sumeyye
Fri 7 January 2011, 02:16 pm GMT +0200
Medine Civarının Arazi Durumu:
85. Medine havalisinin topografik durumu tetkik edilirse görülür ki, güney doğuda Kubâ ve Avali mıntakasında nüfus kesafeti hayli yüksektir. Güneybatı ve güneyde lâv yapısında ve son derece arızalı tepelerin birbirini kovaladığı arazi yer alır ki, gerek süvari ve gerekse piyadelerin döğüşmesine hiç de müsait olmayan bir mıntakadır. Doğuda Küba'dan Uhud dağına kadar Yahudi köyleri uzanmaktadır. Batı kesiminde, çok kesif bir tarzda-kümelenmemek-îe beraber, bahçeler ve ağaçlıklar yer almaktadır. Arazi tam mânasiyle münbit olmayıp, şartlar o gün-lerde bile çok iyi olamazdı. Bugünkü kalenin kuzey surları üzerinde tam Şam kapısının batısında Benu Sâide kabilesinin toplantı odası* bulunmaktaydı kî bu, Benû Sâide kabilesinin burada yaşadığını gösterir. Kuzey batıda Mecidî kapısı haricinde çok eski bahçeler vardır ki, Hz. Peygamber (S.AJ zamanına ait birçok hâtırayı nefsinde taşımaktadır. Kuzeye doğru bir düzine kadar kuyu burada yapılan bir umumi hastahane inşaatı sırasında, temel kazılırken keşfedilmiştir. Buradan biraz doğu istikametinde doğrulacak olursak» Sal' dağının tam tepesinde Benû Haram kabilesinden zamanımıza kadar kalan mezarlıkları görürüz; bu da açıkça gösteriyor ki bu kabiîe, bu istikamette ikamet etmekteydi. Medine'nin tamamen batısında Vadi el-Aqîq'in nehir yatağı boyunca bilhassa kuzey batı tarafında ve aynı zamanda tarihî bir kuyu olan Bi'ru Ru'ma'nın altına düşen yerde ve Kıbleteyn Camiinin en güneyinde birçok bahçe ve bostanlar yer almaktadır. Bi'ru Ru'ma ve bununla sulanan etrafdaki arazî esasında bir şahsa aitti. Sonradan üçüncü Halife olan Hz. Osman, Hz. Peygamber (S.A.) in ısrarlı talebi üzerine burayı satın almış ve gayet iyi bilindiği gibi, burayı umumun istifadesine olmak üzere terk etmiş (hubus), yani vakıf haline getirmişti.
86. Şimdi görüyoruz ki, kuzey ciheti, tam bir açık arazi manzarasındadır. Beyaz renkli, tuzlu bir arazî olan bu kısım bugün bile her ne çeşit olursa olsun, hiçbir ziraat çeşidine elverişli değildir. Medine şehri, diğer kesimlere nazaran bu mıntakadan daha çok zarar görebilirdi.[130]
87. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi, Medine'nin güneyi tepelik ve lâv kütleleri ile kaplı idi; münakalât derin vadiler ve boğazlar vasıtasile yapılıyordu. Bu istikametten gelip Kubâ yakınından geçerek şehre giren yolun büyük kervanlar tarafından istimal edildiği, kullanılmasının arzettiği müşkülât dolayısiy-le hiç rivayet edilmemiştir. Bazı kimseler bu yolu ancak bazı kat'î ve âcil ihtiyaçlar vukuunda kullanmışlardır. Gördüğümüz gibi, Hz. Peygamber (S.A.) de hicreti sırasında emniyet sâikiyle bu yoldan geçmiştir; önce Küba'ya uğramış ve sonra Medine'ye girmiştir. Fakat, büyük bir orduya ait atlar vesaîr nakliye hayvanları için bu yol kullanılamazdı. Bundan başka Uhucl harbi sırasında, kızgın bir güneş ortalığı kavuruyor ve sıcak sebebiyle kızgın hale gelen lâv tabakaları, yolcular ve hayvanlar için sıkıntıyı büsbütün arttırıyordu. Ayrıca develer, asla kayalık araziden hoşlanmazlar. Lâv tabakalariyle kaplı ova Medine'yi üç cihetten, doğudan, güneyden ve batıdan çevirmektedir. Sadece kuzey arazisi, bu yapıda değildir. Anlaşıldığına göre emniyet mülâha-zasiyle evler, lâvlı arazide inşa edilmişti. Bu bölgelerde de hiç bir nebat yetiştirmek mümkün olmuyordu. Bir ordu karargâh kuracağı yerde evvelâ mer'a arar; bu da arzettiğimiz kesimde mevcut değildi. Herhangi bir ordunun böyle bir lâvlik arazîden geçtiğini düşünsek bile, onu savaş alanı olarak seçeceği akla bile getirilemez. Şurası düşünülmelidir ki, Enbâ-riye kapısı ve buraya güneyden ulaşan yol, nisbeten yeni bir yoldur; ancak üç yüz senelik bir maziye sahiptir. Eminiz ki, eski devirlerde güneyden gelen kervanlar, Zu'1-Huleyfe'de tevakkuf ediyorlar ve sonra Vadiy'ül-Aqîq'a girip Medine'yi sağda bırakarak kuzeye doğru çıkıyorlar, Zağabe'nin iltisak noktasında dönüp Medine'ye iniyorlardı. Mezkûr vadide nehir yatağının yumuşak kumlarla kaplı yüzü develerin sevdiği bir şeydir.
