- Kutsal mesajın iletilmesi

Adsense kodları


Kutsal mesajın iletilmesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Hadice
Tue 18 January 2011, 10:04 am GMT +0200
Kutsal Mesajın İletilmesi


161. İnsan toplulukları içerisinde ilâhiyatın soyut sorunlarıyla ilgilenenlerin sayısı çok az olduğu halde, toplumun hemen her kesimi, atalardan kalma örf ve adetlerinde olabilecek her türlü yenilik ve sapmaya karşı çıkmaktadır. Birkaç kişinin “yabancı” dinlere geçişi, şehirde oturan bazı kimselerin ağzından Mekke’deki putperestliği aşağılayan sözlerin dökülmesi, Mekke “dinine” karşı çıkan bazı kimselerin kişisel inançları, tüm bunlar Mekke’de herhangi bir çalkantıya yol açmamıştı. Bunları söylerken, özellikle, Tek Allah inancını savunan Hanifleri göz önünde bulunduruyoruz.201 Ama Muhammed (AS) aynı şansa sahip olamamıştır. Peki bu ayrım nereden kaynaklanıyor? Bunun nedeni bilinmemekle birlikte şurası bir gerçektir ki, ondan önce hiç kimse kendisinin Allah’ın Elçisi olma niteliği taşıdığını ve halkını doğru yola getirmekle görevlendirilmiş olduğunu söylememişti.. Yine ondan önce hiç kimse, getirdiği yeni dinine bu denli ısrarla kendisini adamamış ve onu tebliğ etme görevini hayatının yegâne amacı ve hedefi haline getirmemişti.

162. Bu dini kabul edenlerin hemen tamamı, sadece Allah’ın birliğini ve Muhammed’in onun elçisi olduğunu kabul etmekle yetiniyorlardı. Bu tarzda dine ilk girişlerin tarihini belirlemek zordur. Birinci ve ikinci vahiy dönemi arasında yaklaşık üç yıllık bir kesinti olduğu bilinmektedir. İşte bu dönemde Muhammed (AS)’ın Allah tarafından terkedilmiş olduğunu söyleyen kimi Mekkelilerce alay konusu edilmesi, Muhammed (AS)’ın kendi başından geçtiğini söylediği şeylerin belli bir çevrede yayılmış olduğunu göstermektedir. Hanımı Hatice, kocasının kendisine anlattığı şeylere kesinlikle inanmıştı. Muhammed (AS)’ın evlât edindiği kölesi Zeyd ibn Hârise’nin de aynı dönemde kurtuluşa erenlere katılmış olması gerekir. Onun nasıl ailesinin yanına dönmeyi reddedip, Muhammed (AS)’ın yanında kalmayı tercih ettiğini biliyoruz. Aynı şey, genç yeğeni Ali ibn Ebî Tâlib için de geçerlidir; Muhammed (AS), amcası Ebû Tâlib’in yükünü hafifletmek için onu evlâtlık edinmiş ve delikanlı,202 çevresindeki insanların hareketlerini örnek almaya başlamıştı. Şehirde Muhammed (AS)’ın en yakın arkadaşı ve dostu kuşkusuz Ebû Bekir idi. Varaka ibn Nevfel’e birlikte gitmemiş olsa bile (bk. önceki bölüm), Muhammed (AS)’ın kendisine gelen “görüntü”den ona da bahsetmiş ve Ebû Bekir’in de hiç çekince göstermeden iman etmiş olması muhtemeldir. Kendisine anlatılanlardan sonra Varaka’nın nasıl bir tavır sergilediği hususunda ise tarihçiler görüş birliğine sahip değildir.

