- Maturidiyye Akaidi

Adsense kodları


Maturidiyye Akaidi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ezelinur
Tue 23 March 2010, 05:43 pm GMT +0200
MATURİDİYYE AKAİDİ


ÖNSÖZ..

Yapılan Çalışmanın Özellikleri

EL-BİDÂYE FÎ USULİ´D-DÎN TERCÜMESİ

(MATURIDIYYE AKAİDİ)

RAHMAN VE RAHÎM OLAN ALLAH´IN ADIYLA..

GİRİŞ.

Bilgi Edinme Yolları

MATURİDİYYE AKAİDİ



ÖNSÖZ


Kâinatı yaratan, geliştiren ve idare eden, esirgeyen ve bağışla­yan, hesap gününün yegâne hâkimi bulunan ALLAH´a hamd olsun. Hak yolun tebliğcisi, insanlığın kurtarıcısı, yaratıkların en hayırlısı, pey­gamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselâma, onun necîb so­yuna, şerefli arkadaşlarına ve hayırlı ümmetine selâm olsun.

ALLAH taâlânın bize lütfettiği sayısız nimetler içinde en müstesna yeri işgal eden, şüphesiz ki İslâmiyettir. İslâmî İlimler içinde Akaid ve­ya Kelâm, bütün dinî hükümlerin temelini teşkil etmesi bakımından en şerefli ilim kabul edilmiştir. Dinimizin iman esaslarından bahse­den bu iümde, bilindiği üzere, İslâm tarihi boyunca birbirinden farklı metodlar benimseyen bazı cereyanlar ortaya çıkmıştır. Bunlardan başta Rasûlüllah ile Ashâb cemâatinin Akaid sahasında ta´kîbettiği yolu (sünneti) izleyen zümreye Ehl-i sünnet vel´-cemâat adı verilmiş­tir. Selefiyye, Eş´ariyye ve Mâtürîdiyye fırkalarına ayrılan bu Ehl-i sün­net Akaid mezheblerinden Eş´ariyye ile Mâtürîdiyye gittikçe inkişaf etmiş, yayılmış ve dünya müslümanlarının çoğunu kendisine ceibet-meye muvaffak olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğunun hâkim olduğu beldelerde mevcûd olan müslüman Türkler, umumiyetle Fıkıhda Hanefiyye, Akaidde de Mâtürîdiyye mezhebini benimsemiştir. Imâm-ı A´zam Ebû Hanîfe´nin (ölm. 150/767) kurduğu esas üzerine Ebû Mansûr el-Mâtürîdi (ölm.333/944) tarafından Türkistan´da inkişaf ettirilen Mâtürîdiyye mezhe­bi, izahlannda Kitâb ve Sünnete en çok bağlılık gösteren, telâkkile­rinde Ashâb ve Tabiîn yolu olan Selef metoduna en çok yaklaşan, kuru münakaşa ve cede! zihniyetinden uzak kalabilen sade bir Ke­lâm mezhebidir. Mâtürîdiyye kelâmcılarınm asırlar boyu meydana getirdiği eserler kemmiyet ve keyfiyet bakımından zengin olmakla beraber, denebilir ki âlimlerimiz bu değerli hazineye gerekli alâka ve ihtimamı göstermemiştir. Üstâd Ebû Mansûr el-MâtürioTnin o muhteşem eseri «Kitâbu´t-Tevhid» bile ancak 1970 yılında basılarak ilim âlemine sunulabilmiştir.

Kelâm ilmine, başka bir deyişle Mâtürîdiyye Akaidine Türk âlimleri­nin katkıları da büyük olmuştur. Bununla beraber yıllarca Osmanlı medreselerinde okutulan, bugün de memleketimizin resmî ve gayr-ı resmî tedrisât ve araştırmalarında elden eie dolaşan meşhur kitap «Şerh u´I-Aka id», Eş´ariyye mektebine bağlı bir eserdir. Gerçi bu şerhin iki üç sahifeyi geçmiyen çok muhtasar metni Mâtürîdî bir müellifin kaleminden çıkmıştır. Fakat bu metin üzerinde meydana getirilen el­liyi aşkın şerh ve haşiye içinde Eş´arî mütekellimi Teftâzâni´nin (ölm.793/1390) mezkûr şerhi, yeri geldikçe doğrudan veya dolaylı bir şekilde Mâtürîdiyye görüşünü çürütmeye ve Eş´arî telâkkisini hâ­kim kılmaya gayret gösteren bir eser görünümündedir, Aslında Ehl-i sünnet ilm-i kelâmının bu iki mektebi arasında temelde bir ayrılık yoktur. Ancak büyük bir kısmı Türk asıllı olan Mâtürîdiyye ulemâsının meydana getirdiği bunca kıymetli esere, yine Mâtürîdîlerin bîgâne kalması ve Eş´ariyye mektebine bağiı kitaplara düşkünlük göstermesi için haklı bir sebep ve ma´kul bir izah bulmak koyal değildir,

