- Lafzan ve manen rivayet

Adsense kodları


Lafzan ve manen rivayet

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Thu 16 June 2011, 03:44 pm GMT +0200
II- Lafzan Ve Manen Rivayet


Resûlullah'ın (s.a.) bir olayla ilgili söylediği hadisin rivayetlerini bir araya topladığımızda, bu rivayetlerin lafızlarının farklı olduğunu görürüz. Ancak, çoğunlukla bu lafızların Resûlullah'ın (s.a.) arzu ettiği mâna­yı ifade ettiğine de şahit oluruz. Buradan, sahabeden itibaren hadislerin müsned ve sahih kitaplarda tedvinine kadar geçen dönem içinde hadis ri­vayetinin çoğu defa mâna ile olduğunu anlamaktayız. Bunun anlaşılması için bu görüşü teyit edip açıklayan bir misal olarak, mescide küçük abdestini yapan bedevi hadisini zikredebiliriz. Söz konusu hadisin sadece Kütüb-i sitte'âekî rivayetlerini araştırdım ve bunların aşağıdaki gibi oldu­ğunu gördüm:

1. Buhârî'nin Enes'ten rivayetine göre, Resûlullah (s.a.), ona do­kunmayın dedi sonra bir kova su istedi ve onun işediği yere döktü [35].

2. Buhârî'nin Ebu Hureyre'den rivayetine göre Resûlullah (s.a.), onu bırakın ve işediği yere bir kova su dökün dedi [36].

3. Müslim'in Enes'ten rivayetine göre Resûlullah (s.a.), onu bıra­kın, ona dokunmayın, dedi; bedevi işini bitirince bir kova su istedi ve işediği yere döktü [37].

4. Müslim'in Enes'ten başka bir rivayetine göre, insanlar ona ba­ğırdılar da Resûlullah (s.a.), onu bırakın dedi. Bedevi işini bitirince Hz. Peygamber bir kova su istedi ve idrar yaptığı yere döktü [38].

5. Müslim'in Enes'ten diğer rivayetine göre Resûlullah (s.a.), ona dokunmayın, onu bırakın dedi [39].

6. Ebu Davud'un, Ebu Hureyre'den rivayetine göre o, şöyle anlat­maktadır:

Bedevî'nin, mescidin bir kenarına küçük abdestini bozmasının hemen arkasından insanlar ona hücum etti. Nebi (s.a.). onları bundan menederek, siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz, buyurdu ve bevlettiği yere bir kova su dökmelerini emretti [40].

7. Tirmizî'nin, Ebu Hureyre'den rivayetinde, Resûlullah (s.a.) bev­lettiği yere bir kova su dökün, buyurdu [41].

8. Nesâî'nin Enes'ten rivayetine göre Rasulullah (s.a.), onu bırakın, ona dokunmayın dedi ve bedevî işini bitirince bir kova su istedi ve bevlettiği yere döktü [42].

9. Yine Nesâî'nin Ebu Hureyre'den rivayetine göre, Resûlullah (s.a.):

“Onu bırakın ve bevlettiği yere bir kova su dökün, zira siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz,.." [43] buyurdu.

10. Nesâî'nin Enes'ten başka bir rivayetine göre Resûlullah (s.a.), onu terkedin dedi. Bunun üzerine ashab işini bitirinceye kadar onu kendi haline bıraktılar. Sonra Hz. Peygamber, bir kova su istedi ve onu bedevinin bevlettiği yere döktü [44].

11. İbn Mâce'nin Enes'ten rivayetine göre Resûlullah (s.a.), ona dokunmayın, dedi, sonra bir kova su istedi ve bevledilen yere döktü [45].

12. Yine İbn Mâce'nin Vasile b. el-Eska'dan rivayetine göre Resû­lullah (s.a.) onu bırakın dedi. Sonra bir kova su istedi ve bevlettiği yere döktü [46].

