- Kuşeyrî Risâlesi ve İmam Kuşeyrî k.s.

Adsense kodları


Kuşeyrî Risâlesi ve İmam Kuşeyrî k.s.

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Rüveyha
Mon 20 October 2014, 06:04 pm GMT +0200
Kuşeyrî Risâlesi ve İmam Kuşeyrî k.s.


Ali Kaya | Haziran 2012 | TASAVVUF KLASİKLERİ   


Kısaca İmam Kuşeyrî olarak bilinen Abdülkerim b. Hevâzin b. Abdülmelik en-Nişâbûrî el-Kuşeyrî k.s., önde gelen İslâm alimlerinden biridir. Hicri 376-465 (miladi 986-1072) yılları arasında yaşamış olan İmam Kuşeyrî hazretleri kelam, tefsir, hadis, fıkıh gibi İslâmî ilimlerin pek çoğunda eser vermiştir. Tasavvuf konusunda yazmış olduğu Risâle-i Kuşeyriyye isimli eseriyle de haklı bir şöhrete sahip olmuştur. Bu eser tasavvuf klasikleri arasında haklı olarak yerini almış ve kendisinden sonra gelenler üzerinde önemli etki bırakmıştır. Biz, Dr. Dilaver Selvi tarafından tercüme edilip Semerkand Yayınları arasında 2004 yılında yayınlanmış olan birinci baskıdan yararlandık.

İlk Sûfiler


Ey sufi kardeşlerim! Allah sizlere rahmet ve merhametiyle muamele buyursun; önce şunu bilmenizi istiyorum: Müslümanlar, Hz. Rasulullah s.a.v.’den sonra, kendi asırlarında yaşayan faziletli insanlara özel bir isim vermediler. Ancak, Hz. Rasulullah s.a.v.’in şerefli sohbetinde bulunan sahabe-i kiram (Allah onlardan razı olsun) bunun dışındadır. Peygamber Efendimiz’in sohbetinde bulunmaktan daha faziletli bir şey olmadığı için bu şerefe ulaşan zatlara “Sahabe” denildi.

Hicri 2. asır geldiğinde, sahabe-i kirama ulaşan ve onlara güzelce tabi olan müslümanlara “Tâbiîn” ismi verildi. Onlar bunu en şerefli unvan olarak gördüler. Onlardan sonra gelen ve İslâm’da kendilerine tabi olan müslümanlara da “Etbâu’t-Tâbiîn” ismi verildi.

Bu nesilden sonra İslâm alemindeki insanlar farklı yollara ve hallere sahip oldu. Birbirinden ayrı ve farklı derecede insan grupları oluştu. Bunların içinden dini yaşamaya ileri derecede hassasiyet ve gayret gösteren seçkin insanlara “zâhidler” ve “âbidler” dendi.

Daha sonra birçok bid’at (dinde yeri olmayan görüş ve ameller) ortaya çıktı; farklı gruplar arasında çekişmeler meydana geldi. Her grup, dini en güzel yaşayan zâhidlerin kendi içlerinde bulunduğunu iddia etti. Bu gelişmeler üzerine, Ehl-i Sünnet cemaatinin içinde her anlarını Allah Tealâ ile geçiren, kalplerini her türlü gafletten koruyan seçkin bir grup “Tasavvuf” (ve “Sûfi”) ismi ile diğerlerinden ayrıldılar.


Kuşeyrî Risâlesi Kimler İçin Yazıldı?


Kullarına yaptığı iyilik ve ihsanlarından dolayı O’na hamdederim. Allah, Efendimiz Muhammed’e, onun karanlıkları aydınlatan ailesine ve hidayet yolunun anahtarları olan ashabına çokça salât ve selam etsin.

Bu eser, Allah Tealâ’nın rahmetine muhtaç Abdülkerim Kuşeyrî tarafından 437 yılında İslâm beldelerindeki sufi cemaatine yazılmış bir risaledir. Ey dostlarım! Allah sizden razı olsun, önce şunu bilin ki; yüce Allah bu sufiler topluluğunu seçilmiş dostları yapmış. Onları peygamberlerinden sonra bütün kullarından üstün kılmış; onların kalplerini sırlarının hazinesi yapmış ve ümmet içinden nurlarını taşımaya onları seçmiştir.

Onlar halk için rahmet ve bereket sebebidirler. Allah onları nefsin kötü arzularından temizlemiş, kendilerine tevhidin hakikatini açarak onları müşahede makamlarına yükseltmiş, kulluğun edeplerini yerine getirmede onları muvaffak kılmış ve onlara ilahî hükümlerini kulları üzerinde nasıl icra ettiğini göstermiştir.

