hafizvuslat
Sun 1 November 2009, 11:42 pm GMT +0200
5-MAİDE SURESİ
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ey imân edenler!. Sağlam akitleri yerine getiriniz. Sizin için behîme denilen hayvanat helâl kılınmıştır. Ancak size haram ol-dukları bildirilecek olanlar müstesna ve siz ihrama girmiş bir halde iken avlamayı helâl görmemek şartiyle. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ dilediği ile hükmeder.
1. Bu âyeti kerime, anılaşmalara riâyet edilmesini ve haram olduğu beyan olunan hayvanlardan başkasının helâl bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey imân edenler!) Cenab'ı Hak'kın size uymanızı gerekli kılmış olduğu hükümlere ait ve kendi aranızda meşru şekilde yaptığınız, üstlendiğiniz emanetlere, muamelelere dâir (sağlam âbidleri yerine getiriniz) bunlara riâyette n ayrılmayınız. (Sizin için en'âm kabilinden olan behime helâl kılınmıştır) onları yiyebilirsiniz.
§ Behime: Dört ayaklı bulunup karalarda ve denizlerde yasayan herhangi akılsız bir hayvandır. Çoğulu: Behaimdir. En'âm ise koyunlardan, keçilerden, develer ile sığırlardan ibarettir. İste bunların birer behime olan dişileri de erkekleri de yiyilebilir. En'âm süresine müracaat ediniz. (Ancak size haram oldukları bildirilecek olanlar müstesna) Onların etlerinden yiyemezsiniz, size haramdır, (ve) bir de (siz) hac için (ihrama girmiş bir halde iken) karada (avlamayı) avcılık yapmayı ve harem bölgesinden avlanacak bir hayvanın etinden yemeyi (helâl görmemek şartiyle) başkaları da size helâldir. Elverir ki başkasının hukukuna tecavüz edilmesin. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ dilediği İle hükmeder) Dilediği şjeylerin helâl olduğuna ve diğer dilediği şeylerin haram bulunduğuna mutlak olarak hükmedebilir. O kâinatın yaratıcısının hiçbir hükmüne, hiçbir kimsenin itiraza selahiyeti yoktur. Özellikle onun hükümleri nice hikmetleri gerektirir. Kulların vazifeleri ise o hükümleri teşekkür ile kabul edip ona göre hareketlerini tanzim etmektir.
§ Bu maide sûresi, Hz. Peygamber'in hicretinden sonra Medine'i Münevvere'de nazil olmuştur. Yüzyirmi âyeti kapsamaktadır âyet
kerimesi veda haccında cumaya tesadüf eden arife günü ikindiden sonra nazil olmuştur ve Müslümanlar hakkında ilâhî lutüfların tecellisini, İslâmiyet in dinlerin en mükemmeli olup Allah'ın korumasında bulunduğunu ehli imâna müjde eylemektedir. Bu mübarek sûre, İslâm dinine ait ilâhî hükümlerin İslâm âlemine tamamen tebliğ edildiğini bildirmektedir. Müslümanlara helâl olup olmayan şeyleri tâyin ederek onların hattı hareketlerini aydınlatmaktadır. Ehli kitap ile münafıklara dâir de uyanık olmalarını gerektiren beyanları kapsamaktadır. İçtimaî, iktisadî muamelelere ve maddî manevî emanetlere dâir şer'î meseleleri içermektedir. Bu sebeple bu sûre'i celile, bütün ehli imân için bir manevî, kutsî ilâhî sofradır. Bütün müslümanlar için bir ruhanî ziyafethanede ortaya konmuş olan nimetleri içine alır. Hz. İsa'nın nail bulunmuş olduğu bir semavî sofrayı da Allah'ın lütfuna bir örnek olarak göstermektedir.
2. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'nın dinî hükümlerini ve haram olan aya ve hareme gönderilen kurbana ve gerdanlıklı kurban hayvanlarına ve Rablerinden lütuf ve rıza talebinde bulunarak beyti hareme gelmek kasdında bulunanlara tecavüzü helâl saymayınız. İhramdan çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz. Sizi mescidi haramdan engellemiş olduklarından dolayı bir kavime olan öfkelenmeniz sizi sakın tecavüze sevketmesin. Ve birr ve takva üzere yardımlasınız ve günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayınız. Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz, şüphe yok ki, Allah Teâlâ'nın azabı pek şiddetlidir.
2. Bu âyeti kerime, mukaddesata hörmeti, hukuka riâyeti, intikam duygularından kaçınarak hak yolunda yardımlama ve destekleşmede bulunulmasını gayrı meşru yardımlaşmalardan, yakınlaşmalardan da sakınılmasını emretmektedir. Şöyle ki: (Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'nın) şeairullah denilen haccın vakitlerine, merasimine dâir veyahut bütün dinî farizelere dâir olan (dinî hükümlerine) riâyet ediniz, bunlara muhalefeti helâl görmeyiniz (ve haram olan aya) yâni hac ayına veyahut haram aylar denilen zilkade, zilhicce, muharrem ve receb aylarına da hörmet ediniz, bunlarda kesin olarak gerekmedikçe savaşta bulunmayınız, (ve) hedy'e (hareme gönderilen kurbana ve) bir kurban alâmeti olmak üzere boyunlarına bir şey bağlanılmış, böylece (gerdanlıklı) bulunmuş olan (kurban hayvanlarına) dokunmayınız. Onlara saldırıda bulunmayınız, (ve rablarından) Yüce Mâbudlarından (fazi) sevab veya ticaret yoluyla rızk (ve rıdvan) Hak Teâlâ'nın rızâsı (talebinde bulunarak) ziyaret için (beyti hareme gelmek kasdinde bulunanlara tecavüzü helâl saymayınız) onların gelip Beytullah'ı tam bir emniyet ile ziyaret etmelerine mâni olmayınız. Bu ziyaretçilerden maksat bazı zevata göre müslümanlardır. Bu bakımdan bu âyeti kerime muhkemdir, bu maide sûresinde neshedilmiş bir âyet yoktur. Bu sûre'i celilede onsekiz farize vardır ki, hepsi de olduğu gibi dinî bir vazifedir. Diğer bir görüşe göre bu nazmı şerif müslümanları içine aldığı gibi gayri müslimleri de içine alır. İslâm'ın başlangıcında onların da Beytullah'ı ziyaretlerine mâni olunmamakta idi. Daha sonra onların Mescidi Haram'a yaklaşmaları yasaklanmıştır. Bu itibarla bu âyeti kerime kayıtlıdır, bunun hükmü kısmen gayri müslimler hakkında neshedilmiştir. Ey müslümanlar!. (ihramdan çıktığınız zaman artık) avlanınız. Yani: (avlanabilirsiniz) sizin için bunda bir günah yoktur. Bu mubah kılmak olan bir emirdir, (sizi) Hudeybiye senesi (mescidi haramdan) onu ziyaretten, tavafta bulunmaktan (engellemiş olduklarından dolayı bir kavme olan öfkelenmeniz) şiddetli gazabınız (sizi) o kavme karşı (sakın) öldürme vesaire suretiyle (tecavüze sevketmesin) sizi gönül rahatlaması için intikama sürüklemesin, (ve) sizler ey müslümanlar!, (bir) yani: Allah'ın rızâsına muvafık hayırlı amel (ve tekva üzere) haram olan şeylerden sakınmak suretiyle (yardımlasınız) birbirinize yardımda bulununuz, (ve günah ve düşmanlık üzere) intikam maksadıyle ve Allah'ın hududuna tecâvüz suretiyle (yardımlaşmayanız) öyle gayrimeşru şekillerde teşriki mesâide bulunmayınız, (ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun azabından sakınınız, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ'nın azabı) onun kutsal hükümlerine muhalefet edenler hakkında (pek şiddetlidir.» artık haksız yere başkalarının hayatına, servetine, harekât ve sekenatına suikasidde bulunmayınız. Sonra kendinizi Allah'ın azabından kurtaramazsınız.
3. Sizlere ölü, kan, domuz eti, Allah Teâlâ'dan başkasının adına boğazlanan hayvan, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, susulmuş, veya canavar yemiş, daha ölmeden boğazladığınız müstesna, ve dikili taşlar üzerine boğazlanan hayvanlar ve zarlar ile kısmet istemeniz haram kılınmıştır. Bunlar birer fısıktır. Bugün kâfirler sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Artık onlardan korkmayınız, benden korkunuz, bugün sizin için dininizi ikmâl ettim, ve sizin üzerinize nîmetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmiyet'e razı oldum. İmdi her kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa günaha meyilli olmaksızın -o yasak etlerden hayatını kurtaracak miktar yiyebilir şüphe yok ki, Allah Teâlâ çok bağışlayandır, pek esirgeyendir.
3. Bu âyeti kerime haram olan on şeyi bildiriyor, İslâm dininin Allah'ın rızâsına uygun, en mükemmel bir din olduğunu müjdeliyor. Çaresiz olan müslümanlar
hakkındaki şer'î müsâadeyi beyan buyuruyor. Şöyle ki: Ey İslâm milleti! (Sizlere ölü) yani: kesilmeksizin ruhu kendisinden ayrılmış, İaşe adını almış olan hayvan haramdır, bunun etinden yiyemezsiniz, (kanı) hayat sahibi bir mahlûktan akan kan da haramdır, (domuz eti) de haramdır. Domuz hayvanların en harisi, en kıskanmayanıdır. Yasaklara en ziyade düşkünüdür, kendi dişi arkadaşı üzerine diğer erkek domuzların saldırdıklarını gördüğü halde hiç aldırmaz. Gıdanın ise ahlâk ve evsaf üzerinde pek ziyade tesiri vardır. Bunun içindir ki, domuz eti haram bulunmuştur. (Allah Teâlâ'dan başkasının namına boğazlanan hayvan) meselâ: Bismillah denilmeyip de bismillah denilerek kesilen veya Cenâb-ı Hak'kın rızası için değil de hangi bir şahsın şerefi adına besmelesiz kesilmiş hayvanın eti de haramdır, (boğulmuş) gerek bir insan tarafından ve gerek başka bir mahlûk tarafından boğazı sıkılarak öldürülmüş hayvan da haramdır, (vurulmuş) meselâ: Üzerine tesadüfen isabet eden bir kurşunla veya kendisine birşeyin çarpmasıyla ölmüş hayvan eti de haramdır, (yuvarlanmış) meselâ yüksek bir yerden düşerek veya kuyu içine atılarak ölmüş bir hayvanın eti de haramdır. Fakat havada bulunan bir kuş, kendisine avlamak maksadıyle atılan bir kurşunla ölüpte yere düşecek olsa bunun eti helâldir. Çünkü bu halde onun yere düşmesi zaruridir, (susulmuş) yani: Başka bir hayvanın boynuzu ile vurulup öldürülmüş bir hayvan da haramdır, (veya canavar yemiş) yani bir canavar tarafından öldürülerek kısmen eti yenilmiş olan hayvan da haramdır, kalan eti yiyilemez, (daha ölmeden boğazladığınız) hayvanlar (müstesna) dır. Böyle kazaya uğrayan hayvanlardan hangi birisi daha ölmeden usulü dairesinde boğazlanırsa onun esasen yasaklanmış olmayan etini yemek helâldir, (ve dikili taşlar üzerine boğazlanan hayvanlar) da haramdır. Câhiliyet zamanında Kâbe'i Muazzama'nın etrafına konulmuş taşlar vardı, bu taşlara taparcasına riâyet eder bunlara saygı için kurban keserlerdi. İşte böyle putlar adına kesilen hayvanların etleri de haramdır, yiyilemez, (ve zarlar ile kısmet istemeniz) de (haranı kılınmıştır) câhiliyet zamanında mühim bir işte bulunup bulunmamak için "ezlam" denilen oklar ile kur'a çekerlerdi. Şöyle ki: Bunlar üç ok idi, birinin üzerine "Rabbim bana emretti" diğerinin üzerine de "Rabbim beni nehy etti" üçüncünün üzerine "gaflet etti" diye yazılı bulunurdu. Bunları bir torba içine korlar, bu oklardan rastgele birini seçip çıkarırlardı. Eğer "Rabbim bana emretti" yazılı ok çıkarsa o işe başlanır, meselâ ticaret için bir yere gidilirdi, "Rabbim beni nehy etti" yazılı ok çıkarsa o işten vazgeçilirdi, "gaflet etti" diye yazılı ok çıkarsa tekrar bir kur'a çekilirdi. İşte böyle bir muamele ile hattı hareketi tayine kalkışmak da haramdır, (bunlar birer fısıktır) bütün bu haram şeyleri yapmak, hak'ka itaatden çıkmak, haramı işlemek veya böyle oklar ile kısmet istemek fısıktır, ilâhî emre muhalefettir. Bir kere yiyilmeleri haram olan şeylerin bu haram oluşları bir takım hikmetlere dayanmaktadır. Bunlar sağlığın korunması bakımından da zararlı şeylerdir. Zarlar ile uğraşanlar ise bununla gayb ilminden haberdar olma iddiasında bulunmuş olurlar. Halbuki, gaybı Cenâb-ı Hak'tan başkası bilemez. Binaenaleyh bu gibi zararlı, şer'an yasaklanmış şeylerden kaçınmalı, son derece yüce, eşsiz İslâm dininin kutsal, manâlı hükümlerine riayetkar olmalıdır, işte Yüce Allah dinimizin yüceliğini şöylece beyan buyuruyor: Ey müslümanlar!. (bugün) bu kavuştuğunuz mutlu zaman veya bu âyeti kerimenin nüzul ettiği vakit artık (kâfirler sizin dininizden) dininize galip geleceklerinden, sizi dininizden çevireceklerinden ümitlerini keserek (ümitsizliğe düşmüşlerdir) isteklerine kavuşamamışlar ve ziyanda kalmışlardır, (artık) ey müslümanlar! (onlardan) o dininizin düşmanlarından (korkmayınız) onların İslâm dininin meydana çıkma ve yayılmasına mâni olacaklarından endişeye düşmeyiniz, Allah Teâlâ İslâm dinini meydana çıkarmış ve yüceltmiştir. (benden korkunuz) yalnız benim bir olan yüce zatımdan tam bir ihlâs ile korkun ve bana saygılı bulunun. Çünki (bugün sizin için dininizi ikmâl ettim) sizi zafere kavuşturdum, İslâm dinini bütün dinler üzerine galip kıldım, dininizin imân esaslarını şeriat esaslarını tamamen bildirdim, bütün kulluk vezâif elerinizi size tebliğ büyürdüm, (ve sizin üzerinize nimetimi tamamladım) Mekke'i Mükerreme'nin fethini, onun içine tam bir emniyetle girmeyi, câhiliyet kalıntılarının yıkılması ve yok edilmesini size nasib kıldım, (ve sizin için dîn olarak İslâmiyet'e razı oldum) sizin için İslâm dinini seçtim. Bütün dinî hükümetine boyun eğip teslimiyetle bulunarak hidâyet ve saadete nail olmaya çalışınız ve haram kılınan şeylerden kaçınınız, (İmdi her kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa) hayatını kurtaracak başka bir yiyecek bulamazsa (günaha meyilli olmaksızın) bir zevk almak için veya mhsat miktarından fazla veya kendisi gibi bir çaresizin elinden kapıp kaçırmak suretiyle olmaksızın (o yasaklanmış etlerden hayatını kurtaracak nektar yiyebilir) bu bir çaresizlik ve zaruret halidir, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ çok bağışlayandır) o yiyeceğinizi affeder ve (pek esirgeyendir.) onu bir rahmet eseri olarak size mubah kılmıştır. Ondan dolayı sizi cezalandırmaz.
§ Rivayete göre bir Yahudi, Hz. Ömer'e hitaben: Ey Müminlerin Emirü, "sizin kitabınızda bir âyet var ki, onu okumaktasınız, eğer o bir Yahudi cemaatine nazil olmuş
olsaydı, o günü bayram edinirdik" demiş, Hz. Ömer de "o hangi âyettir" diye sormuş, Yahudi "o <!£|*-Sü o_lo \ a j-*J\ <& ayetidir." Demiş, Hz. Ömer de: Biz o
âyeti kerimenin nazil olduğu zamanı da mekânı da biliriz. Hz. Peygamber cuma günü arefede bulunurken nazil olmuştur diye buyurmuş ve o günün müslümanlarca zaten bir bayram günü olduğuna işaret etmiştir.
§ Rivayete göre bu âyeti kerime nazil olunca Hz. Ömer ağlamış İslâm dini tekemmül etmiş olduğundan peygamberlik görevinin sona ermesi nedeniyle Rasülü Ekrem Hazretlerinin artık dünyadan alâkasını kesip ebediyet âlemine irtihal buyuracağına kanaat getirmiş ve gerçekten de bu âyeti kerimenin nuzûlundan seksen bir gün sonra Fahri âlem Hazretleri âhirete irtihâl buyurmuştur Sallallahü Teâlâ Aleyhi Vesellem.
4. Senden sorarlar ki, kendileri için helâl kılınmış olan şey nedir? De ki: Sizin için temiz nimetler helâl kılınmıştır. Ve yırtıcı hay-vanlardan olup Cenab'ı Hak'kın size bildirdiğinden kendilerine öğretmiş olduğunuz eğitilmiş av hayvanlarının -avladıkları da he-lâldir- İmdi sizin için onların tuttuklarından yeyiniz, ve onun üzerine Allah'ın ismini zikrediniz ve Allah Teâlâ'dan korkunuz. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ'nın hesabı pek çabuktur.
4. Bu âyeti kerime, müslümanlar için bir kısım helâl olan şeyleri av ve avlamanın meşru oluş şeklini şöylece bildirmektedir. Habibim!. (Senden) müslümanlar (sorarlar ki) kendileri için helâl kılınmış olan şey nedir?, ne gibi şeylerden yiyip istifade edebilirler?. Onlara (de ki: Sizin için temiz nimetler) selim tabiatların pis görmedikleri, kendisinden nefret etmedikleri şeyler (helâl kılınmıştır) onlardan yiyip istifade edebilirsiniz, (ve) Bir de (yırtıcı hayvanlardan) av köpeği, av kuşu gibi tuttuklarını çok kere yaralayan şeylerden (olup kendilerine Cenâb'ı Hak'kın size bildirdiğinden) size ilham buyurduğu tâlim ve terbiyeden, av avlama usulünden (kendilerine öğretmiş olduğunuz eğitilmiş av hayvanlarının) avladıkları da helâldir, (İmdi sizin için onların tuttuklarından yiyiniz. Ve onun üzerine) O hayvanı ava saldığınız zaman veya sizin için tutacağınızı boğazlamaya kavuştuğunuz vakit (üzerine) Bismillah diye (Allah'ın ismini zikrediniz ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) haram olan şeyleri işlemeyiniz, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ'nın hesabı pek çabuktur) sizleri süratle hesaba tâbi tutar. Gizli, açık her ne varsa hepsini tamamiyle bilir, ona göre hüküm verir. Binaenaleyh helâl şeyler ile yetinmeli, haram şeylerden de kaçınmalıdır ki mesuliyetten kurtulabilsin.
