- Kuranda eğitim yöntemleri

Adsense kodları


Kuranda eğitim yöntemleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Mon 27 September 2010, 07:20 pm GMT +0200
KUR'AN'DA EĞİTİM YÖNTEMLERİ


İnsanın Eğitilmesinin Yolları
 

ALLAH, eğitilebilecek şekilde yarattığı insanı kendi haline terketmemiş ona eğitimini gerçekleştirmenin yollarını da öğretmiş­tir. Kur'an, fıtratı dikkate alındığında insanın potansiyel kötülüklere düşmeden kendisini en iyi yaratılışlı duruma getirebilmesinin yol ve yöntemlerinin neler olduğu sorusuna bazı yolları tavsiye ederek cevap vermektedir. Şimdi bu yolların üzerinde kısaca duralım. [1]

 

A- Metafizik Tavır
 

Kur'an'da ALLAH'ın en çok tekrarlanan sıfatı (970 kere) olan Rab (eğitici) kelimesi, insana merbub (eğitilen) olarak ALLAH ile ilişkisini sürekli ve canlı tutma yolunu gösterir. İnsan, hayatının her döneminde metafizik bir tavrı alışkanlık haline getirmesi ve geliştirmesi için teşvik edilir. Bu ilişkinin sürekliliği ve canlılığı, onu daima ilahi bir ölçüyü gözönünde tutma gibi zor, fakat zevkli ve yüksek bir değerler dünyası ile içice yaşamanın coşkusu ile bera­ber kılacaktır. ALLAH ile içice olarak kurulan Rab-merbub ilişkisi hususunda insan, ALLAH’a "elest bezmi"nde söz vermiş ve onu eğiticisi olarak kabul ettiğine dair şahadette de bulunmuştur.[2] Bu konuda bir misak (sözleşme) içindedir. [3] Dünyadaki hayatını gerek bireysel, gerekse toplumsal açıdan amacına uygun bir düzeyde ve kalitede oluşturabilmek için ALLAH'ın koyduğu kuralların sürekli kendisine öğretileceği bir ortama ve onun şartlarına uyacağına dair ALLAH'a söz vermiştir.

Kur'an, insanın Rabb'ı ile sürekli birlikte oluş halini, onun kul olma şuurunu canlı tutması ile mümkün görmektedir. İnsan, her işinde kul olduğunu düşünecek ve davranışlarında kulluk şuuru içinde ALLAH'ın emir ve yasaklarını ölçü olarak kabul edecektir. İnsan bunun için yaratılmıştır[4] Hayat, kulluğun iyi yapılıp ya­pılmadığını ortaya çıkarmak için bir imtihan alanıdır.[5] İnsan ALLAH'ı Rabb olarak tanımalı ve sonra da doğruluğa devam etmeli­dir. [6]

İnsanın davranışlarında metafizik tavrı elde etmesi onun zih­nini ve duygularını eğitmesi ile mümkün olur. Öyle ise, insan zih­nini ilahi bilgiyi elde edecek seviyeye getirmeli, çevresindeki ve tabiattaki denge ve hikmeti idrak edebilmelidir. Aynı zamanda da duygularını ilahi emirlerle yönlendirmeli ve geliştirmelidir. [7] Çünkü Kur'an, insanın misakı (verdiği sözü) nı unutabileceğini, kendi öz mizacına uygun davranışların bir oluşumu olan kulluk psikolojisini terkedebileceğini, böyle bir inkardan dönmeleri için kendilerine ayetlerin açıklandığını beyan eder. Öyle ise insan metafizik tavrı konusunda çok duyarlı olmalı, onu unutmak bir yana, daha da geliştirmeye çalışmalıdır.

Kur'an, insan eğitiminde bu ilahî ortamın tesisine birinci derecede önem verir. Kim ALLAH ile yaptığı sözleşmeye uyarsa, ALLAH onun için Rab sıfatının yanında Hûda (Rehber) sıfatını gerçekleştirir. ALLAH, o insan için artık sadece genel anlamda Rab değil, aynı zamanda Hûda (Rehber)dir. Bazı konularda özellikle teori-pratik ilişkileri açısından çözmeye gücünün yetmediği, aklının almadığı ve kendi idraki ile bir çıkış yolunu bulamayıp uygulamada çaresiz kaldığı hususlarda rehberlik işlevini somuta indirgeyerek peygamberler gönderir. Bu anlam ve kayıtla sınırlı olarak peygamber de onun için bir rehberdir.

İnsanın eğitiminde ALLAH ile içice olma hali, bir başka yönden Kuranla devam eder. Kur'an’da insanlar için bir rehberdir, İnsan sözleşmeye uyar; ilke ve prensiblerini Kur'an'ın genelinden çıkardığı bir hayat tarzını benimserse, gene ALLAH ile ilişkisi sürüyor demektir. Bu sefer onun rehberi Kur'an'dır. Kur’an'in rehberliği, insandaki bu metafizik tavrı canlı tutar.

