- Mekke´nin Fethi

Adsense kodları


Mekke´nin Fethi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Sun 7 March 2010, 09:32 pm GMT +0200
Mekke´nin Fethi

Çadırlar develere yüklendikten sonra Peygamber (s.a. v.) bayrak ve sancakların kendisine getirilmesini istedi. Hepsini teker teker açtı ve seçtiği adamlara verdi. Abbas´a vadinin en dar yerine kadar Ebu Süfyan´a eşlik et­mesini ve orada durup, ordu oradan geçerken ne kadar büyük olduğunu gözlemelerini söyledi. Ebu Süfyan´ın da­ha sonra Kureyşlilere gidip mesajı iletecek zamanı olacak­tı. Çünkü tek bir adam, bir ordunun geçemeyeceği kestir­me yollardan giderek Mekke´ye daha kısa bir sürede ula­şabilirdi.

Ebu Süfyan ileride görülen bir bölüğün başındaki ada­ma işaret ederek: «Bu kim?» dedi. Abbas: «Velid´in oğlu Halid» dedi. Halid (r.a) onların yanından geçerken üç tek­bir getirdi: «ALLAHU EKBER!» Halid´in yanında Süleym´in atı vardı. Onları beşyüz kadar Muhacir ve diğerlerinden oluşan bölüğün başında yeşil sarıklı Zübeyr (r.a) izliyordu. O da Ebu Süfyan´ın yanından geçerken üç kez tekbir ge­tirdi. Adamlarının bir ağızdan onun söylediklerini tekrarlamasıyla tüm vadi yankılandı. Ordu, bölük bölük Ebu Süfyan´ın önünden geçiyordu; o her seferinde onların kim olduğunu soruyor, ve her seferinde hayret ediyordu. Ya o kabile Kureyş´in etkisinden çok uzakta olduğu ya da Ga-tafan kabilesinin Aşça´ kolunda olduğu gibi daha Önceden

Peygamber´e düşman kabileler bulunduğu için Ebu Sufyan çok şaşırıyordu. Aşça´ kabilesinin sancaklarından bi­rini, daha önceden kendisinin ve Süheyl´in en yakın arka­daşları olan Nuaym taşıyordu.

Ebu Süfyan «Araplar içinde bunlar, Muhammed (s.a. v.)´in en azılı düşmanlarıydı» dedi. Abbas ona şu cevabı verdi: «Allah onların kalbine İslâm´ı soktu; bütün bunların hepsi Allah´ın lütfü».

En son geçen bölüklerden biri de Peygamber (s.av.)´in sadece Muhacirlerden ve Ensardan oluşan kendi bölüğüydü. Üzerlerindeki çeliklerin parıltısı onlara gri-siyah bir gö­rünüm veriyordu. Çünkü hepsi tepeden tırnağa zırh giy­mişlerdi ve sadece gözler görülebiliyordu. Peygamber ken­di sancağının keşif koluna liderlik eden Sa´d İbn Ubade´ye vermişti. Sa´d yolun kenarında iki adamın yanından geçer­ken: «Ey Ebu Süfyan, bu ölüm günüdür. Bugün kutsal ola­nın ihlal edildiği gündür! Bugün Allah´ın Kureyşi alçalttığı gündür!» diye bağırdı. Peygamber (s.a.v.) Kesva´nın üs­tünde bölüğün ortalarmdaydı. tki tarafında Ebu Bekr (r.a) ve Useyd (r.a) vardı. Peygamber (s.a.v)onlarla konuşur­ken Ebu Süfyan duyulabilecek şekilde: «Ey Allah´ın Resu­lü» diye bağırdı. «Sen halkının öldürülmesini mi emret­tin?» Daha sonra ona Sa´d´in söylediklerini anlattı. «Allah aşkına senden halkın adına rica ediyorum. Çünkü sen in­sanlar arasında en merhametli, en Dağışlayıcı ve soyuna en çok acıyansın» dedi. Peygamber (s.a.v.): «Bugün merha­met günüdür, Allah´ın Kureyş´i yücelttiği gündür» dedi. Daha sonra Abdu´r-Rahman ibn Avf (r.a) ve Osman (r.a) yakınında oldukları için ona: «Ey Allah´ın Resulü, biz Sa´­d´in Kureyşe ani bir saldırıda bulunmayacağından emia olamayız» dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), Sa´d sancağı ve bölüğün kumandasını daha yumuşak tabiatlı olan Kays´a bırakmasını bildiren bir haber gönderdi ve Kays´ın elinde olan sancak yine de Sa´d´la birlikte olacakta. Fakat Sa´d (r.a) Peygamber (s.a.v.)´den doğrudan bir emir almadan sancağı devretmeyi kabul etmedi. Bunun üzeri­ne Peygamber (s.a.v.), miğferinin üstüne sardığı kırmızı kanğı çıkardı ve bunu Sa´d´a bir işaret olarak gönderdi. Sa´d hemen sancağı Kays´a verdi.