§ Av ve avcılık hakkındaki fıklıî meseleler: Bir avcı ava silâhı atarken veya eğitilmiş hayvanı saldırırken bir defa "Bismillahi, Allahüekber" demesi kâfidir. Bu halde birden fazla avlar alacakları yaradan dolayı ölecek olsalar etleri yiyilebilir.
§ Avcı, ava silâh atarken veya hayvanı saldırırken Besmele'i şerife'yi unutarak terketse hükmen okumuş sayılır. Fakat Besmeleyi kasden terkederse avın eti yiyilemez.
§ Av için kullanılan şeyler, ya eğitim görmüş köpek, doğan, pars, atmaca, şahıs gibi bir hayvan olur veya yaralayıcı bir silâh olur veya tuzak kurmak veya çukur kazmak veya bıçak ve kamış gibi keskin birşeyi yere dikmekte olur.
§ Bir av hayvanının eğitilmiş bir hâle geldiği ya galip bir görüş ile veya bilir kişiye müracaatla bilinir. Bu, İmamı Azama göredir. İmamı Azamdan diğer bir görüşe ve Imâmeyne göre ise azı dişleri olan bir hayvanın ard arda üç defa tuttuğu av hayvanını yemeyip terketmesiyle, tırnaklı bir av hayvanında salıverildiğinden sonra çağırıldığı zaman koşup gelmesiyle eğitilmiş olduğu anlaşılır. Pars gibi bir hayvanın eğitilmiş olduğu da hem yemeyi terk, hem de çağırıldığı zaman hemen dönüp gelmesiyle malûm olur.
Arslan, kaplan, ayı, hınzır gibi eğitime kabiliyetleri olmayan hayvanlar ile ise av avlamak caiz değildir.
§ Bir avın yiyilebilmesi için şu şartlar vardır:
(1) Av şer'an eti yiyilecek hayvanlardan olmalıdır. Meselâ: Bir hınzır, bir köpek avlansa eti yiyilemez.
(2) Avcı bir müslüman veya bir ehli kitap olmalıdır. Bir ateşperestin, bir putperestin veya İslâm'dan dönmüş birinin avladığı hayvanın eti yiyilemez. Haramdır.
(3) Avcı ava silâh atarken veya hayvanı saldırırken hakikaten veya hükmen Allah'ı anmalıdır.
(4) Av hayvanı henüz avcının eline girmeden hangi bir azasına isabet eden bir yaranın tesiriyle ölmelidir. Daha ölmeden elde edilirse boğazlanması lâzım gelir.
(5) Avcı silâh ila vurduğu veya eğitilmiş hayvan ile tutturup yaralattırdığı av hayvanını durmaksızın elde etmek için hemen koşmalıdır. Çünkü onu daha ölmeden elde edip boğazlamak mümkündür. Binaenaleyh bir müddet durduktan sonra gider de avı ölmüş bulursa artık onun eti yiyilemez. Başka bir sebeble ölmüş olması düşünülür. Fakat durmadan gider de onu yaralı bir halde ölmüş bulursa eti yiyilebilir. Bunda hükmen bir tezkiye var demektir.
(6) Ava saldırıları eğitilmiş hayvan da bir müddet durmadan hemen ava doğru yürümelidir ve kendisine eğitilmiş olmayan bir hayvan iştirak etmemelidir. Fakat pars gibi eğitilmiş hayvanın salıverildikten sonra avı avlamak için bir hile olarak bir yerde saklanıp durması zarar vermez.
(7) Av köpekleri gibi dişli eğitilmiş av hayvanları tuttukları avın etinden kendi kendilerine az çok yememelidirler. Yiyecek olurlarsa artık o ölmüş avın eti helâl olmaz. Fakat tırnaklı eğitilmiş hayvanların tutup etlerinden yedikleri avlar yiyilebilir. Çünki bu kısım hayvanların eğitilmiş olmaları yemeyi terk ile değil, belki çağırıldıkları zaman hemen geri dönüp gelmeleri iledir.
§ Vahşi hayvanları avlamak caizdir. Bunlar insanların istifadeleri için yaradılmışlardır. Bunları avlamak bir mubah kazanç yoludur. Fakat başka kazanç yolları bundan daha uygundur. Bir de bu avlamak keyfiyeti, eğlence için olmamalıdır. Böyle bir hareket, insana kalp katılığı verir, insanı şefkat hissinden mahrum bırakır. Cenâb-ı Hak'kın mahlûkatına şefkat göstermemiz ise bir ahlâkî faziletin icabıdır.
5. Bugün sizin için temiz nimetler helâl kılınmıştır. Ve kendilerine kitab verilmiş olanların yemeği sizin için helâldir, sizin yemeğiniz de onlar için helâldir. Ve mü'minlerden hür iffetli olanlar ve kendilerine kitab verilmiş olanlardan hür, iffetli olanlar onlara mihirlerini verdiğiniz, iffetli, zinadan uzak ve gizli dostlar edinmeden kaçınır bulunduğunuz takdirde -sizlere helâldir- ve her kim dinî hükümleri inkâr ederse muhakkak işlediği mahvolur. Ve o kimse âhirette de hüsrana uğramış olanlardandır.
5. Bu âyeti kerime, müslümanlara temiz nimetlerden istifâde etmenin ve şartları içerisinde mü'min hanımları ile, ehli kitap kadınlar ile evlenmenin helâl olduğunu, bu gibi şer'î hükümleri inkâr edenlerin de eliboş ve ziyanda olacaklarını beyan buyuruyor:
Şöyle ki: Ey Ümmeti Muhammedi. (Bugün) böyle dininizin hükümlerinin tamamlandığı zamandan itibaren (sizin için temiz nimetler) tabii olarak nefis, pislikten uzak olan gıda maddeleri ve diğer şeyler (helâl kılınmıştır) bunlardan istifâde edebilirsiniz, (ve kendilerine kitab verilmiş olanların) İsrail oğulları ile Hıristiyanların (yemeği sizin için helâldir) onların temiz yemeklerinden, ekmeklerinden, meyvelerinden, kesdikleri helâl hayvan etlerinden yiyebilirsiniz (sizin yemeğiniz de onlar için helâldir) siz de onlara kendi yemeklerinizden vesaireden verebilirsiniz. Onlar da sizin ziyafetlerinizde bulunabilirler. (Ve mü'min kadınlardan) korunmuş bulunanlar yani: (hür, iffetli olanlar) veyahut hür olsun olmasın iffetli bulunanlar isterse, cariye olsunlar, sizin için helâldir. Onlar ile evlenebilirsiniz, (ve kendilerine kitap verilmiş olanlardan) Yani: Yahudi veya Hıristiyan olan kadınlardan (hür, iffetli olanlar) da size helâldir. Onlar ile evlenebilirsiniz. Bu mü'min ve ehli kitap kadınlar ile evlenmenin helâl olması ise (onlara) o mü'mine veya kitabiye olanlara (mihirlerini verdiğiniz) yani: Kendileri için muayyen bir miktar mihir belirlediğiniz ve kendiniz de (iffetli, zinadan uzak ve gizli dostlar edinmeden) yani: Gayrı meşru şekilde kapatma kadınlar ile cinsel ilişkide bulunmadan (kaçınır bulunduğunuz takdirde) dir. Bu halde onlar. Ey müslümanlar!. (sizlere helâldirler) işte bunlar birer ilâhî hükümdür, bunlara riâyet lâzımdır, (ve her kim) Bu gibi (dinî hükümleri) İslâm kanunlarını (inkâr ederse) kâfir olacağından (işlediği) her iyi iş (mahvolur) onların artık uhrevî mükâfatını göremez, (ve o kimse) O inkarcı şahıs daha dünyada iken tövbe ve istiğfar etmezse (âhirette de hüsrana uğramış olanlardandır) ebedî bir felâkete, azaba mâruz kalacaktır. Dünyada iken nail oldukları bir kısım nîmetler, imtiyazlar, kendilerine o âhiret haleminde bir fâide vermiyecektir. Ebedî olarak eliboş ve ziyanda kalacaklardır.
6. Ey mü'minler!. Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayınız ve başlarınıza mesnediniz ve ayaklarınızı iki topuğa kadar yıkayınız ve eğer cünüb iseniz gusul ediniz -tamamen yıkanınız. Ve eğer hastalar iseniz veya sefer ha-linde iseniz veya sizden biri heladan gelmiş ise veya kadınlarınıza dokunmussanız da su bulamazsanız o halde temiz bir toprak ile teyemmüm ediniz, ondan yüzlerinize ve ellerinize meshediniz. Allah Teâlâ sizin üzerinize bir sıkıntı vermek istemez. Fakat o sizi tertemiz kılmak ve üzerinize nîmetini tamamlamak ister ki, şükür edesiniz.
6. Besinci âyeti kerime dünya ile ilgili şer'î hükümlere ait olduğu gibi bu altıncı âyeti kerime de ibadetlerle ilgili ser'î hükümlere ait bulunup abdestin ve guslün farziyetini ve teyemmümün sebeblerini ve bu husustaki dinî hikmeti göstermektedir. Şöyle ki: (Ey mü'minler!, namaza kalkacağınız) Yani: Namaz kılmak istediğiniz (zaman) abdesttiniz yok ise şöylece abdest alınız: Evvelâ (yüzlerinize) yani iki kulak yumuşakları arasındaki mahal ile alnında sac. bittiği yer ile çene altı arasında bulunan mahalli yıkayınız, (ve) ikinci olarak (dirseklerinize kadar) dirsekler de dahil olmak üzere (ellerinizi yıkayınız) dirseklerin yukarısını yıkamak ise mecburî değildir, (ve) üçüncü olarak (baslarınıza) yani iki kulağın üst tarafına bir kere (mesh ediniz) bu mesh, basın dörtte birine yapılır. Basın ön tarafına yapılması daha iyidir. Basın üzerindeki saçların üzerine mesh edilir. Fakat bastan sarkmış olan saçların üzerine meshedilemez. Şafiîlere göre basın en az bir miktarına mesh de yeterlidir. M âl i kiler ile Han belilere göre ise basın tamamına meshedilmesi vâcibtir, (ve) dördüncü olarak (ayaklan iki topuğa kadar yıkayınız) topuk denilen yüksekçe kemikleri yıkamak da lâzımdır. Bunların yukarısını yıkamak icab etmez. Ayaklar da usulü dairesinde mest var ise bunların üzerine belirli müddet içinde bir kere meshedilmesi de yeterlidir, İste bu dört âzâyı böylece yıkamak, abdestin dört tarzıdır. Elleri, kolları, ayaklan abdest niyetiyle üçer defa yıkayınca hem bu farzlar ifâ edilmiş, hem de peygamberin sünnetine riâyette bulunulmuş olur. (ve eğer cünüb iseniz) yani bir cinsel ilişki meydana gelmiş i5d veyahut uykuda veya uyanıkken Şehvetle meni gelmiş ise, veya hayız, nifas, doğum hâli sona ermiş ise <*Y müslüman erkekler ve kadınlar gusul ediniz) yani bütün vücudunuzu yıkayınız, bir kere ağzı, burnu ve bütün vücudu bolca bir su ile yıkayıp vücutta iğne ucu kadar bir kuru yer bırakmayınız, (ve eğer hastalar iseniz) bir halde ki, suyun kullanılması halinde ölmekten veya hastalığın artmasından korkulursa teyemmüm ile yetininiz, (veya sefer halinde iseniz veya sizden biri belâdan gelmiş ise veya kadınlarınıza dokunmussanız) yani onlar ile cinsel ilişkide bulunulmuş iken (su bulamazsanız) o halde temiz bir toprak ile (teyemmüm ediniz) söyle ki: Öyle bir toprak üzerine veya topraktan sayılan kaya parçası gibi b irs ey üzerine ellerinizi sürmek suretiyle (ondan) o toprağa veya emsaline bir kere ellerinizi sürerek onunla (yüzlerinize ve) bir kere de sürerek (ellerinize) dirseklerinize kadar (mesh ediniz) Nisa süresindeki 43 ncü âyeti kerimenin tefsirine müracaat!. (Allah Teâlâ sizin üzerinize) böyle abdest, güsül, teyemmüm gibi dinî vazifeleriniz hususunda (bir sıkıntı vermek is et eme z) sizi bunlar ile bos yere mükellef kılmış değildir, (fakat o sizi tertemiz kılmak) ister, sizi abdestsizlikten arındırmak, günahlardan kurtarmak ister, (ve) böyle serî hükümlerini beyan ile (üzerinize nîmetini itmam etmek ister ki) böyle faydalı, yüce, hükümleri öğrendiğinizden dolayı o yüce mabudunuza (şükür edesiniz) bu yüzden de ayrıca mükâfatlara nail olasınız.
§ Evet... Mükellef olduğumuz abdestin, guslün, teyemmümün de birçok fâideleri vardır. Bu cümleden olarak abdestin maddî ve manevî bir nice faydaları vardır. Vakit vakit abdest alan bir müslüman, temizliğe riâyet etmiş, temizliğe alışkanlık kazanmış bulunur. Kendisini bir takım hastalıklara sebebiyet verecek kirli hallerden korumuş olur. Bir hadisi şerifte ise: "Abdest üzerine abdest, nur üzerine nurdur" diye buyrıı I muştur.. Guslü gerektiren şeylere "hadesi ekber" denilir. Bunlardan dolayı bütün vücude bir fit ur, bir gevşeklik ariz olur. Gusul edilince de bu haller yok olur, bu sebeble insanın kalbinde bir uyanıklık vücude gelir, ruhu temizlenir, ibâdet ve itaat bir temizlik içerisinde yapılarak imanda bir nuranilik ortaya çıkar. Nitekim bir hadisi şerifte "ennezafetü minel imân == Temizlik imândandır" buyurulmuştur. Abdest alacak, gusul edecek bir sudan yoksun veya su kullanmaktan âciz bir mü'min, ümitsiz bir halde bulunarak bir neş'e ile ibâdette bulunamayacağı için Cenâb-ı Hak kendisine lûtf etmiş, bir kolaylık göstermiş, teyemmüm suretiyle bir manevî temizliğin meydana geleceğini kabul buyurmuştur. Binaenaleyh bir müslüman, bu teyemmüm sayesinde bir ruh ferahlığına kavuşur, dinî vazifesini bir temizlik içerisinde ifâ etmiş olduğunu bilerek bu husustaki müsaadesinden dolayı yüce mabuduna şükran arzında bulunur, bunun neticesinde de nice mükâfatlara nail olabilir. Velhâsıl: Bizim için birer ilâhî nîmet olan bu gibi dinî vazifelerimizin daha böyle nice fâideleri, hikmetleri vardır. Her müslüman bunu tasdik ve takdir ederek ona göre hayatını düzenlemelidir.
7. Ve Allah Teâlâ'nın üzerinizde bulunan nimetini ve "işittik ve itaat ettik" dediğiniz vakit Cenab'ı Hak'kın sizi onunla bağladığı ahdini hatırlayınız ve Allah Teâlâ'dan korkunuz. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ bütün kalplerde olanı bilir.
7. Bu mübarek âyetler, nail olduğumuz ilâhî nimetleri ve üstlenmiş olduğumuz abitleri hatırlamayı ve Cenâb-ı Hak'tan korkarak adaletle hüküm ve şahitlikte bulunmayı bizlere tenbih etmekte ve bir düşmanlık duygusuna kapılarak adaletten ayrılmaktan bizleri men buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ'nın üzerinizde bulunan nimetini) hatırlayınız. Sizi akıl ve zekâya sahip kılmış, sıhhat ve afiyete kavuşturmuş, günbe gün ilâhi lütuflarına mazhar etmiş ve özellikle sizi İslâmiyet'e hidâyet buyurmuştur. (Ve işittik ve itaat ettik dediğiniz vakit) Rasûlü Ekrem ile bey'atlaşmada bulunduğunuz zaman veya Hz. Adem'in sulbünden birer zürriyet olarak çıkarıldığınız an (Cenâb-ı Hak'kın sizi onunla) o verdiğiniz söz ile, (bağladığı) yaptığınız pekiştirilmiş (ahdini) de (hatırlayınız) ona riâyetten ayrılmayınız (ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) yapılmış olan ahd ve yemine aykırı hareketten çekininiz. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ bütün kalplerde) bütün gönüllerde (olanı) tamamen (bilir) artık bütün insanların zahir olan sözlerini, amellerini de daha iyi işitir, görür, bilir. Binaenaleyh hareketinizi ona göre tanzim ediniz, ilâhi hükümlere muhalefetten kaçınınız.
8. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ için hakkı ayakta tutanlar, ada-letle şahitler olunuz. Bir kavme olan buğzunuz, sizi adalet et-memeğe sevketmesin. Adalette bulununuz, o takvaya en yakındır ve Allah Teâlâ'dan korkunuz, şüphe yok ki, Allah Teâlâ ya-pacağınız şeylerden tamamen haberdardır.
8. (Ey imân edenler!. Allah Teâlâ için) Onun emir ve yasaklarına ilâhi hukukuna riâyet için fazlasıyla çalışarak (onu ayakta tutanlar) olunuz bundan ayrılmayınız ve (adaletle şahitler olunuz) haklarında şahitlik edeceğiniz kimselere karşı olan bağlılık veya düşmanlığınız sizi hakkiyle şahitlikten geri bırakmasın. Ve (bir kavme olan buğzunuz) şiddetli dargınlığınız (sizi adalet etmemeğe) onların haklarında gerçek dışı şahitliğe ve lâyık olmayan hükme ve yapılması caiz olmayan hareketlere (sevk etmesin) içinizi rahatlatmak ve intikam almak hissine mağlûb olmayınız, herhalde (adalette bulununuz) adaletten ayrılmayınız, (o) Adalet (takvaya en yakındır) size emredilen takva vazifesini yerine getirmeğe hizmetçidir, (ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) en büyük bir kulluk vazifesi olan takvadan ayrılmayınız. Selâmetiniz bununladır. (şüphe yok ki. Allah Teâlâ yapacağınız şeylerden tamamen haberdardır.) Artık O Yüce Yaratıcının, bu gibi emir ve yasaklarına bütün varlığınızla uyunuz ki, o Yüce Mabudun lütuflarına mazhar olasınız, onun elem verici azaplarından emin bulunasınız. Bütün bu ilâhi emirler, yasaklar insanlığın selâmet ve saadeti için birer muazzam ilâhi nimettir. Bunların şükrünü ifaya çalışmalıdır.
