- Maruf ve münker sahasının genişliği ve kapsamı

Adsense kodları


Maruf ve münker sahasının genişliği ve kapsamı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Fri 27 May 2011, 03:29 pm GMT +0200
IV. BÖLÜM
MA'RUF VE MÛNKER SAHASININ GENİŞLİĞİ VE KAPSAMI


Marufu Emredip Münkeri Yasaklama, Davet Ve Eğitimle İlgili Bir Görevdir.
Ma'ruf ve münker çalışması iki temele dayanır:
1- Da'vet çalışması 2- Eğitim ve düzenleme çalışması Bu iki temel esas, tabii bir şekille ve iyi bir düzenleme ile gayesine hizmet eder. Şöyle ki: İlk planda insanlar Allah'ın dinine davet edilir. Sonra bu dinin eğitim felsefesine göre eğitim çalışmasına tabî tutulurlar. İşte bu, da'vetin başarısı için hareket noktası ve temel felsefesidir. Eğitim çalışması bu nokta üzerinde düğümlenir. Metod, ne kadar sağlam, eğitim ne kadar kuvvetli ve kusursuz olursa da'vet o nisbette başarıya ulaşmış olur. Yoksa daha ilk plânda yapılan çalışma çözülme ile karşı karşıya kalır. Zira da'vet ve irşâd ile uygulanacak bir eğitim ve metod arasında kuvvetli bir ilişki, güvenilir bir bağ vardır. Bu nedenle davet olmaksızın salt eğitim ve metod bir fayda vermez. Nasıl ki me-todsuz ve eğitim felsefesi olmadan, yapılacak da'vet çalışmasının, arzulanan gayesine ulaşması mümkün değildir.
Şüphesiz ki davet ve irşadın kendine yöneltildiği kimse, eğitim ve metod çalışmasının üzerinde uygulandığı kimse değildir. Çünkü dîne da’vet, da'vete inanmayanlara yöneliktir. Eğitim çalışması ise da'vete inananlar üzerinde cereyan eder. Fakat bununla birlikte her iki çalışma da tek bir hedefe yöneliktir.
Şüphesiz Allah'a şartsız ibâdet eden kimse, insanları, Allah'a ibâdete ve kulluğa çağıracak ve bu temel üzere cemaatini oluştururken, inkâr eden de toplumu küfre ve tâğut'a çağıracak ve kendi paralelinde bir cemaat meydana getirecektir.
Aslında söz konusu edilen bu iki çalışma, farklı görüntülerine rağmen tek bir maksada göre düzenlenmiştir. Ümmet, bu çalışmayı gerçekleştirmekle sorumludur. Diğer bir ifade ile bu ümmet, ma'rufu emr’i münkeri nehiyle görevlendirilmiştir.
Ümmetin kendi dışında yapmakla sorumlu olduğu çalışma "Da'vet ve irşâd", kendi içinde yürütme ve ifâ etmekle mükellef olduğu çalışmada "eğitim ve düzenleme" adını alır.
Müfessirler derler ki: "Allah'tan gayrisine itaat edip ona hâkimeyet hakkını tanıyanlara muhalefet etmek, küfür ve şirk düzenleriyle savaşmak, Allah yolunda cihad etmek, îman ve İslâm'a da'vet etmek, ma'ruf ve münker görevinin gereğidir. Aynı şekilde şer'î cezaları ve ta'zirleri uygulamak, insanları, Allah yolunda mal ile cihad etmelerini teşvik ve tavsiye etmek, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sünnetine (İslâm'ı yaşama biçimine) uymak, bid'atçı (İslâm dışı tatbikatın her çeşidinden) her tatbikat ve hayat felsefesinden uzaklaşmayı tavsiye etmek vb. her türü çalışma da ma'ruf ve münker kapsamına girer.
Anlaşılıyor ki mezkûr iki çalışma birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Biri da'vet ve yönlendirme, diğeri metod ve eğitim.