Tüm ordu geçtikten sonra Ebu Süfyan süratle Mekke´­ye gitti ve evinin dışında ayakta durup toplanan kalabalı­ğa bağırdı: «Ey Kureyşliler, Muhammed (s.a.v.) karşı koya­mayacağınız bir güçle burada. Muhammed (s.a.v.) onbin zırhlı adamla burada. O bana benim evime sığmanın gü­venlikte olacağım söyledi.» Hind evden çıktı ve kocasının sakalından tutup: «Bu hiçbir işe yaramaz, içi boş yağ tulu­mu Öldürünl Zavallı koruyucu,* diye bağırdı. Ebu Süf­yan: «Yazıklar olsun sana» dedi, «bu kadının sizi iyi bir muhakemeye karar kılmanızdan alıkoymasına izin verme­yin. Çünkü sizin karşınızda karşı koyamayacağınız bir güç var. Fakat Ebu Süfyan´ın evine girenler güvenlikte olacak.» Onlar: «Allah seni kahretsin, hepimizi senin evin ahr mı?» dediler. Ebu Süfyan: «Kim evinin kapısını kilitlerse güven­likte olacak, kim Mescİd´e sığınırsa güvenlikte olacak» ce­vabını verdi. Bunun üzerine tüm kalabalık dağıldı. Kimi kendi evine, kimileri de Mescîd´e gittiler.

Ordu, şehirden fazla uzak olmayan ve oradan görüle­bilen Zû Tuva´da kamp kurdu. Burası iki yıl önce Halid´in Müslümanların yaklaşmasını önlemek için mevzilendiği yerdi. Fakat şimdi hiçbir direnişle karşılaşmıyorlardı. San­ki şehir bir önceki yıl Umre´ye geldiklerindeki gibi bomboş­tu. Fakat bu sefer üç gün kalma diye bir sınırlama yoktu. Kesva bir yere geldiğinde Peygamber (s.a.v.) Allah´ı ta­zim için basını öne doğru eğdi. Neredeyse sakah semere değiyordu. Daha sonra bölüklerin sağ kolunu Halid (r.a) ´ın sorkolunu da Zübeyr (r.a)´in kumandasına vererek düzen­ledi Merkezde olan kendi bölüğünü de ikiye ayırdı. Yarı­sına Sa´d (r.a) ve oğlu, diğer yarıya da Ebu Ubeyde (r.a) ku­manda ediyordu. Emir verildiğinde bu dört bölük şehrin dört ayrı tarafından içeri gireceklerdi. Halid (r.a) aşağı­dan, diğerleri de tepelerdeki üç ayrı geçitten.

