- Meânî İlmi

Adsense kodları


Meânî İlmi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Fri 24 September 2010, 11:02 am GMT +0200
Me´ânî İlmi

I- Haber (Bildirme) Ve İnşâ (Dilek) Cümleleri
1- Haber Cümlesinin Kuruluş Gayeleri
A) Haber Cümlesinin Söyleniş Gayeleri İle İlgili Misaller:
B) Haber Cümleleri İle İlgili Diğer Bazı Misaller:
C) Haber Cümlesi İle İlgili Bazı Türkçe Misaller:
D) Değisik Manaları İfâde Eden Haber Cümleleri İle İlgili Âyetler:
2- Haber Cümlesinin Çeşitleri
3- Haber Cümlesinin (Durumun Gereğinden Çıkıp) İsik Şekillerde İfâde Edilmesi
B. İnşâ.
1- Emir
2- Nehy (Yasaklama)
İstifham:
B- Diğer Soru Edatları
C- Bazı Karinelerle İstifhamın Değişik Mânalarda Kullanılması



İKİNCİ BOLUM


ME´ÂNÎ İLMİ


Me´ânî İlmi


Bu ilim, muktezâ-yı hâl´t (duruma ve yerine) göre söylenen arapça sözlerin durumu, kendisi vasıtasıyla bilinen bir ilimdir. Durumun değişmesiyle sözün şekilleri de değişir.

Maânî ilmi, bu kitapta altı kısım halinde incelenecektir. [1]

I- Haber (Bildirme) Ve İnşâ (Dilek) Cümleler:


Bütün sözler; ya haber (bildirme) veya inşâ (dilek) şeklindedir. Haber Sözü söyleyene; o, bu sözünde doğrudur veya yalancıdır diyebileceğimiz her kelâma haber denir.

Mesela: « Ali, ikamet ediyor.» « Muhammed, sefere çıktı. » gibi.

Eğer söylenen söz, gerçeğe uygun ise, onu söyleyen şahıs sözünde doğ-rudur. « ilim fay dalıdır.» gibi.

Şayet söylenen söz, gerçeğe uygun değil ise, onu söyleyen şahıs, sözünde yalancıdır. «Zeyd ayağa kalktı.» gibi.

Haberin doğru olmasından maksat, onun gerçeğe uygun olmasıdır. Yalan olmasından maksat ise; gerçeğe uymamasıdır. Öyle ise «Ali, ikâmet ediyor,» cümlesinden anlaşılan nisbet (hüküm), eğer gerçeğe uygun ise bu cümle doğrudur. Uygun değilse yalandır.[2]

İnşâ : Sözü söyleyene; o, bu sözünde doğrudur veya yalancidır diyemeyeceğimiz cümlelere inşâ denir.[3]

Muhammed sefere çık! Ey Ali ikâmet et!» gibi.

Her "haber" ve "inşâ" cümlesinin; "mahkûmun aleyh" (özne) ve "mahkûmun bihi" olmak üzere iki unsuru vardır. Birinci kelimeye,"müsnedün ileyh" denir. Meselâ; tam fiilin faili, nâib-i fail ve haberi zikredilen müb-tedâ, aslında mübteda olan ve benzerlerinin ismi, ve diğer "efâl-ı kulûb"ün birinci mefûlü, ve diğer üç mefûl alan fiillerin ikinci mefûlü gibi.

İkinci kelimeye, "miisned" denir. Mesela; tam fiil ve merfûu (faili) ile yetinen (mânası tamamlanan) müştak bir kelime olan mübtedâ, mübtedânın haberi, ve benzerlerinin haberi, isim fiiller, ve emir fiili yerine kullanılan masdarlar, (û-^) ve diğer "efâl-ı kulûb"ün ikinci mefûlü, ve diğer üç mefûl alan fiillerin üçüncü mefûlü gibi.

Bunların dışında kalan; müzâfün ileyh, ve sıla cümlesi hariç, diğer unsurlara kayd denilir.[4]

Konu ile ilgili bazı misaller:

Ebû İshak el-Ğazzî ( 01.524/ 1130) şöyle demiş:

«Eğer Ehu´t -Tayyib el-Kindi ( el-Mütenebbî) olmasaydı, insanların kulakları (Seyfüddevle) İbn Hammdân´ın (Ö1356I967) övgüsüyle dolmazdı.[5]

" el-öazzî, bu sözünde doğru sözlü olabildiği gibi, yalan da söylemiş olabilir. Eğer onun bu sözü, gerçeğe uygun ise doğrudur, eğer bu sözü gerçeğe uygun değil ise o yalan söylemiştir.

Ebu´t -Tayyib el-Mütenebbî (Öİ.354/ 965) şöyle demiş:

«Ben, elden kaçırmadığım bir şeye, hırslı olarak göz dikerek bakmam. Elden kaçırdığım şey üzerine de, üzülerek geceyi geçirmem.»[6]

İkinci beyitte, el-Mütenebbî, nefsinden bahsederek kendisinin kanaatkar ve halinden memnun olduğunu anlatıyor. Gelecek şeye başını kaldırarak bakmak ve kaçırdığı bir şey için de hasret çekmek, onun adeti olmadığını bildirir. Onun bu sözünde doğru sözlü olmayıp, yalancı olması mümkündür.

Ebu´l-´Atâhiyye, İsmail b. Kasım (Öİ.211/826) şöyle demiş: «Cimri,"her ne ka-dar zenginlikten faydalansa dahi, devamlı onda fakirlik alâmetleri ve işaretleri (izlenimleri) görünür.»[7]

Ebu´l-´Atâhiyye´nin, bu sözünde ve iddiasında doğru sözlü olması muhtemel olduğu gibi, yalancı olması da muhtemeldir.

Bilginlerden biri oğluna şöyle demiş:

Ey oğulcuğum! Güzel konuşmayı öğrendiğin gibi, güzelce dinlemeyi de öğren.»[8]

Bu sözü söyleyene; o doğru sözlüdür veya yalancıdır dememiz mümkün değildir. Çünkü söz sahibi, oğluna çağmr ve ona bir şeyi yapmasını emreder.

Abdullah b. Abbâs (51.68/687) (r.a.) bir adama nasihatta bulunarak şöyle demiş: . ilgilendirmeyen şeyleri konuşma! Seni ilgilendiren bir çok konuda da konuşma! Ta ki yeri gelince konuş!»[9]

Abdullah b. Abbâs´a da; bu sözünde o doğru sözlüdür veya yalan söy-emiştir demek mümkün değildir. Çünkü o bir şeyin yapılmamasını emreder.

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî şöyle demiş:

"Yaşadığın sürece, zamanını ancak üzüntüsüz karşıla! (Çünkü sıkıntı ve refah, zamanda ardarda insanın başına gelirler. Hayatla birlikte ümitsizlik olmamalıdır.) »[10]

el-Mütenebbî´ye bu sözünde; o doğru sözlüdür veya yalan söylemiştir demek mümkün değildir. Çünkü o bir davranışta bulunmamayı emreder.

Birinci gruba giren bütün sözlere "haber" denilir.

İkinci gruba giren bütün sözlere "inşâ= dilek" denilir.

Yukarıdaki misallerde geçen ve diğer misallerdeki bütün cümleler iki temel rükünden oluşurlar. Bunlardan birincisine." mahkûmun ´aleyh- müs-nedü ileyh", ikincisine; "mahkûmun bih- müsned" denilir.

Cümlenin bu iki esas unsuru dışındaki kelimelere "kayıt" denir.[11]

Ebu´l-´Alâ el-Ma´arrî (öl.449/1057), bir şiirinde şöyle demiş:

« Ben, her ne kadar son zamanlarda gelmiş olsam dahi, öncekilerin yapamadığı şeyi yaparım.»[12]

el-Ma´arrî, bu beytinde dediği gibi, kendinden önce yaşamış insanların yapamadığı bir işi yaparsa, sözü doğrudur. Şayet yapamazsa hem sözü yalandır, hem de kendisi yalancıdır.

a) Haber ve inşâ cümleleri ile ilgili diğer bazı misaller:

Cümlenin nevilerini belirtmek ayrıca her ana cümlede bulunan "müsne-dün ileyh" ve "müsnedi" belirlemek için örnek metin.

Abdulhamîd el-Kâtib(öl.l35/752)[13], katiplere edebiyatın güzelliklerini tavsiye ederek şöyle dedi:

«Ey katipler topluluğu! Edebiyat nevilerinde yarışınız!"Dini, tedrici ^T rak anlayınız (öğreniniz)! Önce Yüce Allah´ın kitabını öğrenmekle (tahsile) başlayınız. Sonra Arapçayi öğreniniz. Çünkü o (Arapça) konuşmanızın rağbetini artırır. Sonra haltınızı mükemmelleştiriniz. Çünkü o (hatt) kitap Iannızm süsüdür. Şiirleri rivayet ediniz! Şiirlerdeki garip kelimeleri´ve onların mânalarını öğreniniz. Ayrıca Arapların ve diğer milletlerin önemli tarihî günlerini, onlarla ilgili sözleri, ahlak ve davranışlarını öğreniniz Çunku bunlar, alicenaplığınızı yükseltmek için size yardımcı olurlar [14] EbûNüvls(öI.195/811) şöyle demiş:

«Rızık ve ondan mahrum olmanın her ikisinin akışı, Allah´ın hükmü ve takdiri iledir, öyle ise zaman bir kötülük yaptığında sabret/ Çünkü basiretli (uzağı gören) kişinin kalkanı sabretmesidir,»[15]



1- Haber Cümlesinin Kuruluş Gayeleri


Haber cümlesi, iki maksatla söylenir:

a) Haber, aslında herhangi bir cümlede bulunan bir hükmü dinleyiciye bildirmek için söylenir«Emir, geldi,» dememiz gibi. Haber cümlesindeki hükme, "faide-i haber" (haberin faydası) adı verilir.

b) Konuşan kimsenin, dinleyici tarafından bilinen bir hususu, kendisinin de bildiğini ifâde etmesi için söylenir. Mü teke İlimin bunu bilmesine de; "lazım-ıfâide~yi haber" (haberin faydasının lazımı) adı verilir.