Binaenaleyh müfessirelere göre ma'ruf ve münker sadece bu iki çalışmayı kapsamına almaz. Müfessirler bu iki çalışmayı, ma'ruf ve münkeri kapsamına alan her âyete dayandırarak, o âyetleri dayanak olarak gösterirler. Âyetin zahiri ister davet yönüne baksın, isterse ma'ruf ve münker eğitimine baksm değişen bir sonuç ortaya çıkmaz. Ma'ruf ve münker kavramları, Kur'anı'ın neresinde geçerse geçsin İslâm ümmetinin bizzat kendisini ıslahı emrettikleri gibi, kendi dışmdakileri de Allah'ın dinine da'veti ve İslâm'ın mesajını onlara duyurmayı gerekli ve
şart kılmaktadır.
Şimdi bu kesitte önemli bir noktaya parmak basmak istiyoruz. O da; "İslâm ümmetinin ortaya çıkışıyla, marufu emredip münkerden uzaklaştırma görevini üstlenmesi ve bu sahadaki organizeyi üzerine almış", olmasıdır.
Allah Teâlâ, İslâm ümmetinden Bahisle, dilediği bu mühim görevi kendisine yükleyerek şöyle buyurdu. “Siz insanlar için (insanların faydası için gaybden, yahut levh-i mahfuzdan ve tâ ezelden seçilip) çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkeri yasaklarsınız. (Çünkü) Allah'a inanıyorsunuz.”137
Âyetin üslûbuna bakıldığında görülecektir ki ma'rufu emretmek münkerden nehyetmek, İslâm ümmetinin ortaya çıkış ve varlık nedenidir. Kur'ân-ı Kerim, ümmetin varlık nedeninden dolayı ona "insanlar içerisinden seçilip çıkarılmış en hayırlı ümmet" vasfını vermiştir.
Bu görev kendisine karşı değil, kendi dışındaki insanlara yöneliktir. Zaten kendisi hidayet üzere gelmiştir. Ama bu ümmetin var oluş nedeni; gerçekleşmesine çalışacağı muayyen bir gayenin varlığına ma'tufdur. Bu gaye de; "insanlığı ıslah edip onların hidâyetine vesile olmak, dünya dengesinin bağlı olduğu İslâm'ın adaletine da'vet etmektir.
Her toplum, kendi varlık gayesini anlamada ve bu gayeye ermek için yapacağı çalışma ve araştırma oranında hürdür. Fakat "en hayırlı ümmet" kavramı, Allah Teâlâ'nın insanlığa inirdiği Kur'an düzeninin tamamına eksiksiz bir şekilde inanan ve bu anlayışla bu düzeni, kendi hayat telakkisi kabul eden, bu düzene, kendi varlık nedeni ve gayesi olarak bakan bir topluluğa verilen addır. Bu cemaatin, nefsin arzu ve isteklerine boyun eğmesi ve bu istikamette şekillenmesi asla düşünülmez ve zaten bu onun azametine lâyık da olamaz. 138
Bu ümmetin, böyle bir isimle övünmesi onu ölümsiz yapmaz. Yani "en hayırlı ümmet olma" vasfını taşımak, mücerred bir isimle yücelik kazanmak için yeterli değildir. Oysa, ona bu vasfı kazandıran etken, dünyada Allah Teâlâ'nın rızasını ve arzusunu sembolleştiren ma'rufu emretmesi, yine gazabını ve arzu etmediklerini sembolleştiren münkeri yasaklaması dır. İşte onun varlığının gayesi; bu emre bağlılığıdır.
Allah Teâlâ bu ümmetin yüceliğini, bu görevi yapmak veya yapmamak, başarılı olması veya başarısızlığı ile ilâhî yasanın hükümran olup olmamasıyla orantılı kılmıştır. Yâni bu ümmetin, bu görevi yapması halinde İslâmî düzenin ayakta kalacağı, yapmaması halinde müslümanların daima (emperyalist güçlere) mahkûm olacağını kendisine bildirmiş ve onu bu görevi hakkıyla yapmakla görevlendirmiştir.