Söz konusu hadisin farklı rivayetlerini birbiri ile karşılaştırdığı­mızda, ravilerin Resûlullah'ın sözünü aynı lafızlarla değil, mâna ile nak­lettiklerini görmekteyiz. Zira -aynı olayı anlatmak üzere- rivayetlerde onu bırakın, ona dokunmayın); (sadece) onu terkedin); (ona dokunmayın), sadece (onu bırakın) veya ikisi birlikte (ona dokunmayın, onu bırakın) şeklinde farklı lafızlar kullanılmıştır. Rivayetlerde geçen bu farklı lafızların hepsini Hz. Peygamber'in aynı anda kullanmadığı ise malumdur. Şu halde Resûlul­lah söz konusu lafızlardan birini kullanmış, raviler hadisi Hz. Peygam­ber'in lafzı ile değil, aynı anlama gelen başka lafızlarla (manen) rivayet etmişlerdir. Bu farklı rivayetlerin arasını cem etmek istesek ve meselâ Hz. Peygamber muhtemelen (onu bırakın, ona dokunmayın) dediğini ravilerden bazısının Resûlullah'ın sözünün bir kısmım rivayet ederek ya (onu bırakın) veya (ona dokunmayın) şeklinde naklettiklerini, diğer kısmının ise Hz. Peygamber'in sözünün tamamını rivayet ederek (onu bırakın, ona dokunmayın) şeklinde naklettiklerini düşünelim. Ancak bu durumda (onu terkedin) rivayet ile (ona dokunmayın, onu bırakın) şeklinde kelimesi takdim edilerek nakledilen rivayetleri nasıl açıklayacağız? Aynı şekilde Nesâî'nin "onu bırakın ve bevlettiği yere bir kova su dökün..." şeklindeki rivayetinde (onu bırakın) veya (onu terkedin) kelimelerinden farklı anlama gelen (ona dokunmayın) kelimesi bulunmamaktadır. Şayet Resûlullah, bu kelimeyi söylemişse ravi söz konusu kelimeyi zikretmemiştir. Bunun anlamı, ravinin hadisi Resûlullah'ın lafızlarıyla değil de manen nakletmiş olmasıdır.

Bütün bunlardan, sahabe ve daha sonraki dönemlerde hadisin ço­ğunlukla manen rivayet edildiğini anlamaktayız. Ancak bu, farklı ravilerin, Hz. Peygamber'in kullandığı birçok lafzı kullanmadıkları anlamına da gelmez. Tabiî olan da budur. Zira sahabeden, Hz. Peygamber'in lafzı ile rivayet etme hususunda titiz davrananlar da vardı. İbn Ömer bunlar­dan biridir. Nitekim Ubeyd b. Umeyr, münafığın durumu ile ilgili olarak Resûlullah'ın (s.a.), “münafığın duru­mu iki sürü arasında gidip gelen koyuna benzer" buyurduğunu nakletmişti. Orada hazır bulunan İbn Ömer buna itiraz ederek, Resûlullah'a (s.a.) “yalan isnad etmeyin, zira o munafığın durumu, iki sürü arasında gidip gelen koyuna benzer" buyurdu, diyerek hadiste bulunan kelimesi yerine eş anlamlısı lafzının kullanılmasını Resûlullah'a (s.a.) yalan isnad etmek olarak değer­lendirdi [47].

Muhammed b. Ali, İbn Ömer'in hadisi işittiği zaman ona ilavede bulunmadığını, onu noksan da nakletmediğini, ne ileri gittiğini ne de ge­ride kaldığını söylemiştir [48].

A'meş de "bu ilme öyleleri sahip oldu ki, onlardan birine hadise "vav" veya "dal" harfi ilave etmektense, gökten yere düşmek daha iyi gelmekteydi. Bugün ise, onların içinde öyleleri vardır ki zayıf bir balığı alıp onun semiz olduğuna yemin edebilmektedir" [49] demiştir.

Onlar, hadisin lafzan rivayetinde son derece titiz davranmaktaydı. Muhaddislerin çoğu da onları takip ettiler. Nitekim genel tutumundan caiz gördüğü anlaşılmakla birlikte, Buhârî'nin lafzan rivayeti her zaman zorunlu görmeyen tutumuna karşın, Müslim, çoğunlukla lafzan rivayete özen göstermekteydi [50].