Mâtürîdiyye Akaidi adı altında istifadeye sunduğumuz eser, Ha-nefiyye ve Mâtürîdiyye âlimlerinden Buhârâlı Nûreddin es-Sâbûnînin (ölm. 580/1184) «el-Bidâye fî usûli´d-din» isimli kitabıdır. Müellif Önce «el-Kifâye» adıyla hacimli bir eser yazmış, sonra bunu hulâsa ederek el-Bİdâye´yi meydana getirmiştir. Bu sebeple kitap takdire şâyân bir itinâ ve dikkat mahsûlü olmuştur. Tedkikinden de kolayca anlaşıla­cağı üzere klâsik Kelâm kitaplarının hemen bütün bahislerini ihtiva eden eserin dili sağlam, tertibi güzel, ifadesi açıktır. Müellif, kitabın­da Ehl-i sünnet ve Mâtürîdiyye görüşlerini isbat ve izah ettikten baş­ka tarafların fikirlerini kısa ve öz olarak nakletmeye de muvaffakoluştur. Gerek el-Bidâye, gerek onun şerhi mesabesinde bulunan et* Kifâye, diğer bazı müelliflerimizden başka. Sa´düddîn Teftâzânînln de Şerhul-Akaid İçin başvurduğu temel eserler olarak göze çarp­maktadır.[1]

Yapılan Çalışmanın Özellikleri

Elinizdeki kitap iki ayn çalışmadan meydana gelmiştir:

1. Eserin sağ baş tarafında Sûbûnîye ait ei-Bidâye´nln metni yer almıştır. Metin, mevcûd imkanlarla, elden geldiği kadar asiına uy­gun ve doğru olarak tesbft edilmiş, dipnotlarında âyetlerin yerleri gösterilmiş, hadisler tahıîc edilmiş, ibareye müteallik gerekli izah ve şerhler ilâve edilmiştir. Nüsha farkları metnin bitiminden sonra sayfa ve satır numaralan gösterilerek belirtilmiştir, Daha sonra, metnin tes-brr ve tevsikinde başvurulan kaynaklar, kitap ismine göre alfabetik olarak sıralanmış, müteakiben gerekli fihristler konulmuştur.

2. Kitabın sol baş tarafından önce, bu kısmın hazırlanmasında ve ıstılahların açıklanmasında başvurulan kaynaklar yer almıştır. Sonra, Söbûnînin hayatı ve eserleri ile el-Bidâye metninin takdiminde tâ´kîbedilen metod hakkında bilgi verilmiştir. Bunu el-Bidâye´nin ter­cümesi izlemiştir. Müteakiben, gerek metinde, gerek tercümede ge­çen Özel manâlı kelimeler ile mezhep, fırka ve zümre adlan «Istılahlar» başlığı altında ta´rîf ve izah edilmiştir.

el-Bidâye fî usûli´d-dîn Türkçeye çevrilirken, bir taraftan asla uy­gunluk gözetilmiş, diğer yönden Türkçe ifadenin bozulmamasına gayret gösterilmiştir. Kelâm ıstılahlarının çokluğu da nazar-ı İtibara alındığı takdirde tercüme işinin ne kadar güç olduğu takdir edilir, sanırım.

a -Metnin ihtiva ettiği bahisler, tertip bozulmadan, klâsik kelâm kitaplarının sahip bulunduğu plân gözönünde bulundurularak bö­lümlere ve kısımlara ayrılmış, yer yer parantez içinde yeni başlıklar konulmuş, müteselsil izahlar rakam veya harflerle birbirinden tefrik edilmiştir.