Eş-Şeyh Ebu's-Suûd "İnsanlar için çıkarılmış..."âyetini açıklarken derki: "Bu özellik, bu ümmete has bir özelliktir. "Li'nnas" kelimesinin başındaki "lam" "uhricet" fiiline müteallaktır. Yani bu ümmet, insanlar için ortaya çıkmıştır. Bir başka görüşe göre, "en hayırlı ümmet" demek, "insanlık için, insanların en hayırlısı ve en çok yararlı olanı oldunuz" anlamındadır. Açıktır ki "hayırlılık" kavramı "insanlığa faydalı olma anlamını taşır. Onların ortaya çıkışlarından bu mânâyı anlamak, aynı şekilde onlar içindir. Yani bu ümmet, insanlığın ve onların faydasına olan her şeyi gerçekleştirmek için seçilmiştir. 139 İmam Razî buyurur: insanlar için çıkarılmış...."âyetinin tefsirinde iki görüş vardır:
1- Bu ümmetin, her asırdaki neslin en hayırlısı olması; insanlığa faydalı oluşudur. İnsanlığın galip kesimi, üstün ve seçkin sınıfı, gündemden silinmeyen simasıdır bu ümmet. Onun değişmeyen ve kaybolmayan fârik alâmeti ayırıcı özelliği budur.
2- İnsanlar için" demek "oldunuz, idiniz" sözünün sonucudur. Bu takdirde anlam şöyle olur: “Siz insanlar için ümmetin (insanların) en hayırlıları oldunuz (idiniz, olmakda devam edeceksiniz.)” 140
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet edilen bir hadis-i şerifde Allah Rasûlü: "Siz insanlar için (Allah tarafından seçilip) çıkarılmış en hayırlı bir ümmet (cemaat) oldunuz, "âyetini okudu sonra söyle buyurdu: "İnsanlarlardan bazılarının diğerlerine karşı hayırlı olanları şu kimselerdir ki İslâm cemaatine, boyunları lâleli esirlerle gelirler, nihayet o esirler İslâm'a girerler. 141

İbn-i Hacer, Ebu Hüreyre'nin (r.a.) rivayet ettiği hadisde
"İnsanlar bazılarının diğerlerine karşı hayırlı olanları" şeklinde geçen kısmın İslâm ümmetini vasfedişi hakkında şöyle der:
"Bazı insanların diğerlerine karşı hayırlı davranmaları yani onlara karşı faydalı olmaları, onların hakka, gerçeğe dönmek için vasıtaları hazırlamak ve İslâm'a geçişlerine vesile olmak şeklinde olur. 142
Yukarıda arzettiğimiz Kur'ânî nasslar, lafız ve uslûb açısından bazı ilginç konuları da ortaya koymuştur. Bu tür dikkat çekişler okuyucuyu çok meşgul eder. Bununla birlikte geniş açıklamalar verdik. Zira bu açıklamalar, sırf ilmî ve edebî bir uslûb içerisinde İslâm ümetinin varlığına ve varlık sebebine dair sonuçlar vermektedir.
"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz....." âyeti bize, bu ümmetin, dünyada inanç, kültür ve medeniyet üçlüsü üzerinde oluşmuş diğer ümmetlere ve milletlere kıyasla "önder bir ümmet" olduğu sonucunu vermektedir. Çünkü diğer ümmetlerde veya diğer bir ifâde ile İslâm dışı yaşayan ümmetlerde olmaları bir takım özellikler taşımaktadır. Bu da bir nizam ile beraber savunduğu hayata yönlendirme gücünü taşımış olmasıdır. En doğruya, Allah Teâlâ'nın va'dettiği garantiye yönlendirme. Allah'ın dinine da'vet ve İslâm'ın rengine girme yarışı..... Kur'an-ı Kerim bu ümmeti şu iki ana temel özellik ile vasfetmektedir.
"Allah'ın hoş görüp arzu ettiklerini emrediyor ve O'nun rızasıyla çatışan ve hoşlanmadığı her şeyi yasaklıyorsunuz. "Evet, ma’rufu emredip münkeri yasaklamak, aslında iddialı ve mü'minin îman ve teslimiyetini açığa vuran bir çalışmadır. İslâm ümmeti, her aşılmaz sanılan şartlardan dahi bu görevi yapmak burcundadır.