§ İslâm dininin yüceliğini bir kere düşünmeli, bu dini mübin, düşman milletlere karşı bile müslümanların adaletle hareket etmelerini emir etmektedir. Artık müslümanların birbirine karşı adâletden sapmaları etmeleri nasıl caiz olabilir!. İslâmiyet'in bu husustaki bu yüce hükmünü de düşünerek bu kutsi dini dâima yüceltmeye ve kutsallaştırmaya çalışıp durmak bütün insanlık âlemi için en mühim bir vazîf eşidir. Cenâb-ı Hak cümleye uyanmalar nasib buyursun âmîn.
9. Allah Teâlâ, imân edip iyi amellerde bulunanlara va'ad bu-vurmuş t ur ki onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
9. Bu mübarek âyetler, müslümanlara nail oldukları nîmetleri hatırlatarak takvada, Hak'ka tevekkülde bulunmalarını emir ediyor. İnkarcıların da ne büyük felâketlere düşeceklerini bildiriyor. Şöyle ki: (Allah Teâlâ) kullarından kalben tasdik ve lisânen ikrar suretiyle (imân edip) namaz, oruç gibi, adalet ve güzel şahitlik, yaptıkları ahda riâyet gibi (iyi amellerde bulunanlara vâd buyurmuştur ki, onlar için mağfiret) vardır. Bir kısım günahları af edilecek ve örtülecektir (ve) onlar için (büyük bir mükâfat vardır) ki, o'da cennettir. Orada ilâhî lütuflara kavuşmaktır. Ne büyük bir saadet!.
10. Ve o kimseler ki, küfrettiler ve bizim âyetlerimizi yalanladılar, onlar da cehennem ehlidirler.
10. (Ve o kimseler ki, küfrelliler) ahid ve yemine riayetkar olmadılar, imân edilecek şeyleri tamamen veya kısme.n inkâr ederek küfr ve şirke düştüler (ve bizim âyetlerimizi yalanladılar) Allah'ın birliğine şahitlik eden ve şahitliklerinde doğru oldukları, göstermeye muvaffak oldukları mucizeler ile sabit bulunan Peygamberleri, semavî kitabları ve diğer yaratılış harikalarının Allah'ın varlığına olan dalâletini yalanlayıp inkârda bulundular (onlar da) böyle bir küfr ve inkâr cinayetini işlemiş bulunanlar da (cehennem ehlidirler) cehennemde ebedî olarak kalacaklardır. Onların hak ettikleri bundan başka değildir.
§ Anlattıkları hikmetli olan Kur'an'ın teşvik ile korkutmanın, müjdeleme ile uyarmayı böyle bir araya getirerek insanlığı irşat ve ikaz etmektedir. Tâki insanlar uyansınlar, imân sayesinde ebedî saadetlerini temine çalışsınlar.
11. Ey imân edenler!. Sizin üzerinize olan nimeti ilâhiyeyi hatırlayınız ki, bir vakit bir kavim size ellerini uzatmayı kurmuştu, onların ellerini Cenâb-ı Hak sizden menetti. Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz, ve mü'minler artık Allah Teâlâ'ya tevekkül etsinler.
11. (Ey imân edenler) Allah'ın birliğini, Hz. Muhammed'in peygamberliğini tasdik eyleyenler!, (sizin üzerinize olan nimeti ilâhiyeyi hatırlayınız) Cenâb-ı Hak, sizi cehaletten küfür dalâletinden kurtarmış, Islâmî saadetine nail buyurmuştur ve özellikle hatırlayınız (ki, bir vakit bir kavim size ellerini uzatmayı kurmuştu) sizin üzerinize büyük bir kuvvetle hücum etmeğe karar vermişti, fakat (onların ellerini Cenâb-ı Hak sizden men etti) onların hücum teşebbüslerini sonuçsuz bıraktı, üzerinize hücum edemez oldular. Siz de onların saldırılarından emin bir halde kaldınız.
§ Rivayete göre "Zlenmar" savaşında Rasülü Ekrem Hazretleri eshabı kiramı ile bareber "Astan" denilen vadide öğle namazını kılarken düşmanlar bunu görmüşler, fakat yerlerinde durmuşlar, müslümanların üzerine hücum etmemişler, daha sonra ne için onların namazda bulunmalarından istifâde ederek hücum etmedik diye pişmanlıkta bulunmuşlar, ikindi namazını kılacakları zaman hücum etmek niyetinde bulunmuşlar. O zamana kadar da Cibrili Emin gelip korku namaz hakkındaki âyeti kerimeyi tebliğ etmiş, artık müslümanlar bu şekilde namazlarını nöbetleşme yoluyla kılarak düşmanlarının hücumundan emin bulunmuşlardır. İşte bu âyeti kerime bu olaya işaret etmektedir. Maamafih İslâm'ın başlangıcında müslümanlar zayıf idiler, sayıları az idi, düşmanları olan müşrikler ise büyük bir kitle halinde idiler. Buna rağmen ittifak ederek hep birden ehli İslâm üzerine saldıramamışlardır ki, bu da bir ilâhî korumadan başka birşey değildir. Binaenaleyh Cenâb-ı Hak dilediği zaman müslümanları düşmanlarından korur, artık ey müslümanlarl. Hem, o Yüce Mabuda şükrediniz (ve) hem de yalnız (Allah Teâlâ'dan korkunuz) başkalarından korkarak o Yüce Yaratıcınıza karşı vazifelerinizde kusur etmeyiniz (Ve) bütün (mü'minler artık) özellikle (Allah Teâlâ'ya tevekkül etsinler) başkalarına isvvekkül ve itimatta bulunmasınlar. Çünki Hak Teâlâ Hazretleri Yüce Zâtına tevekkül ve iltica edenleri şer ve fesattan korumak ve hayr ve saadete kavuşturmak için yeterlidir. Buna inanmışızdır.
12. Ve yemin olsun ki, Allah Teâlâ İsrail oğullarının ahdini almıştı ve onlardan oniki müfettiş göndermiştik. Ve Allah Teâlâ bu-yurmuştu ki: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı kılar ve zekâtı verir ve Peygamberlere inanır ve onlara kuvvetle yardımda bulu-nursanız ve Allah Teâlâ'ya güzel bir ödüne, verirseniz elbette sizden kusurlarınızı örterim ve sizi mutlaka altlarından ırmaklar akar cennetlere girdiririm. Fakat bundan sonra her kim kâfir olursa muhakkak ki, dümdüz yol ortasında sapıtmış olur.
12. Bu âyeti kerime, vaktiyle İsrail oğullarından alınmış olan ahd ve yemini ve onların ne gibi vazifeler ile mükellef bulunmuş olduklarını şöylece göstermektedir. Cenâb-ı. Hak, İsrail oğullarına Hz. Musa, Hz. Harun gibi Peygamberler göndermiş (ve yemin olsun ki. Allah Teâlâ İsrail oğullarının ahdini) Hz. Musa vâsıtasıyle (almıştı) Tevrat ile amel edeceklerine, onu ciddiyetle, bir sevinçle kabul eyleyeceklerine dâir söz vermişlerdi, (ve onlardan) o İsrail oğulları kabilelerinden kendilerine (oniki) nakib yani: Vekil, bakan (müfettiş göndermiştik) bunlar o kabilelerin işlerine bakar onlar adına kefalette bulunurlardı, (ve Allah Teâlâ) İsrail oğullarının Hz. Musa vâsıtasıyle lütfen (buyurmuştu ki: Ben) Yüce Yaratıcı, İlim, kudret ve yardım bakımından (sizinle beraberim) ben sizin bütün hareketlerinizi bilirim, size amellerinize göre mükâfat ve mücazat vermeğe kadirim ve sizin için düşmanlarınız üzerine yardımcıyım (eğer) siz (namazı kılar) iseniz, şartlarına ve erkânına tamamen riâyette bulunursanız (ve zekâtı verir) seniz, mallarınızın bir kısmını harcayarak nefislerinizi arındırmaya, temizlemeye çalışırsanız (ve Peygamberlere inanır) sanız, Musa Aleyhisselâm'dan sonra gönderilmiş olan Davüd, Süleyman, Yahya, Zekeriya, İsa ve Muhammed aleyhimüsselâtü vesselam gibi Yüce Peygamberleri de tasdik eylerseniz (ve onlara) o Peygamberlere (kuvvetle yardımda bulunursanız) o Peygamberlere saygıya, hizmete koşarsanız, onların düşmanlarına karşı cephe alarak hak dine yardımda bulunmaya çalışırsanız (ve Allah Teâlâ'ya güzel bir ödünç verirseniz) yani: Allah rızâsı için onun fakir kullarına sadakalar verir durursanız (elbette) ben Yüce Yaratıcı (sizden) meydana gelmiş olan (kusurlarınızı örterim) af ve mağfiret buyururum, çünkü iyilikler, kötülükleri yok eder. (ve sizi mutlaka altlarından ırmaklar akar cennetlere girdiririm) siz bu halde böyle bir ilâhî lütufa lâyık, bulunmuş olursunuz, (fakat bundan sonra) böyle sizden alınmış olan bir ahd ve yemini müteakib (her kim kâfir olursa) imân edilmesi gereken şeylerin tümünü veya bir kısmını inkârda bulunursa, meselâ: Hz. Muhammed'in peygamberliğini kabul etmezse (muhakkak ki) açık bir yoldan çıkmış, (dümdüz yol ortasında) iken öyle mazereti mümkün olmayan apaçık bir sapıklığa düşmüş, öyle bir hidâyet yolundan ayrılıp (sapıtmış olur) elbette gerçek olduğu gün gibi parıldanıp duran bir din yolunu bırakıp da dalâlet vadisine dalan kimselerin akibeti selâmetten, saadetten yoksun olmaktan başka birşey değildir. Ne felâket Yarabbi!..
13. Sonra yeminlerini bozmaları sebebiyle onlara lanet ettik, ve kalblerini kaskatı yaptık, onlar kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar. Ve kendilerine öğretilen şeylerden bir nasib almayı da unutmuş bulunurlar. Ve onlardan bir azı müstesna olmak üzere daima bir hainlik görürsün. Bununla beraber onlardan affet, aldırış etme. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ iyilik edenleri sever.
13. Bu âyeti kerime, İsrail oğullarının verdikleri söze riâyet etmeyip haince hareketlerde bulunup durduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: İsrail oğulları ahd ve misakta bulunmuşlardı, buna riâyet etmediler, bilâkis (Sonra yeminlerini bozmaları) onun aksine harekette bulunmaları (sebebiyle onlara lanet ettik) onları rahmetimizden uzaklaştırdık veya onları maymun, domuz suretine çevirdik veya onların üzerlerine haraç konularak kendilerini hâkimiyetten mahrum bıraktık (ve kalblerini kaskatı yaptık) imânı kabul etmeğe müsait olmayan bir katılığa tutulmuş oldular (onlar kelimeleri) Cenab'ı Hak'kın tertib buyurmuş olduğu (yerlerinden değiştiriyorlar) Bu cümleden olarak Son Peygamber Hazretlerinin vasıflarına ait âyetleri değiştiriyor ve bozuyorlar. Böyle Allah'ın âyetlerini değiştirmeğe cür'et ise en büyük bir kalp katılığı eseri değil midir?, (ve kendilerine öğretilen şeylerden) Allah tarafından kendilerine emr olunan hükümleri ve özellikle Son Peygamber Efendimize uymayı terkederek bunlardan fâideli (bir nasip) bir hidâyet feyzi (almayı da unutmuş) terketmiş (bulunurlar) ruhlarındaki katılık, yaptıkları kötülükler, kendilerini bir takım fâideli hakikatları görüp hatırlayamaz bir hâle getirmiştir. (Ve) Yüce Peygamberim!, (onlardan birazı) Abdullah bin Selâm gibi müslümanlığı kabul eden bazı zevat (müstesna olmak üzere dâima) yemini bozmak gibi, müslümanların aleyhine bir takım cahilleri teşvik gibi (bir hainlik görürsün) bu onların geleneksel adetleridir. (Bununla beraber) Ey Yüce Resul! (onlardan) gördüğün kusurları (affet) kendilerinden yüz çevir (aldırış etme) onların fenalıklarına karşı sen af ile ihsan ile muamelede bulun. Böyle kimseler hakkındaki af ve bağışlama affın üstünde bir ihsan demektir, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ iyilik edenleri sever) onları bu ihsanlarının mükâfatına kavuşturur.
§ Bu konuda müfessirlerin birkaç görüşü vardır. Bir görüşe göre ehli kitap hakkında böyle af ve bağış ile olan emir, Beraet süresindeki savaş ayetiyle neshedilmiştir. Diğer bir görüşe göre nesh yoktur. Bir kavim Rasülü Ekrem ile bir ahd ve yeminde bulunmuşlardı. Sonra bu ahda riâyet etmediler, bu âyeti kerime nazil olup onların hakkında af ile muamele yapılması emir olunmuştur. Üçüncü bir görüşe göre de bu emirden maksat, ehli kitap verdikleri sözde durdukça kendilerinden küçük kabilinden olarak meydana gelecek kusurlarının affedilmesidir. Nitekim bir Yahudinin Peygamber Efendimiz hakkında sihir yaptığı anlaşıldığı halde Rasülü Ekrem Hazretleri onu cezâlandırmayıp af etmiştir. Aynı şekilde bir Yahudi kadını Yüce Peygamber Efendimize zehirli birşey vermiş ve bunu peygamberin hayatına su'ikast için yaptığını da itiraf eylemiş olduğu halde Rasülü Ekrem Efendimiz o kadını bu ilâhî emre uyarak af buyurmuştur.
§ İsrail oğullarının kendilerinden alınmış olan ahdi bozmuş olduklarına dâir şöyle bir rivayet vardır. Fravun boğulup İsrail oğulları onun zulmundan kurtulunca Cenâb-ı Hak, İsrail oğullarına vatan olmak üzere Beyti Mukaddese gitmelerini, orada zorbalardan olan Kenanlılara karşı cihatta bulunmalarını emir etmiş, kendilerine zafer vereceğini de va'ad buyurmuştu. Hak Teâlâ Hazretleri Musa Aleyhisselâm'a da emretmişti ki, İsrail oğullarının her sıbtından = kabilesinden bir nakib - bir müfettiş tâyin etsin, bu nakibler onların memur oldukları şeyleri yapmalarına kefil bulunsun. Musa Aleyhisselâm, oniki kabileye, oniki nakip tayin etmiş İsrail oğulları Beyti Mukaddes'e yaklaşınca nakibler, Kenanlıların durumunu teftişe gönderilmişti. Bunlar Kenanlıları maddeten kuvvetli güçlü bir halde görerek korkmuşlar, dönünce bu gördüklerini İsrail oğullarına haber vermişlerdi. Halbuki, Hz. Musa, onlara evvelce tenbih etmişti ki, göreceğiniz şeyleri gelince İsrail oğullarına hemen haber vermeyiniz. Nakibler ise bu husustaki sözlerinde durmamışlar keyfiyeti İsrail oğullarına hemen haber vermişler, onların kuvve'i mâneviyelerini kırmışlar, cihad için vermiş oldukları sözlerinde durmayarak ahde vefada bulunmamışlardır. Yalnız nakiblerden iki zat verdikleri sözde durmuş, onlar gördükleri düşman küvetlerinden bahsederek İsrail oğullarının ahdi bozmalarına sebebiyet vermemişlerdir: Bu iki zat ise Keleb Ibni Yuhennâ ile Yüşâ Ibni Nun'dür. Kenanlılar Isa Erihada yerleşmiş bulunmakta idiler.
14. Ve biz Hırıstiyanız diyenlerden de ahdlarını almış idik. sonra ihtar edilmiş oldukları şeyden nasip almayı unuttular. Artık biz de onların arasına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin bıraktık. Ve Allah Teâlâ neler yapmış olduklarını yakında haber verecektir.
14. Bu âyeti kerime, Hıristiyan taifelerinin de ahd ve yemine riayetkar olmadıklarını, bu yüzden aralarında kıyamete kadar mücâdelelerin devam edeceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve biz) Yüce Yaratıcı, İsrail oğullarından söz almış olduğumuz gibi kendilerine gerçek dışı olarak (Hıristiyanız diyenlerden de ahdlarını almış idik) Allah'ın birliğini, bütün Peygamberleri ve özellikle son peygamberi tasdik ederek imanda sabit bulunmalarına dâir İncil'de kendilerine tenbîhât yapılmış, onlar da bunu teahhüd etmişlerdi. Bunlar Hz. İsa'ya karsı "Biz Allah'ın yardımcılarıyız Allah'ın dinine yardımda bulunanlarız" demişlerdi. Halbuki daha sonra Nesturiye, Yakubiye, Melkâiyye gruplarına ayrılarak ihtilâfa düşmüşler, Allah'ın birliği inancından mahrum kalmışlardır. Incildeki dinî emirler ve hükümleri de değiştirmiş ve bozmuşlardır. Evet... Bunlar (sonra ihtar edilmiş oldukları şeyden nasip almayı unuttular) İncil'e muhalif hareketlere cür'et ettiler, ve bilhassa Son Peygamber Hazretlerini tasdik ederek doğru bir inanç üzere bulunmaları hakkındaki ilâhî uyarıları terkettiler, (artık biz de) onların bu kötü davranışlarının bir cezası olmak üzere (onların arasına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin bıraktık) onlar Allah'ın kitabı amelî bıraktılar, dinî hükümleri değiştirdi ve tahrif ettiler, birbirine kâfir demeye başladılar, aralarında sürekli olarak savaşlar meydana geldi, bu savaşlar Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında meydana geldiği gibi Hıristiyan kabileleri arasında da meydana gelmiş ve gelmekte bulunmuştur. Bu hâl kıyamete kadar da devam edecektir, (ve Allah Teâlâ) onlara dünyada iken (neler) ne fena şeyler (yapmış olduklarını yakında) kıyamet gününde veya her birine ölür ölmez (haber verecektir) onları bu yüzden devamlı olarak ve cezaya mâruz kılacaktır. Ne müthiş bir ilâhî tehdit, bir Rabbani korkutma!
15. Ey ehli kitabi. Muhakkak size Resulümüz geldi. Kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyleri size açıklıyor, bir çoğundan da geçiveriyor. Şüphe yok ki, size Allah Teâlâ tarafından bir nur ve bir apaçık kitab gelmiştir.
