- Küreselleşme ve çöküş

Adsense kodları


Küreselleşme ve çöküş

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 1 August 2012, 12:18 pm GMT +0200
Küreselleşme ve çöküş
Hasan Hüseyin ÖZ • 83. Sayı / DOSYA YAZILARI


Bugünün tarihini yeniden düşünmek… Tahrir Meydanı’nda başlayıp New York sokaklarına kadar uzanan bir hikâyeyi derinlemesine analiz etmek… Söz konusu olan küreselleşen bir isyan hareketinin derinliğine nüfuz ederek bu tarih yazımı mümkün olabilir ancak.

Başta Türk basını olmak üzere televizyon yorumcularının çoğu bu hikâyeyi teknolojinin galibiyeti olarak değerlendiriyor. Yani iletişim teknolojisinin galibiyeti! Köşe yazarları, televizyon yorumcuları hep teknoloji vurgusu yapıyor ve “isyan edenler bir ideoloji çerçevesinde değil, tamamen insanî duygularla hareket ediyorlar” ile biten yorumlarını dillerinden düşürmüyorlar. Tahrir Meydanı’nda yapılan gösteriler liberal demokrasinin iyimser havasını destekleyen araç haline dönüştürülerek, insanların bir bütün halinde hürriyet için mücadele ettiği yönünde yorumlar da yapılıyor. Liberal demokrasi yani Batı değerlerinin, Batı hukukunun özgürlük felsefesinin Arap Baharı’yla birlikte bütün dünyaya yayıldığı vaazlar verilmeye devam ediliyor. Hâlbuki olaya biraz daha yakından bakılınca resim birilerinin yaptığı yorumlara hiç benzemiyor. Bütün bu tezleri çürüten ilk sebep, isyan resminin önemli imgelerinden birini liberalizmin kalbi New York’ta yapılan gösterilerin oluşturuyor olması. Yani 90’lı yıllarda Fukuyama’nın “tarihin sonu” teolojik(!) tezinden yirmi yıl sonra Tahrir Meydanı’ndaki gösterilerle New York’taki gösteriler aynı fotoğraf karesinin içinde yer alabiliyorsa ise ortada ciddi bir sorun var demektir. Bir tarafta Batı’nın desteklediği örtük olarak bilinen diktatörlere karşı direnişe geçen Mısırlı ve Mağripli gençlerin başlattıkları Arap Baharı, diğer taraftan neo-liberal politikalara karşı kapitalizmin kalbinde eylem yapan Amerikalılar ve yine kapitalizmin birinci durağı Avrupa’daki savrulmalar.

Üç önemli soru
Bu resme, bütün bu olanlara bakıp Marks’ın “katı olan her şey buharlaşır” kehanetinin gerçekleştiği anlamını mı çıkarmalıyız? Yoksa Oswald Spengler'in dediği gibi, “modern medeniyet bir gün etnografik bir müze haline gelecek” sözünün tecellilerini mi seyrediyoruz? Ya da bizim entegrizme müptela, Mcluhn’un “küresel köy” sözünü kendi şarkılarına nakarat yapmış yazarların yorumlarından mülhem “teknoloji yeni bir nesil doğurdu ve bu nesil özgürlük savaşı vermekte” mi diyeceğiz? Entegrizm kavramıyla mahkûm ettiğim üçüncü soruyu atlayarak ilk iki soru çerçevesinde bir analiz yapmamız gerekiyor kanaatindeyim, bütün bu olup bitenler karşısında. Ömrünü kütüphanede geçirmiş Marks’ın “Katı olan her şey buharlaşır” tezi ile yine ömrünü Marks gibi kitaplar arasında geçirmiş Alman Sosyolog Spengler’in “modern medeniyet bir gün etnografik bir müze haline gelecek” tezi bir bitişi haber veriyor. Batı düşüncesinin mahut hastalığı kehanet, bu iki düşünürde de kendini gösteriyor. Ütopyadan bitişin trajedisine… Yani ütopya ile trajedi arasında gidip gelen bir düşünce sistemi. Her ne kadar bir hastalık semptomu olarak kehanet kendini bu cümlelerle ortaya koysa da, birinci tez Avrupa merkezci tarih anlayışının içinde kapitalizm ve komünizm düşman kardeşlerin hikâyesini anlatırken, ikinci tez daha ziyade bir yabancılaşmanın ve bitişin hikâyesini anlatıyor. Küreselleşme kavramını bu iki tez çerçevesinde irdelemek bana göre bugün içinde yaşadığımız dünyayı daha iyi analiz etmemizi sağlayabilir.