Sahabe, tabiîn, muhaddisler, fakihler ve usulcülerden oluşan İslâm âlimlerinin çoğunluğu ise, hadisin manen rivayet edilebileeğini kabul et­mişlerdir. Ancak bunlar, Resûlullah'ın (s.a.) kullandığı lafızla kastettiği mânanın muhafaza edilip nakledilebilmesi için, manen rivayette birtakım önemli şartlar ileri sürmüşlerdir. Şayet ravi, lafızları delalet ve maksatları ile bilmiyor; kelimenin anlamını bozan hususlardan haberdar değil; iki lafız arasındaki anlam farkının derecesini farkedemiyorsa işittiği hadisi manen rivayet etmesinin caiz olmadığında ihtilaf yoktur [51].

Bu konuda Serahsî şöyle demektedir:

"Lafız muhkem, zahir, müşkil, müşterek, mücmel, müteşabih veya cevâmiu'l-kelim'den (az kelime ile çok anlam ifade etme) biri olur. Lafız muhkem ise, lugata hâkim her âlimin onu manen rivayet etmesi caizdir. Zahir lafzı ancak lügat ve fıkıh bilgilerine sahip kimse manen rivayet edebilir. Müşkil ve müşterek lafız­ların manen rivayeti caiz değildir. Çünkü söz konusu iki lafızdan kastedi­len mâna ancak te'ville anlaşılabilmektedir. Te'vil ise, kıyas gibi bir nevi kişisel görüş olup başkasını bağlayıcı değildir. Mücmel lafzın da manen rivayeti düşünülemez. Zira, mücmelin mânasına ancak başka bir delil ile vakıf olunabilir. Müteşabih de mücmel gibidir. Çünkü biz müteşabih laf­zın anlamını araştırmakla sorumlu değiliz. Böyle bir durumda müteşabihin manen rivayeti nasıl düşünülebilir? Lafız (kazanç, so­rumluluğa göredir) gibi özlü sözlerden (Cevamiu'l-kelim) ise, bazı hoca­larımız zahir lafızla ilgili zikrettiğimiz şartlarla manen rivayetinin caiz ola­bileceğini söylemişlerdir [52].

Hadisin lafzan (Resûlullah'tan işitilen aynı lafızla) rivayet edilmesine önem veren âlimler, Hz. Peygamber'in "bizden hadisi işitip (başkasına) nakledene kadar ezberinde muhafaza eden kimsenin Allah yüzünü ak etsin. Zira kendisine nakledilen nice kimseler (bizzat) işitenden nakledileni daha iyi muhafaza ederler." [53], "Nice ilim taşıyanlar vardır ki onu anlayamaz, nice ilim taşıyan kimse kendisinden daha anlayışlı kimseye nakleder" [54] hadisleri ile; Berâ b. Azib'e öğrettiği duayı, onun (Gönderdiğin nebi...) yerine lafız değişikikliği yaparak şeklinde okuması üzerine, göğsüne vurarak diyerek düzeltmesini [55] delil olarak kullanmışlar ve Hz. Peygamber, "resul" lafzının "nebi" kelimesinin ifade ettiği anlamı fazlasıyla ihtiva etmesine rağmen, Berâ b. Azib'in farklı lafız kullanmasına muhalefet etmiş, izin vermemiştir, demişlerdir.

Ne var ki, onların bu nevi istidlalleri doğru bulunmamaktadır. Ha­disin, işitildiği gibi aynı lafızlarla başkasına nakledilmesini ifade eden bi­rinci hadis, bu hususta delil olamaz. Çünkü herhangi bir lafzı ziyade ve noksanlık yapmadan nakleden kimse, onu işittiği gibi nakletmiş denilebi­lir. Nitekim mânayı bozmadıkça bir dilden diğer dile tercüme eden kim­seye de işittiği gibi nakletmiştir denilir. Bu hadis, rivayetten maksadın, in­sanların farklı şekillerde anlamaları illetine binaen lafız değil de mânayı nakletmek olduğuna delalet etmektedir. Zira mânanın farklı olmasını etki­leyen de lafızdır. İnsanların birbirinin yerini tuttuğu hususunda ihtilaf et­medikleri lafızlarda ise anlayan, daha çok anlayan ve hiç anlamayan ara­sında herhangi bir fark yoktur ve bu gibi lafızlar mânanın değişmesine et­ki yapmazlar [56].