15. Bu mübarek âyetler, bir nice hakikatları gizlemiş olan ehli kitabı uyanmaya, hakkı kabule davet ediyor, son peygamberin bütün insanlık için nasıl bir hidâyet rehberi olduğunu beyan buyuruyor. Şöyle ki: (Ey ehli kitab) Ey kendilerine vaktiyle Tevrat ve İncil kitapları verilmiş olan Yehudi ve Hıristiyan taifesi!, (muhakkak size Resulümüz) olan mahlükatın en üstünü ve bütün Peygamberlerin sonuncusu Muhammed Mustafa Aleyhisselâtü veselâm (geldi) sizi İslâm dinine davet ediyor, (kitaptan) Tevrat ve İncil'deki hükümlerden (gizlemekte olduğunuz birçok şeyleri) bu cümleden olarak Tevrat'taki evli olup da zina eden hakkında recim hükmünü ve İncil'deki son peygamberin vasıflarını ve diğer gizlediğiniz bir nice hükümleri (size açıklıyor) kanaat verecek şekilde izah ediyor. Son Peygamber Hazretleri hikmet gereği okumamış, yazmamış idi, Ümmî bulunuyordu, buna rağmen önceki kitap I ardaki hükümleri bilmesi, öyle gizli t ut ulag elen şeyleri olduğu gibi haber verip teshir eylemesi onun risaleti hakkında bir mucize, bir kesin şahitlik değil midir. Bununla beraber (bir çoğundan da geçiveriyor) saklamakta oldukları bir nice hususları da bildiği halde birer dinî faydaları olmadıkları için meydana çıkarmak istemiyor, onların hakkında müsamahada bulunuyor. Veyahut ehli kitaptan bir nicelerini affediyor, kusurlarından dolayı kendilerini cezalandırmıyor (şüphe yok ki) ey bütün insanlar!, (size Allah Teâlâ tarafından bir nur) gelmiştir ki, o da bütün ufuklara hidâyet nurlarını yayan Son Peygamber Hazretleridir, (ve bir açık kitap gelmiştir) ki, o da Kur'an-ı Kerim'dir, şimdiye kadar insanlara gizli kalmış, meçhul bulunmuş nice hakikatları beyan buyurup durmaktadır. Artık bunlardan istifadeye koşmalı değil midir?
16. Allah Teâlâ, rızasına tâbi olanları onunla selâmet yollarına götürür, ve onları izniyle zulmetlerden nura çıkarır ve onları dosdoğru bir yola hidâyet eder..
16. (Allah T e âlâ, rızâsına tâbi olanları) İmân edip İslâmiyet'i kabul eyleyenleri (onunla) O Yüce Peygamber ile, o Kur'an-ı Kerim vâsıtasıyle (selâmet yollarına götürür) onları azap ve cezadan kurtarır (ve onları izni ile) ilâhî iradesiyle ve başarı sağlamasıyla (zulmetlerden) küfrün çeşitlerinden, şeytanî vesveselerden uzaklaştırarak (nura) İslâm sahasına (çıkarır) onlara selâmet lütfeder (ve onları) o İslâmiyet! kabul etmiş olanları (dosdoğru bir yola) Hak'ka ulaşmak için yolların en yakını olan hak dine (hidâyet eder.) onları bu sayede cennetine, ilâhî nimetine nail buyurur. Ne yüce bir saadet!.
17. Şüphe yok ki, "Allah o Meryem'in oğlu Mesihtir" diyenler yemin olsun ki, muhakkak kâfir olmuşlardır. De ki: Eğer Meryem'in oğlu Mesih'i ve onun annesini ve yerde bulunanların hepsini helak etmek istese kim Allah'tan birşeye sahip olabilir!. Göklerin de, yerin de ve bunların aralarında bulunanların da mülkü Allah Teâlâ'ya aittir. Dilediğini yaratır. Ve Allah Teâlâ herşeye tamamiyle kadirdir.
17. (Şüphe yok ki. Allah o Meryem'in oğlu Mesih'tir, diyenler) Hz. İsa'ya böyle ilahlık isnat edenler (yemin olsun ki, muhakkak kâfi I olmuşlardır) onlar Allah'ın birliğini inkâr etmiş, mahlûkattan olan bir zatı ilahlık mertebesinden görmüş oldukları için kâinatın yaratıcısını inkâr ederek küfre düşmüşlerdir. Habibim onlara (de ki:) bir kere düşününüz, (Eğer) Allah Teâlâ Hazretleri (Meryem'in oğlu Mesih'i ve onun annesini ve yerde bulunanların hepsini helak etmek istese) kim mâni olabilir?. Nitekim Meryem'i dünya hayatından mahrum bırakmış, asırlardan beri nice milyarlarca insanları ölümün pençesinde güçsüz bırakmıştır. Binaenaleyh, Hz. Mesih'de bir insandır, o da Cenâb-ı Hak'kın koruması olmasa bir dakika bile yaşayamaz. Bütün kâinat, Allah Teâlâ'nındır. Onun yaratmasının birer eseridir. Bunlarda kimsenin ortaklığı yoktur. Artık (kim Allah'tan birşeye mâlik olabilir?.) kim birşeye yaratma bakımından sâhib ve mutasarrıf olabilir, hangi bir kimse, Cenâb-ı Hak'kın tasarrufuna, sahipliğine, hayat verme öldürmesine mâni bulunabilir?. Hz. İsa'da Allah'ın bir mahlûku olduğundan o da böyle bir kudret ve selâhiyete sahip olamaz. Onun elinde meydana gelen hârikalar, bütün Allah'ın kudreti iledir. (Göklerde, yerde ve bunların arasında bulunanların da mülkü Allah Teâlâ'ya aittir.) Bütün semalardaki melekler, yeryüzündeki insanlar, fezadaki, yerlerin altındaki, denizlerin içindeki mahlûkat bütün Allah Teâlâ'nın mülk ve tasarrufu altındadırlar. İşte Hz. Mesih de bunlardan biridir. O Yüce Yaratıcı (Dilediğini yaratır) isterse bir insanı Hz. Adem gibi babasız ve anasız olarak yaratır ve isterse bir insanı Hz. Isa gibi babasız olarak vücude getirir, onun kudreti herşeye yeterlidir. Artık Hz. İsa'nın babasız olarak yaradılmış olduğu için ona ilahlık nasıl isnat edilebilir?, (ve Allah Teâlâ herşeye tamamiyle kadirdir.) Evet... Cenâb-ı Hak'kın kudreti sonsuzdur. Bir kulunu harikulade bir şekilde vücude getirmesi, o kulunun vasıtasıyle bir takım hârikaları yaratması nasıl uzak görülebilir? Ve onun yaratmış olduğu bir mahlûka nasıl olur da ilahlık, yaratıcılık, mâbudluk vasfı verilebilir?. Halbuki, Hıristiyan taifesi böyle bir isnada cür'et etmişlerdir.
§ Evet... Hıristiyan taifesinden bilhassa Yakubiye, Melkâiye grupları Hz. İsa'nın bağımsız olarak i I âh lığına inanmışlardır. Onlara göre Allah Teâlâ belirli bir insanın bedenine veya ruhuna girerek o şekilde görülebilir. Binaenaleyh bizim gördüğümüz Isa, Allah Teâlâ'dan başka değildir, demiş oluyorlar. Bir de lâhutiyet sıfatı ancak Allah Teâlâya mahsustur. Hıristiyanlar ise Isa Aleyhisselâm'a lâhutiyet isnat etmekle onun bağımsız olarak Allah Teâlâ'dan ibaret olduğuna inanmış oluyorlar, isterse bunu açıkça iddia etmesinler. Onlar Hz. İsa'ya bizzat yaratmak, diriltmek ve öldürmek kudretini yaptırdıkları için bu bakımdan da küfr ve şirke düşmüş bulunuyorlar.
18. Yahudi ve Hıristiyanlar, bîz Allah'ın oğullarıyız ve dostlarıyız dediler. De ki: Ya ne için size günahlarınız sebebiyle azap ediyor?. Siz ancak onun yarattıklarından bir beşersiniz. Ve dilediğine mağfiret eder ve dilediğine azap eder ve göklerin, yerin ve aralarında bulunanların mülkü bütün Allah'ındır ve nihayet dönüş de On a'dır.
18. Bu âyeti kerime, ehli kitabın ne kadar bencil olarak cüretkârca iddialarda bulunur olduklarını gösteriyor. Ve bu iddiaları reddediyor Şöyle ki: "Yahudiler Üzeyr Allah'ın oğludur, Hıristiyanlar da Mesih Allah'ın oğludur" dediler (ve Yehudi ve Hıristiyanlar) taifeleri kendilerinin de böyle fevkalâde bir ayrıcalığa sahip olduklarını iddia ederek herbiri: (biz Allah'ın oğullarıyız ve dostlarıyız dediler) yani:
Yahudiler: Madem ki, bizim büyüğümüz olan Üzeyr, Allah'ın oğludur, bizler de onun evlât ve torunları ve yakınları bulunduğumuz için Allah Teâlâ'nın oğulları yerindeyiz, demek isterler. Hıristiyanlar da madem ki Mesih Allah'ın oğludur, diyerek aynı iddiada bulunurlar. Nitekim bir hükümdarın yakınları da makamı iftiharda kendilerine hükümdarlık isnat ederek: "biz bu memleketin hükümdarlarıyız" derler. İşte Yahudiler de Hıristiyanlar da kendi selefleri olan Peygamberler sebebiyle kendilerini başka milletler üzerine üstün görerek böyle bir iddiada açıkça veya dolaylı olarak bulunmuşlardır.
§ Rivayete göre Rasülü Ekrem Hazretleri Yahudilerden bir cemaati İslâm dinine davet etmiş onları Allah Teâlâ'nın azabıyle korkutmuş onlar da: "Sen bizi nasıl ilâhî azap ile korkutuyorsun ki, biz Allah'ın oğullarıyız, dostlarıyız demişler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Hıristiyanlar da aynı iddiada bulunmuşlardır. Hatta bozulmuş inciller'de okumaktadırlar ki, Hz. Isa, Hıristiyan taifesine hitaben: Ben, benim ve sizin babanıza gidiyorum demiş, bu sebeple Cenâb-ı Hak'kın oğulları olduklarım iddiaya cür'et etmişlerdir. Habibim!. Onlara (de ki:) eğer bu iddianız doğru ise Cenâb-ı Hak, (ya ne için size günahlarınız sebebiyle azap ediyor?.) bir baba evlâdını, bir dost dostlarını hiç cezalandırır mı?. Halbuki, Hak Teâlâ Hazretleri sizi dünyada bile vakit vakit azaplara uğratıyor, nice öldürülmelere, esaretlere mâruz bırakıyor, düşmanlarınız olan putperestler tarafından Beyti Mukaddes yıkılmış, aranızda en feci savaşlar devam edip durmakta bulunmuştur. Hatta siz bile iddia ediyorsunuz ki, Cenâb-ı Hak size âhirette sayılı günlerde azap edecektir. Yok yok siz hâşâ Allah'ın oğulları değilsiniz (siz ancak onun yaratıklarından bir beşersiniz) diğer mahlûkatı kabilindensiniz, başkaları üzerine öyle bir meziyetiniz yoktur, (ve) Allah Teâlâ mahlukatından (dilediğine) mü'min kullarına ilâhî lütfü ile mağfiret eder) insanlık icâbı yapmış oldukları kusurları af eder ve örter, (ve dilediğine azap eder) özellikle Allah'ın birliğini ve Peygamberlerin bir kısmını inkâr Sen kimseleri de ebedî olarak azaba uğratır, (ve göklerin, yerin ve aralarında bulunanların) bütün mahlûkatın (mülkü) varlığı, mülkiyeti (bütün Allah'ındır) bütün bunlar, o Yüce Yaratıcının mülkiyeti ve kulu olmakla vasıflanmıştırlar, hepsi de onun melekut, kudret ve azameti altında bulunmaktadır. Bunlarda istediği gibi tasarruf eder, dilediğini yaşatır, dilediğini öldürür: Dilediğine sevab verir, dilediğini de azaba sokar (ve sonunda dönüş de Ona'dır) Âhirette yalnız o Yüce Yaratıcının hükmü alanına gidilecektir. İyilik yapanlara sevablar verecek, dilediği günahkarları da lâyık oldukları cezalara kavuşturacaktır. Artık bunun aksi nasıl iddia edilebilir?.
19. Ey ehli kitabi. Peygamberlerin arası kesilmiş olduğu bir za-manda size apaçık beyanda bulunur olarak Resulümüz geldi. Tâki bize ne müjdeleyici ve ne de azab ile korkutucu gelmedi demeye-siniz. İşte size müjdeleyici ve korkutucu geldi. Ve Allah Teâlâ herşeye tamamiyle kadirdir.
19. Bu âyeti kerime, bütün insanlığa Allah'ın dinini tebliğ eden Son Peygamber Hazretlerinin gönderilmiş olmasıyle artık hiçbir taifenin bizi uyaracak ve irşad edecek bir zat gelmedi diye mazeret ileri sürmesine mahal kalmadığını bildirmektedir. Şöyle ki: (Ey ehli kitap) Ey İsrail oğulları. Ey Hıristiyanlar taifesi (Peygamberlerin arası kesilmiş) çoktan beri insanlığa Peygamber gönderilmeyip ilâhî vahy inmez (olduğu bir zamanda size) dinî hükümleri ve sizin gizlediğiniz hakikatları (apaçık) bir şekilde size (beyanda bulunur olarak Resulümüz) Hz. Muhammed Aleyhisselâm (geldi) insanlık âleminde yeniden bir risâlet nuru tecelli etmeğe başladı (tâki) biz mazuruz (bize ne) cennet ile, ilâhî lütuflar ile, (müjdeleyici) bir peygamber geldi, (ne de) bizleri cehennem ile, uhrevî (azab ile korkutucu) bir Peygamber geldi (demeyesiniz) hayır, sizin mazeretiniz yok. (işte size müjdeleyici ve korkutucu) yaratıcınızın emirlerini, yasaklarını, yardımlarını, azaplarını size genişçe bildiren Son Peygamber Hazretleri (geldi) artık ona tâbi olmanız, o sayede cehaletten, dalâletten kurtularak hidâyete ermeniz lâzım gelmez mi?. (Ve Allah Teâlâ herşeye tamamiyle kadirdir) Binaenaleyh öyle peygamberlerin arası kesildiği böyle bir Yüce Peygamberi bütün insanlığa dinî hükümlerine tebliğe memur etmeğe de kadirdir. Bu sayede insanlık âlemi, ilâhî dinden onun bütün hükümlerinden kıyamete kadar haberdar olabilecektir. Gerçekten de İslâmiyet, bütün insanlık âleminde yayılmış,, Islâmiyetin dayandığı Kur'an'ı Kerim, bütün medeniyet âlemine yayılmaya başlamıştır. Artık hiçbir millet, biz hakiki bir dinden haberdar olamadık diye mazeret beyan edemiyecektir. Dünya işlerinde o kadar çalışan ve gayret gösteren milletlerin, ilâhî din hususunda da çalışmaları, hakkı araştırmaları, İslâmiyet'in yüce mahiyetini kavrayarak o sayede hakiki istikballerini temine gayret göstermeleri elbette kendileri için en mühim bir vazifedir.
§ İki Peygamber arasındaki zamana "devri fetret" denir ki, ilâhî vahy kesilmiş, insanlara gevşeklik ariz olarak dinî vazifelerine karşı laubalice bir vaziyet almış olacakları için o zamana bu fetret ismi verilmiştir. Fetret müddetlerinin mikdarı hakkında muhtelif rivayetler vardır. Bir rivayete göre Hz. Musa ile Hz. Isa arasındaki müddet bin yedi yüz senedir. Bu müddet zarfında bin nebi gönderilmiştir. Hz. Isa ile Son Peygamber Efendimiz arasındaki müddet de altı yüz senedir. Bu müddet içinde dört nebi gönderilmiştir ki, bunların üç İsrail oğullarındandır, biri de arablardan olup adı Halit Ibni Sinan'dır. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
20. Ve bir vakit de Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim!. Allah Teâlâ'nın üzerinize olan nimetini hatırlayınız ki, içinizde Peygamberler vücude getirdi ve sizleri hükümdarlar kıldı ve âlem-lerden hiçbir ferde vermediğini sizlere verdi.
20. Bu mübarek âyetler, İsrail oğullarının vaktiyle nail oldukları nimetlere ve kendilerinden alınmış olan sözlere muhalif hareketlerinden dolayı eliboş ve ziyanda olacaklarını şöylece bildirmektedir, İsrail oğulları sürekli olarak haktan ayrılmış, kavuşmuş oldukları nimetleri takdir edemiyerek isyanda bulunmuşlardır. (Ve bir vakit de Musa) İsrail oğullarından olan (kavmine demişti ki. Ey kavmim! Allah Teâlâ'nın üzerinizde olan nimetini) birçok lûtuflarını, yardımlarını (hatırlayınız ki,) sizin için büyük bir şeref ve imtiyaz olmak üzere (içinizde) kendi yakınlarınızdan bir nice (Peygamberler vücude getirdi) ki, hiçbir millet arasından o kadar Peygamber çıkmamıştır. Hattâ Hz. Musa'nın seçtiği yetmiş zat vardır ki, hepsi de İsrail oğulları Peygamberlerinden sayılırlar. Bunlar ile beraber Cebelitur'a gitmiş idi. Hz. Yakub'un evlât ve torunları arasından da nice Peygamberler zuhur etmiştir. (Ve) Cenâb-ı Hak (sizleri) Ey İsrail oğulları (hükümdarlar kıldı) yâni: Firavun'un helakinden sonra İsrail oğullarını esaretten kurtardı hürriyete, hâkimiyete, servet ve zenginliğe, hizmetçiler ve maiyet halkına kavuşturdu, (ve) Hak Teâlâ (alemlerden) kendi zamanlarına kadar olan geçmiş milletlerden (hiçbir ferde vermediğini sizlere verdi) ezcümle deniz yarılıp İsrail oğullarına yol verdi, düşmanları olan Firavun'u ise boğdu, bulutlar üzerlerine gölgelik yaptı, kendilerine kudret helvası ve bıldırcın denilen nimetler verildi, taşlardan sular fışkırarak akmaya başladı. Artık bu nimetlere şükretmeli değil mi idiler?. Artık Peygamberlerinin emirlerine itaat etmeli değil mi idiler, ne yazık ki, onlar öyle yapmadılar.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ey imân edenler!. Sağlam akitleri yerine getiriniz. Sizin için behîme denilen hayvanat helâl kılınmıştır. Ancak size haram ol-dukları bildirilecek olanlar müstesna ve siz ihrama girmiş bir halde iken avlamayı helâl görmemek şartiyle. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ dilediği ile hükmeder.
