- Manevi Eğitime Bir Çocukla Başlamak

Adsense kodları


Manevi Eğitime Bir Çocukla Başlamak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 4 December 2011, 09:19 am GMT +0200
Manevi Eğitime Bir Çocukla Başlamak

Nisan 2008 31.SAYI

Hatırlamak için küçük bir çocuğun bilmedikleriyle başlamalıyım.
Onun sorularıyla cevaplarımı yeniden bulmalıyım.
İlk abdestimi alır gibi,
İlk namazıma durur gibi,
İlk orucuma niyetlenir gibi,
Bir çocukla başlamalıyım.

Bilmiyorum diyebilmekti ilim.

Bilmiyorum diyerek kapıya varmak, eşiğe baş koymaktı.

Şimdi o kadar çok şey bildim ki bilmediklerimi unuttum.

Bildiklerimde kayboldum,

Bilmediğimi unuttum.

Hatırlamak için küçük bir çocuğun bilmedikleriyle başlamalıyım.

Onun sorularıyla cevaplarımı yeniden bulmalıyım.

Onun küçük elleriyle abdest almalıyım ilk abdestimi alır gibi.

Onunla oruca niyet etmeli, iftarı iple çekerken “Keşke su orucu bozmasaydı, bir de çikolata” diyerek iç geçirmeliyim.

Suyu özlemeliyim.

Beklemeliyim top atılsın diye.

Bir koşuşturmanın ortasında iftara yakalanmamalıyım.

Onunla rükûa eğildiğimde bacaklarım sızlamalı,

Secdeye vardığımda beynime kan yürümeli.

Bir gören var, duymalıyım, taa içimde bir yerlerde.

O denli sıyrılmalıyım ki bildiklerimden Sübhaneke’den yeniden başlamalıyım.

Yoksa kapı uzaklarda hep, eşik uzak.

İlk abdestimi alır gibi,

İlk namazıma durur gibi,

İlk orucuma niyetlenir gibi,

Bir çocukla başlamalıyım.

İlk duyduklarımız

Hz. Hasan (r.a) doğduğunda Efendimiz (s.a.v) kulağına ezan okuyup kamet getirdi ve İhlas suresini okudu.

Ve ona yeni doğan bebekleri getirirlerdi de o, mübarek ellerini bebeğin başına koyarak bereketle dua ederdi.

İnsan taş değil ki sudan.

Gerçi kimi zaman taştan daha katı, taştan daha kalpsiz.

Zira kimi taşlar Allah korkusundan kendini uçurumlardan atarak parçalar.

İnsan kalp denen cevheri yüklenmiş.

O cevheri taş eden de yine kendisi olmuş,

O cevheri parlatan da.

Anne babası, çevresi...

Kulağına okunan ezanı duyar bir bebek, Allah ismini duyar.

O’ndan daha yeni gelmiştir. O isimle gelmiştir, gülümser.

Zira “…Her can tertemiz yaratılmıştır” Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz nazil olan bir ayeti okuyor arkadaşlarına:

“Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun.” (Tahrim, 6)

Hz. Ömer (r.a) oradakiler adına, bizim adımıza merak ediyor:

“Ey Allah’ın Rasulü, biz Allah’ın emirlerini yapıp yasakladıklarından sakınarak kendimizi ateşten koruyabiliriz. Ama aile ve çocuklarımızı nasıl koruruz?”

Efendimiz (s.a.v) cevap veriyor:

Allah’ın size emrettiklerini siz de onlara emredin. Allah’ın size yasakladıklarını siz de onlara yasaklayın.”

Bir grup genç Rasulullah’ın (s.a.v) yanına gelmiş, yirmi gece kalarak ilim tahsiline ve hizmete gayret etmişlerdi. Allah Rasulü (s.a.v) onların ailelerini özlediğini sezdi. Geride kimleri bıraktıklarını sordu. Onlar da söylediler. Buyurdu ki:

“Haydi ailelerinizin yanına dönün. Onlara öğrendiklerinizi öğretin. Benim kıldığım gibi namaz kılın. Namaz vakti girince biriniz sizler namına ezan okusun ve en büyüğünüz de imam olsun”

Ve yine buyurdular:

“Çocuğunuz konuşmaya başlayınca ona ‘la ilahe illallah’ kelimesini öğretin”

Küçük ağızlardan ne güzel çıkar Allah kelimesi.

