ezelinur
Tue 23 March 2010, 05:43 pm GMT +0200
MATURİDİYYE AKAİDİ
ÖNSÖZ..
Yapılan Çalışmanın Özellikleri
EL-BİDÂYE FÎ USULİ´D-DÎN TERCÜMESİ
(MATURIDIYYE AKAİDİ)
RAHMAN VE RAHÎM OLAN ALLAH´IN ADIYLA..
GİRİŞ.
Bilgi Edinme Yolları
MATURİDİYYE AKAİDİ
ÖNSÖZ
Kâinatı yaratan, geliştiren ve idare eden, esirgeyen ve bağışlayan, hesap gününün yegâne hâkimi bulunan ALLAH´a hamd olsun. Hak yolun tebliğcisi, insanlığın kurtarıcısı, yaratıkların en hayırlısı, peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselâma, onun necîb soyuna, şerefli arkadaşlarına ve hayırlı ümmetine selâm olsun.
ALLAH taâlânın bize lütfettiği sayısız nimetler içinde en müstesna yeri işgal eden, şüphesiz ki İslâmiyettir. İslâmî İlimler içinde Akaid veya Kelâm, bütün dinî hükümlerin temelini teşkil etmesi bakımından en şerefli ilim kabul edilmiştir. Dinimizin iman esaslarından bahseden bu iümde, bilindiği üzere, İslâm tarihi boyunca birbirinden farklı metodlar benimseyen bazı cereyanlar ortaya çıkmıştır. Bunlardan başta Rasûlüllah ile Ashâb cemâatinin Akaid sahasında ta´kîbettiği yolu (sünneti) izleyen zümreye Ehl-i sünnet vel´-cemâat adı verilmiştir. Selefiyye, Eş´ariyye ve Mâtürîdiyye fırkalarına ayrılan bu Ehl-i sünnet Akaid mezheblerinden Eş´ariyye ile Mâtürîdiyye gittikçe inkişaf etmiş, yayılmış ve dünya müslümanlarının çoğunu kendisine ceibet-meye muvaffak olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğunun hâkim olduğu beldelerde mevcûd olan müslüman Türkler, umumiyetle Fıkıhda Hanefiyye, Akaidde de Mâtürîdiyye mezhebini benimsemiştir. Imâm-ı A´zam Ebû Hanîfe´nin (ölm. 150/767) kurduğu esas üzerine Ebû Mansûr el-Mâtürîdi (ölm.333/944) tarafından Türkistan´da inkişaf ettirilen Mâtürîdiyye mezhebi, izahlannda Kitâb ve Sünnete en çok bağlılık gösteren, telâkkilerinde Ashâb ve Tabiîn yolu olan Selef metoduna en çok yaklaşan, kuru münakaşa ve cede! zihniyetinden uzak kalabilen sade bir Kelâm mezhebidir. Mâtürîdiyye kelâmcılarınm asırlar boyu meydana getirdiği eserler kemmiyet ve keyfiyet bakımından zengin olmakla beraber, denebilir ki âlimlerimiz bu değerli hazineye gerekli alâka ve ihtimamı göstermemiştir. Üstâd Ebû Mansûr el-MâtürioTnin o muhteşem eseri «Kitâbu´t-Tevhid» bile ancak 1970 yılında basılarak ilim âlemine sunulabilmiştir.
Kelâm ilmine, başka bir deyişle Mâtürîdiyye Akaidine Türk âlimlerinin katkıları da büyük olmuştur. Bununla beraber yıllarca Osmanlı medreselerinde okutulan, bugün de memleketimizin resmî ve gayr-ı resmî tedrisât ve araştırmalarında elden eie dolaşan meşhur kitap «Şerh u´I-Aka id», Eş´ariyye mektebine bağlı bir eserdir. Gerçi bu şerhin iki üç sahifeyi geçmiyen çok muhtasar metni Mâtürîdî bir müellifin kaleminden çıkmıştır. Fakat bu metin üzerinde meydana getirilen elliyi aşkın şerh ve haşiye içinde Eş´arî mütekellimi Teftâzâni´nin (ölm.793/1390) mezkûr şerhi, yeri geldikçe doğrudan veya dolaylı bir şekilde Mâtürîdiyye görüşünü çürütmeye ve Eş´arî telâkkisini hâkim kılmaya gayret gösteren bir eser görünümündedir, Aslında Ehl-i sünnet ilm-i kelâmının bu iki mektebi arasında temelde bir ayrılık yoktur. Ancak büyük bir kısmı Türk asıllı olan Mâtürîdiyye ulemâsının meydana getirdiği bunca kıymetli esere, yine Mâtürîdîlerin bîgâne kalması ve Eş´ariyye mektebine bağiı kitaplara düşkünlük göstermesi için haklı bir sebep ve ma´kul bir izah bulmak koyal değildir,