Hiç kimse, ma'rufu emr mürkeri nehiy gibi bir görevden daha önemli bir görevin olduğunu söyleyemez. Bunu, ancak konu ile ilgili âyet-i kerimeyi hakkıyla anlamayanlar ileri sürebilir. Âyetin varmak istediği sonucu düşünmeden hüküm verenler ve onu derin bir anlayış, ince bir sezgi ile kavrayamayanlar, şüphesiz ki Allah'ın ihsanından nasibi olmayanlardır.
Kur'ân-ı Kerim, bu âyet-i' kerimeyi destekleyen bir başka yerde de şöyle buyurur:
“Böylece (sizi doğru yola ittiğim için) sizi (ey Muhammed ümmeti) vasat (orta yani ifrat ve tefrittn uzak, mu'tedil, hayırlı, âdil ve mümtaz) bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı (hakikatin) şahitler(i) olasınız, bu peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye.” 143
Bir önceki âyette "hayırlı ümmet" diye vasfedilirken, bu âyette ikinci bir vasıf olan "orta bir ümmet" diye adlandırılıyor. Hedefe varma noktasında iki âyet arasında bir çelişki yoktur. Çünkü hayırlı ümmet, hayatın akışında ölçülü ve itidale bağlı kalarak, amel ve düşüncesinde ifrat ve tefritten korunan ümmettir. Yine bu âyette İslâm ümmeti, insanlara karşı "şahitlik görevini" yapmakla tavsif edilmişken, önceki âyette ma'rufu emredip, münkeri yasaklamak ile görevli olduğu ve bu nedenle gönderildiği bildirilmektedir. Her iki âyet arasındaki fark, lâfızda ve ifâde farklılığında olup, anlamda değildir. Zira insanlığa karşı şâhitîik yapan kimselerin, onlara, onların menfaatına, kurtuluşuna neden olacak iyiliğin her çeşidini emretmesi, manen ölümlerine ve yok oluşlarına sebeb olacak kötülükleri bildirip onları bu akıbetten sakındırması kadar tabii bir şey olamaz.



137 Ali İmrân: 3/110.
138 Cemaat: Cem: Çok sayıda işlerin bir kimsenin hüküm ve idaresinde organize edilmesidir. El-Cem'iyyetü: insanlardan bir kesimin veya bir cemaatin, özel bir gaye ve müşterek bir fikrin tahakkuku için toplanmasına denir. (Er Raid: 526) (ÇEVİREN)
Fıkıhda; mü'minlerin-Kendilerine yön verecek her haliyle islâm ile mücehhez bir kimsenin arkasında ve etrafında-toplanarak namaz kılmaları haline Cemaat denir.
Cemaat kuru bir kalabalık değildir. Bir ruh içinde hareket edebilen (nizam ruhu taşıyan) bir topluluk (bir önder etrafında inançlarını yaşatmak üzere oluşan biatlı toplum) Cemaatın teşekkülü bir Rûh ve Îctimâî Bir Misaktır. Birlik ruhu önce fertte teessüs eder, böylece onu kibirden, darlıktan, egoizmden, çıkararak genişletirse o vicdan, o nisbette Cemaat Olmaya Namzet olur. Bu birlik bir aileden tutunuz da Cihangir Devlete kadar gider. (M. Hamdı Yazır-Hak Dini Kur'an Dili C/I,sf: 1010)
Cemaatle günde beş defa kılınan namaz Günde Beş Defa İlâhi Bir Miting Yapmak demektir. Neye karşı ve neyi protesto için?
Allah'ın İndirdiklerine Uymayanlara Karşı, Her Türlü Putçuluğu Protesto İçin Saf Saf Olup Omuz Omuza Vererek namazda yalnız Allah'ın Önünde Eğilme var, Allah'tan başkasını büyük ve kurtarıcı tanımamak var; rütbe, âmir, memur, varlıklı, yoksul, siyah, beyaz, güzel, çirkin....ayırım olmadan yapılan Evrensel Bîr Mitingtir......