1. Bu âyeti kerime, anılaşmalara riâyet edilmesini ve haram olduğu beyan olunan hayvanlardan başkasının helâl bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey imân edenler!) Cenab'ı Hak'kın size uymanızı gerekli kılmış olduğu hükümlere ait ve kendi aranızda meşru şekilde yaptığınız, üstlendiğiniz emanetlere, muamelelere dâir (sağlam âbidleri yerine getiriniz) bunlara riâyette n ayrılmayınız. (Sizin için en'âm kabilinden olan behime helâl kılınmıştır) onları yiyebilirsiniz.
§ Behime: Dört ayaklı bulunup karalarda ve denizlerde yasayan herhangi akılsız bir hayvandır. Çoğulu: Behaimdir. En'âm ise koyunlardan, keçilerden, develer ile sığırlardan ibarettir. İste bunların birer behime olan dişileri de erkekleri de yiyilebilir. En'âm süresine müracaat ediniz. (Ancak size haram oldukları bildirilecek olanlar müstesna) Onların etlerinden yiyemezsiniz, size haramdır, (ve) bir de (siz) hac için (ihrama girmiş bir halde iken) karada (avlamayı) avcılık yapmayı ve harem bölgesinden avlanacak bir hayvanın etinden yemeyi (helâl görmemek şartiyle) başkaları da size helâldir. Elverir ki başkasının hukukuna tecavüz edilmesin. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ dilediği İle hükmeder) Dilediği şjeylerin helâl olduğuna ve diğer dilediği şeylerin haram bulunduğuna mutlak olarak hükmedebilir. O kâinatın yaratıcısının hiçbir hükmüne, hiçbir kimsenin itiraza selahiyeti yoktur. Özellikle onun hükümleri nice hikmetleri gerektirir. Kulların vazifeleri ise o hükümleri teşekkür ile kabul edip ona göre hareketlerini tanzim etmektir.
§ Bu maide sûresi, Hz. Peygamber'in hicretinden sonra Medine'i Münevvere'de nazil olmuştur. Yüzyirmi âyeti kapsamaktadır âyet
kerimesi veda haccında cumaya tesadüf eden arife günü ikindiden sonra nazil olmuştur ve Müslümanlar hakkında ilâhî lutüfların tecellisini, İslâmiyet in dinlerin en mükemmeli olup Allah'ın korumasında bulunduğunu ehli imâna müjde eylemektedir. Bu mübarek sûre, İslâm dinine ait ilâhî hükümlerin İslâm âlemine tamamen tebliğ edildiğini bildirmektedir. Müslümanlara helâl olup olmayan şeyleri tâyin ederek onların hattı hareketlerini aydınlatmaktadır. Ehli kitap ile münafıklara dâir de uyanık olmalarını gerektiren beyanları kapsamaktadır. İçtimaî, iktisadî muamelelere ve maddî manevî emanetlere dâir şer'î meseleleri içermektedir. Bu sebeple bu sûre'i celile, bütün ehli imân için bir manevî, kutsî ilâhî sofradır. Bütün müslümanlar için bir ruhanî ziyafethanede ortaya konmuş olan nimetleri içine alır. Hz. İsa'nın nail bulunmuş olduğu bir semavî sofrayı da Allah'ın lütfuna bir örnek olarak göstermektedir.
2. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'nın dinî hükümlerini ve haram olan aya ve hareme gönderilen kurbana ve gerdanlıklı kurban hayvanlarına ve Rablerinden lütuf ve rıza talebinde bulunarak beyti hareme gelmek kasdında bulunanlara tecavüzü helâl saymayınız. İhramdan çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz. Sizi mescidi haramdan engellemiş olduklarından dolayı bir kavime olan öfkelenmeniz sizi sakın tecavüze sevketmesin. Ve birr ve takva üzere yardımlasınız ve günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayınız. Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz, şüphe yok ki, Allah Teâlâ'nın azabı pek şiddetlidir.
2. Bu âyeti kerime, mukaddesata hörmeti, hukuka riâyeti, intikam duygularından kaçınarak hak yolunda yardımlama ve destekleşmede bulunulmasını gayrı meşru yardımlaşmalardan, yakınlaşmalardan da sakınılmasını emretmektedir. Şöyle ki: (Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'nın) şeairullah denilen haccın vakitlerine, merasimine dâir veyahut bütün dinî farizelere dâir olan (dinî hükümlerine) riâyet ediniz, bunlara muhalefeti helâl görmeyiniz (ve haram olan aya) yâni hac ayına veyahut haram aylar denilen zilkade, zilhicce, muharrem ve receb aylarına da hörmet ediniz, bunlarda kesin olarak gerekmedikçe savaşta bulunmayınız, (ve) hedy'e (hareme gönderilen kurbana ve) bir kurban alâmeti olmak üzere boyunlarına bir şey bağlanılmış, böylece (gerdanlıklı) bulunmuş olan (kurban hayvanlarına) dokunmayınız. Onlara saldırıda bulunmayınız, (ve rablarından) Yüce Mâbudlarından (fazi) sevab veya ticaret yoluyla rızk (ve rıdvan) Hak Teâlâ'nın rızâsı (talebinde bulunarak) ziyaret için (beyti hareme gelmek kasdinde bulunanlara tecavüzü helâl saymayınız) onların gelip Beytullah'ı tam bir emniyet ile ziyaret etmelerine mâni olmayınız. Bu ziyaretçilerden maksat bazı zevata göre müslümanlardır. Bu bakımdan bu âyeti kerime muhkemdir, bu maide sûresinde neshedilmiş bir âyet yoktur. Bu sûre'i celilede onsekiz farize vardır ki, hepsi de olduğu gibi dinî bir vazifedir. Diğer bir görüşe göre bu nazmı şerif müslümanları içine aldığı gibi gayri müslimleri de içine alır. İslâm'ın başlangıcında onların da Beytullah'ı ziyaretlerine mâni olunmamakta idi. Daha sonra onların Mescidi Haram'a yaklaşmaları yasaklanmıştır. Bu itibarla bu âyeti kerime kayıtlıdır, bunun hükmü kısmen gayri müslimler hakkında neshedilmiştir. Ey müslümanlar!. (ihramdan çıktığınız zaman artık) avlanınız. Yani: (avlanabilirsiniz) sizin için bunda bir günah yoktur. Bu mubah kılmak olan bir emirdir, (sizi) Hudeybiye senesi (mescidi haramdan) onu ziyaretten, tavafta bulunmaktan (engellemiş olduklarından dolayı bir kavme olan öfkelenmeniz) şiddetli gazabınız (sizi) o kavme karşı (sakın) öldürme vesaire suretiyle (tecavüze sevketmesin) sizi gönül rahatlaması için intikama sürüklemesin, (ve) sizler ey müslümanlar!, (bir) yani: Allah'ın rızâsına muvafık hayırlı amel (ve tekva üzere) haram olan şeylerden sakınmak suretiyle (yardımlasınız) birbirinize yardımda bulununuz, (ve günah ve düşmanlık üzere) intikam maksadıyle ve Allah'ın hududuna tecâvüz suretiyle (yardımlaşmayanız) öyle gayrimeşru şekillerde teşriki mesâide bulunmayınız, (ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun azabından sakınınız, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ'nın azabı) onun kutsal hükümlerine muhalefet edenler hakkında (pek şiddetlidir.» artık haksız yere başkalarının hayatına, servetine, harekât ve sekenatına suikasidde bulunmayınız. Sonra kendinizi Allah'ın azabından kurtaramazsınız.
3. Sizlere ölü, kan, domuz eti, Allah Teâlâ'dan başkasının adına boğazlanan hayvan, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, susulmuş, veya canavar yemiş, daha ölmeden boğazladığınız müstesna, ve dikili taşlar üzerine boğazlanan hayvanlar ve zarlar ile kısmet istemeniz haram kılınmıştır. Bunlar birer fısıktır. Bugün kâfirler sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Artık onlardan korkmayınız, benden korkunuz, bugün sizin için dininizi ikmâl ettim, ve sizin üzerinize nîmetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmiyet'e razı oldum. İmdi her kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa günaha meyilli olmaksızın -o yasak etlerden hayatını kurtaracak miktar yiyebilir şüphe yok ki, Allah Teâlâ çok bağışlayandır, pek esirgeyendir.
3. Bu âyeti kerime haram olan on şeyi bildiriyor, İslâm dininin Allah'ın rızâsına uygun, en mükemmel bir din olduğunu müjdeliyor. Çaresiz olan müslümanlar
hakkındaki şer'î müsâadeyi beyan buyuruyor. Şöyle ki: Ey İslâm milleti! (Sizlere ölü) yani: kesilmeksizin ruhu kendisinden ayrılmış, İaşe adını almış olan hayvan haramdır, bunun etinden yiyemezsiniz, (kanı) hayat sahibi bir mahlûktan akan kan da haramdır, (domuz eti) de haramdır. Domuz hayvanların en harisi, en kıskanmayanıdır. Yasaklara en ziyade düşkünüdür, kendi dişi arkadaşı üzerine diğer erkek domuzların saldırdıklarını gördüğü halde hiç aldırmaz. Gıdanın ise ahlâk ve evsaf üzerinde pek ziyade tesiri vardır. Bunun içindir ki, domuz eti haram bulunmuştur. (Allah Teâlâ'dan başkasının namına boğazlanan hayvan) meselâ: Bismillah denilmeyip de bismillah denilerek kesilen veya Cenâb-ı Hak'kın rızası için değil de hangi bir şahsın şerefi adına besmelesiz kesilmiş hayvanın eti de haramdır, (boğulmuş) gerek bir insan tarafından ve gerek başka bir mahlûk tarafından boğazı sıkılarak öldürülmüş hayvan da haramdır, (vurulmuş) meselâ: Üzerine tesadüfen isabet eden bir kurşunla veya kendisine birşeyin çarpmasıyla ölmüş hayvan eti de haramdır, (yuvarlanmış) meselâ yüksek bir yerden düşerek veya kuyu içine atılarak ölmüş bir hayvanın eti de haramdır. Fakat havada bulunan bir kuş, kendisine avlamak maksadıyle atılan bir kurşunla ölüpte yere düşecek olsa bunun eti helâldir. Çünkü bu halde onun yere düşmesi zaruridir, (susulmuş) yani: Başka bir hayvanın boynuzu ile vurulup öldürülmüş bir hayvan da haramdır, (veya canavar yemiş) yani bir canavar tarafından öldürülerek kısmen eti yenilmiş olan hayvan da haramdır, kalan eti yiyilemez, (daha ölmeden boğazladığınız) hayvanlar (müstesna) dır. Böyle kazaya uğrayan hayvanlardan hangi birisi daha ölmeden usulü dairesinde boğazlanırsa onun esasen yasaklanmış olmayan etini yemek helâldir, (ve dikili taşlar üzerine boğazlanan hayvanlar) da haramdır. Câhiliyet zamanında Kâbe'i Muazzama'nın etrafına konulmuş taşlar vardı, bu taşlara taparcasına riâyet eder bunlara saygı için kurban keserlerdi. İşte böyle putlar adına kesilen hayvanların etleri de haramdır, yiyilemez, (ve zarlar ile kısmet istemeniz) de (haranı kılınmıştır) câhiliyet zamanında mühim bir işte bulunup bulunmamak için "ezlam" denilen oklar ile kur'a çekerlerdi. Şöyle ki: Bunlar üç ok idi, birinin üzerine "Rabbim bana emretti" diğerinin üzerine de "Rabbim beni nehy etti" üçüncünün üzerine "gaflet etti" diye yazılı bulunurdu. Bunları bir torba içine korlar, bu oklardan rastgele birini seçip çıkarırlardı. Eğer "Rabbim bana emretti" yazılı ok çıkarsa o işe başlanır, meselâ ticaret için bir yere gidilirdi, "Rabbim beni nehy etti" yazılı ok çıkarsa o işten vazgeçilirdi, "gaflet etti" diye yazılı ok çıkarsa tekrar bir kur'a çekilirdi. İşte böyle bir muamele ile hattı hareketi tayine kalkışmak da haramdır, (bunlar birer fısıktır) bütün bu haram şeyleri yapmak, hak'ka itaatden çıkmak, haramı işlemek veya böyle oklar ile kısmet istemek fısıktır, ilâhî emre muhalefettir. Bir kere yiyilmeleri haram olan şeylerin bu haram oluşları bir takım hikmetlere dayanmaktadır. Bunlar sağlığın korunması bakımından da zararlı şeylerdir. Zarlar ile uğraşanlar ise bununla gayb ilminden haberdar olma iddiasında bulunmuş olurlar. Halbuki, gaybı Cenâb-ı Hak'tan başkası bilemez. Binaenaleyh bu gibi zararlı, şer'an yasaklanmış şeylerden kaçınmalı, son derece yüce, eşsiz İslâm dininin kutsal, manâlı hükümlerine riayetkar olmalıdır, işte Yüce Allah dinimizin yüceliğini şöylece beyan buyuruyor: Ey müslümanlar!. (bugün) bu kavuştuğunuz mutlu zaman veya bu âyeti kerimenin nüzul ettiği vakit artık (kâfirler sizin dininizden) dininize galip geleceklerinden, sizi dininizden çevireceklerinden ümitlerini keserek (ümitsizliğe düşmüşlerdir) isteklerine kavuşamamışlar ve ziyanda kalmışlardır, (artık) ey müslümanlar! (onlardan) o dininizin düşmanlarından (korkmayınız) onların İslâm dininin meydana çıkma ve yayılmasına mâni olacaklarından endişeye düşmeyiniz, Allah Teâlâ İslâm dinini meydana çıkarmış ve yüceltmiştir. (benden korkunuz) yalnız benim bir olan yüce zatımdan tam bir ihlâs ile korkun ve bana saygılı bulunun. Çünki (bugün sizin için dininizi ikmâl ettim) sizi zafere kavuşturdum, İslâm dinini bütün dinler üzerine galip kıldım, dininizin imân esaslarını şeriat esaslarını tamamen bildirdim, bütün kulluk vezâif elerinizi size tebliğ büyürdüm, (ve sizin üzerinize nimetimi tamamladım) Mekke'i Mükerreme'nin fethini, onun içine tam bir emniyetle girmeyi, câhiliyet kalıntılarının yıkılması ve yok edilmesini size nasib kıldım, (ve sizin için dîn olarak İslâmiyet'e razı oldum) sizin için İslâm dinini seçtim. Bütün dinî hükümetine boyun eğip teslimiyetle bulunarak hidâyet ve saadete nail olmaya çalışınız ve haram kılınan şeylerden kaçınınız, (İmdi her kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa) hayatını kurtaracak başka bir yiyecek bulamazsa (günaha meyilli olmaksızın) bir zevk almak için veya mhsat miktarından fazla veya kendisi gibi bir çaresizin elinden kapıp kaçırmak suretiyle olmaksızın (o yasaklanmış etlerden hayatını kurtaracak nektar yiyebilir) bu bir çaresizlik ve zaruret halidir, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ çok bağışlayandır) o yiyeceğinizi affeder ve (pek esirgeyendir.) onu bir rahmet eseri olarak size mubah kılmıştır. Ondan dolayı sizi cezalandırmaz.
§ Rivayete göre bir Yahudi, Hz. Ömer'e hitaben: Ey Müminlerin Emirü, "sizin kitabınızda bir âyet var ki, onu okumaktasınız, eğer o bir Yahudi cemaatine nazil olmuş
olsaydı, o günü bayram edinirdik" demiş, Hz. Ömer de "o hangi âyettir" diye sormuş, Yahudi "o <!£|*-Sü o_lo \ a j-*J\ <& ayetidir." Demiş, Hz. Ömer de: Biz o
âyeti kerimenin nazil olduğu zamanı da mekânı da biliriz. Hz. Peygamber cuma günü arefede bulunurken nazil olmuştur diye buyurmuş ve o günün müslümanlarca zaten bir bayram günü olduğuna işaret etmiştir.
§ Rivayete göre bu âyeti kerime nazil olunca Hz. Ömer ağlamış İslâm dini tekemmül etmiş olduğundan peygamberlik görevinin sona ermesi nedeniyle Rasülü Ekrem Hazretlerinin artık dünyadan alâkasını kesip ebediyet âlemine irtihal buyuracağına kanaat getirmiş ve gerçekten de bu âyeti kerimenin nuzûlundan seksen bir gün sonra Fahri âlem Hazretleri âhirete irtihâl buyurmuştur Sallallahü Teâlâ Aleyhi Vesellem.
4. Senden sorarlar ki, kendileri için helâl kılınmış olan şey nedir? De ki: Sizin için temiz nimetler helâl kılınmıştır. Ve yırtıcı hay-vanlardan olup Cenab'ı Hak'kın size bildirdiğinden kendilerine öğretmiş olduğunuz eğitilmiş av hayvanlarının -avladıkları da he-lâldir- İmdi sizin için onların tuttuklarından yeyiniz, ve onun üzerine Allah'ın ismini zikrediniz ve Allah Teâlâ'dan korkunuz. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ'nın hesabı pek çabuktur.
4. Bu âyeti kerime, müslümanlar için bir kısım helâl olan şeyleri av ve avlamanın meşru oluş şeklini şöylece bildirmektedir. Habibim!. (Senden) müslümanlar (sorarlar ki) kendileri için helâl kılınmış olan şey nedir?, ne gibi şeylerden yiyip istifade edebilirler?. Onlara (de ki: Sizin için temiz nimetler) selim tabiatların pis görmedikleri, kendisinden nefret etmedikleri şeyler (helâl kılınmıştır) onlardan yiyip istifade edebilirsiniz, (ve) Bir de (yırtıcı hayvanlardan) av köpeği, av kuşu gibi tuttuklarını çok kere yaralayan şeylerden (olup kendilerine Cenâb'ı Hak'kın size bildirdiğinden) size ilham buyurduğu tâlim ve terbiyeden, av avlama usulünden (kendilerine öğretmiş olduğunuz eğitilmiş av hayvanlarının) avladıkları da helâldir, (İmdi sizin için onların tuttuklarından yiyiniz. Ve onun üzerine) O hayvanı ava saldığınız zaman veya sizin için tutacağınızı boğazlamaya kavuştuğunuz vakit (üzerine) Bismillah diye (Allah'ın ismini zikrediniz ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) haram olan şeyleri işlemeyiniz, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ'nın hesabı pek çabuktur) sizleri süratle hesaba tâbi tutar. Gizli, açık her ne varsa hepsini tamamiyle bilir, ona göre hüküm verir. Binaenaleyh helâl şeyler ile yetinmeli, haram şeylerden de kaçınmalıdır ki mesuliyetten kurtulabilsin.