163. İlâhi tebliğ görevinin ikinci evresinde vahyin yeniden başlaması üzerine, Muhammed (AS), çok geçmeden şu ilâhî buyruğu aldı: “Önce en yakın akrabalarını ikaz edip uyandır.”203 Belâzurî’nin bize naklettiğine göre,204 Muhammed (AS), bu ayetin etkisiyle bir ay boyunca evine kapanmış, öyle ki, hastalandığını zanneden halaları sağlığını sormak için çıkıp gelmişlerdi. Muhammed (AS), içinde bulunduğu toplumu ve kabilesini iyi tanıyordu ve aldığı yeni ilâhî buyrukların yerine getirilmesini oldukça nâzik bir konu olarak görmek için bazı haklı nedenleri vardı. Yine Belâzurî’nin eklediğine göre, onun eve kapanışının gerçek nedenini öğrenen halaları, ona kızmak şöyle dursun, onu yüreklendirmişler, ama yine de düzenleyeceği toplantıya amcası Ebû Leheb’i davet etmemesini tavsiye etmişlerdi. Çünkü amca ile yeğen arasındaki o eski yanlış anlama sürüp gitmekteydi. Muhammed (AS), tüm aile mensuplarını bir yemeğe davet etti. Her zamanki gibi, herkes yemeği yiyip, ev sahibinin kendilerine önemli bir şey söylemek isteyebileceğini hatırlarına bile getirmeden, peşpeşe evlerine gitmişlerdi. Muhammed (AS), bu kez tedbirli davranıp, yemekten sonra kendilerine ileteceği bir konu olduğunu bildirerek ikinci bir davet düzenledi. Belâzurî, Ebû Leheb’in de davetli olmadığı halde bu toplantıya katıldığını belirtir. Resulullah (AS)’ın halaları endişelenmekte haklı çıkmışlardı, zira onun kalkıp da Allah’ın kendisine nasıl ilâhî bir görev verdiğini, bu ilâhî görevin ne olduğunu toplantıda açıklar açıklamaz, Ebû Leheb ayağa kalkıp küstahça sözler sarf ederek, Muhammed’in kendilerini atalarının dininden saptırmak istediğini ve bunun tanrıların gazabına yol açacağını söyleyip, orada bulunan aile mensuplarını tahrik etti. Bunun üzerine topluluk keyifsiz ve neşesiz bir halde dağıldı.

164. Yine Belâzurî’nin bize bildirdiğine göre,205 Muhammed (AS)’ın halaları daha sonra Ebû Leheb’le konuşmuşlar ve Muhammed (AS)’ın gerçekten geleceği önceden haber verilen peygamber olduğuna iknaya çalışmışlarsa da, bir sonuç çıkmamıştır.

165. Bu başarısız girişim onun kararlılığını daha da pekiştirmişti. Bir gün Ka’be’nin karşısındaki Safâ tepesine çıkmış ve eskiden kalma bir adete göre, vereceği önemli bir haberi dinlemeleri için şehir ahalisini çağırmıştı. Herkes koşup geldi. Bunun üzerine, sadece kendi ailesi ve yakınlarıyla konuşmak istediğini ilan edip, öteki kabile mensuplarını geri gönderdi. Acaba böyle yapmakla, yakınlarına hitap etmeden önce tüm şehirde nasıl bir etkisi olduğunu kendi kabilesine göstermek mi istemişti, yoksa bunun başka nedenleri mi vardı? Durum ne olursa olsun, daha sonra şu soruyu sorarak konuşmasına başladı: “Eğer ben size şu tepenin ardında karargâh kurmuş ve şehri istilâ edecek bir düşman var desem, bana inanır mısınız?” Şöyle cevap verdiler: “Sen asla yalan söylemedin ve biz senin her söylediğine inanırız.” O, şöyle devam etti: “Allah beni, sizi uyarmam ve eğer bana kulak vermezseniz gazabının sizi tehdit ettiğini size söylemem için gönderdi.” Acımasız Ebû Leheb derhal söz alarak şöyle dedi: “Bu anlamsız ve saçma bildiri için mi bizi rahatsız edip vaktimizi çaldın?”206

166. Taberî’nin olayın hangi tarihte geçtiğini belirtmeksizin bize bildirdiğine göre,207 Ebû Leheb ve Adiyy ibn el-Hamra, komşuları olan Muhammed (AS)’ın evine taş atmayı alışkanlık haline getirmişlerdi; ayrıca Ebû Leheb, yeğeninin kapısının önüne her türlü pisliği atardı; kardeşlerinden birinin kendisini suçüstü yakalayıp onu cezalandırmakla tehdit etmesi üzerine, Ebû Leheb taktik değiştirdi: Bu kez, para ile tuttuğu adamlara bu kötü işi yaptırmaya başladı.208 Ebû Süfyân’ın kız kardeşi ve Ebû Leheb’in karısı olan Umm Cemîl’in de İslâm’a saldırmakta kocasından geri kalır yanı yoktu. Dolayısıyla, Kur’an’da şu ayetlerin bulunduğu bir surenin nazil olduğuna şaşırmamamız gerekir:

        “Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, çok yakında alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde karısı da (onunla birlikte ateşe girecek).”209

167. Umm Cemîl hiciv ve alay dolu şiirleriyle intikam almaya çalıştı ve Muhammed (AS)’ın kızlarıyla evli olan iki oğluna, karılarını boşamalarını emretti.210 Kırgınlık ve dargınlıklar barışma ümitlerini tamamen yok etti.