Mâtürîdiyye Akaidi adı altında istifadeye sunduğumuz eser, Ha-nefiyye ve Mâtürîdiyye âlimlerinden Buhârâlı Nûreddin es-Sâbûnînin (ölm. 580/1184) «el-Bidâye fî usûli´d-din» isimli kitabıdır. Müellif Önce «el-Kifâye» adıyla hacimli bir eser yazmış, sonra bunu hulâsa ederek el-Bİdâye´yi meydana getirmiştir. Bu sebeple kitap takdire şâyân bir itinâ ve dikkat mahsûlü olmuştur. Tedkikinden de kolayca anlaşılacağı üzere klâsik Kelâm kitaplarının hemen bütün bahislerini ihtiva eden eserin dili sağlam, tertibi güzel, ifadesi açıktır. Müellif, kitabında Ehl-i sünnet ve Mâtürîdiyye görüşlerini isbat ve izah ettikten başka tarafların fikirlerini kısa ve öz olarak nakletmeye de muvaffakoluştur. Gerek el-Bidâye, gerek onun şerhi mesabesinde bulunan et* Kifâye, diğer bazı müelliflerimizden başka. Sa´düddîn Teftâzânînln de Şerhul-Akaid İçin başvurduğu temel eserler olarak göze çarpmaktadır.[1]
Yapılan Çalışmanın Özellikleri
Elinizdeki kitap iki ayn çalışmadan meydana gelmiştir:
1. Eserin sağ baş tarafında Sûbûnîye ait ei-Bidâye´nln metni yer almıştır. Metin, mevcûd imkanlarla, elden geldiği kadar asiına uygun ve doğru olarak tesbft edilmiş, dipnotlarında âyetlerin yerleri gösterilmiş, hadisler tahıîc edilmiş, ibareye müteallik gerekli izah ve şerhler ilâve edilmiştir. Nüsha farkları metnin bitiminden sonra sayfa ve satır numaralan gösterilerek belirtilmiştir, Daha sonra, metnin tes-brr ve tevsikinde başvurulan kaynaklar, kitap ismine göre alfabetik olarak sıralanmış, müteakiben gerekli fihristler konulmuştur.
2. Kitabın sol baş tarafından önce, bu kısmın hazırlanmasında ve ıstılahların açıklanmasında başvurulan kaynaklar yer almıştır. Sonra, Söbûnînin hayatı ve eserleri ile el-Bidâye metninin takdiminde tâ´kîbedilen metod hakkında bilgi verilmiştir. Bunu el-Bidâye´nin tercümesi izlemiştir. Müteakiben, gerek metinde, gerek tercümede geçen Özel manâlı kelimeler ile mezhep, fırka ve zümre adlan «Istılahlar» başlığı altında ta´rîf ve izah edilmiştir.
el-Bidâye fî usûli´d-dîn Türkçeye çevrilirken, bir taraftan asla uygunluk gözetilmiş, diğer yönden Türkçe ifadenin bozulmamasına gayret gösterilmiştir. Kelâm ıstılahlarının çokluğu da nazar-ı İtibara alındığı takdirde tercüme işinin ne kadar güç olduğu takdir edilir, sanırım.
a -Metnin ihtiva ettiği bahisler, tertip bozulmadan, klâsik kelâm kitaplarının sahip bulunduğu plân gözönünde bulundurularak bölümlere ve kısımlara ayrılmış, yer yer parantez içinde yeni başlıklar konulmuş, müteselsil izahlar rakam veya harflerle birbirinden tefrik edilmiştir.
b -Metinde yer alan bütün bahislerin başlıkları
hakkında söz » ibaresiyle başlar. Bu kısım tercümede hazfedilmiş, Dynca başlıkların Türkçeye aktanlmasinda bazı tasarruflar yapılmıştır.
c -Metinde sık sık tekerrür eden Eğerşöyle denilirse böyle cevap veririz» tarzındaki ifadeler, «Soru : ... Cevap :...»şeklinde tercüme edilmiştir.
d- Tercüme ve metinde görülen bütün dipnotları tarafımızdan ilâve edilmiştir. Dipnotlarında kaynak olarak gösterilen «el-Kifâye», müellif SâbûnTnin eseri oiup, varak numaralan, başka bir kayıd bulunmadığı takdirde Lâleli ktp. 2271 nüshasına aittir. Tercümenin dipnotlarında kaynak meyanında zikri geçen kitapların bibliyografyası arapça metnin sonunda yer almıştır. Bu bibliyografyanın tanziminde modern uygulamaya aykın olarak merhum hocam Prof. Muhammed Tancînin usûlüne uyulmuş ve kitap adından hareket edilmiştir.
Gerek eİ-Bİdâye´nin kendi muhtevası, gerek dipnotlarında yer alan ve Teftâzânînin «Şerhu´l-Akaid»i dâhil olmak üzere çeşitli muteber kaynaklardan derlenen izahlar okuyucunun ihtiyacını büyük çapta karşılayacağını umuyorum.
Eserin, muhtelif kademelerdeki öğretmen, öğrenci ve araştırıcılara, ayrıca mevzu* ile alâkalanan müslüman kardeşlerime faideli olmasını Cenabı Hak´dan niyaz ederim.