Ordunun toplandığı yerin çok yukarılarında, Ebu Ku-beys tepesinde, keskin bir gözün bastonlu bir ihtiyarla bir kadın olduğunu farkedebileceği iki siluet vardı. Bunlar Ebu Bekir´in (r.a) babası Ebû Kuhafe ile kızkardeşi Kurey-be idi. O sabah Peygamber´in Zû Tuva´ya vardığı haberi gelince yaşlı ve kör adam kızına kendisini Ebu Kubeys te­pesine götürmesini ve oradan gördüklerini anlatmasını is­temişti. Bu ihtiyar, genç ve cesur bir adamken Ebrehenin ordusunu ve filini görmek için Mekke´nin diğer tara­fındaki tepelere çıkmıştı. Şimdi ise yaşlıydı ve yıllardan beri kördü. Fakat oğlunun ve torunun da içinde bulundu­ğu bu onbin kişlik orduyu kızının gözleriyle izleyebilirdi. Kureybe, görebildiklerini kara ve yoğun bir kitle olarak ta­rif etti. Babası bunların emir için bekleyen birbirine yak­laşmış atlılar olduğunu söyledi. Daha sonra Kureybe, bu kitlenin dörde ayrıldığını gördü. Bunu babasına söyledi­ğinde, babası hızla eve gitmeleri gerektiğini söyledi. Yolla­rına devam ederken yanlarından atlı bir bölük geçti. As­kerlerden biri atından eğilip Kureybe´nin gümüş kolyesini çekip aldı. Bunun dışında başka bir saldırıya uğramadılar vd sağ salim evlerine döndüler.

Onlar Ebu Kubays´da yalnız değillerdi. Tepelerden bi­rinde İlerime, Safvan ve Süheyl, Kureyş´ten ve müttefik­leri Bekr ve Hudayl kabilelerinden bir grup asker topla-rmşlardi. Döğüşmeye kararlıydılar. Halid´in aşağı taraftan şehre girmek için yaklaştığını görünce onlara saldırdılar. Fakat onlar Halid ve adamlarıyla mukayese edilecek güçte değillerdi. Halid kendi adamlarından sadece ikisi karşılı­ğında düşmana otuz kayıp verdirerek kaçmalarını sağladı, îkrime ve Safvan at üstünde sahile doğru kaçtılar, Sü­heyl ise evine gitti ve kapıyı kilitledi.

Peygamber (s.a.v), yukarı Mekke´deki Ezakir geçidin­den şehre girdiğinde çatışma hemen hemen sona ermişti. Pazar yerinden aşağılara bakıp çekilmiş kılıçları görünce Peygamber dehşete kapıldı. «Size clögüşü yasaklamamış mıydım?» dedi. Fakat ona bunun nedenleri açıklandığın­da: «Allah bunu takdir etmiş» dedi,

Ebu Rafi Peygamber´in kırmızı deriden çadırını Mescid´in yakınma kurmuştu. Peygamber (s.a.v.) bunu yanın­daki Cabir´e İşaret ederek gösterdi. Şükür ve hamd ile dua ettikten sonra aşağıya doğru ilerledi. Hiçbir eve girmeyeceğim» dedi.

Ümmü Seleme  Meymune (r.a) ve Fatma onu çadırda bekliyorlardı. O gelmeden kısa bir süre önce Üm­mü Hani de onlara katılmıştı. İslâm hukuku, Müslüman ka­dınlarla Müşrik erkekler arasındaki nikâhın düştüğünü söylüyordu. Aynı şey Ümmü Hani´nin Hubeyre ile olan ev­liliği için de geçerliydi. Hubeyre Mekke´nin fethedileceğini daha önceden anlamış ve Necran´da yaşamaya gitmişti. Ümmü Hani´nin kocası tarafından iki akrabası biri Ebu Cehil'in kardeşi idi. Halid´e karşı yapılan savaşta rol al­mışlar ve daha sonra sığınmak için onun evine gelmişler­di. Daha sonra Ali (r.a) onu selâmlamak için evine geldi­ğinde iki Mahzumiyi gördü. Peygamber´in yasağına rağ­men kızgınlıkla onları Öldürmeye teşebbüs etti. Fakat Üm­mü Hani onların üstüne bir yaygı örttü ve onlarla Ali´nin arasına girerek: «Vallahi, önce beni öldüreceksin!» dedi. Bu­nun üzerine Ali (r.a) evi terketti. Ümmü Hani kapıyı onların üstünden kilitleyip Peygamber´i karşılamaya gitti. Çadırda Fatima (r.)a´ya rastladığında Fatuna (r.a) da Ali (r.a) gibi ona çıkıştı. «Putperestleri himaye mi ediyorsun?» dedi. Fa­kat Fatıma (r.a)´nın sözleri Peygamber´in gelişiyle kısa ke­sildi. Peygamber (s.a.v.) kuzenini sevgiyle selâmladı. Üm­mü Hani ona olanları anlattığında o: «Olmayacak. Sen ki­mi emin kılarsan, biz de onu emin kılarız, sen kimi korur­san, biz de onu koruruz» dedi.