Bu haberi nakleden raviler manen rivayet etmişlerdir. Nitekim bir kısmı (Allah nurlandırsın) yerine Allah merhamet et­sin), (işitene kimse) yerine (bizden hadis) yerine (sözümü nakleden), (onu tebliğ eden) yerine (ona nakleden), (nice kendisine söz ulaşan vardır ki ulaştırandan hafızası daha güçlüdür) yerine (nice kendisine tebliğ edilen vardır ki tebliğ edenden daha anlayışlıdır), (anlayışlı değildir) yerine (onun anlayışı yoktur) ve bunun dışında diğer farklı lafızlarla nakletmişlerdir. Bu haberin manen nakledildiği açıktır. Bu bakımdan anlam aynı da olsa lafızları farklı olmuştur.

Resülullah (s.a.) bu hadisi değişik zamanlarda söylemiştir, dolayı­sıyla bu farklı rivayetleri olan bir hadis değil, bir kaç hadistir, bunun için de her bir hadisin lafızları farklıdır denilebilir. Bu iddia sahibine şayet böyle bir durum söz konusu ise bu hadisin -şartlarına uygun olarak- ma­nen rivayet edilebileceğine delildir şeklinde cevap verilebilir. Çünkü Resülullah (s.a.) bu tutumuyla bize aynı anlamın farklı lafızlarla ifade edi­lebileceğini göstermiştir. Böylece Hz. Peygamber hadisini tebliğ görevini yerine getiren ve nakledenlere kolaylık sağlamıştır. Zira o (s.a.) aynı an­lamdaki ifadelerini farklı lafızlarla anlatmak suretiyle anlam aynı oldukça hadislerin farklı lafızlarla nakledilmesinde herhangi bir mahzur olmadı­ğına işaret etmiştir.

Bu konuda istidlalde bulundukları Berâ hadisine gelince burada geçen "en-nebî" lafzı "er-resûl" kelimesinden daha çok övgüyü ifade etmektedir. Ayrıca bu sıfatlardan her birinin kullanıldığı yer farklıdır. Ni­tekim "Resul" kelimesinin herkes için, "nebî", lafzının ise sadece pey­gamberler için kullanıldığını görmüyor musun? Nebilerden "resul" ol­makla tavsif edilenler, nübüvvet ile risaleti cem etmeleri dolayısıyla daha üstün kabul edilmişlerdir. (gönderdiğin nebi) demek suretiyle daha çok övünülecek bir sıfatı zikretmiştir ki o da "nübüvvet­tir. Sonra (gönderdiğin) demek suretiyle de nübüvveti, risaletle sınırlamıştır [57].

Hadislerin manen rivayet edilmesinin caiz olduğunu söyleyenler de görüşlerini bir kısım merfu hadisler zikrederek delillendirmişlerdir. Bun­lardan biri İbn Mes'ud hadisidir. Buna göre, bir adam gelerek, "Ya Resulallah! Sen bize bir söz söylüyorsun, biz ise onu senden işittiğimiz gibi nakledemiyoruz" demişti. Hz. Peygamber ona, "sizden biri mânayı ko­nduğu müddetçe onu rivayet etsin" buyurdu [58].