«Ben sadece gücümün yettiği kadar hayır ve salâha vesile olmak istiyorum. Muvaffakiyetim ancak Aliah´ıns yardımıyledir. Yalnız O´na dayanır, güvenir, yalnız O´na yönelirim.» [2]
Erenköy. Rebîu´t-evvel 1398 Mart 1978
Bekir TOPALOĞLU
EL-BİDÂYE FÎ USULİ´D-DÎN TERCÜMESİ
(MATURIDIYYE AKAİDİ)
RAHMAN VE RAHÎM OLAN ALLAH´IN ADIYLA
Sânı yüce, bağışları sonsuz olan ALLAH´a hamd; elçisi ve yarattıklarının en hayırlısı Muhammed´e, onun aziz soyuna, taraftarlarına ve arkadaşlarına selâm olsun!
(Büyük üstad, hakkın müdafii, faziletlerin kaynağı, Buhârâ´lı Nûreddîn Ahmed b. Mahmûd b. Ebî Bekr es-Sâbûnî -Aflah onu mağfiretiyle bürüsün ve engin cennetlerinin ortasında banndırsın -şöyle dedi:)
İmdi, ALLAH´ın lûtfu keremiyle «el-Kifâye ffl-hidâye» adlı kitabımın te´lîfi sona erince, bazı dostlarım, bundan, ibaresinin vecîz ve bellenmesinin kolay olması gayesiyle, sahasında esas yerine geçecek bir metni hulâsa etmemi rica ettiler. Ben de bu konuda ALLAH´tan hayır olanı diledim, yardımına sığındım, beni hatalı sözden ve yaramaz işten korumasını niyaz ettim... O, bize yetendir, en güzel dayanaktır. Ne büyük dost, ne güzel yardımcıdır! [3]
GİRİŞ
Bilgi Edinme Yolları
İlim[4] kadîm ve hadis olmak üzere iki kısma ayrılır. Kadîm ALLAH´ın zâtı ile beraber bulunan ilimdir ki yaratılmış olanın bilgisine benzemez, Hadis ilim ise zarurî ve iktisâbî kısımlarına ayrılır. Zarurî ilim, ALLAH taâlânın, «bilen»in nefsinde -kendisinin irâde ve gayreti olmaksızın -meydana getirdiği bflgfdir. Meselâ kişinin kendi varlığını ve açlık, susuzluk, haz, elem gibi değişik hallerini hissedip kesin bir şekilde bilmesi gibi. Bilginin bu nev´i bütün canlı yaratıklarda mevcuddur. İktisâbî ilim de ALLAH´ın sebeplerine tevessül eden kulun kendi gayret ve irâdesi yoluyla onda meydana getirdiği bilgidir.
İnsanlar için bilgi edinme yolları (esbab-ı ilim) üçtür: Sağlam duyular, doğru haber ve aklın tefekkürü.
a) Duyular, işitme, görme, koklama, tatma ve dokunma olmak üzere beş çeşittir. Her bir duyu ile ancak kendi sahasına has olan şeyler idrak olunabilir; bu da o duyunun şartına uygun bir şekilde sahası içinde kullanılmasıyla gerçekleşir.
b) Doğru haber iki kısımdır. Birincisi mütevâtir olandır, Mütevâîir haber, yalan söylemek konusunda ittifak edebilecekleri tasavvur olunamıyan muhtelif kimselerden çeşitli mevzu´iarda işitilen haberdir. Mütevâtir haber zarurî ilim ifade eder; meselâ geçmiş hükümdarların ve bizden uzak memleketlerin mevcudiyetini bilişimiz gibi. Doğru haberin ikincisi peygamberlerin gösterdiği mu´cize iie doğruluğu te´yîd olunmuş haberdir. Bu da -istidlal yoluyla da olsa katî ilim ifade eder.
c) Akıf tefekküre gelince, bu ela bilgi edinme yollarından biridir. Akıl yoluyla elde edilen bilgi İki nevi´dir. Birincisi zarurî ilimdir -ki buna bedîhîde denir-düşünmeden, ilk bakışta meydana gelen bilgidir; her küllün kendi parçasından büyük olduğunu bilişimiz gibi. İkincisi de istidlâîî ilimdir. Bu, düşünme nevilerinden birine ihtiyaç gösteren bilgidir; dumanı gördüğümüz zaman (buna sebep olan bir) ateşin mevcudiyetine intikal edişimiz gibi. Söz konusu ettiğimiz bu yollar vasıtasıyla bilginin elde edilişi gerçeğe karşı direnmeyen insaf ehli için apaçık bir hakikattir.
Sûfestâiyye diye anılan bir gurup (Sofistler) var ki bilgi vâsıtalarının hepsini reddetmiştir. Bunların bir kısmı varlıkların bir gerçekliği (eşyanın hakikatleri) olamıyacağını, bir kısmı ise böyle bir şeyin bulunup bulunmadığının bilinemiyeceğini kabul etmiştir. Aslında bu şüphecilerle ilmî bir münakaşa yürütmeye imkân yoktur; ancak canlarını acıtacak kadar dövülmeli veya ateşle yakılmalıdıriar ki realiteyi (bizzat yaşıyarak) kabule mecbur kalsınlar.
Sümeniyye ile Berâhime haberin bilgi yollarından kabul edilmesini reddetmiştir. Bu görüş Sûfesfâiyyenin yukarıda belirtilen görüşlerine yakındır. Bu görüşün taraftarları mütevâtir haber yoluyla sabit oian zarurî ilmi reddetmiş oluyorlar, Mütevâtir haber bilgi yollarından sayılmasaydı insan bizzat kendi babasını, kardeşini amcasını ve diğer yakınlarını nasıl tanıyabilirdi. Bütün bunlar ancak haber yoluyla bilinebilmektedir.