168. Şehirdeki herkes artık bu yeni “hareket”ten haberdardı ve bunu gizlemenin hiçbir yararı da yoktu. Bu nedenle, takip eden vahyin şundan başka türlü olması beklenemezdi:

        “Sana emredilen şeyi açıkça ortaya koyup söyle ve Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir! Gerçekten, Allah’la birlikte başka tanrılar edinip seninle alay eden kimselere karşı biz senin için yeterliyiz. (Ama kimin doğru olduğunu) onlar yakında bilip anlayacaklar. Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını and olsun ki biliyoruz. Öyleyse sen şimdi Rabbine hamd ederek onu tesbih et (yüceliğini an) ve gönlüne huzur ve kesinlik gelene kadar Rabbine ibadet et!”211

169. Muhammed (AS), hemşehrileriyle bir araya geldiğinde hiçbir konuşma fırsatını kaçırmıyordu. O ana kadar indirilen Kur’an ayetleri genellikle şu hususlara değiniyordu: Tek bir Allah vardır; O, diri ve her şeye gücü yetendir; ne karısı ne de çocukları olmayıp, hiçbir ortak kabul etmez; öldükten ve diriltildikten sonra insanları yargılayıp, bu dünyada yapmış oldukları işlere göre onları cezalandırıp ödüllendirecek olan O’dur. Yeri geldikçe puta tapıcılığın pek iğrenç ve kötü bir şey olduğuna değiniliyor ve bizzat kendi eliyle yapmış olduğu bir şeye tapınmanın insanoğlu için onur kırıcı bir şey olduğu dile getiriliyordu. Alemlerin Rabbi’ne kulak verilmesi, iyi ve güzel işler yapıp kötülüklerden sakınılması gerektiği belirtiliyordu. Genellikle bu ayetler, insanoğlunun şükretmesi için, açık ve sürükleyici ifadelerle Allah’ın kendisine bağışladığı nimetleri tasvir ediyor ve nihaî hesaplaşma için öldükten sonra bir dirilişin olacağını hatırlatıyordu.

170. Gerek bireylere gerekse topluluklara hitap ederken, Muhammed (AS)’ın kullandığı yöntem, önce tatlı ve yumuşak sesiyle, coşku içerisinde Kur’an’dan birkaç ayet okumak, sonra da bunları yorumlayıp dinleyicileri bunlara inanmaya davet etmek biçimindeydi. Başarıya öyle çabucak ulaşılmadı.


201 Kur’an’a göre (Bakara: 2/135, Âli İmran:3/67, En’âm: 6/161, 16: 123 vs) “Hanif dini”, İbrahim (AS)’in dini olan Tek Allah inancına dönüşü ifade eder. “Hanîf” kavramı, bazı Sâmî dillerinde “sapkın” anlamı taşırken; Arapça’da “gerçek mümin, yanlış olan her şeyi ve putperestliği bir tarafa atan” anlamına gelmektedir. Aynı aileden doğmuş diller arasında yapılan bir karşılaştırmalı dilbilim araştırmasında bu, bilinen bir gerçektir. Aynı durumu şu kelimelerde görmek de mümkündür: dév (Farsça “Şeytan”); déva (Sanskritçe “Allah”). Ayrıca şu kelimeleri de hatırlatalım: “chaud-sıcak” (Fransızca), “caldo-soğuk” (İtalyanca), “kalt-soğuk” (Almanca), “cold-soğuk” (İngilizce), “kholod-soğuk” (Rusça), “haben-sahip olmak” (Almanca), “hônâ-olmak” (Urduca), “âpâ-kızkardeş” (Urduca), “appâ-erkek kardeş” (Marasi), “âkâ-erkek kardeş” (Urduca), “akkâ-kız kardeş” (Marasi), “gentil-soylu” (Roman dili), “gentil-putperest” (Yahudi ve Hıristiyanlara göre), “bîvî-kocası hayatta olan kadın” (Urduca), “bîveh-dul kadın” (Farsça), “boudem-olacağız” (Rusça), “bûdîm-idik” (Farsça), “lahm-et” (Arapça), “lakhem-ekmek” (İbranice), “ongle-tırnak” (Fransızca), “unglî-parmak” (Urduca), “botané-bitki” (Yunanca), “boutî-küçük çiçek” (Sanskritçe). Ayrıca bk. Moubarac, Abraham dans le Coran, s. 151-161.

202 Ali’nin yaşı ile ilgili farklı görüşler için bk. Sarahsî, Şerhu Siyeru’l-Kebîr, (Mısır baskısı), § 242.

203 Şu’arâ: 26/214.

204 Belâzurî, Ensâb, I, § 235.

205 A.g.e., I, § 236.

206 A.g.e., § 238-239.

207 Taberî, I, 1130.

208 Belâzurî, Ensâb, I, § 245.

209 Tebbet, 111: 1-5.

210 Belâzurî, I, § 245.

211 Hicr: 15/94-99.