Bu görüşü savunanlar Sehavî'nin [59] de ifade ettiği gibi sahih olma­yan, muztarib olan, hatta Cüzekânî ve İbnü'l-Cevzfnin Mevzuatlarında [60] zikrettikleri başka bir merfu hadisi daha delil olarak rivayet etmişlerdir. Fakat bu konuda sahih-merfu bir hadis bulunmamaktadır. Ancak, sahabe ve tabiînin uygulamaları manen rivayetin caiz olduğuna, bunda bir beis olmadığına delil teşkil etmektedir. Nitekim Mekhul (ö. 118/736), yanına girdikleri Vasile b. el-Eska (ö. 83/702) ile aralarında geçen şu olayı nak­leder:

"Vâsile'ye 'bize, Resûlullah'dan işittiğin, lafzında vehm, fazlalık ve unutma olmayan bir hadis söyle' dedik. O, 'Sizden biriniz bu gece Kur'an'dan birşeyler okudu mu? 'diye sordu. 'Evet', dedik. 'Peki, onda elif, vav veya herhangi bir şey ziyâde yaptınız mı?' dedi. 'Evet, biz onda fazlalık ve noksanlık yapıyoruz, biz onu iyice ezbere bilmiyoruz' dedim. Bunun üzerine Vasile, 'Bu, gece gündüz okuduğunuz, aranızdaki Kur'an'dır. Böyle iken onda bazı harf fazlalık ve noksanlıkları yapıyorsunuz. Biz ise Resûlullah'tan bir veya iki defa duyduğumuz bir hadisi nasıl hata­sız söyleyebiliriz? Hadisleri mâna ile rivayet etmemiz size kâfidir' dedi. [61]

Sahabeden Ebu Saîd'in anlattığına göre de, onlar yaklaşık on kişi­lik bir grup halinde Hz. Peygamber'in yanında oturur, hadis dinlerlerdi. Daha sonra Resûlullah'tan dinledikleri hadisi rivayet eden iki kişiden herbirinin lafızları farklı, ancak anlam aynı olurdu [62].

Şâfıî hadisin mâna ile rivayet edilebileceğine "Kur'an yedi harf üzere inzal edildi, ondan kolayınıza geleni okuyun" hadisini delil göste­rerek şöyle demektedir:

"Allah'ın kullarına olan lutfundan dolayı kitabı­nı yedi harf üzerine indirmesinden, lafızlar farklı da olsa mânayı bozma­dıkça onu çeşitli kıraetlerle okumanın caiz olduğunu anlamaktayız. Şu halde Kur'an'ın dışındakilerde -hadislerde- mâna değişmedikçe farklı la­fızlarla rivayet edilmesi evleviyetle caizdir [63].

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, herhangi bir hadisin farklı riva­yetlerini tetkik eden kimse, genellikle onun mâna ile rivayet edildiğini ve sahabenin bunu tabiî olarak yaptıklarını, özellikle hadislerin bütünüyle tedvin edilmediği Resûlullah'in hayatında bunun son derece tabiî olduğunu görür. Bilindiği gibi, başlangıçta hadislerin yazılması yasaklanmıştı. Hz. Peygamber'in hadisleri yazmayı yasakladığı ve sahabenin öğrendik­leri hadisleri yarım asırdan daha uzun bir süre sonra rivayet ettiklerine göre sadece belirli bir mânayı hatırlamaları bazan da ifade edilen bazı lafızları hatırlayabilmeleri tabiî idi. Hatta sahabenin her işittiğini ilave ve noksanlık yapmaksızın, herhangi bir değişikliğe uğratmadan aynı lafızla hatırlaması son derece nadirdi. İşittiği mânayı aynı lafızla değil de ona ya­kın lafızlarla ifade etmesi ise mümkün, tabiî ve ihtilafa mahal olmayacak bir vakıaydı.

Rivayetlerde asıl maksadın, bizzat Hz. Peygamber'in kullandığı lafız olmadığını, onunla ibadet de edilmediğini [64] dikkate alacak olursak, ha­dislerin mâna ile rivayetinin dinen caiz olduğu sonucuna varırız. Ayrıca, daha sonraki asırlarda müsned ve diğer hadis kitapları terf edilinceye ka­dar sahabe ve tabiîn ile diğer ravilerin de fiil uygulamaları bunu teyit et­mektedir.