Peygamber (s.a.v) gusül abdesti aldı ve sekiz rek´at namaz kıldı. Namazdan sonra bir saat kadar dinlendi. Da­da sonra Kesva´yı çağırdı. Zırhını ve miğferini giydikten sonra kılıcım da kuşandı. Elinde bir asa taşıyordu, miğfe­rinin yüz kısmı da açıktı. O sabah onunla birlikte yolculuk edenlerin bir kısmı çadırın dışında sıra olmuş bekliyorlar­dı. Peygamber, yanında Ebu Bekir (r.a) ile konuşarak Mes-cid´e doğru ilerlerken onlar da eşlik ettiler.

Peygamber (s.a.v.) doğruca Kabe´nin güney-doğu kö­şesine gitti. Ve tekbir getirerek Hacerü´l-Esved´e asasıyla dokundu, Yanındakiler de tekbir getirmeye başladılar. ALLA HU EKBER sesleri Mescitten ve tüm Mekke´de yankılan­dı Peygamber (s.a.v.) eliyle susmalarını işaret edene dek Müslümanlar tekbir getirmeye devam ettiler. Daha sonra Peygamber, devesinin ipi Muhammed bin Meslemenin elinde olduğu halde Kâ´be´yı tavaf etti. Umre´de bu şeref bir Hazreçliye verilmişti. Bu nedenle bu kez bir Evsliye ve­rilmesi uygun görülmüştü.

Peygamber (s.a.v.) Kâ´be´den ayrıldı ve onu geniş bir çenber şeklinde çevreleyen toplam üçyüzaltmış puta yö­neldi. Kâ´be ile o putların arasında şu ayeti okudu;

«Hak geldi, batıl yok oldu Kuşku yok, batıl yok olucudur.»

Daha sonra putlara teker teker asasıyla dokunarak hepsini yüzüstü düşürdü. Kâ´be´nin etrafındaki daireyi ta­mamen dolaştıktan sonra, eskiden Kâ´be´ye bitişik olan ib­rahim makamında bineğinden indi. Ve namaz kıldı. Daha sonra Zemzem kuyusuna gitti ve Abbas´m verdiği suyu iç­ti. Haşimilerin geleneksel hacıları sulama görevlerini de böylece tasdiklemiş oluyordu. Fakat Ali Kâ´be´nin anah­tarlarını getirdiğinde ve Abbas onları taşıma görevinin de kendi ailelerine verilmesirn istediğinde, Peygamber (s.a. v.): Size sadece kaybettiğiniz şeyi veriyorum, diğerlerinin kaybı olacak bir şeyi değil.» cevabını verdi. Daha önceden Halid ve Amr ile birlikte Medine´ye gelen Abdu´d-Dar ka­bilesinden Osman ibn Talha´yı çağırdı ve anahtarları ona vererek onun ailesinin bu hakka sahip olduğunu belirtti. Osman saygıyla anahtarları aldı ve arkasında Peygamber (s.a.v} olduğu halde Kâ´be´nin kapısını açmaya gitti. On­ların hemen arkasında da Üsame ve Bilâl vardı. Peygam­ber (s.a.v.) onlara arkasından içeri girmelerini emretti. Ve Osman´a kapıyı arkalarından kilitlemesini söyledi.

