- Kur'ân'ın Kat'iyyeti Lafzı Tevatürle Sabit Olmuştur

Adsense kodları


Kur'ân'ın Kat'iyyeti Lafzı Tevatürle Sabit Olmuştur

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sat 28 May 2011, 11:00 am GMT +0200
KUR'AN'IN KAT'İYYETİ LAFZI TEVATÜRLE SABİT OLMUŞTUR

Kur'ân'ın bütün lafızlarıyla birlikte kat'iyyetine olan itimadı­mız, onun lafzı tevatür yoluyla bize kadar gelmesine dayanmaktadır. Her ne kadar, zan ifade ettiği için bir te'kid aracı olsa bile, kitabetin (yazımın) bunda bir fonksiyonu yoktur. Eğer Kur'ân'ın, lafzî tevatür derecesine ulaştığı ama yazılmadığını farzetsek, bu durumda yine de Kur'ân, kat'iyyet ifade edecektir. Fakat aksi farzedilse, kat'iyyet söz-konusu olamayacaktır.

Zira, vahiy kâtiplerinin yazmış oldukları nüsha veya nüshalar, bugün elimizde yoktur. Var olduklarını farzetsek bile onlardaki hat­tın, vahiy kâtiplerine ait olduğunu nereden bileceğiz? Bu durumda ona, kat'iyyet nazarı ile bakabilmemiz için mutlaka tevatür derece­sinde bir kalabalığın, hiçbir noksanlık ve fazlalık olmaksızın, tahrife de uğramadan, yazıların vahiy kâtiplerine ait olduğunu bildirmeleri­ne ihtiyacımız olacaktır.

Aynı şekilde vahiy kâtiplerini Kur'ân'ı yazarken gören, her har­fin yazımı konusunda ittifak eden tevatür derecesindeki kitlelerin şehâdetlerine ihtiyaç duyulacaktır.

Herkesin pek tabiî olarak bildiği gibi bu, tahakkuk etmemiştir.

Ama vahiy kâtiplerini Kur'ân'ı yazarken gören ilk nesil hariç, biz ve bizden öncekiler, bunun tahakkukunu farzedip lafzî tevatüre daya­narak bu yazının, vahiy kâtiplerine ait olduğunu kabul ediyoruz. Eğer bu lafzî tevatür olmasaydı, asla kat'iyyet tahakkuk etmezdi.

Bu konuda diyebileceğimiz tek şey şudur:

Bizler, Kur'ân'ın lafzî tevatürünü, ilk Kur'ân nüshalarmdaki hattın vahiy kâtiplerine ait olduğunu bildiren bir tevatür olarak ka­bul ediyoruz. Vahiy kâtiplerini Kur'ân'ı yazarken görenlere gelince; onların, Kur'ân lafızlarım kesin olarak tayin etmede, ne kitabete ve ne de lafzî bir tevatüre ihtiyaçları yoktur. Çünkü vahiy kâtipleri, na­sıl Kur'ân'ı Rasûlullah (s.a.v)'tan işitmişlerse, onlar da öylece O'ndan işitmişlerdir. Böylece yukarıdaki hususlara ihtiyaçları kalmamıştır.

Buradan, Kur'ân'ın kat'iyyetinin, hiçbir nesilde kitabete dayan­madığı neticesini çıkarabiliriz. Ama birisi kalkıp şöyle diyebilir: "Bi­zim, ne vahiy kâtiplerinin yazdığı nüsha veya nüshalara ne de bah­settiğin nitelikteki bir topluluğun haber vermesine ihtiyacımız yok­tur. Çünkü râşid halifelerden sonraki dönemde ortaya çıkan yazılı tevatür, ikinci asırda ve daha sonraları, harflerine varana kadar her şeyinde ittifak edilen yazılı nüshaların, herhangi bir tahrif, ilâve ve­ya eksikliğe meydan vermeyecek şekilde çoğalmış olması, bize yet­mektedir. Zira bu kadarı bize, tamamının Kur'ân olduğu hakkında kesin bir kanaat vermektedir."

Buna karşı deriz ki:

Elimizde olan sonraki dönemlere ait nüshaların, bahsedilen ni­telikteki ilk nüshalardan istinsah edildiğini nasıl tesbit edeceğiz? Hepsinin kaynağının, Hz. Osman veya Zeyd b. Sâbit'e ait tek bir nüsha olduğunu söylemek mümkün değil midir? Bilakis, Kur'ân tari­hi hakkında biraz malumat sahibi olanların da bildiği gibi vakıa böy­ledir. Ana nüsha tek olunca, ondan alınanlara kat'iyyet nazarıyla bakmamız, nasıl mümkün olacaktır?

Eğer nüshalara kesin gözüyle bakmanın, Sahâbe'nin hemen hepsinin, ana nüshadakileri ikrar ve sıhhatini itiraf etmelerinden kaynaklandığı söylenecek olursa, buna karşı da deriz ki: İşin sonun­da, ana nüshadakilerin hiçbir değişikliğe uğramadan, Kur'ân'ın ta­mamını teşkil ettiği yolundaki lafzî tevatüre gelinmiş olur. Halbuki, daha evvel kat'iyyet konusunda, lafzî tevatür yeterli görülmüyor, bu konuda yegâne dayanağın yazmak olduğu savunuluyordu.