b -Metinde yer alan bütün bahislerin başlıkları

hakkında söz » ibaresiyle başlar. Bu kısım tercümede hazfedilmiş, Dynca başlıkların Türkçeye aktanlmasinda bazı tasarruflar yapılmıştır.

c -Metinde sık sık tekerrür eden Eğerşöyle denilirse böyle cevap veririz» tarzındaki ifadeler, «Soru : ... Ce­vap :...»şeklinde tercüme edilmiştir.

d- Tercüme ve metinde görülen bütün dipnotları tarafımızdan ilâve edilmiştir. Dipnotlarında kaynak olarak gösterilen «el-Kifâye», müellif SâbûnTnin eseri oiup, varak numaralan, başka bir kayıd bu­lunmadığı takdirde Lâleli ktp. 2271 nüshasına aittir. Tercümenin dip­notlarında kaynak meyanında zikri geçen kitapların bibliyografyası arapça metnin sonunda yer almıştır. Bu bibliyografyanın tanziminde modern uygulamaya aykın olarak merhum hocam Prof. Muhammed Tancînin usûlüne uyulmuş ve kitap adından hareket edilmiştir.

Gerek eİ-Bİdâye´nin kendi muhtevası, gerek dipnotlarında yer alan ve Teftâzânînin «Şerhu´l-Akaid»i dâhil olmak üzere çeşitli mute­ber kaynaklardan derlenen izahlar okuyucunun ihtiyacını büyük çapta karşılayacağını umuyorum.

Eserin, muhtelif kademelerdeki öğretmen, öğrenci ve araştırıcıla­ra, ayrıca mevzu* ile alâkalanan müslüman kardeşlerime faideli ol­masını Cenabı Hak´dan niyaz ederim.

«Ben sadece gücümün yettiği kadar hayır ve salâha vesile ol­mak istiyorum. Muvaffakiyetim ancak Aliah´ıns yardımıyledir. Yalnız O´na dayanır, güvenir, yalnız O´na yönelirim.» [2]

Erenköy. Rebîu´t-evvel 1398 Mart 1978

Bekir TOPALOĞLU

EL-BİDÂYE FÎ USULİ´D-DÎN TERCÜMESİ
(MATURIDIYYE AKAİDİ)


RAHMAN VE RAHÎM OLAN ALLAH´IN ADIYLA

Sânı yüce, bağışları sonsuz olan ALLAH´a hamd; elçisi ve yarattıkla­rının en hayırlısı Muhammed´e, onun aziz soyuna, taraftarlarına ve arkadaşlarına selâm olsun!

(Büyük üstad, hakkın müdafii, faziletlerin kaynağı, Buhârâ´lı Nûreddîn Ahmed b. Mahmûd b. Ebî Bekr es-Sâbûnî -Aflah onu mağfiretiyle bürüsün ve engin cennetlerinin ortasında banndırsın -şöyle dedi:)

İmdi, ALLAH´ın lûtfu keremiyle «el-Kifâye ffl-hidâye» adlı kitabımın te´lîfi sona erince, bazı dostlarım, bundan, ibaresinin vecîz ve bellen­mesinin kolay olması gayesiyle, sahasında esas yerine geçecek bir metni hulâsa etmemi rica ettiler. Ben de bu konuda ALLAH´tan hayır olanı diledim, yardımına sığındım, beni hatalı sözden ve yaramaz iş­ten korumasını niyaz ettim... O, bize yetendir, en güzel dayanaktır. Ne büyük dost, ne güzel yardımcıdır! [3]

GİRİŞ

Bilgi Edinme Yolları

İlim[4] kadîm ve hadis olmak üzere iki kısma ayrılır. Kadîm ALLAH´ın zâtı ile beraber bulunan ilimdir ki yaratılmış olanın bilgisine benze­mez, Hadis ilim ise zarurî ve iktisâbî kısımlarına ayrılır. Zarurî ilim, ALLAH taâlânın, «bilen»in nefsinde -kendisinin irâde ve gayreti olmaksızın -meydana getirdiği bflgfdir. Meselâ kişinin kendi varlığını ve açlık, susuzluk, haz, elem gibi değişik hallerini hissedip kesin bir şekilde bil­mesi gibi. Bilginin bu nev´i bütün canlı yaratıklarda mevcuddur. İkti­sâbî ilim de ALLAH´ın sebeplerine tevessül eden kulun kendi gayret ve irâdesi yoluyla onda meydana getirdiği bilgidir.