İnsanın eğitiminin ilahi potadaki son ayağı, insanın yine biz­zat kendisi ve diğer insanlardır. Yukarıdaki bağlantıları korumak ve sürdürmek şartıyla insan, eğitimini kendisi ve diğer insanların rehberliği ile de gerçekleştirebilir. Çünkü insan, ilim öğrenmek su­retiyle bozgunculuk ve kan dökücülük gibi temel iki kötü özelliği giderebilen bir varlıktır.[8] Bunun yolunu da kendisine ALLAH Teala öğretmiştir. Bu manada yeryüzünde ALLAH'ın Halifesi (vekili)dir. Bu anlamda çok zor, ama o oranda zevkli bir görev üstlenmiştir. Bir yönü ile ilahî, diğer yönü ile insanî olan bu görev, zor olmasına rağmen altından kalkılamayacak bir görev değildir. Öyle ise, insan diğer insanların rehberliğinde de kendisini eğitebilir. Metafizik bir tavır elde edebilir. [9]

 
B- Gözlem
 

Kur'an gözlem yöntemini, ALLAH'ın varlığının belgeleri olarak harikuladelikleri gözler önüne sermesi ve insanın bunları gözlemlemesi olarak tanımlar. Bu hususa Kur'an'da şöyle temas edilir:

"İnsanlara ufuklarda (dış alemde) ve kendi nefislerinde ayetle­rimizi göstereceğiz ki, onun (Kur'an’ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun, Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi? [10]

Ayette zikri geçen dış alemdeki deliller (afakî) dış gözlem ile, insan vücudundaki deliller (enfusî) iç gözlem ile gözlemlenir. Bir de tarihi olayların gözlemlendiği dolaylı gözlem vardır.

Düşünmede aklı hakem kabul eden Kur'an, aklın gözlemlerden yararlanmasını tavsiye etmekte[11] düşüncenin, kainatın işleyiş kanunlarını anlayabilecek seviyeye ulaşmasına büyük önem vermektedir. 750'nin üzerinde ayet, tabiat, coğrafya, astronomi ve fen ilimlerinin sahasına giren konulardan bahsetmekte ve in­sanların bunlardan ibret almasını istemektedir. Hatta inanç sistemini kurarken, duyuları kullanmaktan, gözlem yapmaktan yararlanmakta, işe nereden başlanacağını, hangi delillerden nasıl yararlanılacağını bildirmekte, düşünce sisteminde olaydan kanuna, duyulardan akledilire, görünenden görünmeyene gidilmesi gibi metodolojik yaklaşımlara yer vermektedir.[12] Hatta Hz. İbrahim'in inanmak için gözleri ile görmek istemesini gözlemin önemini vurgulamak için misal vermektedir. [13]

Kur'an gözlem yönteminin üç türünü de kullanır. [14]

 
1- İç Gözlem (Enfusî):
 

İnsanın kendi nefsini gözlemesidir. Kur'an bu metodla insanın bir sonuca ulaşabileceğini şu ayetle vurgular.

"Artık insan kendi nefsinin gözleyip değerlendiricisidir. İsterse özürlerini sayıp döksün." [15]

Bunun yanında Fussılet, 41/53; Casiye, 45/4; Zariyat, 51/21; Tarık, 86/5-8 ayetlerinde de insana iç gözlem tavsiye edilir. Bu me­todla ibret alması istenir.

İnsanın biyolojik ve psikolojik özellikleri bir çok hariku­ladelikleri kapsar. Onun için insandan, kendi özelliklerine bak­arak biyolojik ve ruhî yapısını gözlemlemesi, gördüklerinden ibret alıp bazı sonuçlara ulaşması istenir. Buna iç gözlem denir. Kur'an, bazı ayetlerde bu duruma temas eder. İç gözlem metodunu Kur'an, tavsiye ederken genellikle dış gözlemle birlikte zikreder.

"Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle görmüyor musunuz? [16]

Kur'an ayrıca ibret almak için insanın yaratılışında ve doğu­munda da birçok ayetler olduğunu haber vermektedir.[17] İç gözlem metodu psikolojide birçok itirazlara uğramasına rağ­men gene de kullanılan bir metoddur. İnsanın biyolojik ve psikolo­jik yapısındaki harikuladelikler, insanı, önce ALLAH'ın varlığına, sonra buna bağlı olan diğer hakikatlere götürür. Bu delillere bakarak insan kendisini eğitebilir. [18]

 
2- Dış Gözlem (Afakî):
 

İnsanın  kendini  eğitebileceği  yolla­rın birisi de dış gözlem metodlarını kullanmaktır. İnsanoğlu bir devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseldiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına[19] bakacak  ve kendisine öğüt verici olan peygamberin öğütlerine kulak verecek­tir. K. Kerim insanın kendisini eğitmesinin en etkili yolu olarak gördüğü, onun tabiatla başbaşa kalmasını sık sık tavsiye etmekte, göklerde ve yerlerde onun ibret ve ders alabileceği bir çok özellikleri zikretmekte ve gerek bu olayları ve gerekse mesela; hayvanların karınlarındaki fışkı ile kan arasındaki halis sütün bu durumunu, hurma ve üzümden  edinilen  gıdaların  lezzetini, arının faaliyetleri ve bal üretmesini, kuşların uçmasını dış gözlem ve müşahade yolu ile değerlendirmesi gerektiğini söylemektedir. [20]

Gözlemin gereği gibi yapılabilmesinin de şartları gene K. Kerim'de insanoğluna açıklanmaktadır. Bu hususta insanın sahib olduğu özellikler vurgulanmakta, kendisine bakması istenmekte, körle görenin aynı olmayacağı belirtilmekte, karanlıkla aydınlı­ğın eşit olmadığı beyan edilmekte ve insanlardan akıllarını kul­lanarak gören ve aydın olan kişiler olmaları istenmektedir. [21]

 
3-  Dolaylı Gözlem:
 

K. Kerim nefsin eğitilebileceği bir diğer yol olarak da çevrede veya tarihte cereyan etmiş olayları gözlemle­meyi (dolaylı gözlem) onlardan ibret almayı tavsiye etmektedir. Ve bu metodla nefsini eğitmeye insanın gücünün var olduğuna işaret etmektedir. [22] Ayrıca bunun için zaman zaman seyahatler yapmasını istemekte, yeryüzünün her tarafının ibret alınacak tarihi olayların kalıntıları ile dolu olduğunu haber vermektedir. [23] Bunların dışında zihni  ve kalbi eğitme ile ilgili birçok usuller de K. Kerim'de zikredilmektedir. [24]