88. İşte, Mekke ordusunu Medine'den öte ve hasımlarından emniyetçe uzak bir mesafede karargâh kurmaya zorlayan arazinin tabiî mania ve ânzala-rı bunlardan ibarettir. Mekkeliler, yirmi günlük hızlı ve devamlı bir yürüyüşten sonra, ölü denecek derecede yorgun bir halde gelmişlerdi. Gerek asker ve gerekse hayvanlarının yorgunluklarını almaya çalı-şıyırlardı. Zağâbe denen yerde hem su, hem de bir mer'a vardır. Mekkeliler zaferden o kadar emindiler ki, dönüş yollarım emniyete almayı akıllarına bile getiremediler. [131]
Uhud Dağı Arazisinin Tayin Ve Tavsifi:
89. Evvelce de arzedildiği gibi, Uhud Dağı Medine'nin kuzeyinde olup, doğu - batı istikametinde düz bir hat üzerinde 4-5 kilometre kadar bir mesafeye uzanmaktadır. Bu uzunluğun tam ortasında şehrin karşısına isabet eden yerde, yarım daire şeklinde ve at nah biçiminde tabiî bir girinti, içerleklik vardı. Binlerce kişiyi istiap edecek kadar genişliktedir. Bu yerin daha içlerinde dar bir boğazla girilen içerlek, daha küçük bir mahal vardı. Uhud'un güneyinde Vadiy'ül-Qanât suyu akmaktadır. Bu suyun da güneyinde Ayneyn tepesi yahut Cebel'ür-Rummât (Okçular Tepesi) bulunmaktadır; bu tepe, Uhud harbi sırasında Hz. Peygamber (S.A.) tarafından okçuların burada vazifelendirilmesi sebebiyle bu ismi almıştır. Vadiy'ül-Qanât'm kuzeyinde geniş girintinin ilersin-de iki su menbaı vardır ki, muhtemelen Ayneyn (îki kaynak) tepesi, ismini bunlardan almıştır.[132]
Müslümanların Hazırlığı Düşmanın Çıkardığı 3000 Askere Mukabil, Sadece 700 Erden İbaretti:
90. Kureys ordusu Zu'1-Huleyfe mevkiine gelin-ce, Müslüman casuslar yürüyüş halindeki askerler arasına katıldılar ve ancak düşman Uhud'un Batısında Zağâbe'de durup karargâh kurdukları vakit dönüp Hz. Peygambere (S.A.) gördüklerini anlattılar. [133] Hz. Peygamber (S.A,) şahsen şehri bizzat içinden müdafaa etmeye, «onu sokaklarında çarpışarak korumaya» karar vermişti. Bir celse akdedildi ve genç subaylarının velvele ve ısrarlı talepleri üzerine, kendi kararını değiştirerek şehirden çıkıp muharebeyi açık arazide kabul etmeye karar verdi [134] Gönüllülerin, Uhud'un güney batısında «Şeyheyn» denilen çifte hisarlar [135] önünde toplanmalarım emretti. Burada toplanan askerlerini her zaman olduğu gibi teftiş etti ve çok genç yaşta olanlar ile işe yaramazları ayırdı.[136] Bu arada, önemli miktarda kadın gönüllülerin de mevcut olduğunu görüyoruz. Buhari'nin uzun uzadıya anlattığı gibi (56 : 65-67), Hz. Peygamberin (S.A.) eni genç zevcesi Ümm'ül-Mü'minin Hz. Ayşe, gönüllü olarak çalışıp yaralılara hastabakıcıhk etmiş, susamış olanlara su taşımış ve çeşitli diğer hizmetlerde bulunmuştur. Ez-Zuhri'nin naklettiğine göre, Me-dineli Müslümanlar Hz. Peygambere (S.A.), Yahudi kabilelerini acaba şehrin müdafaasında yardıma çağırıp çağırmayacağını sorduklarında Hz. Peygamber (S.A.), «Bu yardıma katiyyen muhtaç değiliz» diye cevap vermiştir" [137] Diğer rivayetlere göre, başlarında meşhur münafık İbn Ubeyy olduğu halde Benû Qay-nuqâ kabilesine mensup altı yüz kadar Yahudi, Hz. Peygambere (S.A.) yardım etmek üzere geldiler; fakat Hz. Peygamber (S.A.) dedi ki: «Biz onlara asla muhtaç değiliz; biz inanmayanları