Bâtınîler[5] Râfizîler ve teşbihe düşenler (Müşebbihe) ise aklın bilgi vâsıtalarıdan sayılmasını kabul etmemişler ve şöyle demişlerdir: Çünkü akılların verdiği hükümler birbirini nakzedicidir, bunun delili de akıl sahibi kimselerin görüş ayrılığına düşmesidir. Cevap olarak deriz ki aklın verdiği hükümlerin mütenâkız olduğunu ne ile anladınız? Şayet «yine akıl ile» derseniz kendiniz tenakuza düşmüş olursunuz; çünkü bu durumda siz şöyle demiş olursunuz : «Aklımızla anladık ki akıl yoluyla bir şey anlaşılamaz». Eğer «haber ile» diyecek olursanız yine sorarız: Haberin doğru veya yalan olduğunu ne ile tesbit ettiniz? Şayet (son çare olarak) «his ile» derseniz bile bile gerçeği inkâr etmiş olursunuz.
Hemen belirtmeliyiz ki aslında akılların verdiği hükümler birbirini nakzetmez. Akıl sahiplerinin görüş ayrılığına düşmesi ya akıllarının ilmî tefekkür seviyesine ulaşamaması veya kendilerinin ilmî tefekkür şartlarını tamamiyle yerine getirmemesi sebebiyledir. Böylece bazıları akılla hükmettiklerini ileri sürdükleri halde gerçekte kendi his ve tahminlerine göre fikir beyan ederler. Meselâ bir topluluğa «üç kere üç kaç eder?» diye sorulursa «dokuz!» cevabını vermekte ihtilâf etmezler. Fakat aynı guruba «onüç kere onüç kaç eder?» diye sorulsa cevabında ihtilâfa düşebilirler. Bunun sebebi biraz önce açıkladığımız] hususlardır, yoksa bu sayı konusunda aklın vereceği hükmün değişik olabileceğinden değildir. Bu hususu gözün görebileceği bir hâdise ile mukayese edebilirsin: Olgun devresindeki aya (dolunaya) bakanlar hiç bir ihtilâfa düşmedikleri halde aybaşındaki hilâlin mevcudiyeti konusunda görüş ayrılığı meydana gelebilir.Bunun sebebi ya müşahedenin yetersizliği veya bakan kimsenin hatasıdır. Söz konusu ettiğimiz mesele de aynen bunun gibidir.
Şunu da söyliyelim ki Ehl-İ sünnete göre akıllar yaratılıştan farklıdır; Mu´tezile buna muhalefet etmiştir. Bu gerçeği kabul etmemeye imkân yoktur. Öyle çocuklar vardır ki ne geçmiş bir tecrübesi, ne de tahsili olmadan büyüklerin bile âciz kaldığı bazı şeyleri akıllarıyla bulurlar. Dinin tebliğcisi Peygamber aleyhisselâm : «Onlar akılları eksik ve dinleri (dinî mükellefiyetleri) az olanlardın[6] buyurmak suretiyle kadınların aklî farklılığını ifade etmiştir. Dinin vâzıı ALLAH taâlâ da iki ka-dinin şâhidliğini bir erkeğin şâhidliği yerine ikame etmiştir. [7] Bunun sebebi «zabt öleti»nin eksikliğidir ki bu da akıldır. Bununla beraber «akıl» ismiyle yâd edilebilecek kadar bir anlama gücünün bulunuşu ulu Yaratıcı´nın bilinmesi için kâfidir; böylesi Yaratıcı´sını bilmemekte ma´zûr değildir. [8]
[1] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 9-11.
[2] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 11-12.
[3] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 53.
[4] Burada bahis konusu edilen «ilim» fizik, kimya veya fıkıh, kelâm gibi tedvin edilmiş bir ilmin karşılığı olmayıp mutlak mânâda «bilgi» demektir. Bu sebeple yer yer «bilgi» ile karşılanmıştır.
[5] Metinde geçen «el-Mülhide» kelimesini «Batıniier» diye tercüme ettik. Çünkü haktan yüz çevirenler mânâsına geçen Mülhıde Bâtıniyyenin isimlerinden biridir (bk. Şehristânî, el Milel ve´n-nihal,1/91).
[6] bk. Buhârî, 1/78, el-Hayz/6 (Kıtabu´l-hayz/bâb Nu. 6); Müslim. 1/86-87, el-îmâm/34; İbni Mâce, 2/1362, el-Flten/19. BuhârîYıin metni şu maaldedir: «... Temkinli ve soğuk kanlı erkeğin aklını sizin kadar eksik akıllı ve eksik dinli hiç bir kimsenin çelebildigini görmedim...»
[7] Müellif şu maaldeki âyet-İ kerîmeye işaret etmektedir: «(Şâhidlik İçin) eğer iki erkek bulunmazsa, o halde münasip göreceğiniz şâhidlerden bir erkek ile iki kadın olmalıdır; kadınlardan biri unutursa diğeri ona kolayca hatırlatabilsin diye,» ı. (el-Bakara, 2/282).