Âlimlerin çoğunun mâna ile rivayeti caiz gördüklerini ve bunun için birtakım şartlar ileri sürdüklerini daha önce zikretmiştik. Ancak bu durum, hadislerin naklinden daha sonradır. Zira söz konusu şartları ileri süren âlimler, hadislerin nakledildiği ilk dönemde mevcut değillerdi. Ak­sine bu şartları ileri sürenler -en erken- hicrî ikinci asırda yaşayan âlim­lerdir. Bu durumda da onlarla risalet dönemi arasında iki asır gibi bir za­man bulunmaktadır ve söz konusu dönem sünnetin nakledildiği zaman dilimidir. Bu dönemdeki raviler hafız-zâbit, zabtı zayıf ve çok hata ya­pıp yanılanlar olmak üzere farklı seviyede idiler. Onlar arasında rivaye­tinde dikkatli olanlar da bulunmakta ve bunun seviyesi raviden raviye farklı olmaktaydı. Ayrıca ravileri şartlarına uygun olmayan mâna ile rivayetten engelleyecek herhangi bir otorite de bulunmamaktaydı. Zira hadis rivayetinde ehil olmayan artmış, büyük ravi topluluğu içinde sika-hafız olanlar ise nadirdi. Söz konusu ehliyetsiz raviler arasında şöhrete kavuşup kendisine parmakla işaret olunan kimse olmayı ve çevresinde binlerce kimsenin toplanmasını arzu edenler de bulunmaktaydı. Böyle bir ortamda -Allah'tan korkmuyorsa- hadislere ilavelerde bulunmasını, hatta talebelerinin artması, taraftarlarının çoğalması için hadis uydurmasını engelleyecek hiçbir kimse de yoktu.

Hadisler arasında ortaya çıkan bu ihtilaf ve titiz olmayan ravilerin hadis rivayetine el atmaları, âlimleri hadis rivayetindeki ehliyet durumları­na göre ravileri kuvvetli ve zayıf diye taksim etmeye sevketmiştir. Âlim­lerin bu durumu tespit etmeleri ise, sened ve metinden birini tetkik etme­lerini gerekli kılmaktaydı. Allah'ın izniyle bu araştırma bunlardan ikinci­sini ortaya çıkaracaktır. [65]



[35] Buhârî, Edeb, 35.

[36] Buhârî, Edeb, 80.

[37] Müslim, Taharet, 98.

[38] Müslim, Taharet, 99.

[39] Müslim, Taharet, 100.

[40] Ebu Davud, Taharet, 138.

[41] Tirmizî, Taharet, 112.

[42] Nesâî, Miyah, 2.

[43] Nesâî, Miyah, 2.

[44] Nesâî, Miyah, 2.

[45] Nesâî, Miyah, 2.

[46] Nesâî, Miyah, 2.

[47] Hatîb, el-Kifaye, s. 268.

[48] Hatîb, a.e., s. 265.

[49] Hatîb, a.e., s. 274.

[50] Hüseynî Haşira, Eimmetü'l-hadis, s. 122; Tehânevî, Kavaid s 415.

[51] İbnü’s-Salah, Mukaddime, s.331; Iraki, et-Tabsıre. II, 168; Sehavî, Fethu'l-mugis,11, 212; Suyutî, Tedrîb, II, 98; San'anî, Tavdık, II, 392.

[52] Serahsi, Usul, I, 356-357; Hatîb, el-Kifaye, s. 300-301.

[53] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 96; hadisi Tirmizî, İbn Mace, İbn Hibban da rivayet etmişlerdir. Aynca bkz. Hatîb, el-Kifaye, s. 267.

[54] Hatîb, el-Kifaye, s. 267.

[55] Buhârî, Vudû', 75; Müslim ve başkaları da rivayet etmiştir.

[56] Âmidî, el İhkâm, I, 284.

[57] Hatîb, el-Kifaye, s. 306.

[58] Hatîb, el-Kifaye, s. 302.

[59] Sehavî, Fethu'l-mugîs, II, 217.

[60] Sehavî, a.e., II, 217.

[61] Hatîb, el-Kifaye, s. 308.

[62] Hatîb, a.e., s. 309.

[63] Şafiî, er-Risale, s. 274.

[64] Âmidî, el-İhkam, I, 285.

[65] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 21-30.