§ Av ve avcılık hakkındaki fıklıî meseleler: Bir avcı ava silâhı atarken veya eğitilmiş hayvanı saldırırken bir defa "Bismillahi, Allahüekber" demesi kâfidir. Bu halde birden fazla avlar alacakları yaradan dolayı ölecek olsalar etleri yiyilebilir.
§ Avcı, ava silâh atarken veya hayvanı saldırırken Besmele'i şerife'yi unutarak terketse hükmen okumuş sayılır. Fakat Besmeleyi kasden terkederse avın eti yiyilemez.
§ Av için kullanılan şeyler, ya eğitim görmüş köpek, doğan, pars, atmaca, şahıs gibi bir hayvan olur veya yaralayıcı bir silâh olur veya tuzak kurmak veya çukur kazmak veya bıçak ve kamış gibi keskin birşeyi yere dikmekte olur.
§ Bir av hayvanının eğitilmiş bir hâle geldiği ya galip bir görüş ile veya bilir kişiye müracaatla bilinir. Bu, İmamı Azama göredir. İmamı Azamdan diğer bir görüşe ve Imâmeyne göre ise azı dişleri olan bir hayvanın ard arda üç defa tuttuğu av hayvanını yemeyip terketmesiyle, tırnaklı bir av hayvanında salıverildiğinden sonra çağırıldığı zaman koşup gelmesiyle eğitilmiş olduğu anlaşılır. Pars gibi bir hayvanın eğitilmiş olduğu da hem yemeyi terk, hem de çağırıldığı zaman hemen dönüp gelmesiyle malûm olur.
Arslan, kaplan, ayı, hınzır gibi eğitime kabiliyetleri olmayan hayvanlar ile ise av avlamak caiz değildir.
§ Bir avın yiyilebilmesi için şu şartlar vardır:
(1) Av şer'an eti yiyilecek hayvanlardan olmalıdır. Meselâ: Bir hınzır, bir köpek avlansa eti yiyilemez.
(2) Avcı bir müslüman veya bir ehli kitap olmalıdır. Bir ateşperestin, bir putperestin veya İslâm'dan dönmüş birinin avladığı hayvanın eti yiyilemez. Haramdır.
(3) Avcı ava silâh atarken veya hayvanı saldırırken hakikaten veya hükmen Allah'ı anmalıdır.
(4) Av hayvanı henüz avcının eline girmeden hangi bir azasına isabet eden bir yaranın tesiriyle ölmelidir. Daha ölmeden elde edilirse boğazlanması lâzım gelir.
(5) Avcı silâh ila vurduğu veya eğitilmiş hayvan ile tutturup yaralattırdığı av hayvanını durmaksızın elde etmek için hemen koşmalıdır. Çünkü onu daha ölmeden elde edip boğazlamak mümkündür. Binaenaleyh bir müddet durduktan sonra gider de avı ölmüş bulursa artık onun eti yiyilemez. Başka bir sebeble ölmüş olması düşünülür. Fakat durmadan gider de onu yaralı bir halde ölmüş bulursa eti yiyilebilir. Bunda hükmen bir tezkiye var demektir.
(6) Ava saldırıları eğitilmiş hayvan da bir müddet durmadan hemen ava doğru yürümelidir ve kendisine eğitilmiş olmayan bir hayvan iştirak etmemelidir. Fakat pars gibi eğitilmiş hayvanın salıverildikten sonra avı avlamak için bir hile olarak bir yerde saklanıp durması zarar vermez.
(7) Av köpekleri gibi dişli eğitilmiş av hayvanları tuttukları avın etinden kendi kendilerine az çok yememelidirler. Yiyecek olurlarsa artık o ölmüş avın eti helâl olmaz. Fakat tırnaklı eğitilmiş hayvanların tutup etlerinden yedikleri avlar yiyilebilir. Çünki bu kısım hayvanların eğitilmiş olmaları yemeyi terk ile değil, belki çağırıldıkları zaman hemen geri dönüp gelmeleri iledir.
§ Vahşi hayvanları avlamak caizdir. Bunlar insanların istifadeleri için yaradılmışlardır. Bunları avlamak bir mubah kazanç yoludur. Fakat başka kazanç yolları bundan daha uygundur. Bir de bu avlamak keyfiyeti, eğlence için olmamalıdır. Böyle bir hareket, insana kalp katılığı verir, insanı şefkat hissinden mahrum bırakır. Cenâb-ı Hak'kın mahlûkatına şefkat göstermemiz ise bir ahlâkî faziletin icabıdır.
5. Bugün sizin için temiz nimetler helâl kılınmıştır. Ve kendilerine kitab verilmiş olanların yemeği sizin için helâldir, sizin yemeğiniz de onlar için helâldir. Ve mü'minlerden hür iffetli olanlar ve kendilerine kitab verilmiş olanlardan hür, iffetli olanlar onlara mihirlerini verdiğiniz, iffetli, zinadan uzak ve gizli dostlar edinmeden kaçınır bulunduğunuz takdirde -sizlere helâldir- ve her kim dinî hükümleri inkâr ederse muhakkak işlediği mahvolur. Ve o kimse âhirette de hüsrana uğramış olanlardandır.
5. Bu âyeti kerime, müslümanlara temiz nimetlerden istifâde etmenin ve şartları içerisinde mü'min hanımları ile, ehli kitap kadınlar ile evlenmenin helâl olduğunu, bu gibi şer'î hükümleri inkâr edenlerin de eliboş ve ziyanda olacaklarını beyan buyuruyor:
Şöyle ki: Ey Ümmeti Muhammedi. (Bugün) böyle dininizin hükümlerinin tamamlandığı zamandan itibaren (sizin için temiz nimetler) tabii olarak nefis, pislikten uzak olan gıda maddeleri ve diğer şeyler (helâl kılınmıştır) bunlardan istifâde edebilirsiniz, (ve kendilerine kitab verilmiş olanların) İsrail oğulları ile Hıristiyanların (yemeği sizin için helâldir) onların temiz yemeklerinden, ekmeklerinden, meyvelerinden, kesdikleri helâl hayvan etlerinden yiyebilirsiniz (sizin yemeğiniz de onlar için helâldir) siz de onlara kendi yemeklerinizden vesaireden verebilirsiniz. Onlar da sizin ziyafetlerinizde bulunabilirler. (Ve mü'min kadınlardan) korunmuş bulunanlar yani: (hür, iffetli olanlar) veyahut hür olsun olmasın iffetli bulunanlar isterse, cariye olsunlar, sizin için helâldir. Onlar ile evlenebilirsiniz, (ve kendilerine kitap verilmiş olanlardan) Yani: Yahudi veya Hıristiyan olan kadınlardan (hür, iffetli olanlar) da size helâldir. Onlar ile evlenebilirsiniz. Bu mü'min ve ehli kitap kadınlar ile evlenmenin helâl olması ise (onlara) o mü'mine veya kitabiye olanlara (mihirlerini verdiğiniz) yani: Kendileri için muayyen bir miktar mihir belirlediğiniz ve kendiniz de (iffetli, zinadan uzak ve gizli dostlar edinmeden) yani: Gayrı meşru şekilde kapatma kadınlar ile cinsel ilişkide bulunmadan (kaçınır bulunduğunuz takdirde) dir. Bu halde onlar. Ey müslümanlar!. (sizlere helâldirler) işte bunlar birer ilâhî hükümdür, bunlara riâyet lâzımdır, (ve her kim) Bu gibi (dinî hükümleri) İslâm kanunlarını (inkâr ederse) kâfir olacağından (işlediği) her iyi iş (mahvolur) onların artık uhrevî mükâfatını göremez, (ve o kimse) O inkarcı şahıs daha dünyada iken tövbe ve istiğfar etmezse (âhirette de hüsrana uğramış olanlardandır) ebedî bir felâkete, azaba mâruz kalacaktır. Dünyada iken nail oldukları bir kısım nîmetler, imtiyazlar, kendilerine o âhiret haleminde bir fâide vermiyecektir. Ebedî olarak eliboş ve ziyanda kalacaklardır.
6. Ey mü'minler!. Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayınız ve başlarınıza mesnediniz ve ayaklarınızı iki topuğa kadar yıkayınız ve eğer cünüb iseniz gusul ediniz -tamamen yıkanınız. Ve eğer hastalar iseniz veya sefer ha-linde iseniz veya sizden biri heladan gelmiş ise veya kadınlarınıza dokunmussanız da su bulamazsanız o halde temiz bir toprak ile teyemmüm ediniz, ondan yüzlerinize ve ellerinize meshediniz. Allah Teâlâ sizin üzerinize bir sıkıntı vermek istemez. Fakat o sizi tertemiz kılmak ve üzerinize nîmetini tamamlamak ister ki, şükür edesiniz.
6. Besinci âyeti kerime dünya ile ilgili şer'î hükümlere ait olduğu gibi bu altıncı âyeti kerime de ibadetlerle ilgili ser'î hükümlere ait bulunup abdestin ve guslün farziyetini ve teyemmümün sebeblerini ve bu husustaki dinî hikmeti göstermektedir. Şöyle ki: (Ey mü'minler!, namaza kalkacağınız) Yani: Namaz kılmak istediğiniz (zaman) abdesttiniz yok ise şöylece abdest alınız: Evvelâ (yüzlerinize) yani iki kulak yumuşakları arasındaki mahal ile alnında sac. bittiği yer ile çene altı arasında bulunan mahalli yıkayınız, (ve) ikinci olarak (dirseklerinize kadar) dirsekler de dahil olmak üzere (ellerinizi yıkayınız) dirseklerin yukarısını yıkamak ise mecburî değildir, (ve) üçüncü olarak (baslarınıza) yani iki kulağın üst tarafına bir kere (mesh ediniz) bu mesh, basın dörtte birine yapılır. Basın ön tarafına yapılması daha iyidir. Basın üzerindeki saçların üzerine mesh edilir. Fakat bastan sarkmış olan saçların üzerine meshedilemez. Şafiîlere göre basın en az bir miktarına mesh de yeterlidir. M âl i kiler ile Han belilere göre ise basın tamamına meshedilmesi vâcibtir, (ve) dördüncü olarak (ayaklan iki topuğa kadar yıkayınız) topuk denilen yüksekçe kemikleri yıkamak da lâzımdır. Bunların yukarısını yıkamak icab etmez. Ayaklar da usulü dairesinde mest var ise bunların üzerine belirli müddet içinde bir kere meshedilmesi de yeterlidir, İste bu dört âzâyı böylece yıkamak, abdestin dört tarzıdır. Elleri, kolları, ayaklan abdest niyetiyle üçer defa yıkayınca hem bu farzlar ifâ edilmiş, hem de peygamberin sünnetine riâyette bulunulmuş olur. (ve eğer cünüb iseniz) yani bir cinsel ilişki meydana gelmiş i5d veyahut uykuda veya uyanıkken Şehvetle meni gelmiş ise, veya hayız, nifas, doğum hâli sona ermiş ise <*Y müslüman erkekler ve kadınlar gusul ediniz) yani bütün vücudunuzu yıkayınız, bir kere ağzı, burnu ve bütün vücudu bolca bir su ile yıkayıp vücutta iğne ucu kadar bir kuru yer bırakmayınız, (ve eğer hastalar iseniz) bir halde ki, suyun kullanılması halinde ölmekten veya hastalığın artmasından korkulursa teyemmüm ile yetininiz, (veya sefer halinde iseniz veya sizden biri belâdan gelmiş ise veya kadınlarınıza dokunmussanız) yani onlar ile cinsel ilişkide bulunulmuş iken (su bulamazsanız) o halde temiz bir toprak ile (teyemmüm ediniz) söyle ki: Öyle bir toprak üzerine veya topraktan sayılan kaya parçası gibi b irs ey üzerine ellerinizi sürmek suretiyle (ondan) o toprağa veya emsaline bir kere ellerinizi sürerek onunla (yüzlerinize ve) bir kere de sürerek (ellerinize) dirseklerinize kadar (mesh ediniz) Nisa süresindeki 43 ncü âyeti kerimenin tefsirine müracaat!. (Allah Teâlâ sizin üzerinize) böyle abdest, güsül, teyemmüm gibi dinî vazifeleriniz hususunda (bir sıkıntı vermek is et eme z) sizi bunlar ile bos yere mükellef kılmış değildir, (fakat o sizi tertemiz kılmak) ister, sizi abdestsizlikten arındırmak, günahlardan kurtarmak ister, (ve) böyle serî hükümlerini beyan ile (üzerinize nîmetini itmam etmek ister ki) böyle faydalı, yüce, hükümleri öğrendiğinizden dolayı o yüce mabudunuza (şükür edesiniz) bu yüzden de ayrıca mükâfatlara nail olasınız.
§ Evet... Mükellef olduğumuz abdestin, guslün, teyemmümün de birçok fâideleri vardır. Bu cümleden olarak abdestin maddî ve manevî bir nice faydaları vardır. Vakit vakit abdest alan bir müslüman, temizliğe riâyet etmiş, temizliğe alışkanlık kazanmış bulunur. Kendisini bir takım hastalıklara sebebiyet verecek kirli hallerden korumuş olur. Bir hadisi şerifte ise: "Abdest üzerine abdest, nur üzerine nurdur" diye buyrıı I muştur.. Guslü gerektiren şeylere "hadesi ekber" denilir. Bunlardan dolayı bütün vücude bir fit ur, bir gevşeklik ariz olur. Gusul edilince de bu haller yok olur, bu sebeble insanın kalbinde bir uyanıklık vücude gelir, ruhu temizlenir, ibâdet ve itaat bir temizlik içerisinde yapılarak imanda bir nuranilik ortaya çıkar. Nitekim bir hadisi şerifte "ennezafetü minel imân == Temizlik imândandır" buyurulmuştur. Abdest alacak, gusul edecek bir sudan yoksun veya su kullanmaktan âciz bir mü'min, ümitsiz bir halde bulunarak bir neş'e ile ibâdette bulunamayacağı için Cenâb-ı Hak kendisine lûtf etmiş, bir kolaylık göstermiş, teyemmüm suretiyle bir manevî temizliğin meydana geleceğini kabul buyurmuştur. Binaenaleyh bir müslüman, bu teyemmüm sayesinde bir ruh ferahlığına kavuşur, dinî vazifesini bir temizlik içerisinde ifâ etmiş olduğunu bilerek bu husustaki müsaadesinden dolayı yüce mabuduna şükran arzında bulunur, bunun neticesinde de nice mükâfatlara nail olabilir. Velhâsıl: Bizim için birer ilâhî nîmet olan bu gibi dinî vazifelerimizin daha böyle nice fâideleri, hikmetleri vardır. Her müslüman bunu tasdik ve takdir ederek ona göre hayatını düzenlemelidir.
7. Ve Allah Teâlâ'nın üzerinizde bulunan nimetini ve "işittik ve itaat ettik" dediğiniz vakit Cenab'ı Hak'kın sizi onunla bağladığı ahdini hatırlayınız ve Allah Teâlâ'dan korkunuz. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ bütün kalplerde olanı bilir.
7. Bu mübarek âyetler, nail olduğumuz ilâhî nimetleri ve üstlenmiş olduğumuz abitleri hatırlamayı ve Cenâb-ı Hak'tan korkarak adaletle hüküm ve şahitlikte bulunmayı bizlere tenbih etmekte ve bir düşmanlık duygusuna kapılarak adaletten ayrılmaktan bizleri men buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ'nın üzerinizde bulunan nimetini) hatırlayınız. Sizi akıl ve zekâya sahip kılmış, sıhhat ve afiyete kavuşturmuş, günbe gün ilâhi lütuflarına mazhar etmiş ve özellikle sizi İslâmiyet'e hidâyet buyurmuştur. (Ve işittik ve itaat ettik dediğiniz vakit) Rasûlü Ekrem ile bey'atlaşmada bulunduğunuz zaman veya Hz. Adem'in sulbünden birer zürriyet olarak çıkarıldığınız an (Cenâb-ı Hak'kın sizi onunla) o verdiğiniz söz ile, (bağladığı) yaptığınız pekiştirilmiş (ahdini) de (hatırlayınız) ona riâyetten ayrılmayınız (ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) yapılmış olan ahd ve yemine aykırı hareketten çekininiz. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ bütün kalplerde) bütün gönüllerde (olanı) tamamen (bilir) artık bütün insanların zahir olan sözlerini, amellerini de daha iyi işitir, görür, bilir. Binaenaleyh hareketinizi ona göre tanzim ediniz, ilâhi hükümlere muhalefetten kaçınınız.
8. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ için hakkı ayakta tutanlar, ada-letle şahitler olunuz. Bir kavme olan buğzunuz, sizi adalet et-memeğe sevketmesin. Adalette bulununuz, o takvaya en yakındır ve Allah Teâlâ'dan korkunuz, şüphe yok ki, Allah Teâlâ ya-pacağınız şeylerden tamamen haberdardır.
8. (Ey imân edenler!. Allah Teâlâ için) Onun emir ve yasaklarına ilâhi hukukuna riâyet için fazlasıyla çalışarak (onu ayakta tutanlar) olunuz bundan ayrılmayınız ve (adaletle şahitler olunuz) haklarında şahitlik edeceğiniz kimselere karşı olan bağlılık veya düşmanlığınız sizi hakkiyle şahitlikten geri bırakmasın. Ve (bir kavme olan buğzunuz) şiddetli dargınlığınız (sizi adalet etmemeğe) onların haklarında gerçek dışı şahitliğe ve lâyık olmayan hükme ve yapılması caiz olmayan hareketlere (sevk etmesin) içinizi rahatlatmak ve intikam almak hissine mağlûb olmayınız, herhalde (adalette bulununuz) adaletten ayrılmayınız, (o) Adalet (takvaya en yakındır) size emredilen takva vazifesini yerine getirmeğe hizmetçidir, (ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) en büyük bir kulluk vazifesi olan takvadan ayrılmayınız. Selâmetiniz bununladır. (şüphe yok ki. Allah Teâlâ yapacağınız şeylerden tamamen haberdardır.) Artık O Yüce Yaratıcının, bu gibi emir ve yasaklarına bütün varlığınızla uyunuz ki, o Yüce Mabudun lütuflarına mazhar olasınız, onun elem verici azaplarından emin bulunasınız. Bütün bu ilâhi emirler, yasaklar insanlığın selâmet ve saadeti için birer muazzam ilâhi nimettir. Bunların şükrünü ifaya çalışmalıdır.