 
C. İlim Öğrenme ve İlim Öğretme:
 

Bütün bunların yanında Kur'an'ın insana öğrettiği kendini eğitme yöntemlerinden birisi de, ilim öğrenme, kendisini bilgiyi bilir hale getirme yöntemidir. Kur'an, bilgiyi sadece bir öğrenme konusu olarak görmemekte, bilen kişinin aynı zamanda bu bilgi ile kendisini eğitebileceğine dikkat çekmektedir. Kur'an'ın, bilen kişiyi ortaya çıkararak onun eğitimini de gerçekleştirme yöntemi henüz ilk ayetler gelirken ortaya çıkan bir özelliğidir. "Oku" diye başlayan bu ilahî prensibler, sonuçta kamil bir insan olma özelli­ğini kazanacak olan insana ilk basamağı böyle göstermiştir. Şüphesiz okumanın bir çok faydaları vardır. Kur'an da bu fayda­lara sırası geldikçe temas etmektedir. Biz özellikle, okumanın, öğ­renmenin ahlakî eylem ile olan ilgisini ortaya çıkaran bir kaç ayet üzerinde durmak istiyoruz.

Kur'an kronolojik olarak da ilk insanın eğitimine ona bilgi öğ­reterek başlandığını haber vermektedir.

"Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yarata­cağım dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?"dediler. "ALLAH'da onlara; sizin bilemeyece­ğinizi her halde ben bilirim" dedi.

"ALLAH Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce melek­lere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz şunların isimlerini bana bildirin" dedi.

Melekler: "Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alim ve hakim olan ancak sensin" dediler.[25]

Ayette belirtildiği gibi melekler, Hz. Adem'in yaratılacağını duyunca ilk tepki olarak onun bozgunculuk ve kan dökücülük özelliğini söyleyerek, kendilerine göre daha aşağı derecedeki bir varlığı yaratmadaki hikmeti anlayamadıklarını veya onun yeryüzünde vekil olduğunu unutarak asil gibi icraat yapmasından, mesela fitne çıkarıp kan dökmesinden korktuklarını ifade etmek­tedirler. Kendilerinin ise, böyle bir duruma düşmeyeceklerini, de­vamlı hamd ve tesbih ile ALLAH'ı zikrettiklerini beyanla, zımnen insanın kendilerine göre eksikliğini ortaya koymaktadırlar. İşte bu durumu, yani insandaki bu eksikliği gidermek için ALLAH Teala, insana isimleri öğrettiğini beyan etmekte ve bu özelliği ile insanın meleklerin önüne geçtiğini haber vermekte, zaten melekle­rin de isimleri bilme konusunda aczlerini itiraf ve ilim ve hikmete teslim olduklarını açıklamaktadır.

Hz. Adem'in isimleri öğrenmesi konusunda yapılan tefsirler onun konuşmayı öğrenmesi veya eşyanın özelliklerini öğrenmesi dolayısıyla kelam ve ilim sıfatına sahib olması noktasında odak­laşmaktadır.[26] Buradaki ilim (bilgi) den maksat, bir şeyin zatına, özüne veya derunî zeminine (sır) ait bilgi değil de hissedilen ve akledilen şeylerle ilgili olan araz ve sıfatlara ait olan bilgidir. Bunların aralarında var olan ilişki ve ayırımları, sebeplerini ve sonuçlarını içerir. Bunun yanında insana, ALLAH'ı ve onun mutlak birliğini tanıdığı bir bilgi (marifet) daha verilmiş ve onun gerçek eğiticisi (Rab) ve kulluğunu yönelteceği yegane makam olduğu bildirilmiştir. İşte bu ilim ve marifet, insanı, ALLAH'a göre hedefini tavrını belirleyen bir misak (sözleşme) a bağlamıştır. [27] Kur'an'ın ifadesine göre insan bozgunculuk ve kan dökücülük noksanlıklarından ilim öğrenmek ve konuşabilmek özellikleri ile kurtulmakta, derecesini yükseltme imkanına sahib olmaktadır.

Bilen kişi ile bilmeyen arasında fark olduğunu vurgulayan[28] kulları içinde ancak alimlerin ALLAH'tan gereğince korktuklarını[29] ve bu manada insanın mesafeler kat etmesi için bilim öğ­renmesinin gerekliliğini bildiren ve insana "Ey Rabbim! Bilgimi ve anlayışımı arttır"[30] diye dua etmesini öğütleyen yüce kitabımız, bütün bu ayetleriyle ilmin ve öğrenmenin değişik yönlerden ahlaki eylem ile ilişkisini açıklamaktadır.

İlim, Kur'an mantığına göre sübjektif ve güvenilmeyen bilgi olan zannın karşıtı bir kavram olarak kullanılmaktadır. İslam öncesi cahiliyye döneminde ilim kavramı, yaşanarak ve denenerek elde edilen sağlam ve güvenilir bilgi anlamında kullanılmıştır. Aynı anlam Kur'an'da da vardır.

Bir başka anlamda Kur'an, ilimsizlik ve bilgisizliği heva ve he­ves (kapris) in sebebi, bilgiyi ise, bunların karşıtı bir ahlaki kavram olarak kullanmakta ve bunlardan kurtulma sebebi olarak zik­retmekte; bunlardan kurtulmanın yolu ve yöntemi olarak tavsiye etmektedir.