Sanki ilk defa duyarız onlar ilk defa derken.

Minik ellerde su nasıl durur?

“Biz abdest almayı kitaplardan okuyarak değil, abdest alanların eline su dökerek öğrendik” diyor merhum şairimiz Arif Nihat Asya.

Annesini görür çocuk abdest alırken, babasını görür, dedesini görür.

Gün gelir gittiği kursta hocasıyla ya da hocası olan bir ablası, abisiyle suya uzatırken ellerini hocası da onunla uzatır ellerini. Onunla uzatır ablalar, ağabeyler.

Ağzına su alırken çaktırmadan suyu arkadaşına atar.

Görür hocası ama belli etmez. Kendi çocukluğuna gider, gülümser.

Kulaklarını bir türlü hocasının yıkadığı gibi yıkayamaz. Arkadaşları güler. “Sıra size de gelecek, o zaman görürsünüz” der gibi kötü kötü arkadaşlarına bakar.

Minik ellerde su ne de güzel durur.

Gün gelir yaramazlıklar biter.

Tadı kalır dimağlarda.

İlk abdestin serinliği kalır.

Çocukluk yıllarına gidildikçe ferahlığı duyulur.

O çocuk hala abdest alır, hep alır.

Hep annesiyle birlikte alır, babasıyla, dedesiyle birlikte alır.

Hocasıyla birlikte alır.

Ve o abdest aldıkça o ferahlık hepsini bulur.

Artık uzaklarda olsalar da bulur.

Secdelerimiz, zikrimiz

Bir çocuk nasıl durur kımıldamadan rükûda?

Nasıl varır secdeye?

Bir çocuk secdeye öyle varır ki onunla adeta melekler de secdeye kapanır.

Adeta tüm kainat onunla secdededir.

Ve bir çocuk “Allah” dediğinde tüm kainat onunla zikirdedir.

Benim secdelerim o secdeye, zikrim o zikre ne kadar yakındır?

Efendimiz (s.a.v) küçük bir çocuk olan Abdullah bin Abbas’ın (r.a) önünde gece namazı kılmıştır. Çocuk onu taklit ederek onun gibi abdest almış, onun gibi namaz kılmıştır.

Sehl bin Abdullah Tüsteri anlatıyor:

“Ben daha üç yaşındaydım. Gece kalkar dayımın kıldığı gece namazını seyrederdim. Bir gün bana şöyle dedi:

– Seni yaratan Rabbi’ni hatırlar mısın?

–  Allah’ı nasıl hatırlayabilirim? Dayım anlattı:

– Yatağa her girişinde dilini oynatmadan, kalbinden ‘Allah benimledir, Allah beni görüyor, Allah benim her yaptığımı biliyor’ de.

Bir sene dediklerini yaptım. O sözlerin zevkini kalbimde duydum. Sonra bana dedi ki:

– Oğlum, sana öğrettiklerime ömrün boyunca devam et. Zira bu zikir sana dünya ve ahirette yeter.

Bu zikre yıllarca devam ettim. Yine bir gün bana şöyle dedi:

– Ey Sehl, kim Allah’ın kendisiyle olduğuna, kendisini gördüğüne ve her yaptığını bildiğine kalpten inanırsa o hiç kötülük yapar, Rabbi’ne isyan eder mi?”

Hâlâ onlarla olmak

Bir baba kanatlarını gerer çocuklarının üstüne.

Anne yolu olur evladının.

Fakat çocuk o kanatların dışına çıkar muhakkak.

Kendi yolunda yürümeye başlar bir gün.

Lakin hala annesi ona yol olmaya devam eder, babasının kanatları çocuğunun üstündedir.

