendisinde bu vasıf vardır— ona bu hükmü ver­mek lâzımdır. Renk, kendisi ile renklenen de bulunan bir mânâ için kullanılan şey değildir. Bunun içindir ki, her ikisi de birbirinden ayrı ve birbirine muhalif olmuşlardır. Fakat bütün cisimler böyle değü; çün­kü bütün cisimler kendilerine sebkat etmeyen, fakat bir bir, tek tek sebkat eden renklerden hâli kalmaz. Var etmedeki iş de böyledir.

Kim dese ki : «Bir şey olmaksızın, bir şeyin yapılması, yaratıl­ması bilinmez. O şey, mutlaka hissen mevcut olduğu takdir olunmuş­tur. Marifetlerin bizzat kendileri hissin dışında kalırlar. Caizdir, caiz değildir, demek de böyledir. Helak değil, ayrılıktan iddia olunan şeyi biz hisle bilemeyiz. Evet böyle diyor. Bunun aynısını bizim mevzubahs ettiğimiz hususta görürüz. Bununla beraber konuda akıl vardır; işit­me, görme, ruh ve daha başkaları vardır ki neden yaratıldıkları bilin­mez, îşte bunların hepsi onun Öne sürdüğü sözü men' edip ortadan kal­dırır. Ve yine biri çıkıp bize kendisinin kadîm olduğunu veyahut da âlemin cevherinden ezelî bir varlık olduğunu, onu bilip anlamak için delil talep etmekten başka bir vecih yoktur.

Sonra biz kâtipsiz yazının bulunduğunu ve ayıran bulunmadan ay­rılığın bulunduğunu bimeyiz. İçtima, sükûn ve hareket de böyledir, öyle ise bu sözün âlemin tümünde söylenmesi elbetteki lâzımdır. Zira âlem birbiri ile kaynaşmıştır ve aynı zamanda birbirinden ayrıdır da.[55] Bilâ­kis âlemin birbiri ile uyum sağlaması daha büyük hayret verici bir şeydir. Âlemin ancak başkası ile içtima etmesi, ayrılması ve uyum sağ­laması daha doğru, daha gerçektir. Sonra birbirine kaynaşmadan, ya­zıdan her görünen şey kendisini meydana getirenden daha hadis olması gerekir. Bütün âlem de bunun gibidir. Çünkü âlem zikrettiğimiz anlam­da mütalâa edilmektedir. Tevfîk Allah'tandır.

Eğer bu gibi mevzuları araştırıp incelenmek teklif olunmuş olsay­dı, bu iş beşer takatinin dışına çıkardı. Çünkü âlemin parçalarından işi­tilen veya hissedilen hiç bir şey yoktur ki onun hadis olduğuna dair de­liller açık - seçik obuasın : Kendisinin başlangıcını bilmemesi, kendisin­de fesada uğnyanı ıslâh etmesini bilmemesi, aynısını icad etmeye kadir olmaması, kendi zatındaki korunması gereken   hususun   korunmasında veyahut cevherini başka bir kalıba çevirmesinden âciz kalması gibi de­liller. Bununla beraber kendisinde bulunan habislik, çirkinlik, zillet ve meskenet gibi haller ki, eğer kendisinde bu halleri başkası icad ve ted­vir etmemiş olsaydı bu gibisi hallerin kendisinde bulunması ihtimal da­hilinde olmazdı. Tevfîk Allah'tandır.

Sonra hareket, sükûn, içtima ve birbirinden ayrılma gibi hallerin ci­simden başka bir şey olmadığı bilinen bir şeydir. Zira şey müteferrik bir cisim iken bir arada toplanabilir, hareketli iken hareketsiz olabilir. Eğer böyle olması cismin bizzat kendisinden olmuş olsaydı cismin kendi hali ile baki kalmasında, hallerin birbirine zıd bir durum alması ihti­mali bulunmazdı. Buna göre fâni olma, baki olma hükümleri çıkarıla­bilir. Zira bir şey vakitlerde fâni olmama ve baki kalmama gibi haller üzerine bulunabilir, öyle ise onun gayri olması gerekir. Yine böylece, kim ki bir şeyin bekâsını veyahut fâni olmasını ımırad ederse başka­sının kasdettiği beka ve fenanın gayrisini kasdetmiş olur ve böylece her ikisinin birbirine giren ayrı ayrı varlıklar olduğu tesbit edilmiş olur.