"Gelgör ki haksızlık edenler bilgisizce hevalarına (kötü arzula­rına) uydular.[31]

"Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyarsan (işte o zaman) ALLAH tarafından senin ne bir dostun ne de koruyu­cun vardır." [32]

Görüldüğü gibi bu ayetlerde insanın, nefsinin istek ve kaprisle­rine uymasını, bilgisizliğin sebep olduğu bir durum olarak ortaya koymaktadır. Bu durumu engelleyecek bir önemli unsur olarak bilgi zikredilmektedir. Öyle ise bilgi ve öğrenme, insanı eğitmenin bir usulüdür. Ahlakın bilgi ile olan ilişkisi üzerinde Gazalî'de önemle durur. Ona göre ahlakın bozulması ve düzeltilmesinde fazi­let ve rezilet hakkında bilgi sahibi olmanın önemli derecede etkisi vardır. İlim, kalbi itaata, aklı cehde götürür. [33]

 
D- Tatlı Söz ve Öğüt Verme
 

Çocuk eğitimi konusunda eğiticinin sevgi ve şefkat duyguları­nın tezahürü, yumuşak davranış (nezaket) ve tatlı sözdür. Bunlar insana her türlü eğitim kilidini açacak anahtarlardır. Çünkü bu tip yaklaşım, insanın yapısı ve karakterine uygundur. Bundan dolayı, İslâmî tebliğin ana metodu, yumuşak davranışa ve tatlı söze (nasihate) dayanır. Gerek gayr-i müslimi imana davet etme, gerekse bir mümine hayrı tavsiye ve kötülükten nehyetme işi, ilk defa nasihatle gerçekleştirilmeye çalışılır. Ona kolaylık, afv ve müsamaha yolları gösterilir. Davette ancak böyle bir metodun muhatap üzerinde müsbet bir tesir bırakacağı haber verilir. Bu usullerle yola gelmeyenlere son çare olarak belki zorlama, sert tavır takınma ve tecziye ile muamele edilebilir.[34]

İnsanların büyük bir çoğunluğu (fıtrat-ı selime sahip olanlar) güzel söz (mev'iza) ile ikna olurlar. Çünkü insan, hoş tutulmayı is­teyen, gururuna düşkün bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu psikolojik yapısına uygun davranışlara muhatap olmaktan hoşlanır. Bundan dolayı Kur'an insanın bu yönünü okşayan onu rencide et­meyen ve şahsiyetini koruyan bir hitap tarzını kullanmaya, son de­rece dikkat göstermiş, bu tutumu da eğitimcilere tavsiye etmiş, çok açık olarak sözün en güzelini söylemelerini istemiştir.

"Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar."[35]

Kötü sözün sonuçlarını da beyan eden bu ayet en iyi yöntemin daima en güzel söz olduğunu açıklamaktadır. Bu konuda Kur'an'da bir başka ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu Rabbin kendi yolundan sa­panları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir." [36]

Görüldüğü gibi bu âyet, insanları hakka davetin usullerini be­yan etmektedir. Buna göre: İnsanların zeki ve âlim olanlarını katı delillerle, bu konuda orta halli olup fıtrat-ı selime sahiplerini güzel sözle, daha aşağı derecede olup münazaraya meraklı olan­larını güzel münazara usulleri ile hakka davet tavsiye edilmek­tedir. [37] İnsanların büyük bir çoğunluğu, bozulmamış bir fıtrata ve orta derecede zeka ve bilgiye sahip olduğu için, başvurulacak en iyi eğitim metodu güzel sözdür. Bu âyet aynı zamanda insanlar arasında uygulanan eğitim usullerinin kişilere göre değiştirilmesi gerektiğine, bu konuda da ferdî farklılıkların olduğuna işaret etmektedir.

İnsanı eğitme usullerinden birisi olarak öğüt vermenin üze­rinde duran Kur'an, sözün, nasihatin, insan üzerindeki etkisi sebe­biyle kendisinden de söz (hadis) olarak bahsetmekte[38] hem de sözle­rin en güzeli olduğunu haber vermekte[39] indiriliş amacını da öğüt olarak belirlemektedir.

"Biz bu Kur'an'ı sana güçlük çekesin diye değil ALLAH'tan kor­kanlar için ancak bir öğüt olsun diye indirdik." [40]

Kur'an, kendisini sadece öğüt veren bir kitap değil, kolayca öğüt alman bir kitap olarak da zikretmektedir.

"Andolsun ki biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu? "[41]

Burada kolaylaştırma terimi, bazı öğütlerin insana etki etmesi­nin çok zor olduğu, etkinin ancak kolaylaştırma ile mümkün oldu­ğunu vurgulamak için kullanılmış olabilir. İbn Sina öğüdün etki­sini azaltan veya yok eden durumlar için şunları söylemektedir.

Öğüt, öğüt verilen kişide, kendisinin, çevresi içinde beceriksiz olarak bilindiği yolunda bir fikre yol açacağından belli bir tepki ortaya çıkarır. Gurur ve şahsiyet yapılmasına bile yol açacağından inatçılığa sebep olabilir. Öğüt verilende istiskal edildiğine dair bir düşüncenin oluşmasına yol açar. Böylece öğüde tepki gösterilir.

Öğüt veren bu hususlara dikkat etmelidir. Bu da öğüt verme za­manını, ortamını ve şartlarını iyi tayin etmeyi gerektirir. Sözün kesileceği yeri de iyi tayin etmeli, muhatabta ilgi uyandırıldığında ve ikna temin edildiğinde öğüt kesilmelidir. İlgi kaybolduğu za­manda sözü uzatmak faydasızdır.

İbni Sina bu konuda tavsiyelerine devamla şöyle demektedir.

"Öğüt veren kişi zeki olmalıdır. Çok açık ve edebî bir ifade ile öğüt vermelidir. Ses tonu yumuşak ve hatta mümkünse nağmeli olmalıdır. " [42]

Kur'an'ın öğüdü kolaylaştırmasından maksadı yukarıdaki hu­suslara dikkat çekmek olabilir. Kur'an ayrıca hiçbir şey yapılmasa bile tatlı bir sözün insanı psikolojik olarak rahatlatacağını gönlünü alacağını da şu ayetle açıklar.