[8] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 55-57.
ÖNSÖZ..
Yapılan Çalışmanın Özellikleri
EL-BİDÂYE FÎ USULİ´D-DÎN TERCÜMESİ
(MATURIDIYYE AKAİDİ)
RAHMAN VE RAHÎM OLAN ALLAH´IN ADIYLA..
GİRİŞ.
Bilgi Edinme Yolları
MATURİDİYYE AKAİDİ
ÖNSÖZ
Kâinatı yaratan, geliştiren ve idare eden, esirgeyen ve bağışlayan, hesap gününün yegâne hâkimi bulunan ALLAH´a hamd olsun. Hak yolun tebliğcisi, insanlığın kurtarıcısı, yaratıkların en hayırlısı, peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselâma, onun necîb soyuna, şerefli arkadaşlarına ve hayırlı ümmetine selâm olsun.
ALLAH taâlânın bize lütfettiği sayısız nimetler içinde en müstesna yeri işgal eden, şüphesiz ki İslâmiyettir. İslâmî İlimler içinde Akaid veya Kelâm, bütün dinî hükümlerin temelini teşkil etmesi bakımından en şerefli ilim kabul edilmiştir. Dinimizin iman esaslarından bahseden bu iümde, bilindiği üzere, İslâm tarihi boyunca birbirinden farklı metodlar benimseyen bazı cereyanlar ortaya çıkmıştır. Bunlardan başta Rasûlüllah ile Ashâb cemâatinin Akaid sahasında ta´kîbettiği yolu (sünneti) izleyen zümreye Ehl-i sünnet vel´-cemâat adı verilmiştir. Selefiyye, Eş´ariyye ve Mâtürîdiyye fırkalarına ayrılan bu Ehl-i sünnet Akaid mezheblerinden Eş´ariyye ile Mâtürîdiyye gittikçe inkişaf etmiş, yayılmış ve dünya müslümanlarının çoğunu kendisine ceibet-meye muvaffak olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğunun hâkim olduğu beldelerde mevcûd olan müslüman Türkler, umumiyetle Fıkıhda Hanefiyye, Akaidde de Mâtürîdiyye mezhebini benimsemiştir. Imâm-ı A´zam Ebû Hanîfe´nin (ölm. 150/767) kurduğu esas üzerine Ebû Mansûr el-Mâtürîdi (ölm.333/944) tarafından Türkistan´da inkişaf ettirilen Mâtürîdiyye mezhebi, izahlannda Kitâb ve Sünnete en çok bağlılık gösteren, telâkkilerinde Ashâb ve Tabiîn yolu olan Selef metoduna en çok yaklaşan, kuru münakaşa ve cede! zihniyetinden uzak kalabilen sade bir Kelâm mezhebidir. Mâtürîdiyye kelâmcılarınm asırlar boyu meydana getirdiği eserler kemmiyet ve keyfiyet bakımından zengin olmakla beraber, denebilir ki âlimlerimiz bu değerli hazineye gerekli alâka ve ihtimamı göstermemiştir. Üstâd Ebû Mansûr el-MâtürioTnin o muhteşem eseri «Kitâbu´t-Tevhid» bile ancak 1970 yılında basılarak ilim âlemine sunulabilmiştir.
Kelâm ilmine, başka bir deyişle Mâtürîdiyye Akaidine Türk âlimlerinin katkıları da büyük olmuştur. Bununla beraber yıllarca Osmanlı medreselerinde okutulan, bugün de memleketimizin resmî ve gayr-ı resmî tedrisât ve araştırmalarında elden eie dolaşan meşhur kitap «Şerh u´I-Aka id», Eş´ariyye mektebine bağlı bir eserdir. Gerçi bu şerhin iki üç sahifeyi geçmiyen çok muhtasar metni Mâtürîdî bir müellifin kaleminden çıkmıştır. Fakat bu metin üzerinde meydana getirilen elliyi aşkın şerh ve haşiye içinde Eş´arî mütekellimi Teftâzâni´nin (ölm.793/1390) mezkûr şerhi, yeri geldikçe doğrudan veya dolaylı bir şekilde Mâtürîdiyye görüşünü çürütmeye ve Eş´arî telâkkisini hâkim kılmaya gayret gösteren bir eser görünümündedir, Aslında Ehl-i sünnet ilm-i kelâmının bu iki mektebi arasında temelde bir ayrılık yoktur. Ancak büyük bir kısmı Türk asıllı olan Mâtürîdiyye ulemâsının meydana getirdiği bunca kıymetli esere, yine Mâtürîdîlerin bîgâne kalması ve Eş´ariyye mektebine bağiı kitaplara düşkünlük göstermesi için haklı bir sebep ve ma´kul bir izah bulmak koyal değildir,
Mâtürîdiyye Akaidi adı altında istifadeye sunduğumuz eser, Ha-nefiyye ve Mâtürîdiyye âlimlerinden Buhârâlı Nûreddin es-Sâbûnînin (ölm. 580/1184) «el-Bidâye fî usûli´d-din» isimli kitabıdır. Müellif Önce «el-Kifâye» adıyla hacimli bir eser yazmış, sonra bunu hulâsa ederek el-Bİdâye´yi meydana getirmiştir. Bu sebeple kitap takdire şâyân bir itinâ ve dikkat mahsûlü olmuştur. Tedkikinden de kolayca anlaşılacağı üzere klâsik Kelâm kitaplarının hemen bütün bahislerini ihtiva eden eserin dili sağlam, tertibi güzel, ifadesi açıktır. Müellif, kitabında Ehl-i sünnet ve Mâtürîdiyye görüşlerini isbat ve izah ettikten başka tarafların fikirlerini kısa ve öz olarak nakletmeye de muvaffakoluştur. Gerek el-Bidâye, gerek onun şerhi mesabesinde bulunan et* Kifâye, diğer bazı müelliflerimizden başka. Sa´düddîn Teftâzânînln de Şerhul-Akaid İçin başvurduğu temel eserler olarak göze çarpmaktadır.[1]