Çünkü onlar evladını güzel yerlerdeki güzel insanlara emanet ederler.

Sahabe, Efendimiz’i (s.a.v) dinlerken küçük çocuklarını da önlerine oturtur, onu çocuklarıyla birlikte dinlerdi.

Ve çocuklar Peygamber meclisini bilirdi.

Peygamber’i tanır, görür, sözlerini anlamasalar da tatlı sesini duyar, tebessümünü gönüllerine yazarlardı.

Ve Efendimiz (s.a.v) buyurdular ki, “Ben çoğu zaman namazı uzun kılma düşüncesinde olurdum da arkadan bir çocuğun ağladığını duyunca kısa keserdim.”

Çocuklar Efendimiz’in (s.a.v) ardında saftadır.

Ve o, çocuğu ağlayan anneye eza vermek istemez, çocuklar ağlasın istemez.

Bir gün namaz kılıyordu. Secdede çok uzun kaldı. Cemaat merak etti. Acaba vahiy mi gelmişti?

Namazdan sonra sordular. Allah Rasulü (s.a.v) tebessüm ederek anlattı:

“Oğullarım sırtıma binmişti. Acele edip oyunlarını bozmak istemedim.”

Büyük kızı Zeynep’ten (r.anha) dünyaya gelen Ümare’yi çok severlerdi. Bir gün omzunda Ümare olduğu halde mescide geldi. Sahabe çocuğu indirmesini bekledi. Fakat o, mihraba geçti ve namaza başladılar.

Bir gün kanatlarımız yetmediğinde ve yolumuzdaki adımlar tükendiğinde hala kanat olmak üstünde ve hala adımlar eklemek yollarına.

Hala korumak, hep korumak mümkün.

Kötü demeden önce dünyaya ve zor demeden önce emanete sahip olmak için güzel yerlerde, güzel insanlarla…

Kurslarda haylazlık yapsalar, camide secdeye varan dedelerin ayaklarını gıdıklasalar da gülümsemek peygamberî bir tebessümle.

Başlamak elif, be…

Nebi (s.a.v) buyurdular:

“Her kim çocuğunu öperse Allah onun için bir iyilik yazar.

Kim çocuklarını sevindirirse Allah kıyamet günü onu sevindirir.

Her kim çocuğuna Kur’an öğretirse onlar kıyamet günü çağrılır ve kendilerine nurdan elbiseler giydirir. Öyle ki o kişilerin nurundan tüm cennet ehli nurlanır.”

Ve yine buyurdular ki hepimiz biliriz; “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.”

Her birimiz bir hocanın önüne diz çöküp başladık bir gün. Elif, be, te, se…

Elhamdülillah başladık.

Hala başlardayız belki, hep öğrenen ve öğreten olarak.

Lakin gün geldi çocuklarımıza Kur’an öğretmek, manevi eğitim vermek yalnızca bir yaz etkinliği olarak kaldı.

Zira kış döneminde çok daha önemli olan okul dersleri vardı.     

Okul haricinde dershaneler, kurslar, özel hocalardan ders aldırmalar vardı.

Dersler vardı ve elbet önemliydi.

Lakin çocuklarımız adına hırslarımız vardı.

Büyük büyük okullarda okumaları, büyük adamlar olmaları adına hırslarımız vardı.

Ve bu hırslardan hiçbiri Kur’an öğretimine tekabül etmiyordu.

Zaten hırslardan azade olmalıydı.

Kur’an’la her an hemhal olunmalıydı.

O bir haldi, ahvaldi.

Onunla rabıtamız; tavrımız, duruşumuzdu.

Kapağı açılmalı, bir ayet olsun o güllerden bir koku alınmalıydı.

Her türlü hırstan azade o kokuya teslim olunmalıydı.     

Her türlü hırstan korunmak adına…

Çok iyi hatırlıyorum. Çocukluğumda annem beni hafta sonu Kur’an kursu hocası bir ablama gönderirdi. O ablamla Kur’an-ı Kerim’den bir sayfa okurduk.