"Eğer Rabbinden umduğun bir rahmet için onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa gönül alıcı (kolaylaştırıcı) bir söz söyle." [43]

Kur'an bazan da kendisinden öğüt alabilmek için akıl sahibi olmak gerektiğini de haber verir.

"...Akıl sahibleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir. [44]

Güzel sözün eğitim değerini ve insanlar üzerindeki etkisini çok canlı bir tablo şeklinde anlatan bîr başka âyet şudur:

"ALLAH'ın, hoş bir sözü, kökü sağlam, dalları göğe doğru olan -Rabbının izniyle her zaman meyve veren- hoş bir ağaca benzete­rek nasıl misal verdiğini görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye ALLAH onlara misal veriyor. Çirkin bir söz de, yerden koparıl­mış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer".[45]

Bu âyette Yüce ALLAH, güzel ve hoş bir sözün insan ruhunda ne derece derin izler bıraktığını çok güzel bir misalle izah etmektedir. İnsanın bilgi ve eğitim almaya hazır halini verimli bir toprak par­çasına benzeterek, böyle bir toprağın, ancak, kökü olan sağlam fideyi kabul edeceğini, onu bünyesine alıp, benimseyip büyüteceğini ve yetiştireceğini anlatmaktadır. İşte bu şekilde, eğitimi kabul et­meye hazır kişilere de tesir edebilecek tutum ve tavrın güzel sözle ortaya konması gerektiğini, böylece insan ruhunun derinliklerine nüfuz edilebileceğini, orada o sözün kökleşip kişinin davranışla­rını etkileyeceği izah edilmektedir. Daha sonra o söze uygun dav­ranış örneklerinin birer meyve olarak o kişiden sudur edeceği tas­vir edilmekte, böylece o kişinin o konudaki eğitimi, müsbet bir şe­kilde tamamlanmış olmaktadır. Çirkin söz ve kaba davranış ise, köksüz ağaca benzetilmiştir. Arazi ne kadar verimli de olsa, kökü olmayan bir ağaç (dal parçası), bu arazi üzerine ne kadar derine dikilirse dikilsin tutmayacaktır. Dolayısı ile ne kökleşecek, ne ge­lişecek ne de meyve verecektir. Hatta toprak o dal parçasından ra­hatsız olacak, başka alanlarda verimliliği düşecektir. Bunun gibi çirkin söz de tesir kabiliyeti olmadığı için insan ruhunun derinlik­lerine giremez, oralarda yerleşemez, dolayısı ile o kişide teinin et­mek istediğimiz davranış örneklerinin ortaya çıkmasına sebep olamaz. Belki de, o kişinin tepkisine sebep olup, daha da zararlı davranışlara bile yol açabilir.

Ayette aynı zamanda, metod olarak baş vurulan benzetme usu­lünün, öğretme ve öğrenme kaidelerinden biri olduğuna işaret edilmekte, konunun böyle müşahhas hale getirilmesi ile daha iyi anlaşılacağı vurgulanmaktadır.

Kur'an inkarcı birisine ALLAH'ın emirlerini ulaştırırken, insa­nın tatlı söz ve yumuşak ifadeleri tercih etmesini, tepki uyandıran uslubtan kaçınmasını Hz. Musa ve Fravun kıssasında da ele al­maktadır.

"Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o aklını başına alır veya korkar."[46]

Kur'an bu telkin ve tavsiyelerle katı kalplerin yumuşamaya, inkarın tasdike, itirazın tasvibe, kinin sevgiye dönüşeceğini bildirmektedir. [47]

Çocuk eğitiminde güzel söz konusunda üzerinde durulan bir de ses tonu meselesi vardır. Nasihat, tavsiye ve öğütlerde, hatta günlük konuşmalarda ses tonunun alçak perdeden tutulması etkiyi çoğaltır, daha tabiî hale getirir. Kur'an'da bu hususa, Hz. Lokman'ın oğluna tavsiyeleri arasında temas edilmektedir:

"Yürüşünde tabiî ol. sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir".[48]

Konuşurken çok iyi şeylerden bahsetsek bile, ses tortunun yük­sek oluşu etkiyi azaltır, belki de anlatmak istediğimiz şeyler anla­şılmaz. Hatta tepki bile doğurur. Tatlılıkla anlatma metodu, düşük ses tonu ile tamamlanır.[49]

 
E- Yaşayarak Eğitme (Davranış Örnekleri Sunma)
 

Kur'an büyük küçük bütün insanlara bazı şeyleri öğretirken on­lara davranış örnekleri sunar. Konuyu tablolar halinde gözler önüne serer. Böylece onlara bu metodu fiilen kullanarak da tavsiye eder.

Çocuk eğitimi hususunda da davranış örnekleri göstermenin önemli bir yeri vardır. Çünkü çocukta öğrenmenin ilk şekli, ilk yolu çevresinde gördüğü davranışları taklittir. Öğrenmeye ilk adımını bu mekanizma ile atar. Bundan dolayı çocuğun çevresinde bol miktarda iyi davranış örnekleri meydana getirmeye dikkat edilmelidir. Çocuk her yerde soylu davranışlar görmelidir. Bu dav­ranışlar da çocuğa hitap edici tarzda senaryolaştırılmalı, tabiilik kaidesine uyulduğu kadar gelişi güzellikten de kaçınılmalıdır. Onda oluşturulmak istenen davranışlara onun ihtiyacı olduğuna ikna edilmelidir. Çocuğa taklid edeceği davranışları sunarken, bunların onun yapabileceği davranışlar olmasına dikkat edilmeli­dir. Çünkü "çocuğun taklid edebileceği hareketler fizyolojik yapısı ile sınırlıdır.Yapabileceği taklidlerin içinden bile seçme ve tercih­ler yapar. Bu tercihe etki eden şey de onun gelişme yolundaki ihti­yaçlarıdır"[50]