Marks ve Avrupa Merkezci tarih anlayışı
Bu tezi ele alırken dikkat etmemiz gereken hususu hemen başta belirtelim: Marks’ın da “Avrupa Merkezci” tarih anlayışından hareketle olayları yorumlaması, onun kapitalist sisteme yaptığı eleştiriyi tutarsız kılıyor. Yani, Marks’ın düşüncesi, kapitalist babanın gayr-i meşru çocuğu sosyalizm ve komünizmin, babasına karşı intikam almak isteyen çocuğun davranışlarını ortaya koymaktan başka bir şey yapamaz. Nitekim vardığı yer nihilizm ve anarşizmdir. Bakınız Proudon’un Anarşizm Teorisi’ne. Bu uyarıyı yaptıktan sonra “Katı olan her şey buharlaşır” tezine dönecek olursak; kapitalizmin kendi iç çelişkileri mekanik bir dizgede ele alınarak, sirayet kabiliyetinin insanın en alt isteklerinde gizli olduğu hakikatini görmezden geliyor bu tez. Onun teolojik düzlemde kendini ortaya koyması, bu hakikatin kendi iç tutarlılığını dahi kapitalizmin tükettirici gücü karşısında kendisinin de bir metaya dönüşmesine sağlamaktan kurtaramaz.

Kapitalizm, Marksizm ve simülatif dünya

Kapitalizm ve tüketim çağının bir sembolü olarak Marksizm, kapitalizmin meşrulaştırıcı aracıdır. “Oğul babanın sırrıdır” hikmetinin tecellisi diyebiliriz buna. Kapitalizmin meta anlayışı bugünün dünyasında simülatif bir dünyayı doğuruyor. Yani gerçeğin yok edilişi ve nihayet insanın gerçeklik ihtiyacına karşılık vermek için oluşturulmuş simülasyonlar dünyasında yaşıyoruz. Kapitalizmin doğasında var olan tekelcilik sistemi, görece bir refah söylemiyle, dünya sistemini sanal imgelerle doldurarak -ki bunların en başında liberal özgürlük söylemi gelir- sermayenin tek elde toplanmasını sağlıyor. Burada görece refah kavramı önemli bir duruma vurgu yapıyor. Tek elde toplanan sermaye kavramının görece refah kavramı çerçevesinde, kapitalist sistemin kendi kendini yok etmemek için dünya ölçeğinde tüketim merkezli bir refah ve serbestiyet ya da özgürlük simülasyonu çerçevesinde kendini gizlediği gerçeğini unutmamamız gerekiyor. İşte bu noktada “katı olan her şey buharlaşır” tezinin, nasıl bu simülasyonun bir aracı olduğu daha net anlaşılabilir. Sistemin kendi kendini sürdürmesi için, kendi kontrolünde oluşturulmuş bir düşman simülasyonu yani. Pazarlanabilir, tüketilebilir ve nihayet üzerinde zafer nutukları atılabilir bir simülasyon!

Tarihin Sonu tezi
Fukuyama’nın yaptığı tam da buydu. Demirperde ülkelerinin yıkılmasından sonra ebedi bir galibiyet nutkuydu bu. Ve işin garip tarafı Marks’ın ütopyasını yerine getirdiğini iddia eden ve nihayet bürokratik katılığa dönüşen sosyalist devletler, bir anda yerle bir olduklarında “katı olan her şey buharlaşır” tezini bir taraftan doğrularken, bir taraftan da aynı tezi kendileriyle birlikte mezara götürdüler. Fukuyama da “Tarihin Sonu” tezini bu büyük çöküş üzerine ebedi zafer nutkuyla dünyaya sundu. Burada hemen belirtelim ki, hem Marks hem de Fukuyama, Hegel’in düşüncelerinden etkilenmiş düşünürlerdi. Her ikisi de Hegel’in “Tarihin Sonu” fikrinin müridliğini yapmaktan başka bir şey ortaya koymamışlardı. Mutlak hakikat vaazı yani(!) Fakat bu mutlak hakikat pagan imgeler içeriyordu. Bugün yaşanan ekonomik krizler konusunda yorum yapan birçok yazar, garip bir şekilde yukarıdaki analize kulak tıkarcasına, 1848’de yayımlanan Komünist Manifesto’nun “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor - Komünizm hayaleti” sözünden mülhem “Dünyada bir hayalet dolaşıyor - Marks’ın hayaleti” sözünü sık sık dile getirmeye başladılar. Yıkıcı küreselleşmenin panzehiri olarak Marksist düşünceyi gören bu yazarlar, Marks’ın “Avrupa Merkezci” tarih anlayışını görmezden gelerek, yine Batı merkezli bir dünyanın vaazını sunmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bütün bu yorumlara karşı Aristo mantığı çerçevesinde şöyle bir akıl yürütme yöntemi ortaya koymak istiyorum: Katı olan her şey buharlaşır. Kehanetler katıdır. Öyleyse kehanetler de buharlaşır. Yukarıdaki kehanet ancak benim bu akıl yürütmem kadar ciddiye alınacak bir kehanettir.