§ İslâm dininin yüceliğini bir kere düşünmeli, bu dini mübin, düşman milletlere karşı bile müslümanların adaletle hareket etmelerini emir etmektedir. Artık müslümanların birbirine karşı adâletden sapmaları etmeleri nasıl caiz olabilir!. İslâmiyet'in bu husustaki bu yüce hükmünü de düşünerek bu kutsi dini dâima yüceltmeye ve kutsallaştırmaya çalışıp durmak bütün insanlık âlemi için en mühim bir vazîf eşidir. Cenâb-ı Hak cümleye uyanmalar nasib buyursun âmîn.
9. Allah Teâlâ, imân edip iyi amellerde bulunanlara va'ad bu-vurmuş t ur ki onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
9. Bu mübarek âyetler, müslümanlara nail oldukları nîmetleri hatırlatarak takvada, Hak'ka tevekkülde bulunmalarını emir ediyor. İnkarcıların da ne büyük felâketlere düşeceklerini bildiriyor. Şöyle ki: (Allah Teâlâ) kullarından kalben tasdik ve lisânen ikrar suretiyle (imân edip) namaz, oruç gibi, adalet ve güzel şahitlik, yaptıkları ahda riâyet gibi (iyi amellerde bulunanlara vâd buyurmuştur ki, onlar için mağfiret) vardır. Bir kısım günahları af edilecek ve örtülecektir (ve) onlar için (büyük bir mükâfat vardır) ki, o'da cennettir. Orada ilâhî lütuflara kavuşmaktır. Ne büyük bir saadet!.
10. Ve o kimseler ki, küfrettiler ve bizim âyetlerimizi yalanladılar, onlar da cehennem ehlidirler.
10. (Ve o kimseler ki, küfrelliler) ahid ve yemine riayetkar olmadılar, imân edilecek şeyleri tamamen veya kısme.n inkâr ederek küfr ve şirke düştüler (ve bizim âyetlerimizi yalanladılar) Allah'ın birliğine şahitlik eden ve şahitliklerinde doğru oldukları, göstermeye muvaffak oldukları mucizeler ile sabit bulunan Peygamberleri, semavî kitabları ve diğer yaratılış harikalarının Allah'ın varlığına olan dalâletini yalanlayıp inkârda bulundular (onlar da) böyle bir küfr ve inkâr cinayetini işlemiş bulunanlar da (cehennem ehlidirler) cehennemde ebedî olarak kalacaklardır. Onların hak ettikleri bundan başka değildir.
§ Anlattıkları hikmetli olan Kur'an'ın teşvik ile korkutmanın, müjdeleme ile uyarmayı böyle bir araya getirerek insanlığı irşat ve ikaz etmektedir. Tâki insanlar uyansınlar, imân sayesinde ebedî saadetlerini temine çalışsınlar.
11. Ey imân edenler!. Sizin üzerinize olan nimeti ilâhiyeyi hatırlayınız ki, bir vakit bir kavim size ellerini uzatmayı kurmuştu, onların ellerini Cenâb-ı Hak sizden menetti. Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz, ve mü'minler artık Allah Teâlâ'ya tevekkül etsinler.
11. (Ey imân edenler) Allah'ın birliğini, Hz. Muhammed'in peygamberliğini tasdik eyleyenler!, (sizin üzerinize olan nimeti ilâhiyeyi hatırlayınız) Cenâb-ı Hak, sizi cehaletten küfür dalâletinden kurtarmış, Islâmî saadetine nail buyurmuştur ve özellikle hatırlayınız (ki, bir vakit bir kavim size ellerini uzatmayı kurmuştu) sizin üzerinize büyük bir kuvvetle hücum etmeğe karar vermişti, fakat (onların ellerini Cenâb-ı Hak sizden men etti) onların hücum teşebbüslerini sonuçsuz bıraktı, üzerinize hücum edemez oldular. Siz de onların saldırılarından emin bir halde kaldınız.
§ Rivayete göre "Zlenmar" savaşında Rasülü Ekrem Hazretleri eshabı kiramı ile bareber "Astan" denilen vadide öğle namazını kılarken düşmanlar bunu görmüşler, fakat yerlerinde durmuşlar, müslümanların üzerine hücum etmemişler, daha sonra ne için onların namazda bulunmalarından istifâde ederek hücum etmedik diye pişmanlıkta bulunmuşlar, ikindi namazını kılacakları zaman hücum etmek niyetinde bulunmuşlar. O zamana kadar da Cibrili Emin gelip korku namaz hakkındaki âyeti kerimeyi tebliğ etmiş, artık müslümanlar bu şekilde namazlarını nöbetleşme yoluyla kılarak düşmanlarının hücumundan emin bulunmuşlardır. İşte bu âyeti kerime bu olaya işaret etmektedir. Maamafih İslâm'ın başlangıcında müslümanlar zayıf idiler, sayıları az idi, düşmanları olan müşrikler ise büyük bir kitle halinde idiler. Buna rağmen ittifak ederek hep birden ehli İslâm üzerine saldıramamışlardır ki, bu da bir ilâhî korumadan başka birşey değildir. Binaenaleyh Cenâb-ı Hak dilediği zaman müslümanları düşmanlarından korur, artık ey müslümanlarl. Hem, o Yüce Mabuda şükrediniz (ve) hem de yalnız (Allah Teâlâ'dan korkunuz) başkalarından korkarak o Yüce Yaratıcınıza karşı vazifelerinizde kusur etmeyiniz (Ve) bütün (mü'minler artık) özellikle (Allah Teâlâ'ya tevekkül etsinler) başkalarına isvvekkül ve itimatta bulunmasınlar. Çünki Hak Teâlâ Hazretleri Yüce Zâtına tevekkül ve iltica edenleri şer ve fesattan korumak ve hayr ve saadete kavuşturmak için yeterlidir. Buna inanmışızdır.
12. Ve yemin olsun ki, Allah Teâlâ İsrail oğullarının ahdini almıştı ve onlardan oniki müfettiş göndermiştik. Ve Allah Teâlâ bu-yurmuştu ki: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı kılar ve zekâtı verir ve Peygamberlere inanır ve onlara kuvvetle yardımda bulu-nursanız ve Allah Teâlâ'ya güzel bir ödüne, verirseniz elbette sizden kusurlarınızı örterim ve sizi mutlaka altlarından ırmaklar akar cennetlere girdiririm. Fakat bundan sonra her kim kâfir olursa muhakkak ki, dümdüz yol ortasında sapıtmış olur.
12. Bu âyeti kerime, vaktiyle İsrail oğullarından alınmış olan ahd ve yemini ve onların ne gibi vazifeler ile mükellef bulunmuş olduklarını şöylece göstermektedir. Cenâb-ı. Hak, İsrail oğullarına Hz. Musa, Hz. Harun gibi Peygamberler göndermiş (ve yemin olsun ki. Allah Teâlâ İsrail oğullarının ahdini) Hz. Musa vâsıtasıyle (almıştı) Tevrat ile amel edeceklerine, onu ciddiyetle, bir sevinçle kabul eyleyeceklerine dâir söz vermişlerdi, (ve onlardan) o İsrail oğulları kabilelerinden kendilerine (oniki) nakib yani: Vekil, bakan (müfettiş göndermiştik) bunlar o kabilelerin işlerine bakar onlar adına kefalette bulunurlardı, (ve Allah Teâlâ) İsrail oğullarının Hz. Musa vâsıtasıyle lütfen (buyurmuştu ki: Ben) Yüce Yaratıcı, İlim, kudret ve yardım bakımından (sizinle beraberim) ben sizin bütün hareketlerinizi bilirim, size amellerinize göre mükâfat ve mücazat vermeğe kadirim ve sizin için düşmanlarınız üzerine yardımcıyım (eğer) siz (namazı kılar) iseniz, şartlarına ve erkânına tamamen riâyette bulunursanız (ve zekâtı verir) seniz, mallarınızın bir kısmını harcayarak nefislerinizi arındırmaya, temizlemeye çalışırsanız (ve Peygamberlere inanır) sanız, Musa Aleyhisselâm'dan sonra gönderilmiş olan Davüd, Süleyman, Yahya, Zekeriya, İsa ve Muhammed aleyhimüsselâtü vesselam gibi Yüce Peygamberleri de tasdik eylerseniz (ve onlara) o Peygamberlere (kuvvetle yardımda bulunursanız) o Peygamberlere saygıya, hizmete koşarsanız, onların düşmanlarına karşı cephe alarak hak dine yardımda bulunmaya çalışırsanız (ve Allah Teâlâ'ya güzel bir ödünç verirseniz) yani: Allah rızâsı için onun fakir kullarına sadakalar verir durursanız (elbette) ben Yüce Yaratıcı (sizden) meydana gelmiş olan (kusurlarınızı örterim) af ve mağfiret buyururum, çünkü iyilikler, kötülükleri yok eder. (ve sizi mutlaka altlarından ırmaklar akar cennetlere girdiririm) siz bu halde böyle bir ilâhî lütufa lâyık, bulunmuş olursunuz, (fakat bundan sonra) böyle sizden alınmış olan bir ahd ve yemini müteakib (her kim kâfir olursa) imân edilmesi gereken şeylerin tümünü veya bir kısmını inkârda bulunursa, meselâ: Hz. Muhammed'in peygamberliğini kabul etmezse (muhakkak ki) açık bir yoldan çıkmış, (dümdüz yol ortasında) iken öyle mazereti mümkün olmayan apaçık bir sapıklığa düşmüş, öyle bir hidâyet yolundan ayrılıp (sapıtmış olur) elbette gerçek olduğu gün gibi parıldanıp duran bir din yolunu bırakıp da dalâlet vadisine dalan kimselerin akibeti selâmetten, saadetten yoksun olmaktan başka birşey değildir. Ne felâket Yarabbi!..
13. Sonra yeminlerini bozmaları sebebiyle onlara lanet ettik, ve kalblerini kaskatı yaptık, onlar kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar. Ve kendilerine öğretilen şeylerden bir nasib almayı da unutmuş bulunurlar. Ve onlardan bir azı müstesna olmak üzere daima bir hainlik görürsün. Bununla beraber onlardan affet, aldırış etme. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ iyilik edenleri sever.
13. Bu âyeti kerime, İsrail oğullarının verdikleri söze riâyet etmeyip haince hareketlerde bulunup durduklarını bildirmektedir. Şöyle ki: İsrail oğulları ahd ve misakta bulunmuşlardı, buna riâyet etmediler, bilâkis (Sonra yeminlerini bozmaları) onun aksine harekette bulunmaları (sebebiyle onlara lanet ettik) onları rahmetimizden uzaklaştırdık veya onları maymun, domuz suretine çevirdik veya onların üzerlerine haraç konularak kendilerini hâkimiyetten mahrum bıraktık (ve kalblerini kaskatı yaptık) imânı kabul etmeğe müsait olmayan bir katılığa tutulmuş oldular (onlar kelimeleri) Cenab'ı Hak'kın tertib buyurmuş olduğu (yerlerinden değiştiriyorlar) Bu cümleden olarak Son Peygamber Hazretlerinin vasıflarına ait âyetleri değiştiriyor ve bozuyorlar. Böyle Allah'ın âyetlerini değiştirmeğe cür'et ise en büyük bir kalp katılığı eseri değil midir?, (ve kendilerine öğretilen şeylerden) Allah tarafından kendilerine emr olunan hükümleri ve özellikle Son Peygamber Efendimize uymayı terkederek bunlardan fâideli (bir nasip) bir hidâyet feyzi (almayı da unutmuş) terketmiş (bulunurlar) ruhlarındaki katılık, yaptıkları kötülükler, kendilerini bir takım fâideli hakikatları görüp hatırlayamaz bir hâle getirmiştir. (Ve) Yüce Peygamberim!, (onlardan birazı) Abdullah bin Selâm gibi müslümanlığı kabul eden bazı zevat (müstesna olmak üzere dâima) yemini bozmak gibi, müslümanların aleyhine bir takım cahilleri teşvik gibi (bir hainlik görürsün) bu onların geleneksel adetleridir. (Bununla beraber) Ey Yüce Resul! (onlardan) gördüğün kusurları (affet) kendilerinden yüz çevir (aldırış etme) onların fenalıklarına karşı sen af ile ihsan ile muamelede bulun. Böyle kimseler hakkındaki af ve bağışlama affın üstünde bir ihsan demektir, (şüphe yok ki. Allah Teâlâ iyilik edenleri sever) onları bu ihsanlarının mükâfatına kavuşturur.
§ Bu konuda müfessirlerin birkaç görüşü vardır. Bir görüşe göre ehli kitap hakkında böyle af ve bağış ile olan emir, Beraet süresindeki savaş ayetiyle neshedilmiştir. Diğer bir görüşe göre nesh yoktur. Bir kavim Rasülü Ekrem ile bir ahd ve yeminde bulunmuşlardı. Sonra bu ahda riâyet etmediler, bu âyeti kerime nazil olup onların hakkında af ile muamele yapılması emir olunmuştur. Üçüncü bir görüşe göre de bu emirden maksat, ehli kitap verdikleri sözde durdukça kendilerinden küçük kabilinden olarak meydana gelecek kusurlarının affedilmesidir. Nitekim bir Yahudinin Peygamber Efendimiz hakkında sihir yaptığı anlaşıldığı halde Rasülü Ekrem Hazretleri onu cezâlandırmayıp af etmiştir. Aynı şekilde bir Yahudi kadını Yüce Peygamber Efendimize zehirli birşey vermiş ve bunu peygamberin hayatına su'ikast için yaptığını da itiraf eylemiş olduğu halde Rasülü Ekrem Efendimiz o kadını bu ilâhî emre uyarak af buyurmuştur.
§ İsrail oğullarının kendilerinden alınmış olan ahdi bozmuş olduklarına dâir şöyle bir rivayet vardır. Fravun boğulup İsrail oğulları onun zulmundan kurtulunca Cenâb-ı Hak, İsrail oğullarına vatan olmak üzere Beyti Mukaddese gitmelerini, orada zorbalardan olan Kenanlılara karşı cihatta bulunmalarını emir etmiş, kendilerine zafer vereceğini de va'ad buyurmuştu. Hak Teâlâ Hazretleri Musa Aleyhisselâm'a da emretmişti ki, İsrail oğullarının her sıbtından = kabilesinden bir nakib - bir müfettiş tâyin etsin, bu nakibler onların memur oldukları şeyleri yapmalarına kefil bulunsun. Musa Aleyhisselâm, oniki kabileye, oniki nakip tayin etmiş İsrail oğulları Beyti Mukaddes'e yaklaşınca nakibler, Kenanlıların durumunu teftişe gönderilmişti. Bunlar Kenanlıları maddeten kuvvetli güçlü bir halde görerek korkmuşlar, dönünce bu gördüklerini İsrail oğullarına haber vermişlerdi. Halbuki, Hz. Musa, onlara evvelce tenbih etmişti ki, göreceğiniz şeyleri gelince İsrail oğullarına hemen haber vermeyiniz. Nakibler ise bu husustaki sözlerinde durmamışlar keyfiyeti İsrail oğullarına hemen haber vermişler, onların kuvve'i mâneviyelerini kırmışlar, cihad için vermiş oldukları sözlerinde durmayarak ahde vefada bulunmamışlardır. Yalnız nakiblerden iki zat verdikleri sözde durmuş, onlar gördükleri düşman küvetlerinden bahsederek İsrail oğullarının ahdi bozmalarına sebebiyet vermemişlerdir: Bu iki zat ise Keleb Ibni Yuhennâ ile Yüşâ Ibni Nun'dür. Kenanlılar Isa Erihada yerleşmiş bulunmakta idiler.
14. Ve biz Hırıstiyanız diyenlerden de ahdlarını almış idik. sonra ihtar edilmiş oldukları şeyden nasip almayı unuttular. Artık biz de onların arasına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin bıraktık. Ve Allah Teâlâ neler yapmış olduklarını yakında haber verecektir.
14. Bu âyeti kerime, Hıristiyan taifelerinin de ahd ve yemine riayetkar olmadıklarını, bu yüzden aralarında kıyamete kadar mücâdelelerin devam edeceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve biz) Yüce Yaratıcı, İsrail oğullarından söz almış olduğumuz gibi kendilerine gerçek dışı olarak (Hıristiyanız diyenlerden de ahdlarını almış idik) Allah'ın birliğini, bütün Peygamberleri ve özellikle son peygamberi tasdik ederek imanda sabit bulunmalarına dâir İncil'de kendilerine tenbîhât yapılmış, onlar da bunu teahhüd etmişlerdi. Bunlar Hz. İsa'ya karsı "Biz Allah'ın yardımcılarıyız Allah'ın dinine yardımda bulunanlarız" demişlerdi. Halbuki daha sonra Nesturiye, Yakubiye, Melkâiyye gruplarına ayrılarak ihtilâfa düşmüşler, Allah'ın birliği inancından mahrum kalmışlardır. Incildeki dinî emirler ve hükümleri de değiştirmiş ve bozmuşlardır. Evet... Bunlar (sonra ihtar edilmiş oldukları şeyden nasip almayı unuttular) İncil'e muhalif hareketlere cür'et ettiler, ve bilhassa Son Peygamber Hazretlerini tasdik ederek doğru bir inanç üzere bulunmaları hakkındaki ilâhî uyarıları terkettiler, (artık biz de) onların bu kötü davranışlarının bir cezası olmak üzere (onların arasına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin bıraktık) onlar Allah'ın kitabı amelî bıraktılar, dinî hükümleri değiştirdi ve tahrif ettiler, birbirine kâfir demeye başladılar, aralarında sürekli olarak savaşlar meydana geldi, bu savaşlar Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında meydana geldiği gibi Hıristiyan kabileleri arasında da meydana gelmiş ve gelmekte bulunmuştur. Bu hâl kıyamete kadar da devam edecektir, (ve Allah Teâlâ) onlara dünyada iken (neler) ne fena şeyler (yapmış olduklarını yakında) kıyamet gününde veya her birine ölür ölmez (haber verecektir) onları bu yüzden devamlı olarak ve cezaya mâruz kılacaktır. Ne müthiş bir ilâhî tehdit, bir Rabbani korkutma!
15. Ey ehli kitabi. Muhakkak size Resulümüz geldi. Kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyleri size açıklıyor, bir çoğundan da geçiveriyor. Şüphe yok ki, size Allah Teâlâ tarafından bir nur ve bir apaçık kitab gelmiştir.