«Sen, derslerine çok çalışırsın.»

« Sen dün geldin.» gibi. Bazen de; merhamet dilemek, güçsüz olduğunu açıklamak, üzüntüsünü belirtmek, iftihar etmek, çalışma ve çaba harcamaya teşvik etmek; azarlamak; küçümsemek; nasihat ve irşâd v.s. için kullanılır.[16]



A) Haber Cümlesinin Söyleniş Gayeleri İle İlgili Misaller:


Peygamber (s.a.) tu vakası senesinde doğdu, kırk yasında kendisine vahiy gönderildi. Mekke´de onüç yıl, Medine´de on yıl ikâmet etti.»[17]

Bu misalde, birinci şahıs (mütekellim), ikinci şahısa (muhataba) cümlenin içerdiği hüküm hakkında bilgi vermek ister. Bu hükme, "haberin faydası" denilir. Bu misalde mütekellim, dinleyiciye Peygamber (s.a.)´in doğumu ona vahiy gönderilen zamanı, Vahiyden sonra Mekke´de ne kadar kamet ettiğini ve Medine´de ne kadar ikâmet ettiği hakkında bilgi verir.

Abdulaziz (öl.101/719)[18] bey-tü´l-nal´dan (hazineden) hiç bir şey almıyordu. Ganimet malından da kendi şahsı için hiç bir dirhem harcamıyordu.»[19]

Bu misalde, birinci şahıs (mütekellim), ikinci şahısa (muhataba) cümlenin içerdiği hüküm hakkında bilgi vermek ister. Bu hükme, "haberin faydası" denilir. Bu misalde mütekellim, muhataba Ömer b. Abdülaziz´in nıüslümanlarm malı hakkında ne kadar nezih ve takva sahibi olduğunu bildiriyor.[20]

«Gerçekten sen bugün uykundan erken uyandın.»[21]

bahçende çalışıyor.[22] Bu iki misalde; mütekellim, dinleyiciye yeni bir şey anlatmak istemiyor. Ancak o, cümlede anlattıkları hakkında bilgi sahibi olduğunu anlatmak istiyor. Öyle ise dinleyici, bu durumda anlatılan sözden yeni bir bilgi elde etmek suretiyle faydalanmadı. Ancak o, mütekellimin bu cümlelerde anlat-tıkların i bildiğini öğrendi. Buna "lâzimü´l-fâide-i haber" denilir.

Yahya b. Halid el-Bermekî (öl.l90/806)[23], Halife Harun er-Reşîd´e (Öİ.192/806)[24] hitap ederek şöyle demiş:

«Senin yanında felakete ve belaya maruz kalan Bermekîler, yüzleri sararmış ve onların üstünde zillet elbiseleri görünür.»[25] Yahya el-Bermekî bu misalde durumunu Harun er-Reşîde anlatmak istemiyor. Çünkü Harun er-Reşid onu bu duruma sokmuştur. Bilâkis Yahya, Harun er-Reşid´den kendisine ve akrabalarına şefkat ve merhamet etmesini ve acımasını istiyor. Muhtemelen Harun, bu sözlerini dinler, tekrar ona iyilik ve şefkat eder.[26]

Yüce Allah, Hz. Zekeriyardan(a.s.) bahsederek şöyle buyurmuş: «Rabbim! Şüphesiz (artık Öyle bir durumdayım ki) benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım (in saçı) bembeyaz alev gibi tutuştu.»[27] Bu misalde Hz. Zekeriyyâ, durumunu niteliyor. Zayıf olduğunu ve gücünün tükendiğini açıklıyor.[28]

Bir bedevi, çocuğu için ağıt yakarken şöyle demiş:

senden (ölümünden) sonra sabır ve üzüntüyü çağırdığımda; üzüntü isteyerek cevap verdi, fakat sabır cevap vermedi.»

«Eğer senden ümidim kesilirse, muhakkak ki dünya devam ettiği sürece senin için duyduğum üzüntü sürecektir.»[29] Bu misalde bedevî, çocuğunu ve ciğerinin bir parçasını kaybettiği için hasret çekiyor ve üzüldüğünü ortaya koyuyor[30]

Amr b.Gülsûm[31] şöyle demiş:

Bizim çocuğumuz sütten kesilme çağına ulaştığında, zalimler ona (boyun eğerler)[32]´Amr b. Gülsüm, bu misalde kavmi ile gederler (boyun tünüyor ve onlardaki güç ve kuvvet ile iftihar ediyor.[33]

Tâhir b el-Hüseyin (51.207/ 822),[34] valisi buluunduğu eyâletin vergisini geciktiren Abbas b. Musa el-Hâdi´ye (öl.l96/811)[35] yazdığı mektupta şöyle demiş:

"İhtiyaç sahibi, gece boyunca uyuyan kimse değildir. Fakat ihtiyaç sahibi geceyi korku ile geçiren kimsedir[36] Tdhir b. el-Hüseyin, bu sözleri ile valisini; vergi toplama hususunda çalışmaya ve çaba harcamaya teşvik ediyor. Bu son gayelerin tamamı, sözün bizzat kendisinden değil, ancak cümlenin gelişinden anlaşılır.[37]



B) Haber Cümleleri İle İlgili Diğer Bazı Misaller:


Hz, Mu´âviye (r.a.) (öl.601680)[38], iyi bir siyasetçi olup işlerin tedbirini zamanında alıyordu. Yumuşak davranması gereken yerlerde yumuşak davranırdı. Katı ve sert davranılması gereken yerlerde de sert davranırdı."[39]

«Gerçekten sen oğullarını- katı davranmak ve cezalandırmakla değil,- yumuşak ve şefkah davranmakla terbiye ettin.»[40]

«Hz. Ömer (r.a.),´Hicrî 23 yılında vefat etti (şehid edildi).»[41] Ebû Firâs el-Hamdânî şöyle demiş:

«Benim yüce özelliklerim yıldızlar sayısıncadır. Benim evim de asillerin sığınağı ve misafirlerin evidir.»[42]

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî, şöyle demiş:

«iyilik yapmayı arzulayan herkes iyilik yapacak değildir, iyiliği yapan herkes de onu tamalayacak değildir.»[43]

el-Mütenebbî Seyfüddevle´nin kızkardeşine ağıt yakarak şöyle demiş:

<£y ölüm sen sözünde durmadın. Sen, dokunduğun kişi ile nice şahısları yok ettin. Ve nice haykırışları susturdun.»[44]

Ebul Atahiyye (öl-211/826), oğlu Ali için ağıt yakarak şöyle demiş:

F "Ali1 gözümün yaşıyla senin için ağladım. Senin için ağlamanın hiç bir f dası olmadı. Senin hayatında benim için bazı öğütler vardı. Ve sen, hüsün hayatta bulunduğun zamandan daha fazla öğüt vericisin,»[45]

«Muhakkak ki seksen yaş - ki ben ona ulaştım- kulağımı tercümana muhtaç kıldı.»[46] Ebu´I-´AIâ1 el-Ma´ani, Ahmed b. Abdullah (öl.449/İ057),[47] şöyle demiş:

«Benim öyle bir dilim (ve aklım) vardır ki; benim gerçek mansıbıma razı olmuyur. Halbuki ben(im- öyle yüce bir değerim vardır ki sanki ben el-A´zel ve er-Râmih ismindeki) iki yıldız arasında bulunuyorum.[48]

İbrahim b. Muhammed el-Mehdî (öl.224/839),[49] el-Me´mûn´a hitap ederek şöyle demiş:

cürüm (suç) işledim. Ve sen (suçu) affetmeye ehilsin. Eğer sen affedersen bu bir minnettir. Eğer öldürürsen adalettir.»[50]

«Kim kendisi ile Allah´ın arasım düzeltirse, Allah da onun ile insanların arasını düzeltir. Kim ahir e t işlerini düzene koyarsa Allah da onun için dünya işlerini düzene koyar. Kimin kendi nefsinden bir vaizi (Öğüt vereni) varsa, Allah tarafından onun bir koruyucusu olacaktır.»[51]

Muhakkak ki sen öfkeni yenersin, öfkelendiğinde sabredersin, gücün yettiğinde hakkından vazgeçersin ve sürçmeyi affedersin.»[52]



C) Haber Cümlesi İle İlgili Bazı Türkçe Misaller:


«Ahmed evdedir.»

«Hasan evde değildir.»

«Ahmed evde oturmuş derslerine çalışıyor.» gibi.[53]



D) Değisik Manaları İfâde Eden Haber Cümleleri İle İlgili Âyetler:


« ve yalnız senden medet umarız.» Bu ayetteki haber cümlesi, dua manasınadır.[54]

Boşanmış kadınlar, kendi baslarına (evlerinde)´üç defa ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler.» Bu ayetteki haber cümlesi, emir manasınadır.[55]

«Emzirmeyi tamamlamak isteyen (baba) için, anneler çocuklarım iki tam yıl emzirirler.» Bu ayetteki haber cümlesi, emir manasınadır.[56]

Üzüntüyü açıklamak: ´İmrân´ın karısının aşağıdaki âyette üzüntüsünü açıklaması gibi;

«-Allah, ne doğurduğunu bilip dururken- «Rabbim! Ben onu kız doğurdum.»[57]

«Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar!»[58] Bu ayetteki haber cümlesi, beddua manasınadır. «. onları kahretsin! Nasıl da (haktan batıla) döndürülüyorlar.» Bu ayetteki haber cümlesi, beddua manasına-dir.[59]

Hz. Zekeriyyâ´nın (s.a.) acizliğini ortaya koymak için, şu âyette yaptığı gibi: .