Yapılan Çalışmanın Özellikleri
Elinizdeki kitap iki ayn çalışmadan meydana gelmiştir:
1. Eserin sağ baş tarafında Sûbûnîye ait ei-Bidâye´nln metni yer almıştır. Metin, mevcûd imkanlarla, elden geldiği kadar asiına uygun ve doğru olarak tesbft edilmiş, dipnotlarında âyetlerin yerleri gösterilmiş, hadisler tahıîc edilmiş, ibareye müteallik gerekli izah ve şerhler ilâve edilmiştir. Nüsha farkları metnin bitiminden sonra sayfa ve satır numaralan gösterilerek belirtilmiştir, Daha sonra, metnin tes-brr ve tevsikinde başvurulan kaynaklar, kitap ismine göre alfabetik olarak sıralanmış, müteakiben gerekli fihristler konulmuştur.
2. Kitabın sol baş tarafından önce, bu kısmın hazırlanmasında ve ıstılahların açıklanmasında başvurulan kaynaklar yer almıştır. Sonra, Söbûnînin hayatı ve eserleri ile el-Bidâye metninin takdiminde tâ´kîbedilen metod hakkında bilgi verilmiştir. Bunu el-Bidâye´nin tercümesi izlemiştir. Müteakiben, gerek metinde, gerek tercümede geçen Özel manâlı kelimeler ile mezhep, fırka ve zümre adlan «Istılahlar» başlığı altında ta´rîf ve izah edilmiştir.
el-Bidâye fî usûli´d-dîn Türkçeye çevrilirken, bir taraftan asla uygunluk gözetilmiş, diğer yönden Türkçe ifadenin bozulmamasına gayret gösterilmiştir. Kelâm ıstılahlarının çokluğu da nazar-ı İtibara alındığı takdirde tercüme işinin ne kadar güç olduğu takdir edilir, sanırım.
a -Metnin ihtiva ettiği bahisler, tertip bozulmadan, klâsik kelâm kitaplarının sahip bulunduğu plân gözönünde bulundurularak bölümlere ve kısımlara ayrılmış, yer yer parantez içinde yeni başlıklar konulmuş, müteselsil izahlar rakam veya harflerle birbirinden tefrik edilmiştir.
b -Metinde yer alan bütün bahislerin başlıkları
hakkında söz » ibaresiyle başlar. Bu kısım tercümede hazfedilmiş, Dynca başlıkların Türkçeye aktanlmasinda bazı tasarruflar yapılmıştır.
c -Metinde sık sık tekerrür eden Eğerşöyle denilirse böyle cevap veririz» tarzındaki ifadeler, «Soru : ... Cevap :...»şeklinde tercüme edilmiştir.
d- Tercüme ve metinde görülen bütün dipnotları tarafımızdan ilâve edilmiştir. Dipnotlarında kaynak olarak gösterilen «el-Kifâye», müellif SâbûnTnin eseri oiup, varak numaralan, başka bir kayıd bulunmadığı takdirde Lâleli ktp. 2271 nüshasına aittir. Tercümenin dipnotlarında kaynak meyanında zikri geçen kitapların bibliyografyası arapça metnin sonunda yer almıştır. Bu bibliyografyanın tanziminde modern uygulamaya aykın olarak merhum hocam Prof. Muhammed Tancînin usûlüne uyulmuş ve kitap adından hareket edilmiştir.
Gerek eİ-Bİdâye´nin kendi muhtevası, gerek dipnotlarında yer alan ve Teftâzânînin «Şerhu´l-Akaid»i dâhil olmak üzere çeşitli muteber kaynaklardan derlenen izahlar okuyucunun ihtiyacını büyük çapta karşılayacağını umuyorum.
Eserin, muhtelif kademelerdeki öğretmen, öğrenci ve araştırıcılara, ayrıca mevzu* ile alâkalanan müslüman kardeşlerime faideli olmasını Cenabı Hak´dan niyaz ederim.
«Ben sadece gücümün yettiği kadar hayır ve salâha vesile olmak istiyorum. Muvaffakiyetim ancak Aliah´ıns yardımıyledir. Yalnız O´na dayanır, güvenir, yalnız O´na yönelirim.» [2]
Erenköy. Rebîu´t-evvel 1398 Mart 1978
Bekir TOPALOĞLU
EL-BİDÂYE FÎ USULİ´D-DÎN TERCÜMESİ
(MATURIDIYYE AKAİDİ)
RAHMAN VE RAHÎM OLAN ALLAH´IN ADIYLA
Sânı yüce, bağışları sonsuz olan ALLAH´a hamd; elçisi ve yarattıklarının en hayırlısı Muhammed´e, onun aziz soyuna, taraftarlarına ve arkadaşlarına selâm olsun!