Bakire Meryem ve çocuk İsa İkonu ile ibrahim olduğu söylenen yaşlı bir adam resmi dışında iç duvarların tama­mı putperest tanrı resimleriyle doluydu. Peygamber elini korur gibi İkonun üstüne koyarak, Osman´a, İbrahim dışındaki bütün resimlerin nasıl bozulduğuna dikkat etme­sini söyledi[1].

Bir süre içeride kaldı, sonra anahtarı Osman´dan ala­rak kapıyı açtı. Anahtar elinde olduğu halde kapının önün­de ayakta durdu ve: «Vadinde duran, kuluna yardım eden ve kabileleri bir araya getiren bir olan Allah´a hamdol-sun» dedi. Mescide sığman Mekke´lilere daha Önceden ev­lerine sığınan birçok kişi katılıyordu. Hepsi Kâ´be´nin ya­kınında orada burada oturuyorlardı. Peygamber (s.a.v) hıtabederek: «Ne diyorsunuz ve ne düşünüyorsunuz?» dedi. Onlar şu cevabı verdiler: 4yi söylüyoruz ve iyi düşünüyo­ruz. Soylu ve cömert bir kardeş, soylu ve cömert bir karde­şin oğlu. Emir senindir.» Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) onlara Mısır´da kardeşleri kendisine geldiğinde Yusuf´un söylediği sözleri tekrarladı: «Ben kardeşim Yusuf´un söyle­diklerini söylüyorum:

«Bugün sîze karsı sorgulama kınama yoktur. Sizi Allah bağış­lasın, O merhametlilerin en merhametlisidir.» (Ra´d: 92)

Ebu Bekir (r.a) babasını ziyaret etmek için Mescit´ten ayrılmıştı. Şimdi ise Ebu Kuhafe´nin elinden tutmuş Mescid´e giriyordu. Kızkardeşi Kureybe de onların arkasındaydı. Peygamber (s.a.v.) «Neden yaşlı adamı evinde bı­rakmadın? Ben oraya giderdim.» dedi. «Ey Allah´ın Resulü» dedi, Ebu Bekir (r.a), «Onun sana gelmesi, senin ona git­menden daha uygundur.» Peygamber yaşlı adamın elemden tuttu ve önüne oturttu. Sonra ona kelime-i şehadet getirmesini söyledi. O da hemen onun sözlerini tekraryarak Müslüman oldu.

Düşürülen putların en büyüğü olan Hubel´in parça parça edilip sonra da yakılmasını emrettikten sonra Peygamber (s.a.v.), evinde bir putu olan herkesin o putu tah­rip etmesini istedi. Daha sonra ailesini ilk İslâm´a davet ettiği yer olan Safa tepesine çekildi. Orada daha önceden kendisine düşman olan şimdi ise Müslüman olup ona biat etmek isteyen kadınlı erkekli bir gurupla karşılaştı. Yüz­lerce kişi vardı. Müslüman olduğunu açıklamadan önce Peygamber´in kendisine ölüm cezasını vermesinden korkan Hind tanınmamak için peçe takmıştı. «Ey Allah´ın Resulü, benim kendim için seçtiğim dini muzaffer kılan Allah´a hamdolsun» dedi. Daha sonra peçesini çıkardı ve «Utbe´nin kızı Hind» dedi. Peygamber (s.a.v.) de ona: «Hoşgeldin» dedi. Safaya gelen kadınlardan biri de îkrime´nin ka­rısı Ümmü Hâkim (r.a) idi. Müslüman olduktan sonra ko­cası için dokunulmazlık istedi. îkrime hâlâ onunla savaş halinde olduğu halde Peygamber (s.a.v.) ona dokunulmaz­lık hakkı verdi. Ümmü Hâkim kocasının nerede olduğu­nu öğrendi ve onu geri getirmek için gitti.