«Rabbim! Şüphesiz (artık öyle bir durumdayım ki) kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım (in saçı) bembeyaz alev gibi tutuştu.»[60]

Hz. Musânın şu âyette merhamet dilemesi gibi:

« ...Rabbim! Bana gön-dereceğin hayra ve rızka muhtacım » dedi.[61]

Leheb´in iki eli kurusun! Kurudu da.[62]» eyetteki haber cümlesi, beddua manasım ifâde eder. [63]



2- Haber Cümlesinin Çeşitleri


Bir haberi veren kimsenin maksadı, verdiği haberle muha-hf!vdaIı olmak olduğu için «saçma sapan sözlerden sakınıp» konukken sözlerini ihtiyaca göre kısa kesmesi gerekir. Muhatap şu üç durumun birinde olabilir:

1) Muhatabın, sözün doğruluğu veya yanlışlığı hakkında herhangi bir bilgisi yoksa; haber pekiştirilmeden (durumun gereğine göre) ona bildirilir. Bu neviden olan habere "İbtidâî haber" denir. Meselâ;«. tfa«fe$m. gibi.

2) Muhatap, sözün doğruluğu hakkında tereddüt eder ve onu kesinlikle «doğru bir şekilde» öğrenmek istiyorsa, bu durumda onun zihninde yerleşmesi için sözü pekiştirmek uygundur. Haberin bu nevine, "Talebi haber" denir. Meselâ: «Gerçekten kardeşin geldi.» gibi.

3) Eğer muhatap, haber cümlesinin anlamını asla kabul etmiyorsa, bu durumda durumun gereği ve tepki derecesine göre sözü bir, iki veya daha fazla te´kid edatiyla pekiştirmek gerekir. Buna « inkârı haber» denir. Haber cümlesini pekiştirmek için çok miktarda edat vardır.[64]

Bu edatlardan bazıları şunlardır: kasem edatları, ibtidâ lamı, tekîd nunlan, tenbîh (uyarma) edatları, zâid (herhangi bir mânaya delâlet etmeyen) edatlar«kad» edatı veya şart edatı olan «emnıâ»; zamîrü´ş-şe´n; «len» ve sözü tekrarlama ile yapılır.[65]

Konu ile ilgili bazı misaller:

« Gerçekten kardeşin geldi.», =« Muhakkak ki o geldi.»,

-«Vallahi muhakkak o geldi.» gibi.

Buna göre haber cümlesi; yukardaki misallerde görüldüğü gibi; te´kid-siz, bir edatla veya birkaç edatla pekiştirilmiş olmasına göre üç kısma ayrılır.

Özetle: Birinci kısma, «ibtidâî haber», ikincisine «talebi haber» ve üçüncüsüne de «inkârı haber» denir.

Hz. Mu´âviye (öl.60/680), valilerinden birine bir genelge yazarak şöyle dedi:

«insanları, bir çeşit siyasete göre idare etmemiz bize yakışmaz. Her ikimiz birlikte yumuşak davranmamalıyız. Çünkü böyle yaparsak insanlar günah işlemek için şımarırlar. ikimiz birlikte sert davranmamalıyız. Çünkü böyle yaparsak insanları tehlikeli durumlara sürükleriz. Fakat sen sertlik ve kabalıktan yana olacaksın. Ben de acıma ve merhametten yana ola-cağım.»[66]

Ebû Temmâm şöyle demiş:

«Genç, cahil olduğu halde maişetini elde eder. Genç, bilgili olduğu halde uzun zaman (ömrü boyunca) az mal sahibi olur. Eğer nzıklar akla göre verilseydi, o takdirde hayvanlar bilgisizliklerinden dolayı helak olurlardı.»[67]

Yüce Allah şöyle buyurmuş:

Allah, içinizden (savaş alıkoyanları ve yandaşlarına: "Bize katılın" diyenleri gerçekten bili- Zaten bunların pek azı savaşa katılır. »[68] es_Serî er-Refâ (öl. 366/ 97)[69] şöyle demiş:

«Şüphesiz ki binanın yan tarafı yıkıldığı zaman, kalan kısmının yıkılmasından insanlar güven içinde olamazlar.»[70]

Ebu´l-´Abbâs es-Seffâh(öl.l36 /753)[71] şöyle demiş:

«Şiddetten baş-ka bir şey fayda vermeyinceye kadar kesinlikle ben yumuşak davranacağım. Halka karşı davranışlarına güvendiğim sürece, özel adamlarıma mutlaka saygı göstereceğim. Hak çıkarıncaya kadar, kesinlikle kılıcımı kınına koyacağım. Bağış için yer bulamayıncaya kadar, muhakkak ki (malı) vermeye devam edeceğim.»[72]

Yüce Allah şöyle buyurmuş: «Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekilecek-siniz.»[73]

«Allah´a yemin ederim ki ben, şeref ve asalete doğru yükselen ve gevşemeyen bir gayretten (enerjiden) ayrılmayacağım.»[74]

Yukarıda geçen misalleri, incelediğin zaman bunların haber cümleleri olduğunu görürsün. Birinci gruptaki cümlelerde herhangi bir pekiştirme edatı bulunmadığını; son iki gruptaki cümlelerin ise; ya bir veya iki veya daha fazla edatla pekiş ti ri İd iğini görürsün. Bu değişik şekildeki ifâde edilişin hikmeti nedir? Araştırma yapıldığında bu değişik ifâde tarzlarının sebebinin muhatabın durumundan başka bir şey olmadığı görülür. Çünkü birinci gruptaki misallerde, cümlenin muhtevası hakkında muhatabın zihni boştur.(Yani herhangi bir bilgisi yoktur). Bundan dolayı konuşan şahıs, bu cümleleri pekiştirme ihtiyacını hissetmemiştir. Ve bu cümleleri pekiştirmeden muhataba söylemiştir. Haberin bu nevine " ibtidâî haber" denir.

İkinci gruptaki misallere gelince; bu misallerde verilen bilgi hakkında muhatabın şüphe ile karışık az bir bilgisi vardır. Ve o gerçeği öğrenmeyi özenle bekliyor. Bu durumda muhataba, durumu açıklayan ve şüphesini gideren biraz açık bir ifâde tarzı ile haber vermek iyi olur. Bundan dolayı üçüncü misalde cümle « xâ»ile, dördüncü misalde «^1»ile pekiştiril-miştir. Haberin bu nevine "talebi haber" denir.

Son gruptaki misallerde ise; muhatap söylenen şeyleri kabul etmiyor ve onları reddediyor. Böyle bir durumda; muhatabın bu tepkisini gideren ve onu verilen haberi kabul etmeye davet eden sözü pekiştiren ve takviye eden vasıtaların bulunması gerekir. Ve bu pekiştirmenin de muhatabın tepki derecesine göre olması gerekir. Bundan dolayı cümleler beşinci ve altıncı misallerde iki edatla pekiştirilmiş - ki bunlar yemin ve te´kid nunudur-. Son misalde ise; şair, muhatabın tepkisinin daha kuvvetli olduğunu varsaymış ve sözünü üç te´kid edatı ile pekiştirmiştir. Bunlar; yemin, ve "lâm" edatıdır. Haberin bu nevine "inkârı haber" denir.[75]

a) Haber cümlesinin nevileri ve bazı te´kid edatları ile ilgili misaller:

Ebu´l-´Atâhiye (öl. 211/826) şöyle demiş:

«Şüphesiz ki ben dünyadaki sonuçları gördüm; korktuğum şeyden (cezadan) dolayı arzuladığım şeyi terkettim.»[76]

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî (Öİ.354/965) şöyle demiş:

«Gayretler, ehlinin değerine göre meydana gelir. Cömertlikler de cömertlerin değerine göre meydana gelir. Küçük gayretler, değersiz kimselerin gözünde büyük görünür. Değerli kimselerin gözünde de büyük gayretler, küçük görünür.»[77]

Hassan b. Sabit (Öİ.54/674) (r.a.) şöyle demiş:

«Şüphesiz ben tatlı (neşeli) olduğumda acı bir şey (olay) başıma gelir. Muhakkak ki ben âdet edinmediğim şeyleri tamamen terkediyorum.»[78] el-Ürcânî (Kadı Nâsihuddin Ebû Bekir) (Öİ.545./1150) şöyle demiş:

«Şüphesiz biz fitnelerle dolu bir zamandayız. Öyle ise bu zamanda, içi korku ile dolu olan kimse kınanmaz.»[79]

Lebîd b. Rabî´a b. Mâlik (Öİ.41/661) şöyle demiş:

«Andolsun ki ölümümün kesin olarak geleceğim öğrendim. Muhakkak ki Ölüm okları, hedefim şaşmaz.»[80]

en-Nâbiğatü´z-Zübyânî (öl. M.640) şöyle demiş:

«Ey Nu´mân! Sen kardeşler ve dostların hatâlarını ve yanlış davranış lavını hoş karşılamadığından dolayı, hiçbir dostun sevgisini devam ettiremezsin. Erkekler içinde ahlakça kusursuz olan herhangi biri var mı?»[81]

eş-Şerîf er-Radî (61.406/1015) şöyle demiş:

«Bazen fakir ve cesur kimsenin ulaşamayacağı şeye, korkak adam malıyla ulaşabilir. »[82]

b) Aşağıdaki ayetleri okuyunuz ve te´kid edatlarını belirtiniz:

1) Mâna açısından fail olan kelimeyi fiilinden önce mübtedâ olarak zikretmekle:

Allah, seni insanlardan korur.»[83]

«Allah, doğru yoldan çıkan bir topluluğu hidâyete erdirmez.»[84]

2) harfi ile te´kid yapmak:

«Onların söylediklerinin seni üzdüğünü elbette biliriz.»[85]

Fakat biz toprağın onlardan neyi eksilttiğini elbette biliyoruz.»[86]

«Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur.[87]

3) Yemin ile yapılan te´kid:

Tîne ve Zeytun´a (incire, zeytine), slna dağı-,na, Ve güvenli beldeye andolsun ki , Biz insanı en güzel biçimde yarattık.[88]

4) Şeddeli ve hafîf te´kid nunlan ile te´kid yapılır:

Allahı, kendisine (kendi dinine) yardım ´enlere muhakkak surette yardım edecektir.»[89]

Andolsun, eğer´o´kendisine emredeceğimi yapmazsa mutllaka zindana atılacak ve el­bette zelillerden olacaktır.»[90] Bu misaldeki kelimesinde hafif te´kid nıınu, Kur´ân hattının bir özelliği oJarak tenvîn şeklinde yazılmıştır. «O«w mutlaka ceza-{andıracağım veya onu mutlaka keseceğim, ya da mutlaka bana´ apaçık bir delil getirecektir.»[91] lafızlarında, te´kid, pekiştirme edatının tekrarlanması, yapılacak işlerin kesinlikle yapılması gerektiğini gösterir.