Aynı zamanda çocuğun taklid edeceği davranışları seçmesinde, bu davranışı yapan şahsın kimliğinin de önemli olduğu unutul­mamalıdır. Bu tercihin fizyolojik dayanağı irsiyet değil, daha yaşlı ve daha üstün kişilerin kendisinde meydana getirdiği etkidir. Yani çocuk için taklid ettiği hareket kadar, o hareketin sahibi olan şahıs da önemlidir. [51]

Öyle ise çocuk, taklid edeceği hareketleri ilk defa yakın çevre­sinden, kendi üzerinde etkisi olan kişilerden seçecektir. Şüphesiz bu kişiler de ilk planda ana ve babadır. İşte çok bilinen bu özelliği kullanmak suretiyle çocuk eğitiminde büyük mesafeler katedilebilir.

Din eğitiminde taklit mekanizması çok canlı olarak işler. Çocuğu eğiten, ona din eğitimi veren kişilerin iyi kalpliliği ve der­vişlikleri, çocuğun bu konudaki fikirlerinin oluşumunu etkiler. [52]

Kur'an davranışları taklid edilecek kişileri belirleyerek taklid mekanizmasını tavsiye eder.

"Bana yönelenlerin yoluna uy." [53]

Bu ayette Yüce ALLAH, taklid edilecek kişilerin ALLAH'a yönelen kişiler olması gerektiğini belirterek taklidde öncelikle bu şartın aranması gerektiğini bildirmektedir. Öyle ise, çocuğa taklid ede­ceği örnekler sunulurken bu hususa çok özen gösterilmelidir.

Çocuk, başlangıçta değişken, kararı tam olarak belirlenmemiş, fakat uyum gücü ve eğilimine sahip bir yapıdadır.[54] Bundan dolayı çocuk çevresinde gördüğü örnekleri benzeme ve aynîleşme (özdeşleşme, identification) mekanizması ile kısmen kendisine mal eder. Daha sonra da onları taklide başlar. Bu mekanizma aslında hayatın her safhasında faaliyettedir.[55] Görüldüğü gibi aynîleşme olayı basit bir olay değildir. Bu olay belli bir süre devam edince itiyadî bir durum kazanır. Hatta insanın şahsiyetinin oluşmasına bile etki edebilir. Bu etki sebebiyle fertler olayları başkaları gibi görmeye, hissetmeye başlarlar ve sonucu kötü bile olsa onlar gibi davranışta bulunabilirler.[56]

Çocuğun vicdanı ana babasının bir özdeşi, bir kopyasıdır. Ana babalar sözleri ile oldukları kadar davranışları ile de çocuklarına ders vermektedirler. Çocuklar giderek ana babaların ahlak ölçüleri ile özdeşleşerek onların ahlakını kendilerine ahlak yaparlar. Bu ahlakın ortaya çıkış şekli çeşitli olabilir. Ayrıca çocuğun özdeşleşeceği davranışı zaman zaman seçtiğini de unutmamak gerekir. [57]

Özdeşleşme ile sonuçlanan davranışlar, başlangıçta şuurlu ve iradeli değildir. Zamanla neyin ne olduğu ve neden dolayı yapıl­dığı idrak edilince bu hareket, şuurlu bir karakter kazanır. [58] Önceleri düşünceye dönüşmeden, direkt olarak taklid edilen hare­ketler, taklid çoğaldıkça çocuğun iç dünyasında şekillenir. Böylece çocuk dış taklidden iç taklide geçmiş olur.

Bazı kişilerde çok kuvvetli tesirler icra eden özdeşleşme meka­nizması ilerdeki yaşlarda çocuğun örnek aldığı kişi ile bütünleş­mesi sonucunu doğurabilir. Şöyle ki: Ana veya babasına bu çok kuvvetli özdeşleşme bağları ile bağlı olan bazı gençler, evlenecek­leri kişilerde de ana veya babasının vasıflarını arar, hatta onlar sağ iken evlenmek bile istemeyebilirler. [59] Bu hali ile özdeşleşme olayı kişilerin hayatında zararlı sonuçlara yol açabilir.

Kur'an'ın davranış örnekleri ile eğitimi, onun genel eğitim metodlarından biridir. İnsanlara çeşitli davranış şekilleri örnek ola­rak verilmekte, insanların onları taklid etmesi istenmektedir. Böylece verilen bilgi nazarî olmaktan çıkmakta, pratiğe çok yak­laşmaktadır. Bu metodla öğrenme olayının gerçekleşebileceğini Kur'an bize, Rasullulah (s.a.v.) in davranışlarından İslamı öğre­nebileceğimizi, onun hayatının bize örnek olduğunu belirtmek sure­tiyle anlatır:

"Ey insanlar! Andolsun ki sizin için, ALLAH'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve ALLAH'ı çok anan kimseler için Rasullulah (s.a.v.) en güzel bir örnektir" [60]

Ayette belirtildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) bize İslamı sadece teorik olarak öğretmemiş, aynı zamanda hayatın bütün safhala­rında, ne şekilde tatbikata konacağını bizzat kendi davranışları ile göstermiştir. Böylece örnek hareketlerle müslümanlara ders ver­miştir.[61] İşte bu örnek davranışlar, ashabın İslamı daha kolay anlamasına ve tatbik etmesine yol açmıştır. Kur'an bu gerçeği be­lirtmekte ve İslamı anlamak isteyenlere Hz. Peygamberin hayatını örnek göstermektedir. Öğretme konusundaki bu yaklaşım bizim için de bir örnek teşkil etmektedir. Böylece İslamı öğretme olayı tam olarak gerçekleşmiştir. Örneksiz eğitim, tam ve mükemmel olarak ortaya çıkmaz. [62] Başarı da mevziî olarak kalır.