Mu'tezilelerin çoğu bunu, yani, cismin hareket ve sükûn gibi sıfat­larının kendinin gayri olduğunu kabul ediyorlar. Ancak bu görüşlerini, sözlerini iptal eden hususun bulunması ile beraber fena ve beka hak­kında benimsemekten kaçınıyorlar. Çünkü bunun imkân ve ihtimali hakkında bizatihi çelişki halinde idi. Bunun bulunması ve cisimlerin kendi nefisleri ile bizzat baki kalmaları caiz olsaydı cisimlerin başkası tarafından değil, kendi kendine var olması caiz olurdu. Oysaki bu gö­rüşü benimsemek Mu'tezilelere daha lâyık idi. Çünkü Mu'tezileler âle­min tümüne Allah'ın sıfatlarının bazısının katıldığını öne sürüp âlem onunla var idi diyorlar. Çünkü Mu'tezileler Allah'ın irade ve fiil sıfat­larının âlemden olduğunu söylüyorlar. Mu'tezileler indinde Allah-u Teâlâ'nm zatı, âlem yok iken mevcut idi. Sonra âlemin olmasından baş­ka bir şey meydana gelmemiştir. Öyle ise âlem, kendi zatı ile var idi ve kendi zatı ile de baki kalır. Mu'tezilenin bu görüşlerinde tevhîd iti­kadının fesada uğradığı görülmektedir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra âlemdeki değişme, ispat edilmiş bir hâdisedir. Kelâm ehli te-gayyürün isminin mahiyeti hakkında ihtilâf etmişlerdir : Kelâmcıiar-dan bazıları buna araz ismini vermiştir. Bir kısım kelâmcılar da tegay-yür haline sıfat ismini vermişlerdir. Bu gibi mes'elede hak olan isim hak­kında carî olan ıstılahı kabullenmektir. Çünkü isim vermekle, tarif et­mek ve murad edileni bildirmek kasdolunur. Bunda hangi şey kullanılır. [56]

 

[44] Metinin hamişinde şöyle varid olmuştur :«Yani beşer'in birisine  delil ibraz edip, herkesi, aynını getirmekten âciz kılmasına gücü yetmez.»

[45] Zumer, 62.

[46] Bak: Bakara, 117; En'am, 101.

[47] Bak : Âl-i İmran, 189; Maide, 18, 40, 120.

[48] Kelime, metinde noksansızdır.

[49] Metinde «bi-kıdemihî» kelimesi yerine «tekaddümihî» şeklinde yazılmıştır

[50] Metinde,  ibare böyledir.  Biz  inanırız  ki,   .Femen lâyesbukuhû  fefihi hakîkıyyetün» ibaresi olmaksızın da mânâ doğru olarak ifadesini bulur.

[51] Metinde   «yenkuduhû*   kelimesi   «ba'suhû»   şeklinde;    yani,   «Kafs  ve  «Dat»   harfleri noktasız ve «Ya» harfi bulunmadan ve «Be» harfi ile mevcuttur.

[52] Metinde «Ye- harfi üstün ve noktasızdır.

[53] Metinde «vekünnâ» kelimesi «velena. olarak yazılmıştır.

[54] Metinde derkenar olarak zikredilen bu ibare ile mânâ doğru olarak ifade edilmiştir.

[55] Metinde «müferrakun» kelimesi,  «muarrafun» olarak yazılmıgtır.

[56] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 90-96.