İnsanlar için bilgi edinme yolları (esbab-ı ilim) üçtür: Sağlam du­yular, doğru haber ve aklın tefekkürü.

a) Duyular, işitme, görme, koklama, tatma ve dokunma olmak üzere beş çeşittir. Her bir duyu ile ancak kendi sahasına has olan şeyler idrak olunabilir; bu da o duyunun şartına uygun bir şekilde sa­hası içinde kullanılmasıyla gerçekleşir.

b) Doğru haber iki kısımdır. Birincisi mütevâtir olandır, Mütevâîir haber, yalan söylemek konusunda ittifak edebilecekleri tasavvur olunamıyan muhtelif kimselerden çeşitli mevzu´iarda işitilen haber­dir. Mütevâtir haber zarurî ilim ifade eder; meselâ geçmiş hüküm­darların ve bizden uzak memleketlerin mevcudiyetini bilişimiz gibi. Doğru haberin ikincisi peygamberlerin gösterdiği mu´cize iie doğru­luğu te´yîd olunmuş haberdir. Bu da -istidlal yoluyla da olsa katî ilim ifade eder.

c) Akıf tefekküre gelince, bu ela bilgi edinme yollarından biridir. Akıl yoluyla elde edilen bilgi İki nevi´dir. Birincisi zarurî ilimdir -ki bu­na bedîhîde denir-düşünmeden, ilk bakışta meydana gelen bilgi­dir; her küllün kendi parçasından büyük olduğunu bilişimiz gibi. İkin­cisi de istidlâîî ilimdir. Bu, düşünme nevilerinden birine ihtiyaç gösteren bilgidir; dumanı gördüğümüz zaman (buna sebep olan bir) ateşin mevcudiyetine intikal edişimiz gibi. Söz konusu ettiğimiz bu yollar vasıtasıyla bilginin elde edilişi gerçeğe karşı direnmeyen in­saf ehli için apaçık bir hakikattir.

Sûfestâiyye diye anılan bir gurup (Sofistler) var ki bilgi vâsıtalarının hepsini reddetmiştir. Bunların bir kısmı varlıkların bir gerçekliği (eşya­nın hakikatleri) olamıyacağını, bir kısmı ise böyle bir şeyin bulunup bulunmadığının bilinemiyeceğini kabul etmiştir. Aslında bu şüpheci­lerle ilmî bir münakaşa yürütmeye imkân yoktur; ancak canlarını acıtacak kadar dövülmeli veya ateşle yakılmalıdıriar ki realiteyi (biz­zat yaşıyarak) kabule mecbur kalsınlar.

Sümeniyye ile Berâhime haberin bilgi yollarından kabul edilmesi­ni reddetmiştir. Bu görüş Sûfesfâiyyenin yukarıda belirtilen görüşleri­ne yakındır. Bu görüşün taraftarları mütevâtir haber yoluyla sabit oian zarurî ilmi reddetmiş oluyorlar, Mütevâtir haber bilgi yolların­dan sayılmasaydı insan bizzat kendi babasını, kardeşini amcasını ve diğer yakınlarını nasıl tanıyabilirdi. Bütün bunlar ancak haber yoluy­la bilinebilmektedir.

Bâtınîler[5] Râfizîler ve teşbihe düşenler (Müşebbihe) ise aklın bilgi vâsıtalarıdan sayılmasını kabul etmemişler ve şöyle demişlerdir: Çün­kü akılların verdiği hükümler birbirini nakzedicidir, bunun delili de akıl sahibi kimselerin görüş ayrılığına düşmesidir. Cevap olarak deriz ki aklın verdiği hükümlerin mütenâkız olduğunu ne ile anladınız? Şayet «yine akıl ile» derseniz kendiniz tenakuza düşmüş olursunuz; çünkü bu durumda siz şöyle demiş olursunuz : «Aklımızla anladık ki akıl yo­luyla bir şey anlaşılamaz». Eğer «haber ile» diyecek olursanız yine so­rarız: Haberin doğru veya yalan olduğunu ne ile tesbit ettiniz? Şayet (son çare olarak) «his ile» derseniz bile bile gerçeği inkâr etmiş olur­sunuz.