5) İbtidâ lamı ile te´kid yapılır:

»«iman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak yahudi-leri ve Allah´a ortaklık koşanları bulursun.»[92]

« «Onların kalblerinde sizin korkunuz, Allah´ın korkusundan fazladır.»[93]

6) Medih ve zenım fiilleri ile te´kid yapılır: « Bu yaptıkları şeyler ne kötüdür!»[94]

«Nefislerinin kendilerine sunduğu ´şey ne kadar kötüdür!»[95]

Allah´tan korkanların yurdu ne güzeldir!»[96]

«... Biz de ne güzel kabul etmiştik!»

Biz de ne güzel kabul etmiştik!»[97]

7) nin haberinin başına gelen = lâm ile te´kid yapılır:

Şüphesiz bu (Isa hakkında söylen berlerdir.»[98]

«Şüphe´siz Rabbim duayı işitendir(kabul edendir.[99]

«Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak ibret vardır.»[100]

8 ) ile te´kid yapılır:

«Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.» âyetinde mübalağa kalıplan ile birlikte pekiştirme edatları gelmiştir. Bunlar, ve edatlarıdır.[101]

«Kıyamet mutlaka kopacaktır» cümleleri ve pekiştirilmiştir.[102]

«Onlar, mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bilim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.» âyetlerinde mânânın mutlaka gerçekleşeceğini ifâde etmek için bir kaç edatla pekiş-tirme yapılmıştır. Cümlelerden herbiri ve ile pekiştirilmiştir.[103] «Şüphesiz ilâhınız gerçekten tekdir.» âyetinde ve ile pekiştirme vardır. Muhataplar, Allah´ın birliğini inkâr ettikleri için kelâmın makamı bunu gerektirmektedir.[104]

«Gerçekten, sen gönderilmiş peygamberlerdensin.»[105]

«Gerçekten biz size gönderilmiş peygamberleriz.»[106] gibi cümleler birden fazla pekiştirme edatıyla pekiştirilmiştir. Çünkü hatap inkarcıdır. Burada her iki cümle ve edatlanyla pekiştirilmişti.

«Şüphesiz, göklerde ve yerde alâmetler vardır." cümlesi, ve edatlanyla pekiştirilmiştir. Çünkü muhataplar, Allah´ın birliğini inkâr edenlerdir.[107]

«Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder." âyetinde daha fazla açıklamak için cümle, yemin ve edatları ile pekiştirilmiştir.[108]

«Muhakakki insan, Rabbine karşı nankördür. Şüphesiz buna kendisi de şahittir. Ve o, mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür.» gibi âyetlerde, daha fazla açıklama ve anlama maksadıyla , öj ve J ile pekiştirme yapılmıştır.[109]

«Allah´in tâyin ettiği vakit, elbette gelecektir.» cümlesinde muhatap, inkarcı olduğu için, ve ile pekiştirilmiştir.[110] «İleri gelenler, seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar.» cümlesinde, ve ile pekiştirme yapılmıştır.[111]

«Şüphesiz Rabbin lütuf sahibidir.»[112] «Rabbin elbette bilir.»[113]

«Şüphesiz o bir hidâyettir.» cümleleri, ve edatları ile pekiştirilmiştir.[114]

«Şüphesiz insan, apaçık bir nankördür.» cümlesi; ve "mübalağa kalıbı ile te´kid edilmiştir. Çünkü ve kalıpları, mübalağa kalıplarındandır.[115]

«Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla kadirdir.»[116]

9) den hafifletilmiş ile te´kid yapılır:

Allah´ın hidâyet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir.[117]

«Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnad etmen için seni, neredeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar...»[118]

«Elbette onların hepsi (kıyamet gününde) karşımızda hazır bulunacaklar.»[119]

10) Mübtedâ ve haber arasına giren "Fas! zamiri" veya te´kid için kullanılan zamir ile te´kid yapılır:

«Ey Allah´ım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir gerçekse... »[120]

«Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun[121] .«Onlara, biz vâris olmuşuzdur.»[122]

«Eğer malca ve evlâtça beni kendin-den güçsüz görüyorsan.»[123]

11) veya ile te´kid yapılır:

«De ki: Bilgi ancak Allah´ın kamdadır.»[124]

va´dedilen kesinlikle doğrudur.»[125]

De ki özr uyarıcıyım.»[126]

Ben Apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyolunuyor.»[127]

12) Şart edatı olan ile te´kid yapılır:

Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için] sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kafir olanlara gelince, «Allah böyle misal vermekle ne murad ediyor?» derler.»[128]

13) Uyarma edatı olan ile te´kid yapılır:

«Dikkat edin veîiHn ki, o Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.» âyetinde, mübalağa kalıpları ile birlikte peş-peşe pekiştirme edatları gelmiştir. Bunlar, ve edatlarıyla fasıl (ayırma) zamiri dir.[129]

bilesiniz ki, Allah´ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.[130]

Bilesiniz ki, kendillerine azap geldiği gün, bir daha onlardan uzaklaştırılacak değildir.»[131]

14) Cümleyi pekiştirmek için kullanılan zaid edatlarla te´kid yapılır*

«Bir sûre indirildiği zaman, (göz kırpıp alay ederek) birbirlerine bakar....»[132]

´ olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz.» [133]

...şahid olarak da Allah yeter.[134]

kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın.» [135]

«Allah, kuluna kâfi değil mi?»[136]

15) Bir va´d veya bir uyarıya delâlet eden bir fiilin önüne gelen « ve v_edatları ile te´kid yapılır;

insan ve cin! Sizin de hesabınızı ele alacağız. [137]

«Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır. [138]

«Allah, mü´minlere yakında

büyük mükâfat verecektir,»[139]

16) edatı ile te´kid yapılır:

«Lâkin Allah, bütün âlemlere karşı lütuf ve kerem sahibidir.»[140]

Fakat o zâlimler açıkça Allah´ın âyetlerini inkâr ediyorlar.»[141]



3- Haber Cümlesinin (Durumun Gereğinden Çıkıp) İsik Şekillerde İfâde Edilmesi


Haber cümlesi, zihninde cümle ile ilgili bir şey bulunmayan kimseye ´kidsiz söylendiğinde ve cümlenin muhtevası hakkında tereddüt ederek soru soran kimseye te´kid edilerek söylenmesi güzel ise; ve cümlenin muhtevasını inkar eden kimse için durumuna göre cümle pekiştirilerek söylenirse, bu haber cümlesi, durumun gereğine (icabına, yerinde ve adamına) göre söylenmiştir, demektir.

Bazen mütekellimin (konuşan kimsenin) göz önünde bulundurduğu bazı durumlardan dolayı haber cümlesi, durumun icabına aykırı olarak söylenir. Bu durumlardan bazıları şöyledir:

a) Zihni boş olan kimse, tereddüt ile soru soran kimse yerine koyulur. Bu da cümlede, haberin hükmüne işaret eden bir şey geçtiğinde söz konusu olur.

b) Kendisinde inkâr (tepki) işaretleri göründüğü için, inkâr etmeyen kimse, inkâr eden kimsenin yerine koyulur.

c) İnkâr eden (tepki gösteren) kimse, inkâr etmeyen kimse yerine koyulur. Bu durumda o şahsın önünde Öyle deliller ve işaretler bulunur ki şayet bunları dikkatle incelerse, inkâr etmekten (tepkisinden) vazgeçer.[142]

Konu ile ilgili bazı misaller:

«Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme! Onlar, kesinlikle ´suda boğulacaklardır.»[143]

u misale bakılırsa; burada zalimlerle ilgili hüküm hakkında muhatabın ında bir şeyin bulunmadığı anlaşılır. Burada durumun gereğine (icabına) göre, haber cümlesinin te´kidsiz ona söylenmesi gerekirdi. Fakat bu âyet-i celîle te´kid ile gelmiştir. Öyle ise bu âyetin, durumun gereği dışına çıkmasının sebebi nedir? Sebep şudur: Yüce Allah, muhalifleriyle ilgili Hz. Nuh´un kendisine hitap etmesini yasaklayınca, bu yasak, Hz. Nuh´u onların başına gelecek belayı merak etmeye şevketti. Böylece Hz. Nuh; onlar´ aleyhine suda boğdurulmaları ile hükmedildi mi yoksa hükmedilmedi mi? şeklinde tereddüt ile soru soran kimse yerme koyuldu ve böylece; kesinlikle onlar suda boğulacaklar." cümlesi ile ona cevap verildi.[144]

Yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

«Nefsim temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder.»[145] Bu misalde de aynı durum söz konusudur. Çünkü Yüce Allah´ın -şüphesiz nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder." cümlesinin kapsamı hakkında muhatabın aklında bir şey yoktur. Ancak Yüce Allah´ın; Hz. Yusuf tan hikâye tarzında naklettiği: =Nefsimi temize çıkarmam" ayeti, bu cümleden Önce geçtiği için, ve o cümle, nefis hakkında sevilmeyen bir şey ile hüküm edildiğine işaret ettiğinden dolayı, muhatap bu hükmün nevine bakışlarını çevirerek dikkatle ona baktı. Bu nedenle muhatap, tereddütle bir şeyi soran kimse yerine koyuldu. Ve haber cümlesi te´kid edilerek ona söylendi.[146]

«Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbette öleceksiniz.»[147] Bu misale bakınız! Muhatapların, Yüce Allah´ın sözünün kapsadığı hükmü inkâr etmediklerini görürsün. Öyle ise bu haber cümlesinin te´kid edilerek onlara söylenmesinin sebebi nedir? Bunun sebebi; (onlarda cümlenin muhtevası hakkında) inkâr (tepki) alâmetlerinin görünmesidir. Çünkü onların, ölümden gafil olmaları ve iyi işler yaparak ölüme hazırlanmamaları, inkâr alâmetlerinden sayılırlar. Bundan dolayı onlar, inkâr eden kimseler yerine koyuldular ve haber cümlesi, iki pekiştirme edatı ile pekiştirilerek onlara söylendi.[148]

Hacel b. Nadle el-Kaysî, şöyle demiş:

«Şakîk, mızrağının sivri olmayan ucunu düşmana çevirip, onu dizleri üzerine koyarak geldi. Muhakkak ki senin amcaoğullarında mızraklar vardır.[149]

Hacel b. Nadle el-Kaysî´nin sözünde de durum aynı şekildedir. Çünkü Şakîk, amcaoğullarınm mızraklarının varlığını inkâr etmiyor. Fakat onun, mızrağının sivri olmayan ucunu düşmana çevirip dizi üzerine koyarak savaşmaya hazırlıksız bir şekilde gelmesi, onlara aldırmamasınm bir delili sayılır. Ayrıca bu davranış, amcaoğullarınm silahsız olduklarına inandığının bir delilidir. Bundan dolayı Şakîk, inkâr edenlerin yerine koyuldu ve haber cümlesi onun için te´kid edildi ve inkâr eden kimseye yapılan hitap şekli ile ona hitap edildi. Ve ona denildi ki: [150]

Yüce Allah, birliğini inkâr edenlere hitap ederek şöyle buyurmuş:

«ilahınız bir tek ilâh´tır.»[151]

Bu misale bakınız! Yüce Allah´ın bu ayette, birliğini inkâr edenlere hitap ettiğini görürsün. Fakat Yüce Allah, onlara, inkâr etmeyenlere hitap ettiği gibi, haber cümlesini pekiştirmeden hitap etmiş ve şöyle buyurmuştur: Bunun sebebi nedir? Sebebi şudur: Bunların önünde öyle apaçık deliller ve burhanlar vardır ki; eğer onları dikkatle inceleseler, (Allah´ın birliği hakkında) onları ikna eden yeterli miktarda delilleri bulurlar. Bundan dolayı Allah, bu inkarlarına değer ve önem vermedi ve onlara hitap ederken inkar etmelerini hesaba katmadı.[152]

Cahilliğin zararlı olduğunu inkar eden kimseye şöyle denir:

«Cahillik, zararlıdır.[153]

Son misalde de durum aynıdır. Şüphesiz ki muhatabın nezdinde cehaletin zararlı olduğuna delalet eden öyle deliller vardır ki; şayet onları dikkatle incelerse mutlaka inkâr etmekten vazgeçer. Bundan dolayı haber cüm-Iesi, te´kid edilmeden ona söylenmiştir.[154]

a) Konu ile ilgili bazı âyetler:

«Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir sey-dir.».[155] misalde, normal olarak haber cümlesinin te´kidsiz söylenmesi gerekirdi. Çünkü ayette belirtilen hüküm hakkında muhatabın aklında bir şey yoktur. Fakat bu ayette, hükmün nevine işaret eden bir şey geçince, muhatap başını kaldırarak bu hükme bakan birisi gibi kabul edildi. Böylece o, soru soran ve tereddüt eden kimse yerine kondu. Ve durumun gereğine aykırı olarak bu sözün te´kid edilerek ona söylenmesi güzel sayıldı.

Anne ve babasına itaat etmeyen kimseye şöyle denilir: «Şüphesiz anne ve babaya iyilik etmek vaciptir.[156] Bu misalde; durumun gereğine göre haber cümlesinin te´kidsiz söylenmesi gerekirdi. Çünkü muhatap, anne ve babaya iyilik etmenin gerekli olduğunu inkâr etmediği gibi, bu konuda tereddüt de etmez. Fakat onun (ebeveyne) isyan etmesi, inkâr alâmetlerinden bir alâmet sayıldı. Böylece muhatap, "iyilik etmenin vacip olduğunu" inkâr eden kimse yerine konuldu ve cümle jlve J ile te´kid edildi.

Haksız yere insanlara zulmeden kimseye şöyle dersin: «Muhakkak ki Yüce Allah, kulların yaptıklarını görür.»[157] Bu misalde de normal olarak haber cümlesinin te-kidsiz söylenmesi gerekirdi. Çünkü muhatap, Allah´ın kullarının yaptıklarım bildiğini inkâr etmediği gibi, bu konuda tereddüt de etmez. Fakat onda; Allah´ın haksız yere kullara zulmetmesi gibi, bu hükmü inkâr etme alâmetleri göründüğü için, o inkâr eden kimse yerine konuldu ve haber cümlesi, ve ile te´kid edilerek ona sunuldu.

Bir münkire şöyle denilir:

«Allah vardır.»[158] Bu misalde; haber cümlesinin, normal olarak te´kid edilmesi gerekirdi. Çünkü muhatap, Allah´ın varlığını inkâr ediyor. Fakat şayet o, önünde mevcut olan delilleri ve şahitleri inceleseydi, mutlaka bu hükmü inkâr etmekten vazgeçerdi. Böylece muhatap, hükmü inkâr etmeyen kimse yerine kondu. Ve zahirin muktezâsına (durumun gereğine) aykırı olarak, cümle te´kidsiz bir tarzda ona sunuldu.

b) Aşağıdaki misallerin herbirinde haber cümlesinin zahirin muk-tezâsmdan (durumun gerektirdiği halden) çıkmasının sebebini belirti-

«Ve onlar için hayırdua et! Çünkü senin duan onlar için sükûnettir.»[159]

«De ki o Allah birdir. Allah, Samed´dir.[160]

işsizliğin zararlı olduğunu bilen ve çalışmayı sevmeyen kimseye şöyle demhr «Muhakkak ki issizlik (ahlakın) bozulmasının sebebidir.[161]

ilmin faydalı olduğunu inkâr eden kimseye şöyle denir:

«İlimfaydalıdır.»[162] Ebû Tayyib el-Mütenebbî şöyle demiş:

<
«Zulmetme! Çünkü zulmün sonu vahimdir.»[164]

«Tartışmayı terketf Çünkü o kötülüğü celbeder (kötülüğe sebep olur).»[165]

Namazı terkedene şöyle denir: Muhakkak ki namaz farzdır.»[166]

Müsrife şöyle denir: «Allah´a yemin ederim ki israf zararlıdır.[167]

Malın ilimden faydalı olduğuna inanan kimseye şöyle denir:, maldan daha faydalıdır .»[168]

Huyların değişeceğini kabul etmeyen kimseye şöyle denir: «Huylar değişir. »[169]



B. İnşâ


İnşâ, Iugatta icâd etmek, yoktan var etmek mânasına gelir. Bir ıstılah olarak: inşâ ; doğru veya yalan ihtimali olmayan sözdür.[170]

İnşâ (dilek) kipi, iki kısma ayrılır. Talebi (bir isteğe delalet eden), ve ğayr-ı talebi (bir isteğe delalet etmeyen) inşâ.

a) Talebî inşâ: İstek anında bulunmayan (var olmayan) bir şeyin yapılmasını gerektiren inşâdır. Bu ise, emir, nehy (yasaklama), soru, temenni ve nida (çağırma) ile yapılır.

b) Talebî olmayan inşâ: Bir isteğe delâlet etmeyen inşâdır. Bunun bir çok üslûbu vardır. Ta´accüb, övme, yerme, yemin, "recâ fiilleri" ve akitlerde (sözleşmelerde) kullanılan ifâdeler bu uslûbların bazılarıdır.[171]

Konu ile ilgili bazı misaller:

«Kendi nefsin için sevdiğin şeyi, insanlar için de sevkı (gerçek) fnüslüman olursun. »[172]

Hz. Hasan´nın (r.a.) (Öİ.5O/67O), bir sözü:

«Sadece yaptığın iş kadar karşılık iste!»[173]

Ebu Tayyib el- Mütenebbî şöyle demiş:

«Dikkat edin! Bugün Seyfüddevle´yi kınayan yoktur, insanlar ona feda olsun. Onun kılıçlarının çentikleri keskin idi.»[174]

" Hassan b. Sâbit(öI.54/674) demiş ki:

«Keşke ben Hz. Ali ile Affân´ın oğlu (Hz. Osman) arasındaki anlaşmazlığın sebebini bilseydim, ve keşke kuşlar bunu, bana bildirselerdi. »[175]

Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî demiş ki:


«Canım o toprağa feda olsun! Yüksek yerlerinin(tepelerinin havası) ne hoştur! Yazlık ve İlkbaharda konaklanan yerleri ne güzeldir!»[178]

el-Câhız, Amr b. Bahr(öl.255/869)[179] bir mektubun bir kimsında şöyle demiş:

«Sadede gelince; Hatâ yerine (ondan dolayı) özür dilemek ne güzel bir şeydir. Tevbe yerine, günahta ısrar etmek ne kötü şeydir.»[180] Abdullah b. Tâhir (öl. 117/735) demiş ki:

«Ömrüne yemin ederim ki; ne akıl ile zenginlik kazanılır. Ne de malı kazanmakla, akıl kazanılır.»[181]

Zu´r-Rümme (öl. 117/733) demiş ki:

´«Belki aşktan gözyaşlarının dö´kiUmesi(ağlamak)nden sonra, (insanın) içi ahat olur.Veya gönlü üzüntü ile dolan kimsenin içi rahat olur.»[182] Başka bir şair şöyle demiş:

«Umulur ki ihtiyaç sahibi bir dilenciyi, bugün dilendiği şeyden men edersen (yani ona yardım etmezsen) umulur ki yarın, onun olabilir.»[183] Yâni yarın o zengin olduğunda o da seni mahrum edebilir.