Sadece cumadan cumaya veya beş vakitle bedenen bir araya gelip, aynı kıbleye yöneldiği Ruhen Ve Bedenen Birleşmeyen, Ayni Dünya Görüşü Etrafında Kenetleşmeyen, namaz dışı yaşayışında Hak Yolda (=siyasi, ekonomik, kültürel, askerî ve hukukî tüm sahalarda) yürümeyen, Allah'ın ipine sarılamayan gruplar Cemaat olamazlar. Onlar kurukalabalıktan-mevcut ve hakim düzenlerin her gün oyuncağı ve mahkûmu olmaktan kurtulup-öteye geçemezler. (50. yılında müsiüman kardeşler hareketi sh: 75-77/S. Havva)
"Müslümanım" diyen toplum, sakatlar topluluğu olmuştur. Gözü kör, kolları koparılmış, bacakları kırık, midesinin yarısı alınmış, bumu kesik.....Sakatlar topluluğu.
Kimi zekâttan, kimi hacdan, kimi namazdan, kimi îmandan kimi sünnetten,kimi mirastan, kimi aile yaşantısından... Sakat. Böyle bir toplum cemaat olamamıştır. (Cemaat Mevlut Özcan- 3 Şubat 1989 Milli Gazete)ı. (ÇEVlREN)
139 İrşâd-ul-Aklis-Selim ilâ Mezâyal-Kitab-il Krim: 2/496
140 efâtih-ul Ğayb (Tefsir-i Kebîr): 3/27
141 Bu hadisde vurgulanmak istenen nokta şudur: "Hayırlı olmak"; esirlerin gaziler eliyle müsiüman olması ve saadete ermesidir. Yani bu ümmetin hayırlı olması, diğer insanların, diğer insanların îmana ermemiş olanların ellerinden tutup, onların hakka ve saadete ermelerine vesile olmasıdır. Bu izzet yalnız İslâam Ümmetine has bir vasıftır. . Bu ümmet, bu vazifeyi omuzlamak için gönderilmiştir. Bugünkü sefîl hayatı yaşayıp, kâfirlerin dünyaya bakışı ile hayatı değerlendirip şekillendirmek ve yaşamak için gelmedi. İslâmı bütün kurumlarıyla yaşamak ve yaşatmak için gönderilen bir ümmettir bu ümmet. Fakat câhili sermayenin kölesi durumuna getirilmiş bu ümmet, aslında dûn, uğrunda her türlü varlığını feda ettiği ve bu uğurda çekinmediği İslâm'a ve Allah'a karşı asî duruma girmiştir. Umarız ki yine tarihî misyonunu üstlenip, geçmişteki makamını elde etsin. Bu ise, İslâm'ın dinamik ruhu cihad şuuru elde edildiği gün gerçekleşecektir. Bugün bu şuur'un sahiplerini görebilme şerefini taşıyoruz. Elhamdülillah....(Çeviren)
Yukarıdaki Ebu Hüreyre hadisinde sunulmak istenen diğer bir nokta; İslâm ümmetinin, insanları (İnanmayan kimseleri) zorla İslâm'a sokmak istemesi anlamı yoktur. Dinin esaslarını ve inancını onlara zorla kabul ettirme anlamı da yoktur. İslâm ümmeti, batılıların karşı çıktığı ve İslâm'ın savunduğu mes'ud hayatın benzerini kendi ahlâkî, hukukî ve amelî ölçüleriyle kurdukları hayata, onları-düşman olmalarına rağmen da'vet eder. Bu en doğru ve en mükemmel bir temsildir, bir örnektir. Binaenaleyh bu ümmetin görevi; insanlığı topyekûn böyle bir iyiliğe ve kurtuluşa da'vet etmektir. "Böylece bu ümmet, insanların örnek alabileceği model bir toplum olmakta, kendisine kızılmasına ve istenmemesine rağmen istemeyenleri ve kızanları kendisine cezbetmektir. Bu ümmetin iktidarı böyle kurulur. İç savaşı kazanmışların huzurunu yaşayan bu ümmet, iktidar mevkiinde olup iktidar olamayan zorbaları, göremedikleri ve fakat hakikat olan güçlerle İslâma yöneltmiş olur. Ümmet bu safhadaki pozisyonunu elde edince, hayra muhalefetlerini gizlemiş olanların Kalpleri islâma açılmış olur, merhameti ve bağışı bol olan Allah'ın rahmetini hakketmiş olur." (Çeviren Sahih-i Buhari Kitab-ut-Tefsir'den)
142 Feth-ul Bari: 8/156
143 el-Bakara: 2/143.