Böylece hem tüm sene Kur’an’la olur, hem de bir dahaki yaza öğrendiklerimi unutmamış olurdum.

Arkadaşlarım ise her yaz yeniden cüzden başlardı. Elif, be, te, se…       

Hayattan ne alırsak…

Allah’ın Rasulü (s.a.v) buyurdular:

“Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha hayırlı bir şey vermemiştir.”

İnsan etkileyen ve etkilenendir.

Ve ahlak, kitaplardan ziyade hayattan alınır.

Önce anne babadan sonra gittikçe genişleyen çevreden alınır ve yaşaya yaşaya kişilik halini alır.

Abdullah bin Amir (r.a) anlatıyor:

“Çocukluğumda bir gün annem beni çağırdı. O sırada Allah’ın Rasulü (s.a.v) de bizdeydi. Annem:

–  Abdullah yanıma gel, elimdekini sana vereyim, dedi. Allah’ın Rasulü (s.a.v):

–  Çocuğa ne vermeyi düşünüyorsun? diye sordu. Annem:

–  Elimde bir hurma var, onu verecektim, dedi. Bunun üzerine Allah’ın Rasulü (s.a.v) şöyle buyurdu:

– Eğer bir şey vermeyecek olursan bu senin aleyhinde bir yalan olur.

Kim bir çocuğa, “Gel şunu al” diye söyler sonra da vermezse o yalan bir söz söylemiştir.

Aldatılan çocuk aldatmayı alır hayattan.

Ve davranışlarımızla birlikte dualarımız onlar üzerinde ne güzel kanatlardır.

Zira asilik onlarda olsa şefkat, anlayış büyüklerdedir.

Hiddet onlardaysa yumuşaklık, anlayış büyüklerdedir.

Birisi Abdullah b. Mübarek’e (r.a) gelerek çocuğundan şikayetçi olur. Abdullah (r.a) ona sorar:

– Çocuğuna hiç beddua ettin mi?

O zat:

– Evet, beddua ettim, der. Abdullah b. Mübarek (r.a) şöyle der:

– Çocuğunun ahlakını sen bozmuşsun.

Sonra çocuklar Peygamber ahlâkıyla doğmuşlardır. Zira onlara söz vermeye gelmez. Mutlaka tutulmalıdır. Unutmazlar, unutturmazlar.

Tabii kendilerine verilen sözler unutula unutula sözün ehemmiyeti unutturulmazsa.

Ve bir çocukla berabersek bir şekilde ve almayı bilirsek sözlerimizin kıymetini anlarız.

Söz kıymetini bulduğundaysa hayat kıymetlenir.

Çocuk anlar

Abdullah bin Abbas (r.a) çocukken Nebi (s.a.v) onunla büyük insanlarla konuşur gibi konuşur, sohbet ederdi.

Bir gün çocuğu devesine aldı ve “Çocuğum sana bazı şeyler öğreteceğim” dedi. Çocuğa şu tavsiyelerde bulundu:

–  Sen Allah’ın emirlerini gözet, Allah da seni gözetip korusun.

Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste.

Yardım isteyeceksen Allah’tan iste.

Her işinde Allah’ın rızasını kazanmaya çalış ki Allah da her işinde seninle olsun.

Hani bir gün yağmur yağıyordu. Allah’ın Rasulü (s.a.v) yağmura uzattı mübarek ellerini ve damlaları yüzüne, kollarına sürmeye başladı.

Arkadaşları merak edince şöyle dediler:

“Bu damlaların Rableriyle sözleşmesi daha çok yeni, istifade etmek istedim.”

Çocuklar da o damlalar gibi.

Daha yeni indiler. Topraklarıyız onların. Onları bereketlendirmek, onlarla bereketlenmek ne büyük nimettir.

Güzel insanlar olmak onlar için.

Onlarla duymak “oku” emrini.

Ve onlarla başlamak kulluğumuza yeniden…

Zehra KORKMAZ