(Büyük üstad, hakkın müdafii, faziletlerin kaynağı, Buhârâ´lı Nûreddîn Ahmed b. Mahmûd b. Ebî Bekr es-Sâbûnî -Aflah onu mağfiretiyle bürüsün ve engin cennetlerinin ortasında banndırsın -şöyle dedi:)
İmdi, ALLAH´ın lûtfu keremiyle «el-Kifâye ffl-hidâye» adlı kitabımın te´lîfi sona erince, bazı dostlarım, bundan, ibaresinin vecîz ve bellenmesinin kolay olması gayesiyle, sahasında esas yerine geçecek bir metni hulâsa etmemi rica ettiler. Ben de bu konuda ALLAH´tan hayır olanı diledim, yardımına sığındım, beni hatalı sözden ve yaramaz işten korumasını niyaz ettim... O, bize yetendir, en güzel dayanaktır. Ne büyük dost, ne güzel yardımcıdır! [3]
GİRİŞ
Bilgi Edinme Yolları
İlim[4] kadîm ve hadis olmak üzere iki kısma ayrılır. Kadîm ALLAH´ın zâtı ile beraber bulunan ilimdir ki yaratılmış olanın bilgisine benzemez, Hadis ilim ise zarurî ve iktisâbî kısımlarına ayrılır. Zarurî ilim, ALLAH taâlânın, «bilen»in nefsinde -kendisinin irâde ve gayreti olmaksızın -meydana getirdiği bflgfdir. Meselâ kişinin kendi varlığını ve açlık, susuzluk, haz, elem gibi değişik hallerini hissedip kesin bir şekilde bilmesi gibi. Bilginin bu nev´i bütün canlı yaratıklarda mevcuddur. İktisâbî ilim de ALLAH´ın sebeplerine tevessül eden kulun kendi gayret ve irâdesi yoluyla onda meydana getirdiği bilgidir.
İnsanlar için bilgi edinme yolları (esbab-ı ilim) üçtür: Sağlam duyular, doğru haber ve aklın tefekkürü.
a) Duyular, işitme, görme, koklama, tatma ve dokunma olmak üzere beş çeşittir. Her bir duyu ile ancak kendi sahasına has olan şeyler idrak olunabilir; bu da o duyunun şartına uygun bir şekilde sahası içinde kullanılmasıyla gerçekleşir.
b) Doğru haber iki kısımdır. Birincisi mütevâtir olandır, Mütevâîir haber, yalan söylemek konusunda ittifak edebilecekleri tasavvur olunamıyan muhtelif kimselerden çeşitli mevzu´iarda işitilen haberdir. Mütevâtir haber zarurî ilim ifade eder; meselâ geçmiş hükümdarların ve bizden uzak memleketlerin mevcudiyetini bilişimiz gibi. Doğru haberin ikincisi peygamberlerin gösterdiği mu´cize iie doğruluğu te´yîd olunmuş haberdir. Bu da -istidlal yoluyla da olsa katî ilim ifade eder.
c) Akıf tefekküre gelince, bu ela bilgi edinme yollarından biridir. Akıl yoluyla elde edilen bilgi İki nevi´dir. Birincisi zarurî ilimdir -ki buna bedîhîde denir-düşünmeden, ilk bakışta meydana gelen bilgidir; her küllün kendi parçasından büyük olduğunu bilişimiz gibi. İkincisi de istidlâîî ilimdir. Bu, düşünme nevilerinden birine ihtiyaç gösteren bilgidir; dumanı gördüğümüz zaman (buna sebep olan bir) ateşin mevcudiyetine intikal edişimiz gibi. Söz konusu ettiğimiz bu yollar vasıtasıyla bilginin elde edilişi gerçeğe karşı direnmeyen insaf ehli için apaçık bir hakikattir.
Sûfestâiyye diye anılan bir gurup (Sofistler) var ki bilgi vâsıtalarının hepsini reddetmiştir. Bunların bir kısmı varlıkların bir gerçekliği (eşyanın hakikatleri) olamıyacağını, bir kısmı ise böyle bir şeyin bulunup bulunmadığının bilinemiyeceğini kabul etmiştir. Aslında bu şüphecilerle ilmî bir münakaşa yürütmeye imkân yoktur; ancak canlarını acıtacak kadar dövülmeli veya ateşle yakılmalıdıriar ki realiteyi (bizzat yaşıyarak) kabule mecbur kalsınlar.
Sümeniyye ile Berâhime haberin bilgi yollarından kabul edilmesini reddetmiştir. Bu görüş Sûfesfâiyyenin yukarıda belirtilen görüşlerine yakındır. Bu görüşün taraftarları mütevâtir haber yoluyla sabit oian zarurî ilmi reddetmiş oluyorlar, Mütevâtir haber bilgi yollarından sayılmasaydı insan bizzat kendi babasını, kardeşini amcasını ve diğer yakınlarını nasıl tanıyabilirdi. Bütün bunlar ancak haber yoluyla bilinebilmektedir.