Yukarıda geçen misallerin tamamı inşâdır. Çünkü bu misallerin doğru veya yalan olmalarının ihtimali yoktur. Nitekim ilk beş misal ile, istek anında mevcut olmayan bir şeyin yapılması istenmektedir. Bundan dolayı; bunlara "Talebi inşâ" denilir. Son kısımdaki misaller ile, yapılması istenen bir şey bulunmadığı için onlara "Gayr-ı talebi inşâ" denir.[184]

a) İnşâ ile ilgili diğer bazı misaller:

Ebû Temmâm bir şiirinde demiş ki:

«Kınama suyunu bana içirme! Çünkü ben çok aşık olmuşum. Ve ben gözyaşlarımı tatlı buldum.»[185] Bu şiirdeki cümlesi, nehy mânasını ifâde ettiği için´´talebidir" .

«Dostunu az sev! Günün birinde senden nefret eden biri olabilir, Nefret ettiğin kişiden az nefret et! Umulur ki günün birinde dostun olabilir.[186]

Bu cümlenini baş tarafında ve ortasında n az başIayan kısmı taIebMir ve emir ifade eder.

İbnü´z-Zeyyât, Muhammed b. Abdilmelik(öl.233/847),[187] el-FazI b. Seni es-Serahsî´yi (01.202/ 818),[188] överek şöyle demiş:

«Ey! Kementleri çürüdüğünde dine yardım eden şahıs! Şüphesiz ki sen barındıranların ve yardım edenlerin en cömerdisin.[189] ´Bu şiiriin baş tarafı, nida (çağırma) olduğu için,´´talebidir" .

Ümeyye b. Ebi´s-Salt (öl.5/626),[190] bir ihtiyacını istediğinde şöyle demiş:

«Ben ihtiyacımı söyleyeyim mi? Yoksa utanma duygun bana yeter mi? Şüphesiz ki; haya senin mizacındır´.»[191]

Bu şiir, istifham (soru) mânasını ifâde ettiği için, "talebidir" .

Züheyr b. Ebî Sülmâ (öl.M.609)[192] şöyle demiş:

«Herim (öl.M.608),[193] ne güzel bir şahıstır. Birisinin başına bir belâ gelir gelmez, mutlaka o (Herim), belâdan korkan kişi için sığınak olur.»[194] Bu şiir, övme mânasını ifâde ettiği îçin,"gayr-i talebidir" .

Îmrti´u´1-Kays b. Hucr b. el-Hâris el-Kindî(öI.M.545),[195] bir şiirinde şöyle demiş:

«Ey hanım komşumuz! Biz ikimiz burada yabancıyız. Ve her yabancı, yabancının akrabasıdır (sayılır).[196] Bu cümlenin kısmı, nida (çağırma) olduğu için,"talebidir" ,

«Keşke iyiliğe engel olan kimse; öyle engel olsaydı; nihayet bazı adamlar, yaptıkları (hatânın) acısını tatsaydılar.»[197] Bu cümlenin kısmı temennî mânasını ifâde ettiği için,´´talebidir" .

Ebû Nüvâs, Hasan b. Hânî(öl. 198/814),[198] Halife el-Emîn´den (öl. 198/ 813) merhamet dileyerek şöyle demiş:

«Başının hayatına yemin ede-rimki; onun benzerini yapmaya´tekrar dönmeyeceğim. Başının hayatına yemin ederim ki...»[199] Bu cümle, yemin mânasını ifâde ettiği için talebidir" .

Dı´bil b. Ali b. Rezîn el-Huzâ´î (öl.246/860),[200] bir şiirinde şöyle demiş:

«İnsanlar, ne kadar çoktur. Hayır. Bilâkis onlar, ne kadar da azdır. Allah bilir ki ben (bu sözümde) yalan söylemedim. Çünkü ben gazilerimi açtığımda onları, çok kişinin üzerine açıyorum. Fakat hiç kimseyi göremiyorum.»[201] Şâir, bu beyti ile, insanların vefasız olduklarını dile getirmek istiyor. Bu şiiirin kısımları, ta´accüb (hayret) mânasını ifâde ettiği için,"gayr-i talebidir" . [202]



1- Emir


Emir, üstünlük yoluyla bir işin yapılmasını istemektir. (Veya büyüğün, küçükten bir işi yapmasını istemesidir ). Emir için dört ayrı kip vardır:

a) Emir fiili,

b) Başında emir lamı bulunan müzâri fiil (emr-i ğâib).

c) Emir mânasına gelen ism-i fiil.

d) Emir fiilî yerine kullanılan masdar.[203]

Bazen emir kipleri asıl mânalarından çıkar ve sözün gelişinden anlaşılan diğer mânalarda kullanılır:

Bunlar: İrşâd, duâ, iltimas (istek), temenni, serbest bırakma, eşitlik, aciz bırakma, tehdit ve mubah kılma, gibi mefhumlardır.[204]

Konu ile ilgili bazı misaller:

1- Emir fiili: Meselâ; «Ey Yahya! Kitaba simsıkı sarıl,[205]

«Namazı kılın, zekâtı verin ve peygambere itaat edin ki rahmete eresiniz.»[206]

«Kendin için sevdiğin (istediğin) şeyi, in-sanlar için de iste. »[207]

«Dostunu az sev! Gü-.. hirinde senden nefret eden birisi olabilir. Nefret ettiğin kişiden az nefret et´ Umulur ki günün birinde dostun olabilir.»[208]

Hz Ali, Mekke Valisi İbn Abbâs´a (Öİ.68/687) yazdığı bir mektubun bir bölümünde şöyle demiş:

Sadede gelince; insanlar için hac ibadetini düzenle! Onlara, (kötü amellerinden dolayı) Allah´ın (eski ümmetleri azab ettiği) günleri hatırlat! Sabah ve akşam onların (arasında hükmetmek için) otur. Böylece fetva isteyene fetva ver. Cahile (bilmediklerini) Öğret. Âlim ile müzakere et (ilmîkonuları tartış!).»[209]

2- Başında emir lamı bulunan müzâri fiil:

imkanı geniş olan, nafakayı imkanlarına göre versin.[210]

«Bu beyt (Kabe) nin Rabbine kulluk etsinler. O, kendilerini açlıktan kurtararak doyurmuştur ve her tehlikeye karşı onlara emniyet vermiştir.»[211]

«Yazan kişi, Allah´ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Bir de hak kendi üzerinde olan adam söyleyip yazdırsın ve herbiri yazarken Rabbi olan Allah´tan korksun da ...»[212]

Sonra kirlerini ğidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Evi (Ka´be´yi) tavaf etsinler. »[213]

3- Emir mânasına gelen ism-i fiil:

«Namaza koşunuz.[214]

edenleri Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca, sapan kim-se size zarar veremez. »[215]

«Sakın doğruluktan ayrılma.[216]

Sus! İn[217] gibi.

4- Emir fiili yerine kullanılan nıasdar:

Bazen masdarlar emir fiili manasında kullanılırlar. Yâni bazen mefûlü mutlak aynı harflerden türeyen emir fiili manasında kullanılır.

İyilik yapmak yolunda çalışıp çabala! »[218]

«Anaya, babaya... iyilik edin.»[219]

«(Artık) o çılgın ateş halkı (Allah´ın rahmetinden) uzak olsunlar.[220]

a) Emir fiillerinin sözün gelişinden anlaşılan diğer manalarda kullanılması:

Bazen emir kipleri asıl mânalarından çıkar ve sözün gelişinden anlaşılan diğer mânalarda kullanılır:

Bu mânalar: İrşâd, duâ, iltimas (istek), temennî, tahyîr (serbest bırakma), ihanet, teshir, eşitlik, t´aciz (aciz bırakma), tehdit ve ibâha (mubah kılma), tesviyye, te´dip ve taaccüb gibi mânalardır.[221]

1) Duâ : (Bit işin olmasını Allah´tan istemektir.[222] Türkçe misâller:

«Yâ Rabbi! Hemîşe lutfunu et rehnümâ hana.

Gösterme ol tarîki ki yetmez sana, bana.[223] Bir mücrim u ´âsî kulunum rûy siyâhem Afvinle nazar kıl bu günahkâra İlâhî[224]

»«(Süleyman) onun sözüne gülümseye-Rabbim! Bana ve anne-babama verdiğin nimete şükretmemi, ve hoşnut olacağın iyi amel yapmamı gönlüme getir.[225]

Ey Rabbim! Benim göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar.»[226]

«Ey Rabbim! Beni, babamı, annemi... bağışla!».[227]"

el-Mütenebbî, Seyfüddevle´ye hitap ederek şöyle dedi:

«Beni kıskananların kıskanmasını, onları zelil kılmak suretiyle yok et! Çünkü onları, beni kıskanan kimseler haline getiren, sensin.» (Yani sen, bana verdiğin bol bol bağışlarınla onları beni kıskanan kimseler haline ge-tirdin.)[228]

2) iltimas: (Aym seviyedeki insanlardan birinin diğerinden bir işi yapmasını istemesidir):

´« Seninle aynı seviyede bulunan birine; kitabını ver. »[229] demen gibi.