15. Bu mübarek âyetler, bir nice hakikatları gizlemiş olan ehli kitabı uyanmaya, hakkı kabule davet ediyor, son peygamberin bütün insanlık için nasıl bir hidâyet rehberi olduğunu beyan buyuruyor. Şöyle ki: (Ey ehli kitab) Ey kendilerine vaktiyle Tevrat ve İncil kitapları verilmiş olan Yehudi ve Hıristiyan taifesi!, (muhakkak size Resulümüz) olan mahlükatın en üstünü ve bütün Peygamberlerin sonuncusu Muhammed Mustafa Aleyhisselâtü veselâm (geldi) sizi İslâm dinine davet ediyor, (kitaptan) Tevrat ve İncil'deki hükümlerden (gizlemekte olduğunuz birçok şeyleri) bu cümleden olarak Tevrat'taki evli olup da zina eden hakkında recim hükmünü ve İncil'deki son peygamberin vasıflarını ve diğer gizlediğiniz bir nice hükümleri (size açıklıyor) kanaat verecek şekilde izah ediyor. Son Peygamber Hazretleri hikmet gereği okumamış, yazmamış idi, Ümmî bulunuyordu, buna rağmen önceki kitap I ardaki hükümleri bilmesi, öyle gizli t ut ulag elen şeyleri olduğu gibi haber verip teshir eylemesi onun risaleti hakkında bir mucize, bir kesin şahitlik değil midir. Bununla beraber (bir çoğundan da geçiveriyor) saklamakta oldukları bir nice hususları da bildiği halde birer dinî faydaları olmadıkları için meydana çıkarmak istemiyor, onların hakkında müsamahada bulunuyor. Veyahut ehli kitaptan bir nicelerini affediyor, kusurlarından dolayı kendilerini cezalandırmıyor (şüphe yok ki) ey bütün insanlar!, (size Allah Teâlâ tarafından bir nur) gelmiştir ki, o da bütün ufuklara hidâyet nurlarını yayan Son Peygamber Hazretleridir, (ve bir açık kitap gelmiştir) ki, o da Kur'an-ı Kerim'dir, şimdiye kadar insanlara gizli kalmış, meçhul bulunmuş nice hakikatları beyan buyurup durmaktadır. Artık bunlardan istifadeye koşmalı değil midir?
16. Allah Teâlâ, rızasına tâbi olanları onunla selâmet yollarına götürür, ve onları izniyle zulmetlerden nura çıkarır ve onları dosdoğru bir yola hidâyet eder..
16. (Allah T e âlâ, rızâsına tâbi olanları) İmân edip İslâmiyet'i kabul eyleyenleri (onunla) O Yüce Peygamber ile, o Kur'an-ı Kerim vâsıtasıyle (selâmet yollarına götürür) onları azap ve cezadan kurtarır (ve onları izni ile) ilâhî iradesiyle ve başarı sağlamasıyla (zulmetlerden) küfrün çeşitlerinden, şeytanî vesveselerden uzaklaştırarak (nura) İslâm sahasına (çıkarır) onlara selâmet lütfeder (ve onları) o İslâmiyet! kabul etmiş olanları (dosdoğru bir yola) Hak'ka ulaşmak için yolların en yakını olan hak dine (hidâyet eder.) onları bu sayede cennetine, ilâhî nimetine nail buyurur. Ne yüce bir saadet!.
17. Şüphe yok ki, "Allah o Meryem'in oğlu Mesihtir" diyenler yemin olsun ki, muhakkak kâfir olmuşlardır. De ki: Eğer Meryem'in oğlu Mesih'i ve onun annesini ve yerde bulunanların hepsini helak etmek istese kim Allah'tan birşeye sahip olabilir!. Göklerin de, yerin de ve bunların aralarında bulunanların da mülkü Allah Teâlâ'ya aittir. Dilediğini yaratır. Ve Allah Teâlâ herşeye tamamiyle kadirdir.
17. (Şüphe yok ki. Allah o Meryem'in oğlu Mesih'tir, diyenler) Hz. İsa'ya böyle ilahlık isnat edenler (yemin olsun ki, muhakkak kâfi I olmuşlardır) onlar Allah'ın birliğini inkâr etmiş, mahlûkattan olan bir zatı ilahlık mertebesinden görmüş oldukları için kâinatın yaratıcısını inkâr ederek küfre düşmüşlerdir. Habibim onlara (de ki:) bir kere düşününüz, (Eğer) Allah Teâlâ Hazretleri (Meryem'in oğlu Mesih'i ve onun annesini ve yerde bulunanların hepsini helak etmek istese) kim mâni olabilir?. Nitekim Meryem'i dünya hayatından mahrum bırakmış, asırlardan beri nice milyarlarca insanları ölümün pençesinde güçsüz bırakmıştır. Binaenaleyh, Hz. Mesih'de bir insandır, o da Cenâb-ı Hak'kın koruması olmasa bir dakika bile yaşayamaz. Bütün kâinat, Allah Teâlâ'nındır. Onun yaratmasının birer eseridir. Bunlarda kimsenin ortaklığı yoktur. Artık (kim Allah'tan birşeye mâlik olabilir?.) kim birşeye yaratma bakımından sâhib ve mutasarrıf olabilir, hangi bir kimse, Cenâb-ı Hak'kın tasarrufuna, sahipliğine, hayat verme öldürmesine mâni bulunabilir?. Hz. İsa'da Allah'ın bir mahlûku olduğundan o da böyle bir kudret ve selâhiyete sahip olamaz. Onun elinde meydana gelen hârikalar, bütün Allah'ın kudreti iledir. (Göklerde, yerde ve bunların arasında bulunanların da mülkü Allah Teâlâ'ya aittir.) Bütün semalardaki melekler, yeryüzündeki insanlar, fezadaki, yerlerin altındaki, denizlerin içindeki mahlûkat bütün Allah Teâlâ'nın mülk ve tasarrufu altındadırlar. İşte Hz. Mesih de bunlardan biridir. O Yüce Yaratıcı (Dilediğini yaratır) isterse bir insanı Hz. Adem gibi babasız ve anasız olarak yaratır ve isterse bir insanı Hz. Isa gibi babasız olarak vücude getirir, onun kudreti herşeye yeterlidir. Artık Hz. İsa'nın babasız olarak yaradılmış olduğu için ona ilahlık nasıl isnat edilebilir?, (ve Allah Teâlâ herşeye tamamiyle kadirdir.) Evet... Cenâb-ı Hak'kın kudreti sonsuzdur. Bir kulunu harikulade bir şekilde vücude getirmesi, o kulunun vasıtasıyle bir takım hârikaları yaratması nasıl uzak görülebilir? Ve onun yaratmış olduğu bir mahlûka nasıl olur da ilahlık, yaratıcılık, mâbudluk vasfı verilebilir?. Halbuki, Hıristiyan taifesi böyle bir isnada cür'et etmişlerdir.
§ Evet... Hıristiyan taifesinden bilhassa Yakubiye, Melkâiye grupları Hz. İsa'nın bağımsız olarak i I âh lığına inanmışlardır. Onlara göre Allah Teâlâ belirli bir insanın bedenine veya ruhuna girerek o şekilde görülebilir. Binaenaleyh bizim gördüğümüz Isa, Allah Teâlâ'dan başka değildir, demiş oluyorlar. Bir de lâhutiyet sıfatı ancak Allah Teâlâya mahsustur. Hıristiyanlar ise Isa Aleyhisselâm'a lâhutiyet isnat etmekle onun bağımsız olarak Allah Teâlâ'dan ibaret olduğuna inanmış oluyorlar, isterse bunu açıkça iddia etmesinler. Onlar Hz. İsa'ya bizzat yaratmak, diriltmek ve öldürmek kudretini yaptırdıkları için bu bakımdan da küfr ve şirke düşmüş bulunuyorlar.
18. Yahudi ve Hıristiyanlar, bîz Allah'ın oğullarıyız ve dostlarıyız dediler. De ki: Ya ne için size günahlarınız sebebiyle azap ediyor?. Siz ancak onun yarattıklarından bir beşersiniz. Ve dilediğine mağfiret eder ve dilediğine azap eder ve göklerin, yerin ve aralarında bulunanların mülkü bütün Allah'ındır ve nihayet dönüş de On a'dır.
18. Bu âyeti kerime, ehli kitabın ne kadar bencil olarak cüretkârca iddialarda bulunur olduklarını gösteriyor. Ve bu iddiaları reddediyor Şöyle ki: "Yahudiler Üzeyr Allah'ın oğludur, Hıristiyanlar da Mesih Allah'ın oğludur" dediler (ve Yehudi ve Hıristiyanlar) taifeleri kendilerinin de böyle fevkalâde bir ayrıcalığa sahip olduklarını iddia ederek herbiri: (biz Allah'ın oğullarıyız ve dostlarıyız dediler) yani:
Yahudiler: Madem ki, bizim büyüğümüz olan Üzeyr, Allah'ın oğludur, bizler de onun evlât ve torunları ve yakınları bulunduğumuz için Allah Teâlâ'nın oğulları yerindeyiz, demek isterler. Hıristiyanlar da madem ki Mesih Allah'ın oğludur, diyerek aynı iddiada bulunurlar. Nitekim bir hükümdarın yakınları da makamı iftiharda kendilerine hükümdarlık isnat ederek: "biz bu memleketin hükümdarlarıyız" derler. İşte Yahudiler de Hıristiyanlar da kendi selefleri olan Peygamberler sebebiyle kendilerini başka milletler üzerine üstün görerek böyle bir iddiada açıkça veya dolaylı olarak bulunmuşlardır.
§ Rivayete göre Rasülü Ekrem Hazretleri Yahudilerden bir cemaati İslâm dinine davet etmiş onları Allah Teâlâ'nın azabıyle korkutmuş onlar da: "Sen bizi nasıl ilâhî azap ile korkutuyorsun ki, biz Allah'ın oğullarıyız, dostlarıyız demişler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Hıristiyanlar da aynı iddiada bulunmuşlardır. Hatta bozulmuş inciller'de okumaktadırlar ki, Hz. Isa, Hıristiyan taifesine hitaben: Ben, benim ve sizin babanıza gidiyorum demiş, bu sebeple Cenâb-ı Hak'kın oğulları olduklarım iddiaya cür'et etmişlerdir. Habibim!. Onlara (de ki:) eğer bu iddianız doğru ise Cenâb-ı Hak, (ya ne için size günahlarınız sebebiyle azap ediyor?.) bir baba evlâdını, bir dost dostlarını hiç cezalandırır mı?. Halbuki, Hak Teâlâ Hazretleri sizi dünyada bile vakit vakit azaplara uğratıyor, nice öldürülmelere, esaretlere mâruz bırakıyor, düşmanlarınız olan putperestler tarafından Beyti Mukaddes yıkılmış, aranızda en feci savaşlar devam edip durmakta bulunmuştur. Hatta siz bile iddia ediyorsunuz ki, Cenâb-ı Hak size âhirette sayılı günlerde azap edecektir. Yok yok siz hâşâ Allah'ın oğulları değilsiniz (siz ancak onun yaratıklarından bir beşersiniz) diğer mahlûkatı kabilindensiniz, başkaları üzerine öyle bir meziyetiniz yoktur, (ve) Allah Teâlâ mahlukatından (dilediğine) mü'min kullarına ilâhî lütfü ile mağfiret eder) insanlık icâbı yapmış oldukları kusurları af eder ve örter, (ve dilediğine azap eder) özellikle Allah'ın birliğini ve Peygamberlerin bir kısmını inkâr Sen kimseleri de ebedî olarak azaba uğratır, (ve göklerin, yerin ve aralarında bulunanların) bütün mahlûkatın (mülkü) varlığı, mülkiyeti (bütün Allah'ındır) bütün bunlar, o Yüce Yaratıcının mülkiyeti ve kulu olmakla vasıflanmıştırlar, hepsi de onun melekut, kudret ve azameti altında bulunmaktadır. Bunlarda istediği gibi tasarruf eder, dilediğini yaşatır, dilediğini öldürür: Dilediğine sevab verir, dilediğini de azaba sokar (ve sonunda dönüş de Ona'dır) Âhirette yalnız o Yüce Yaratıcının hükmü alanına gidilecektir. İyilik yapanlara sevablar verecek, dilediği günahkarları da lâyık oldukları cezalara kavuşturacaktır. Artık bunun aksi nasıl iddia edilebilir?.
19. Ey ehli kitabi. Peygamberlerin arası kesilmiş olduğu bir za-manda size apaçık beyanda bulunur olarak Resulümüz geldi. Tâki bize ne müjdeleyici ve ne de azab ile korkutucu gelmedi demeye-siniz. İşte size müjdeleyici ve korkutucu geldi. Ve Allah Teâlâ herşeye tamamiyle kadirdir.
19. Bu âyeti kerime, bütün insanlığa Allah'ın dinini tebliğ eden Son Peygamber Hazretlerinin gönderilmiş olmasıyle artık hiçbir taifenin bizi uyaracak ve irşad edecek bir zat gelmedi diye mazeret ileri sürmesine mahal kalmadığını bildirmektedir. Şöyle ki: (Ey ehli kitap) Ey İsrail oğulları. Ey Hıristiyanlar taifesi (Peygamberlerin arası kesilmiş) çoktan beri insanlığa Peygamber gönderilmeyip ilâhî vahy inmez (olduğu bir zamanda size) dinî hükümleri ve sizin gizlediğiniz hakikatları (apaçık) bir şekilde size (beyanda bulunur olarak Resulümüz) Hz. Muhammed Aleyhisselâm (geldi) insanlık âleminde yeniden bir risâlet nuru tecelli etmeğe başladı (tâki) biz mazuruz (bize ne) cennet ile, ilâhî lütuflar ile, (müjdeleyici) bir peygamber geldi, (ne de) bizleri cehennem ile, uhrevî (azab ile korkutucu) bir Peygamber geldi (demeyesiniz) hayır, sizin mazeretiniz yok. (işte size müjdeleyici ve korkutucu) yaratıcınızın emirlerini, yasaklarını, yardımlarını, azaplarını size genişçe bildiren Son Peygamber Hazretleri (geldi) artık ona tâbi olmanız, o sayede cehaletten, dalâletten kurtularak hidâyete ermeniz lâzım gelmez mi?. (Ve Allah Teâlâ herşeye tamamiyle kadirdir) Binaenaleyh öyle peygamberlerin arası kesildiği böyle bir Yüce Peygamberi bütün insanlığa dinî hükümlerine tebliğe memur etmeğe de kadirdir. Bu sayede insanlık âlemi, ilâhî dinden onun bütün hükümlerinden kıyamete kadar haberdar olabilecektir. Gerçekten de İslâmiyet, bütün insanlık âleminde yayılmış,, Islâmiyetin dayandığı Kur'an'ı Kerim, bütün medeniyet âlemine yayılmaya başlamıştır. Artık hiçbir millet, biz hakiki bir dinden haberdar olamadık diye mazeret beyan edemiyecektir. Dünya işlerinde o kadar çalışan ve gayret gösteren milletlerin, ilâhî din hususunda da çalışmaları, hakkı araştırmaları, İslâmiyet'in yüce mahiyetini kavrayarak o sayede hakiki istikballerini temine gayret göstermeleri elbette kendileri için en mühim bir vazifedir.
§ İki Peygamber arasındaki zamana "devri fetret" denir ki, ilâhî vahy kesilmiş, insanlara gevşeklik ariz olarak dinî vazifelerine karşı laubalice bir vaziyet almış olacakları için o zamana bu fetret ismi verilmiştir. Fetret müddetlerinin mikdarı hakkında muhtelif rivayetler vardır. Bir rivayete göre Hz. Musa ile Hz. Isa arasındaki müddet bin yedi yüz senedir. Bu müddet zarfında bin nebi gönderilmiştir. Hz. Isa ile Son Peygamber Efendimiz arasındaki müddet de altı yüz senedir. Bu müddet içinde dört nebi gönderilmiştir ki, bunların üç İsrail oğullarındandır, biri de arablardan olup adı Halit Ibni Sinan'dır. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
20. Ve bir vakit de Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim!. Allah Teâlâ'nın üzerinize olan nimetini hatırlayınız ki, içinizde Peygamberler vücude getirdi ve sizleri hükümdarlar kıldı ve âlem-lerden hiçbir ferde vermediğini sizlere verdi.
20. Bu mübarek âyetler, İsrail oğullarının vaktiyle nail oldukları nimetlere ve kendilerinden alınmış olan sözlere muhalif hareketlerinden dolayı eliboş ve ziyanda olacaklarını şöylece bildirmektedir, İsrail oğulları sürekli olarak haktan ayrılmış, kavuşmuş oldukları nimetleri takdir edemiyerek isyanda bulunmuşlardır. (Ve bir vakit de Musa) İsrail oğullarından olan (kavmine demişti ki. Ey kavmim! Allah Teâlâ'nın üzerinizde olan nimetini) birçok lûtuflarını, yardımlarını (hatırlayınız ki,) sizin için büyük bir şeref ve imtiyaz olmak üzere (içinizde) kendi yakınlarınızdan bir nice (Peygamberler vücude getirdi) ki, hiçbir millet arasından o kadar Peygamber çıkmamıştır. Hattâ Hz. Musa'nın seçtiği yetmiş zat vardır ki, hepsi de İsrail oğulları Peygamberlerinden sayılırlar. Bunlar ile beraber Cebelitur'a gitmiş idi. Hz. Yakub'un evlât ve torunları arasından da nice Peygamberler zuhur etmiştir. (Ve) Cenâb-ı Hak (sizleri) Ey İsrail oğulları (hükümdarlar kıldı) yâni: Firavun'un helakinden sonra İsrail oğullarını esaretten kurtardı hürriyete, hâkimiyete, servet ve zenginliğe, hizmetçiler ve maiyet halkına kavuşturdu, (ve) Hak Teâlâ (alemlerden) kendi zamanlarına kadar olan geçmiş milletlerden (hiçbir ferde vermediğini sizlere verdi) ezcümle deniz yarılıp İsrail oğullarına yol verdi, düşmanları olan Firavun'u ise boğdu, bulutlar üzerlerine gölgelik yaptı, kendilerine kudret helvası ve bıldırcın denilen nimetler verildi, taşlardan sular fışkırarak akmaya başladı. Artık bu nimetlere şükretmeli değil mi idiler?. Artık Peygamberlerinin emirlerine itaat etmeli değil mi idiler, ne yazık ki, onlar öyle yapmadılar.