Çocuk eğitiminde de örnek hareketlerin son derece önemli yeri vardır. Çocuk kendisine öğretilen, tavsiye edilen davranışların bir örneğini yakın çevresinde, özellikle ailesinde görmek ister. Bu, onun için bir öğrenme kolaylığı olduğu gibi ikna ve tatmin olması için de bir ihtiyaçtır. Eğer çevresindeki hareketler kendisine söyle­nenin aksini gösterirse itimadı kaybolur. Giderek üzerindeki eği­tim zorlaşır ve etkisini kaybeder. "Daha ilk çağlarda Aristo, daha sonra İbn Sina öğretimde örneklerin önemine dikkat çekmiş, eski Romalılar da "Sözün yolu uzun, fakat örneklerin kısa ve etkilidir," demek suretiyle örnek vermenin eğitimdeki vazgeçilmez yerini belirtmeye çalışmışlardır." [63] Dış tezahürler, teveccühkar bir bakış, tatlı bir tebessüm, sevgi dolu bir söz, bir hareket çocuğun kalbini kazanır. Fakat, onu asıl bağlayan günlük davranıştır. Eğer eğitimcinin hareketleri, davranış kurallarına uymuyorsa, onu he­men farkeder ve bir nevi alçalma duyar. Siz, onu küçük ödevlerini yapmaya sevk ediyorsanız, o, sizin büyük ödevlerinizi yaptığınızı mütemadiyen görsün. O zaman yalnız sizi sevmekle kalmaz; aynı zamanda size inanır da. [64]

Yapılmasını tavsiye ettiği bir şeyi kendisi tatbik etmeyen bir eğitimcinin düştüğü çelişkiyi Kur'an şöyle ifade eder:

"Ey inananlar!  Yapmadığınız şeyi niçin  söylersiniz."[65]

Bu ayette, teori ile pratiğin arasındaki irtibatın çok kuvvetli ol­ması gerektiği, bizzat eğitimci tarafından tatbik edilmeyen tavsiye­lerin, muhatab üzerinde müsbet etki yaratamayacağı ve bunun bir tutarsızlık olduğu anlatılmaktadır. Aynı manayı tamamlamak üzere bir başka ayette şöyle buyurulmaktadır:

"Kitabı okuyup durduğunuz halde, kendinizi unutur da başkala­rını mı iyilikle emredersiniz? Düşünmez misiniz?"[66]

Ayette, iyilik yapılmasını isteyip de kendisi iyilik yapmayan kişilerin bu gayretlerinin faydasızlığı ve böyle bir tutumun, ah­maklığın bir çeşidi olduğu zarif bir şekilde belirtiliyor ve bu ko­nuda insanlar, özellikle eğitimciler uyarılıyor. Böyle bir hareket şu üç noktadan verilmiştir.

1- İyiliği emretmek suretiyle başkasını bu iyiliğin sonuçların­dan faydalandırıp, kendi nefsini bu faydadan uzak tutmak bir çe­lişkidir.

2- Başkasına vaaz ve nasihat verip, kendisinin, kendi nasiha­tini dinlememesi, kişinin söylediklerini fiilen tekzib etmesidir.

3- Verdiği nasihatin aksini yapmak, o nasihatin değerini düşü­rür. Herkesin ondan uzaklaşmasına sebep olur. [67]

Böylesine tutarsız bir davranış (kendisinin yapmadığı bir şeyi başkasına tavsiye etmek) dinen yasaklanmamıştır.[68] Böyle bir metodu yasaklamayıp ince bir şekilde tutarsızlığını belirtmek, onun eğitim değerinin olmadığını gözler önüne sermek içindir. Sözlerimizin eğitim değeri kazanabilmesi için, en azından kendi­mizden o sözlerin zıddı davranışlar sudur etmemesi gerekir. Tabii en güzeli o sözlerin davranışlarımızla tamamlanmasıdır. Özellikle çocuk eğitiminde buna dikkat etmek gerekir. Çünkü ço­cuk da sözlerimizle hareketlerimiz arasında bağı anlayıp değer­lendirebilecek bir idrake sahiptir.

Şu söz ve davranışların eğitim değeri olduğunu kim iddia edebilir.

"Ben sana küfür etme demedim mi geri zekalı" veya

"Kardeşini niçin dövüyorsun. Gel bakayım buraya deyip kula­ğını çekmek veya dövmek"
[69]

Bunlar olumsuz örnekleri sunmanın çok oturmuş misalleridir.

Konu ile ilgili ayetlerden biri de şudur:

"Doğrusu, ben kendisini ALLAH'a verenlerdenim diyen, yararlı iş işleyen ve ALLAH'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim var­dır?" [70]

Ayette en güzel sözün ALLAH'a davet olduğu, fakat bu davetin an­cak şu esas üzerine oturtulursa, en güzel söz olma özelliğini kaza­nacağı belirtiliyor. Bu esas da şudur:

Davet, kuru bir sözden ibaret kalmamalı aynı zamanda davet edenin hali, sözüne uygun olmalıdır. Yani, önce kendisini düzelt­melidir.[71] Ayet aynı zamanda, kalben yapılması istenen bir işin lisanen de söylenmesi gerektiğine işaret etmektedir. [72]

Sonuç olarak, eğitimcinin muhatabı üzerinde müsbet bir tesir icra edebilmesi için, kendisinin samimi olması ve sözlerini tatbik etmesi, düşündüklerini de söz ile ifade edebilmesi gerekmektedir, diyebiliriz. Çocuğun da verilen bu eğitimi alabilmesi için, muhata­bına inanması ve hem zihinsel, hem de bedensel olarak bu hareket­leri taklid edebilecek bir yapıya sahip olması gerekir.[73]