Bâtınîler[5] Râfizîler ve teşbihe düşenler (Müşebbihe) ise aklın bilgi vâsıtalarıdan sayılmasını kabul etmemişler ve şöyle demişlerdir: Çünkü akılların verdiği hükümler birbirini nakzedicidir, bunun delili de akıl sahibi kimselerin görüş ayrılığına düşmesidir. Cevap olarak deriz ki aklın verdiği hükümlerin mütenâkız olduğunu ne ile anladınız? Şayet «yine akıl ile» derseniz kendiniz tenakuza düşmüş olursunuz; çünkü bu durumda siz şöyle demiş olursunuz : «Aklımızla anladık ki akıl yoluyla bir şey anlaşılamaz». Eğer «haber ile» diyecek olursanız yine sorarız: Haberin doğru veya yalan olduğunu ne ile tesbit ettiniz? Şayet (son çare olarak) «his ile» derseniz bile bile gerçeği inkâr etmiş olursunuz.
Hemen belirtmeliyiz ki aslında akılların verdiği hükümler birbirini nakzetmez. Akıl sahiplerinin görüş ayrılığına düşmesi ya akıllarının ilmî tefekkür seviyesine ulaşamaması veya kendilerinin ilmî tefekkür şartlarını tamamiyle yerine getirmemesi sebebiyledir. Böylece bazıları akılla hükmettiklerini ileri sürdükleri halde gerçekte kendi his ve tahminlerine göre fikir beyan ederler. Meselâ bir topluluğa «üç kere üç kaç eder?» diye sorulursa «dokuz!» cevabını vermekte ihtilâf etmezler. Fakat aynı guruba «onüç kere onüç kaç eder?» diye sorulsa cevabında ihtilâfa düşebilirler. Bunun sebebi biraz önce açıkladığımız] hususlardır, yoksa bu sayı konusunda aklın vereceği hükmün değişik olabileceğinden değildir. Bu hususu gözün görebileceği bir hâdise ile mukayese edebilirsin: Olgun devresindeki aya (dolunaya) bakanlar hiç bir ihtilâfa düşmedikleri halde aybaşındaki hilâlin mevcudiyeti konusunda görüş ayrılığı meydana gelebilir.Bunun sebebi ya müşahedenin yetersizliği veya bakan kimsenin hatasıdır. Söz konusu ettiğimiz mesele de aynen bunun gibidir.
Şunu da söyliyelim ki Ehl-İ sünnete göre akıllar yaratılıştan farklıdır; Mu´tezile buna muhalefet etmiştir. Bu gerçeği kabul etmemeye imkân yoktur. Öyle çocuklar vardır ki ne geçmiş bir tecrübesi, ne de tahsili olmadan büyüklerin bile âciz kaldığı bazı şeyleri akıllarıyla bulurlar. Dinin tebliğcisi Peygamber aleyhisselâm : «Onlar akılları eksik ve dinleri (dinî mükellefiyetleri) az olanlardın[6] buyurmak suretiyle kadınların aklî farklılığını ifade etmiştir. Dinin vâzıı ALLAH taâlâ da iki ka-dinin şâhidliğini bir erkeğin şâhidliği yerine ikame etmiştir. [7] Bunun sebebi «zabt öleti»nin eksikliğidir ki bu da akıldır. Bununla beraber «akıl» ismiyle yâd edilebilecek kadar bir anlama gücünün bulunuşu ulu Yaratıcı´nın bilinmesi için kâfidir; böylesi Yaratıcı´sını bilmemekte ma´zûr değildir. [8]
[1] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 9-11.
[2] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 11-12.
[3] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 53.
[4] Burada bahis konusu edilen «ilim» fizik, kimya veya fıkıh, kelâm gibi tedvin edilmiş bir ilmin karşılığı olmayıp mutlak mânâda «bilgi» demektir. Bu sebeple yer yer «bilgi» ile karşılanmıştır.
[5] Metinde geçen «el-Mülhide» kelimesini «Batıniier» diye tercüme ettik. Çünkü haktan yüz çevirenler mânâsına geçen Mülhıde Bâtıniyyenin isimlerinden biridir (bk. Şehristânî, el Milel ve´n-nihal,1/91).
[6] bk. Buhârî, 1/78, el-Hayz/6 (Kıtabu´l-hayz/bâb Nu. 6); Müslim. 1/86-87, el-îmâm/34; İbni Mâce, 2/1362, el-Flten/19. BuhârîYıin metni şu maaldedir: «... Temkinli ve soğuk kanlı erkeğin aklını sizin kadar eksik akıllı ve eksik dinli hiç bir kimsenin çelebildigini görmedim...»
[7] Müellif şu maaldeki âyet-İ kerîmeye işaret etmektedir: «(Şâhidlik İçin) eğer iki erkek bulunmazsa, o halde münasip göreceğiniz şâhidlerden bir erkek ile iki kadın olmalıdır; kadınlardan biri unutursa diğeri ona kolayca hatırlatabilsin diye,» ı. (el-Bakara, 2/282).
[8] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 55-57.