Hemen belirtmeliyiz ki aslında akılların verdiği hükümler birbirini nakzetmez. Akıl sahiplerinin görüş ayrılığına düşmesi ya akıllarının ilmî tefekkür seviyesine ulaşamaması veya kendilerinin ilmî tefekkür şart­larını tamamiyle yerine getirmemesi sebebiyledir. Böylece bazıları akılla hükmettiklerini ileri sürdükleri halde gerçekte kendi his ve tah­minlerine göre fikir beyan ederler. Meselâ bir topluluğa «üç kere üç kaç eder?» diye sorulursa «dokuz!» cevabını vermekte ihtilâf etmez­ler. Fakat aynı guruba «onüç kere onüç kaç eder?» diye sorulsa ce­vabında ihtilâfa düşebilirler. Bunun sebebi biraz önce açıkladığımız] hususlardır, yoksa bu sayı konusunda aklın vereceği hükmün değişik olabileceğinden değildir. Bu hususu gözün görebileceği bir hâdise ile mukayese edebilirsin: Olgun devresindeki aya (dolunaya) ba­kanlar hiç bir ihtilâfa düşmedikleri halde aybaşındaki hilâlin mevcudiyeti konusunda görüş ayrılığı meydana gelebilir.Bunun se­bebi ya müşahedenin yetersizliği veya bakan kimsenin hatasıdır. Söz konusu ettiğimiz mesele de aynen bunun gibidir.

Şunu da söyliyelim ki Ehl-İ sünnete göre akıllar yaratılıştan farklıdır; Mu´tezile buna muhalefet etmiştir. Bu gerçeği kabul etmemeye im­kân yoktur. Öyle çocuklar vardır ki ne geçmiş bir tecrübesi, ne de tahsili olmadan büyüklerin bile âciz kaldığı bazı şeyleri akıllarıyla bu­lurlar. Dinin tebliğcisi Peygamber aleyhisselâm : «Onlar akılları eksik ve dinleri (dinî mükellefiyetleri) az olanlardın[6] buyurmak suretiyle ka­dınların aklî farklılığını ifade etmiştir. Dinin vâzıı ALLAH taâlâ da iki ka-dinin şâhidliğini bir erkeğin şâhidliği yerine ikame etmiştir. [7] Bunun se­bebi «zabt öleti»nin eksikliğidir ki bu da akıldır. Bununla beraber «akıl» ismiyle yâd edilebilecek kadar bir anlama gücünün bulunuşu ulu Yaratıcı´nın bilinmesi için kâfidir; böylesi Yaratıcı´sını bilmemekte ma´zûr değildir. [8]

[1] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 9-11.

[2] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 11-12.

[3] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 53.

[4] Burada bahis konusu edilen «ilim» fizik, kimya veya fıkıh, kelâm gibi tedvin edilmiş bir ilmin karşılığı olmayıp mutlak mânâda «bilgi» demektir. Bu sebeple yer yer «bilgi» ile karşılanmıştır.

[5] Metinde geçen «el-Mülhide» kelimesini «Batıniier» diye tercüme ettik. Çünkü hak­tan yüz çevirenler mânâsına geçen Mülhıde Bâtıniyyenin isimlerinden biridir (bk. Şehristânî, el Milel ve´n-nihal,1/91).

[6] bk. Buhârî, 1/78, el-Hayz/6 (Kıtabu´l-hayz/bâb Nu. 6); Müslim. 1/86-87, el-îmâm/34; İbni Mâce, 2/1362, el-Flten/19. BuhârîYıin metni şu maaldedir: «... Temkinli ve so­ğuk kanlı erkeğin aklını sizin kadar eksik akıllı ve eksik dinli hiç bir kimsenin çelebildigini görmedim...»

[7] Müellif şu maaldeki âyet-İ kerîmeye işaret etmektedir: «(Şâhidlik İçin) eğer iki erkek bulunmazsa, o halde münasip göreceğiniz şâhidlerden bir erkek ile iki kadın ol­malıdır; kadınlardan biri unutursa diğeri ona kolayca hatırlatabilsin diye,» ı. (el-Bakara, 2/282).

[8] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 55-57.

ceren
Mon 8 December 2014, 08:46 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.

saniye
Mon 8 December 2014, 10:14 pm GMT +0200
Önemli bir eseri bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Emeğinize sağlık.