Peygamber (s.a.v.) önünde toplanan kalabalığı süzdü ve amcasına dönerek. «Ey Abbas, kardeşinin iki oğlu, Utbe ve Mu´attib neredeler? Onları göremiyorum» dedi. Bunlar Ebu Leheb´in yaşayan iki oğluydu. Babasının zoruyla Rukiye´yi boşayan Utbe idi. Ve görünüşe göre şimdi ortaya çıkmaktan korkuyordu. Peygamber (s.a.v.): «Onları bana getir» dedi. Bunun üzerine Abbas yeğenlerini getirdi, îkisi de Müslüman oldular. Ve biat ettiler. Daha sonra ikisi­nin de ellerinden tutup İkisinin arasında yürüyerek onları el-Mültezem denilen ve Kâ´be´nin Hacerü´l-Esved´le kapısı arasında duvarı meydana getiren kutsal yere götürdü. Orada uzun uzun dua etti. Yüzünden sevinç okunuyordu.Merak eden Abbas sordu. O da: «Rabbim´den bu iki amcâoğhınu istedim, o da verdi» dedi.

En önemli üç put merkezinden, Mekke´ye en yakın ola­nı Nahle´deki el-Uzza tapmağı idi. Peygamber (s.a.v.), Halid (r.a)´i bu putperestlik merkezini yoketmek üzere gön­derdi. Onun yaklaştığı haberi duyulunca tapınağın bekçisi kılıcını tanrıca heykeline astı Ve onu kendisini koruyup Halid´i Öldürmeye veya tek Tanrıya inanmaya davet etti. Halid (r.a) tapmağı ve putları yıktı. Ve Mekke´ye döndü.

Peygamber (s.a.v.) ona: «Hiçbirşey görmedin mi?» diye sordu. «Hiçbirşey» cevabını verdi Halid. Peygamber (s.a.v.) «O halde onu yoketmedin» dedi. «Geri dön ve onu yoket.» Bunun üzerine Halid tekrar Nahle´ye gitti. Tapmağın hara­beleri arasından uzun ve savrulan saçlarıyla çml çıplak bir kadın çıktı. Halid daha sonraları: «Omurgam titreye­rek sarsılmıştı» derdi. Yine de «Uzza, ibadet değil, inkâr senin içindir» diye bağırdı. Kılıcını çekip kadının üstüne indirdi. Döndüğünde Peygamber´le şöyle konuştu: «Bizi mahvolmaktan kurtaran Allah´a hamdolsun! Yüz kadar koyun ve deveyle birlikte babamın el-Uzza´ya gitmesine alışmıştım. Onları Uzza için kurban eder, orada üç gun ka­lır ve yaptıklarıyla onu sevindirerek bizim tarafımıza çe­virdiğini sanırdı.»[2].

O sırada Mekkelilerin çoğu biat etmişlerdi. Süheyl ise biat etmemiş, fakat evine sığınıp oğlu Abdullah´dan Pey-gamber´e kendi adına gidip rica etmesini istemişti. Çünkü kimsenin öldürülmeyeceği ilan edilmiş olmasına rağmen Süheyl kendisinin bu kapsamın dışında yer aldığım sanı­yordu. Abdullah Peygamber´le konuştuğunda Peygamber (s.a.v.): «O güvenliktedir ve Allah´ın himayesindedir Bıra­kın ortaya çıksın» dedi. Sonra etrafındakilere dönerek: «Karşılaştığınızda Süheyl´e kem gözle bakmayın! Bırakın serbestçe dolaşsın, çünkü hayatıma andolsun o akıllı ve şe­refli bir adamdır; tslâm gerçeğine karşı kör biri değildir» dedi. Böylece Süheyl istediği şekilde gezdi, fakat henüz İs­lâm´a girmemişti.