«Bir de bana ailemden bir vezir ver.[230]

İmruü´1-Kays (b. Hucr b. el-Hâris el-Kindî) (öl.M.545)[231] bir şiirinde şöyle demiş:

«Arkadaşlar (ikiniz) durun! Sevgiliyi ve onun Dehül ile Havmel arasında bulunan Sıktü´l-livâ´daki yurdunu anıp ağlayalım.»[232]

3) Temenni ; Vukuu imkansız olan bir şeyi istemekdir. Türkçe Örnek: «Turnam, kalk havalan tortum suyundan.»[233] İmrü´u´l-Kays´m şu şiirinde olduğu gibi:

«Dikkat ey uzun gece! Dikkat sabah (in aydınlığı ile) açıl! (Bana göre) sabah senden daha güzel değildir.»[234] (Çünkü gece çektiğim acıları gündüz de çekiyorum.)

4) Tehdîd : (Bir işin vukuunda, failin zarar göreceğini ilade eden emirdir.)

Türkçe örnek: «Hele vazoyu kır, o zaman gününü görürsün.»[235]

«Usûlünüze göre âmel edin» âyetindeki emir de aşırı tehdit ifâde eder.[236]

«De ki: bekleyin, şüphesiz ki biz de beklemekteyiz. Bu ayetteki emir, tehdit mânasını ifâde eder.[237]

«Deki, küfrünle eğlene dur.» cümlesindeki emir tehdit ifâde eder.[238]

«Dilediğinizi yapın! Doğrusu rendir.» emri tehdit ifâde eder. Burada emir, asıl manasından çıkarılarak tehdit ve korkutma manasında kullanılmıştır.[239] Bir sair şöyle demiş: gecelerin sonucundan korkmadığın ve utanmadığın zaman, dilediğini yap.»[240]

5) Tâ´ciz: (Birinin bir işi yapmaktan âciz olduğunu ifâde etmektedir.)

«...haydi onun benzeri bir sure getirin...» Buradaki emir, aciz olduklarını ifâde etmek içindir.[241]

Her iddianızda doğru iseniz, kendinizden Ölümü uzaklaştırınız!»[242]

«Çıkabiliyorsanız çıkın.» âyetindeki emir, acze düşürme mânâsını ifâde eder.[243]

ey tfeicr oğullareye kaçış!´»[244] (Yâni benden kurtulmanız mümkün değildir.) Başka bir şair şöyle demiş:

«Bana cimriliğiyle ömrü uzayan bir cimri gösteriniz. Ve çok bağışlamasından dolayı (açlıktan) ölen bir cömerdi getiriniz![245]

6) Tesviye: (Birbirine zıt hallerin, sözü söyleyene göre eşit-ligini ifâde eden emirdir.)

«Sabretmeniz de sa-bretmeseniz de artık sizin için değişen bir şey olmayacaktır.»[246]

«Ey Muhammedi ister bağışlanmalarını dile, ister dileme, birdir. »[247] Ebu-t-Tayyib şöyle demiş:

«ister azız (şerefli) olarak yaşa, ister mızrakların darbeleri ve bayrakların dalgalanmaları arasında, sen asıl olarak öl![248]

7) Teshir: Alay etme ve küçümseme ifâde eden emirdir.

«Musa onlara atacağınızı atın, dedi.» Bu ayetteki emir, küçümseme mânasını ifâde eder.[249]

«Eğer doğrulardan isen, kendi ettiğini (azabı) bize getir!» Bu ayetteki emir ile alay ve eğlenmek kasdedilmiştir.[250]

maymunlar olun!» Burada emir; küçümseme ve hor görme mânasını ifâde eder.[251]

8 ) İbâhe: Mübahlığa delâlet eden emirdir.

«Sabahın beyaz ipliği ( aydınlığı), ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.» Burada emir, mübahlık mânasını ifâde eder.[252]

«Eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve güvenilirlik) görüyorsanız, hemen onlarla mükâtebe ediniz.»[253]

«Namaz bitince, yeryüzüne dağılın ve Allah´ın lütfundan isteyin.» Bu ayetteki emir, ibâhe ifâde eder.[254]

9) İhâne: Hor görmeye ve küçümsemeye delalet eden emirdir.

« De ki; ister taş olun, ister demir.. .»[255]

«Tad bakalım, sen kendince üstündün şerefliydin» âyetindeki emir kipi, hor görme ve küçümsemeyi ifâde

eder.[256]

5en de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de....» Buradaki emir, susturma ve azarlama içindir.[257]

«Öyle ise azabı tadın! Size, azaptan başka birşeyi çoğaltmayacağız.» âyetinde emir, hor görme ve´küçümseme

ifâde eder.[258]

10) İrşâd: Yol göstermeye delâlet eden emir.

Alış-v´eriş yaptığınızda şahit tutun.» Bu ayetteki emir, irşâd (yol gösterme ve rehberlik) mânasını ifâde eder[259] Ebu´t-Tayyib, Seyfüddevle´yi överek şöyle demiş:

«Kim düşmanlarını arıyorsa; o, onun (Seyfüddevlej gibi yürüsün. Şan, şeref ve asalet peşinde olanlar da senin yürüyüşün gibi (bütün gece) yürüsünler.»[260]

Terbiye etme mânâsım ifâde eden emir«İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun.[261]

onları yatakta yalnız bırakın![262]

Önünden ye![263]

12) Ta´accüb: Hayret ve şaşkınlık ifâde eden emir.[264]

»«Onlar ne iyi duyarlar ve ne iyi görürler .´(bir gör-

13) Tahyîr: İki şey arasında tercih yapmada serbest bırakmayı

ifâde eden emir:

el-Buhturî (01.284/897) şöyle demiş:

«Dileyen cimrilik etsin, dileyen cömert olsun. Sizin cömertliğiniz bütün isteklerimi karşılamak için bana yeter.»[265]

b) Emir çeşitleri ile ilgili diğer bazı misaller:

el-Errecânî (Ahmed b. Muhammed b. el-Hüseyin) (öl.544/1149)[266] şöyle demiş:

«5e« istişare ehlinden (müsteşar) olsan bile, bir gün, başına bir bela geldiği zaman, başkasıyla istişare et!»[267]

Ebu´l-Atâhiyye (öl.211/826) şöyle demiş:

«Eğer sana emirlik (idarecilik) verilirse, kanadını ger (mütevazı ol)! Ve keyif ve eğlence ile helak olmaktan vazgeçerek nefsini onlardan uzaklaştır.)»[268]

Ebu´l-´AIâ el-Ma´arrî (ÖI.449/1057) şöyle demiş:

«Ey Ölüm! (Beni) ziyaret et! Çünkü yaşamak kötü bir hale gelmiş? Ey nefis! Çaba harca. Çünkü senin zamanın zayıflanmıştır.)[269]

Başka bir şair şöyle demiş:

«Bana zayıflıktan Ölen bir cömerdi göster. Belki senin gördüğünü ben de görürüm. Veya ebedi (sürekli) yaşayan bir cimriyi (bana göster).»![270]

Halit b. Safvân (Öl. 115/ 733), oğluna nasihat ederek şöyle dedi: «Gizli yapılan işlerden, af^ olarak (aleniyette) sana yaramayanları terket.»[271]

Beşşâr b. Bürd (öl. 167/784) şöyle demiş:

«(Senin yanında bir arkadaşının yanılmamasını istersen) yalnız başına yaşa! Veya kardeşinle ilişkini sürdür. Muhakkakki o bir defa günah işler, bir defa da ondan (günah işlemekten) sakınır}[272]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«Deki; ( istediğiniz gibi) yaşayın? Çünkü dönüşünüz ateşedir.»[273]

Ebut´-Tayyib el-Mütenebbî, Seyfuddevlet´e hitap ederek şöyle dedi:

Cömert insan! insanlara sahip olduğun şeyi ver. insanlara benim söylediğim (şiirleri) asla verme!» (Yani; beni başkasını övmeye muhtaç etme!)[274]

Katarı b. el-Fücâ´a (öl.78/697) kendi nefsine hitap ederek şöyle dedi:

«Ölümle ilgili konuda sabret, sabret.! Çünkü ebedi kalmayı elde etmek mümkün değildir.[275]

Ey Yezid sağlam ol çünkü dinde hiçbir eğrilik yoktur. Sen sağlam olduğun zaman, yönetimine hiçbir zarar gelmez.»[276]

Halifelerden biri, bir valisine nasihat ederek şöyle dedi:

«Kur´an´ın ipine (İslama) sımsıkı sarıl! Ve ondan öğüt al! Onun helallerini helâl say, haramlarını da haram kıl.»[277]

Bir bilgin oğluna şöyle dedi:

«Yavrucuğum! İnsanların kötülerinden Allah´a sığın, insanların iyilerine karşı da tedbirli ve uyanık ol!»[278]

«Yavrucuğum!(sürekli huzurlarında) iki dizin (üzerinde oturarak) âlimleri sıkıştır (onlarla beraber ol.) Kulaklarınla onları dinle! Ölü (kurak) toprak gökten inen yağ-murla dirildiği gibi, kalb de ilmin nuru ile dirilir.[279]

Ya hayırlı (faydalı) bir şey söyle veya sus!»[280]

Ey kahraman! Kılıcını al![281]

İşine erkenden git!»[282]

«Sizden herbiriniz vazifesini yapsın!»[283]

«Dilediğini yap!»[284]

«Uygun gördüğün şeyi yap!»[285]

«Benden uzaklas, defol!»[286]

«Ey Muhammed şakayı terket![287]

«Konuştuğum zaman sus![288]

£y nefsim güçlüklere sabret!;[289]

«Ey hişâm yerinde dur, kımıldama![290]



2- Nehy (Yasaklama)


Nehy; maddî veya manevî yönden muhatabından üstün olan birisinin ondan bir işi yapmamasını istemesidir. Nehyin, sadece bir kipi vardır. O da nehy edatı olan « V»ile birlikte bulunan müzâri fiildir. yapma! gibi. Bu müzâri fiil, muhatap için kullanılırsa "nehy-i hazır"; gâib için kullanılırsa "nehy-i gaib" meydana gelir.