Modern medeniyetin etnografik müzeye dönüşümü
Bu latifeden sonra ikinci teze gelecek olursak: Aslında Sorokin, Toynbe gibi Spengler de bunalım döneminin tarih felsefecisi olarak kategorize ediliyor. Nitekim modern medeniyet hakkında söylediklerini bu dönemin bir ürünüdür diye değerlendiren düşünürler de var. İnsanlığın birbirini boğazladığı (daha doğrusu Batı’nın kendi içinde birbirini boğazladığı) bir dönemde modern medeniyet hakkında analizler pek de iyimser olamazdı zaten. Fakat bu sığ görüşün ötesine geçecek olursak, Spengler’in tezinde ciddi bir varoluş probleminin yansımalarını görürüz. Spengler, etnografik müze metaforunu, toplumların varlık bağından kopmalarından hareketle ortaya koyuyor. Nietzsche’nin “Tanrı öldü” ile başlayan nihilist tasavvuru ve Heidegger’in kaybedilmiş varlık düşüncesi göz önünde bulundurulduğunda, bir Alman düşünür olan Spengler’in etnografik müze metaforunu kullanmasından normal bir başka şey yoktur. Zira “etnografya” soğuk ve katı bir kavram. Batı merkezli tarih anlayışının arkeoloji gibi, sömürge dönemi ürünlerinden biri. Yani Avrupa merkezci dünya sisteminin meşruiyetini sağlayan bilimselci yaklaşımın araçlarından olan etnografya, yine beyaz ırkın destanını yazmak için uydurulmuş bir bilim dalı. Spengler, Marks’a göre daha köktenci bir tutum içindeydi bu yönüyle. Ona göre insanın yabancılaşmasının kökenleri daha derin bir entelektüel açmazdan geliyor. Spengler bu kavramı kullanırken, Marks’ın iyimserliğinden çok uzak bir yerde duruyor. “Modern medeniyet bir gün etnografik bir müze haline gelecektir” derken, Aydınlanma ile başlayan “araçsal” düşünce sisteminin de iflasını haykırıyor. Kapitalist dünya sisteminin özgürleştirici(!) nutuklarının da iflası bu aynı zamanda. Buradan hareketle kapitalizmi meşrulaştırmak için oluşmuş Batı merkezci düşüncenin de trajedisinin hikâyesi bu cümlelerle kendini ortaya koyuyor. Tamamen araçsal akıl anlayışı ile oluşturulan sistemin şekilsel ahlâkı ve ahlâkın kurumsal hali olan hukukun özgürlük anlayışı evrensel değil şekilsel kalmak zorunda. Bu durumda özgürlük de ahlâk ve hukuk gibi müzede sergilenen kavramlardan ibarettir modern dünya sisteminde.

Sonuç
Spengler’in bu analiziyle mahkûm edilmiş modern dünya sistemi, iki dünya savaşıyla intiharın eşiğine gelen fakat bir şekilde kendini kurtaran (başta insanın en ilkel duygularına hitap eden ekonomik sistemiyle) ve sonra da 1960’lı yıllarda ortaya atılan tezlerle, sömürge ve emperyalizm aşamaları sonrasında yeni bir kavramla yani küreselleşme kavramıyla hayatını sürdürmeye devam etti. Girişte yazdığımız Arap baharı ile başlayan ve New York sokaklarına ulaşan gösteriler, daha derin analizle ele alındığı zaman küreselleşmenin iyimser tonunu ters yönden zorlamakta olduğu hakikatini burada ortaya koymak zorundayız. Spengler’in trajik hikâyesinden hareketle, Marks’ın Batı Merkezci tarih anlayışından mülhem oluşturduğu sisteminin etnografik müzenin figüranlarından biri olacağını, dolayısıyla küreselleşmenin yıkıcı etkilerini tolare edebilmesinin mümkün olmadığını belirtelim. Çünkü insanın fıtratı, yani varlığına dokunması ile bugünkü simülatif sisteminin arasında salınan dünya, ahlâkın hâlk, yani oluşturma, meydana getirme kökünden gelen anlamıyla bir isyan hareketine gebe olabilir.