inanmayanlara karşı yardımcı olarak kabul etmeyiz». [138] Burada biraz tuhaflık vardır; çünkü Benû Qaynuqâ Yahudi kabilesi daha önceleri şehirden tardedilmişlerdi; heı-neyse, bu mevzua ilerde tekrar temas edeceğiz. Yuvarlak bir hesapla Müslüman gönüllüler bin kadar olmuşlardı. Sonradan mezkûr îbn Ubeyy'in tesirinde kalarak üç yüz kadar münafık^ harp sahasından son dakikada firar etmişler, bunun için de boş ve asılsız bir bahane ileri sürmüşlerdi. Görüldüğü gibi, geriye Hz. Peygamberin (S.A.) idaresinde yedi yüz kadar erden müteşekikl bir kuvvet kalıyordu-, îslâm ordusu, kendinden dört misli bir ordu ile çarpışmaya çıkmıştı. Bu yedi yüz kadar askerden, sadece yüz kadarında zırhlı elbiseler vardı (Şe'mi, aynı yerde). Bir rivayete nazaran, islâm ordusunda yalnız iki at vardı, biri Hz. Peygambere (S.A.) ve diğeri Ebû Burde'ye aitti". [139] Şu husus pek sarih değildir : Halid ibn Velîd kumandasındaki düşman süvari birliklerine at üstünde karşı koyan ez-Zübeyr'ubn'ul-Avvâm, acaba Hz. Peygamberin (S.A.) atına veya kendi mâlik olduğu ata mı binmiştir veyahut da, acaba önce Müslümanların çıkarmadıkları, şehirde bıraktıkları fakat düşmanın kuvvetli bir süvari birliğine sahip olduğunu gördükleri zaman getirdikleri veyahut da düşmandan zaptettikleri ve kendi kumandasına verdikleri atlarla mı döğüşmüş-tür? Bu durum kaynaklarda sarih olarak gösterilmemiştir.[140]
91. Düşmana gelince: Kureyşliler topladıkları çeyrek milyon dirhemi boş yere sarfetmemişlerdi. Orduda «paraları peşin ödenmiş ücretli askerler» vardı ki, diğer bedevi kabilelerden sağlanan mühim bir miktardan ayrı bunun iki bini sadece Ehâbîş'lerden temin edilmişti1 [141] Kureyşlilerin topladıkları muhâriblerin yekunu cem'an 3000'i buluyordu; bunun 700'ü zırhlı elbiseler takınmış ve 200'ü süvari kuvveti idi. [142] Süvariler ikiye ayrılarak sağ ve sol kanatlarda vazifelendirilmiş ve bu iki kuvvete de ayrı ayrı kumandanlar tayin edilmişti ki bunlar, Hâlid ve İkrime'dir (Zikri geçen eser, aynı yerde). [143]
[130] Elinizdeki bu kitabın 1953'deki ingilizce yayımından sonraki yıllarda, trafik zaruretleriyle bütün şehir surları yıktırılmış ol-dıUdarmdan tabiatıyla, Benû Sâ'ide'den kalma bu tarihî yapı da ortadan kalkmış bulunuyor.
[131] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 85-87.
[132] Elinizdeki bu kitabın ingilizcideki 1853 yayınından sonraki yıllarda, motopomplar takılmış olduklarından, su kaynağının müşahede edildiği kısımlar yer değiştirmiş ve geriye sadece eski kuru su haznesi kalmıştır. Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 87-88.
[133] tstî'âb, Enes ibn Fudala maddesi; Vâqıdî'nin Mağâzî adlı eseri, vr. 49b.
[134] İbn Hişârn, s. 558.
[135] Şimdi, bu yerde «Şeyheyn Camii- bulunmaktadır ki, bu mukaddes havalinin yegâne çifte kubbeli camiini teşkil eder.
[136] Seminin Sire adlı eseri, Hendek bahsi; Taberi, I., 1360.
[137] Te'rih ibn Kesir, C. TV, s. U.
[138] İbn S&'d, C. II/l, s. 27, 34; İbn Kesir, C. IV s. 22.
[139] îbn Sâ'd,.C. H/l, s. 27.
[140] Taberi, s. 1394 ve müt.
[141] Keramet Ali'nin Sîre'si, s. 245.
[142] ibn Hişâm, s. 561.
[143] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 88-91.