Bazen nehy kipi gerçek mânası dışında, cümlenin gelişinden ve durumdan anlaşılan başka manâlarda kullanılır. Mesela; Du´â, iltimas (istek), te-mennî, irşâd, kınama, te´yîs (ümitsiz kılma), tehdit, küçümseme, âkibeti bildirme, çirkin görmek ve eşitlik gibi.[291]

Konu ile ilgili bazı misaller:

«Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyiniz.» Bu ayetteki "nehy", gerçek anlamında kullanılmıştır.[292]

Yüce Allah, kötü insanları sırdaş edinmeyi yasaklayarak şöyle buyurmuş:

iman edenler! Kendi d´ışımzdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar»[293]

Yüce Allah, yetimin malım haksız yere almayı yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

«Erginlik çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en güzel bir niyet ve mak­satla yaklaşın.»[294]

Yüce Allah şöyle buyurmuş: Islâh edildikten sonra yeryüzünde

bozgunluk yapmayın.»´Bu ayetteki "nehy", gerçek yasaklama manasınadır.[295]

Yüce Allah, insanın akrabasıyla ilişkisini kesmesini yasaklayarak şöyle buyurmuş:

«İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara matlarından vermeyeceklerine yemin etmesinler. »[296]

Bazen"«efty" asıl mânası dışında kullanılır. Bu mânaların, en önemlileri şunlardır:

a) İrşâd: Nehy, bu durumda; insanlara, hareket ve davranış tarzlarını gösterme mânasını ifâde eder.

Ebu´l-´Alâ el-Ma´arrî (öl.449/1057),[297] şöyle demiş:

«Alçak kimselerle oturma! Çünkü sefihlerin ahlakları başkasına geçer.»[298] Bu misaldeki "nehy", içindir.

Yüce Allah şöyle buyurmuş:

"Hiç bir kâtip Allah´ın kendisine öğrettiği (emrettiği) gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın.» Bu ayetteki "nehy", irşâd ve nasihat anlamında kullanılmıştır.[299]

«Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın.» Bu âyetteki "nehy", irşâd mânasına kullanılmıştır.[300]

b) Duâ: Nehy, Yüce Allah veya hükümdar gibi büyüklere yönelik olduğu takdirde duâ manasına gelir.

Müslim b. Velîd´in (Öİ.208/823)[301] Halife Hârunü´r-Reşîd hakkında söylediği şu beyti, dua için bir örnekdir:

İslam ülkesi senin gibi Hükümdarları kaybetmeye! Çünkü sen, Islâmiyetin zayıflayan itibârını yücelttin ve onu güçlü ve kuvvetli kıldın.»[302]

Yüce Allah şöyle buyurmuş:

«Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme.» Bu ayetteki "nehy", duâ anlamında kullanılmıştır.[303]

«Rabbimiz!Bize hidâyet verdikten sonra kalblerimizi eğrilimle!» Bu âyetteki nehy, duâ manasına kullaml-mıştır.[304]

«... kıyamet gününde bizi rezil-rüsvay etme!..." Bu ayetteki "nehy", duâ mânasında kullanılmıştır.[305]

c) iltimas: Nehyin iltimas mânası demek; aynı seviyede olan iki şahıstan birinin diğerinden bir işi yapmamasını istemesidir. Ebû Tayyib el-Mütenebbî, Seyfuddevle hakkında şöyle demiş:

«Söylediklerimi ona ulaştırmayınız. Çünkü o cesurdur. Ne zaman (mızrak vs., ile) yaralama ona zikredilirse, o savaşmaya özlem duyar.»[306] Bu misaldeki "nehy" iltimas içindir.

«(Harun:) Ey annemin oğlu! dedi, sakalımı ve´saçımı tutma (yolma)!» Bu ayetteki "nehy", iltimas mânasmadir.[307]

d) Temenni: Bu durumda nehy, birisinden bir şeyi yapmamasını temenni etmek mânasını ifâde eder.

Ebû Nüvâs (öl.195/811), Halife el-Emîn´i (öl.i98/813),[308] överek şöyle demiş:

«Ey deve! Elinin ayasını öpmek, Rüknü´l-(Yemânî) yi öpmek ile eşit olan hükümdara ulaşıncaya kadar usanma! Sen ne zaman sağsalim yükü onun yanına atarsan (bırakırsan) halkın, bir insanın suretinde toplanmış olduğunu görürsün.[309] Bu misaldeki "nehy" temenni içindir.

e) Kınama ve azarlama: Ebu´l-Esved ed-Düelî (Zâlim b.´Anir b. Zâlim)(öl.65/684), şöyle demiş:

«Bir huyu (alışkanlığı) kendin yaptığın halde, onu başkalarına yasaklama! Böyle yaparsan bu senin için büyük bir kusurdur.»[310] Bu misaldeki "nehy´ azarlama içindir.

«Bilerek hak-ki bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.» Bu ayetteki "nehy", azarlama anlamında kullanılmıştır.[311]


f) Ümitsizliğe düşürme:

Bir şair şöyle demiş:

«Ellerinin cömertliği ile, Ca´fere benzeşmeye kalkışma! Çünkü sen onun dengi değilsin.»[313] Bu misaldeki "nehy", ümitsiz kılmak içindir. «(Boşuna) özür dilemeyin, çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz.» Bu ayetteki "nehy", ümitsiz kılma manasınadır.[314]

g) Tehdit:

Maddî veya mânevi açıdan senden aşağı olan birisine şöyle demen, gibi: «Emrime boyun eğme!»[315]

Bu misaldeki "nehy", tehdit içindir.

h) Tahkir: Nehy, küçümseme manasını ifâde ettiğinde tahkir manasına gelir.

Ebû Tayyib, el-Kâfur el-Ihşidîyi hicv ederek şöyle demiş: ?Köleyi ancak sopa ile beraber satın al. Çünkü muhakkak köleler hayırsız ve necistirler. (Yani köleler, ancak dövme ve küçümsenme ile İslah olurlar.)[316] Bu misaldeki "nehy", küçümseme içindir.

«Buyurur ki: Orada açaldıkça alçalırı orada! Bana konuşmayın artık.» Bu ayetteki "nehy", küçümseme ve hor görme manasınadır.[317]

ı) Akıbeti bildirmek:

«Allah yolunda öldürülenleri sakın´ölü sayma!» Bu âyetteki"tte´, akıbeti bildirmek mânasına kullanılmıştır.[318]

i) Çirkin görmek:

«Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma!» Bu âyetteki "nehy", hoş karşılamamak mânasına kullanılmıştır.[319]

j) Eşitlik:

«... ister sabredin, ister sabretmeyin.» Bu âyetteki "nehy", eşitlik mânasını ifâde eder.[320]



İstifham:


İstifham: istif âl babından fiilinin masdan olup daha Önce bilinmeyen bir şey hakkında bilgi istemektir. İstifham için kullanılan birçok edat vardır. "Hemze" ve herr de bu edatlardandır.[321]

l- Hemze ile tasavvur veya tasdik ile ilgili iki şeyden biri hakkında bilgi edinmek istenîr.

a) Tasavvur sorusu, müfred bir şeyi öğrenmek için sorulan sorudur. Tasavvur şeklindeki sorularda; hakkında soru sorulan; müsnedtin ileyh, müsned, mef ûl, hâl, veya zarf gibi unsurlar hemzeye bitişik olarak ondan sonra zikredilen isimdir. Bu ismin, edatından sonra gelen bir dengi ve benzeri bulunur. Bu «fi» «em» edatına muttasıl em denilir.«Muhammed mi yolcudur, yoksa Mahmut mu? » Bu misâlde her ikisinden birinin yolculuğa çıktığını kesin olarak biliyorsun. Fakat hangisinin çıktığını muhtaptan belirtmesini istiyorsun. Bu nedenle, bu soruya yolculuğa çıkan kimse belirtilmek suretiyle cevap verilir.

Meselâ; «Muhammedyolculuğa çıktı.» denilir.[322]

\« Kabda pekmez mi var yoksa bal mı?»[323] Müsnedün ileyh (özne veya sözde özne)´nin halini sormak için şöyle

dersin;

«Bunu sen mi yaptın yoksa Yusuf mu yaptı?»

b) Tasdik (sorusu): Tasdik sorusu; faile, nâib-i faile, mübtedâya veya aslında mübtedâ olan isme isnâd edilecek hükmün sabit olup olmadığını tesbit etmek için sorulan sorudur. Cümledeki hükmün durumu sorulur ve bu cümlede hükmün bir benzeri (muâdili) bulunmaz. Eğer tasdik sorusundan sonra edatı bulunursa bu edat münkati´ olarak kabul edilir Ve «fakat» mânâsına gelir. Meselâ: «Misafirler geldi mi?» Bu misalde, misafirlerin gelip gelmediklerini öğrenmek istiyorsun. Bundan dolayı bu soruya, «evet» veya «hayır», demek suretiyle cevap verilir.[324]

2- Hel, sadece tasdik sorusu için kullanılır.

Meselâ: «Arkadaşın geldi mi?» Bu sorunun cevabı ya evet» veya «hayır» dır. Bundan dolayı umummiyetle soru edatı ile birlikte bir şeyin dengini (benzerini) zikretmek mümkün değildir. Bundan dolayı:

«Dostun mu geldi yoksa düşmanın mı?» denilmez.[325]

Hel, mânâ bakımından iki kısma ayrılır:

a) Eğer bu edatla bir şeyin varlığı sorulursa buna basit denilir.

Meselâvar mıdır ?» »« Hareket, var mıdır?»

«Vefakar dost var mıdır?[326]

b) Eğer bu edatla bir şeyin bir varlıkta bulunup bulunmadığı sorulurs