Saffan´a gelince, kuzeni Umeyr onun için Peygamber´den iki aylık bir müddet aldı ve onu bulmak için yola ko­yuldu. Onu, o zamanlar Mekke´nin bir limanı olu Şu´aybe´-de gemi beklerken buldu. Saffan şüphe içindeydi. Ve plan­larını değiştirmeyi reddediyordu. Bunun üzerine Umeyr tekrar Peygamber (s.a.v)´in yanına döndü. Peygamber (s.a.v.) de ona kuzeninin güvenlikte olduğunun bir işare­ti olarak çizgili Yemen kumaşından sangını verdi. Bu Saffan´ı ikna etmeye yetti, fakat o daha fazla emin olmak is­tiyordu. «Ey Muhammed (s.a.v.)» dedi, «Umeyr bana bel­li birşeyde karar kılarsam Müslüman olmayı kastediyor­du güvenlikte olacağımı, eğer kabul etmezsem bana iki ay mühlet verdiğini söyledi.» Peygamber (s.a.v): «Burada kal» dedi. Fakat Saffan: «Bana açık bir cevap vermedikçe kalmam» dedi. Bunun üzerine Peygamber: «Senin İçin dört aylık mühlet var» dedi. Saffan da Mekke´de kalmayı ka­bul etti.

İkrime, bu üç kişi içinden Peygamber´in huzuruna ge­len sonuncu kişiydi. Fakat onlar arasından Müslüman olan ilk kişi de oydu. Tihame sahilinden Habeşistan´a giden bir gemiye binmeye karar vermişti. Tam gemiye binecekken geminin kaptanı «Allah ile aranda olan dini düzelt» dedi. ikrime: «Ne demeliyim?» deyince, o «Allah´tan başka ilah yoktur, de» cevabını verdi. Sonradan bunu söylemeyen kimseyi gemisine almayacağını belirtti. Dört kelimeden oluşan LA İLAHE İLLALLAH cümlesi İkrime´nin ruhuna işledi ve o anda bu sözleri samimice söylediğini farketti. Henüz gemiye binmemişti. Çünkü gemiye binmek isteme­sinin tek sebebi bu sözlerden, yani LA İLAHE ÎLLALLAH´ta toplanabüen Muhammed´in dininden kaçmaktı. Bunları ge­minin güvertesinde kabul edebildiğine göre kıyıda da ka­bul edebilirdi. Kendi kendine: «Denizde tanrımız olan ka­rada da tanrunızdır.» dedi. Daha sonra karısı ona geldi ve Peygamber´in (s.a.v.) onun Mekke´de güvenlikte olacağı­na söz verdiğini söyledi. Birlikte geri döndüler. Peygamber onun geldiğini biliyordu, yanındaki arkadaşlarına: «Ebu Cehü´in oğlu îkrime mü´min olarak aranıza geliyor. Bu ne­denle babasını yermeyin. Çünkü ölüyü yerme diriyi İnci­tir. Ve ölüye ulaşmaz.» dedi.

Mekke´ye vardığında îkrime doğruca Peygamber (s.a. v.)´e gitti. Peygamber´in yüzünde çok sevinçli bir ifade vardı. îkrime Müslüman olduğunu resmen açıkladıktan sonra ona: «Bugün benden ne istersen iste, o isteğini sa­na vereceğim» dedi. îkrime (r.a) «Senden, benim sana kar­şı tüm düşmanlıklarımı affetmesi için Allah´a dua etmeni istiyorum» dedi. Peygamber (s.a.v.) onun istediği şekilde dua etti. Daha sonra îkrime (r.a) insanların Hakk´a uyma­larını engellemek için harcadığı paralardan ve yaptığı sa­vaşlardan bahsetti; şimdi ise onun iki katı parayı ve çaba­yı Allah yolunda harciyacağını söyledi ve sözünde durdu.

[1] W. 834, I. I, 1, 107

[2] W. 873-4