Bu ilahî lütuflara ulaşan sufiler de kendilerine yüklenen kulluk görevlerini hakkı ile yerine getirdiler. Hak Tealâ kendilerini acı tatlı hangi halde tuttu ise o halin edebini korudular. Sonra, samimi biçimde ihtiyaç hallerini bilerek ve boyun bükerek yüce Allah’a yöneldiler; yaptıkları amellere ve elde ettikleri güzel hallere güvenip aldanmadılar.

Sonra bu yolun hakikatine ulaşmış sufilerin çoğu yok olmuş, bu zamanda ancak eserleri ve izleri kalmıştır. Diyeceğim şu ki, bu taifenin içinde bir gevşeklik dönemi yaşanmıştır. Hayır, gevşeklikten öte, bu yol yavaş yavaş silinmeye yüz tutmuştur. Hidayet yolunda kendilerine uyulan büyük zatlar geçip gitmiş, onların yollarına ve güzel hallerine uyan gençler azalmıştır. Bu dönemde kalplerden dine hürmet kalkmış, ilahî emirlere hakkı ile uyma azmi yok olmuş, dine kayıtsız kalmak dünyevî hedeflere ulaşmak için vesile olarak görülmeye başlanmıştır. Bu devrin insanları, helal haram ayrımını terkettiler, büyüklere hürmeti ve onlardan utanıp çekinmeyi bir kenara attılar, ibadetleri hakkı ile yerine getirmeyi hafife aldılar, namazı ve orucu önemsemediler. Gaflet meydanlarında boş işlere daldılar, kötü arzularının peşine düştüler, aldırmadan haramlara bulaştılar.

Bu kimseler, yaptıkları bunca kötü işlerle yetinmeyerek bir de yüksek hakikatlere ve manevi hallere işaret eden sözler konuşmaya başladılar.

Onlar kendilerinin kulluk bağından kurtulduklarını, yüce Allah’a kavuştuklarını, devamlı Cenab-ı Hak ile beraber olduklarını, kendilerinin bu ilahî yakınlık ve muhabbet içinde bütün his ve şuurlarını kaybettiklerini, bundan sonra yaptıkları veya terk ettikleri herhangi bir işten dolayı kendilerine bir kınama ve ayıplama olmayacağını, kendilerine yüce Allah’ın birliğinin sırlarının açıldığını, ilahî muhabbetin kendilerini tamamen çekip cezbettiğini, artık kendilerinden dinin hükümlerinin düştüğünü, kendi nefslerinden fani olduktan sonra Allah Tealâ’nın nurları ile baki kaldıklarını, konuştukları zaman kendilerinin konuşmayıp onları Cenab-ı Hakk’ın konuşturduğunu, bir iş yaptıklarında kendi başlarına değil, yüce Allah’ın tasarrufu ile yaptıklarını iddia ettiler. Bütün bunlar yalan ve boş iddialardır!

Bir kısmını yukarıda anlattığım bu bozuk anlayış, zamanımızda uzun süre bir dert olarak gündemde kaldı. Ben bu yolun ehlinin kötü bir şekilde anılmasından yahut sufilere muhalif olanların onları kötülemeye açık bir kapı bulmasından korkarak, onları bu derece eleştirmek istemiyordum. Bu yüzden, tasavvuf yolunda görülen bu gevşekliğin ortadan kalkmasını ümit ederek bir müddet bekledim. Ancak zaman geçtikçe işler daha da sarpa sardı. Bu asrın insanları düzelme bir yana, alıştıkları kötü hallerde daha ileri gittiler. Bu durumu görünce temiz kalplere acıdım. Onların bu yolun, şu haktan sapan kimselerin iddia ettiği bozuk fikirler üzerine kurulduğunu ve önceki büyüklerin de aynı yolda gittiğini düşünmelerinden korktum.

Ey sufi dostlarım, işte bu risaleyi sizin için bu sebeple yazdım. Bu risalede, tasavvuf yolunun büyüklerinden bazılarının hayatını zikrettim. Onların edeplerini, ahlâklarını, muamelelerini, sahip oldukları itikadlarını anlattım. Ayrıca sufilerin işaret ettikleri ilahî vecd ve ilhamları, manevi yolda ilk hallerinden son hallerine kadar nasıl ilerlediklerini konu ettim.

Bu kitabı bu yola girmek isteyenlere bir kuvvet olsun diye yazdım. Ayrıca bu yolun hak ve doğru olduğuna sizin de bana katılarak şehadette bulunmanızı arzuladım. Bütün bunlardan gayem, sonsuz ihsan ve kerem sahibi yüce Allah’ın lutuf ve ihsanına ulaşmaktır.