 

F- Mükafatlandırma
 

İslamın tavsiye ettiği eğitim yollarından birisi de mükâfat­landırmadır. Kur'an bu metoda sık sık başvurur. Kur'an'da müka­fat ve güzel karşılık anlamında ceza kelimesi 17 yerde, bu kelime­den türemiş aynı anlamdaki diğer kullanımlar 34 yerde, ecr keli­mesi ise 109 yerde geçmektedir. Böylece Kur'an'da toplam 160 yerde mükafattan bahsedilmektedir.[74]

Mükâfat, başkasında görülen iyilik, ihsan ve yardımın karşı­lığı olarak ona daha çok ihsan ve yardımda bulunma hadisesidir. Yani görülen iyiliğe misli ve fazlasıyla mukabele etmektir.[75]

Mükâfat bir teşvik unsurudur. Çocuk eğitiminde de bu temel üzerine oturtulması gerekir. Çocukta görülen iyi davranışların karşılığı olarak, o davranışların aynısı ile veya daha fazlasıyla mukabele etmek; böylece çocuğu sevindirmek ve o davranışların alışkanlık haline gelmesini temin etmekte mükâfat motivi vazge­çilmez bir araçtır.

Bu motiv Kur'an'da çok çeşitli ve güzel hareketlere, karşılık olarak vaadedilmiş; böylece o hareketlerin çokça yapılması temin edilmek istenmiştir. İman, şükür, sabır, ihsan vb. gibi davranışlar mükâfata lâyık görülen davranışlardır. Biz bunların hepsini kap­sayan bir terim olarak kabul ettiğimiz "İman edip, salih amel iş­lemek" fiili ve buna vaad edilen mükâfatın üzerinde durmak isti­yoruz.

"Kim inkar ederse inkarı kendi aleyhine olur. Yararlı iş işle­yen kimseler kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar. Çünkü ALLAH, inanıp yararlı iş işleyenlere lütfundan karşılık vere­cektir. Doğrusu O, inkarcıları sevmez"[76]

Ayet-i kerimede mükâfat vaadedilmek suretiyle insanlar ya­rarlı iş işlemeye kanalize edilmekte ve bu davranışın onlarda alışkanlık haline getirilmesi hedeflenmektedir. Bir başka ayette aynı şey mükâfatın boyutları çok geniş tutularak, gerçekleştiril­mek istenmektedir.

"Mallarını ALLAH yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. ALLAH dilediğine kat kat verir. ALLAH'ın lütfü geniştir. O herşeyi bi­lendir." [77]

Bu ayette yapılan iyi işlerin karşılıksız kalmayacağı, hatta kat kat mükâfatlandırılacağı beyan edilmektedir.

"Bu şekilde kat kat mükâfat vaadedilmesi insanları bu işe rağbet ettirmek içindir. Çünkü böyle bir karşılığı bilen ve bunun idrakinde olan kişiler, bu hareketleri mümkün olduğu kadar fazla yapmağa çalışırlar. Herkes, böyle bir va'din psikolojik olarak etkisinde kalır ve ala­cağı karşılığa göre çok az bir iş mesabesinde olan bu gibi hareket­leri yapmağa gayret eder." [78]

Ödüllendirmenin daha önce vaad edilmesi, eğitimciler tarafından pek hoş karşılanmaz. Eğitimde "rüşvet verme" olarak nitele­nen bu durumun çocuğu beklenti içine sokmasından korkulur.

Ödül verirken çocuğun yaşına ve ödülün ölçülü olmasına dikkat edilmelidir. Özellikle küçük yaşlarda iken çocukları ödüllendir­mek onlarda iyi davranışları geliştirmeye büyük çapta yardımcı olur. Ortaya çıkması muhtemel olan sakıncalı durumlar, çocuğun yaşı sebebiyle çok büyük mahzur teşkil etmez.

Bir başka dikkat edilecek husus, ödül mekanizmasının ancak ihtiyaç halinde kullanılmasıdır. Bu konuda ölçüyü kaçırmak ço­cukta yanlış davranışlara yol açar.

Ödül konusunda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, ödüllendirilen hareketi anne babanın açık bir dille takdir etmesi, o davranışı ne kadar beğendiğini belirtmesi, sevincini göstermesi ve böylece onu teşvik etmesidir. Takdir sözleri ve sevinç gösterileri daima ödülün önüne geçirilmeli, çocuk bir yandan ödül almanın heyecanını duyarken, ondan daha çok, anne babayı sevindirmenin zevkini yaşamalıdır. Çünkü çocuk eğitiminde takdir, ödülden daha önemlidir.[79]

Mükâfat, iyi davranışların tekrarlanarak alışkanlık haline gelmesinin saikidir. Öyleyse, çocukta gördüğümüz olumlu davra­nışları tekrarlattırarak alışkanlık haline getirmede mükâfat vaadetmek ve gerektikçe vermek etkili bir yoldur. Bu tutum çocuk psikolojisine de uygundur. Zaten mükâfatın özü, iyi davranış ile sevinç duygusu arasında bir bağ kurmak ve bu bağı devam ettir­mektir. Bu bağ kurulacaksa mükâfata başvurulur. Aksi bir durum, insanı amacından saptırır ve çocuğun yaptığı her olumlu harakete bir karşılık beklemesine sebep olur.

Mükâfatın bu olumsuz yönüne dikkat çeken bazı pedagoglar, onun pedagojik değeri olmadığını, bilakis olumsuz bir alışkanlığa ve bağımlılığa yol açacağını iddia etmişlerdir. "İradenin saflığı­nın kaybolmasına sebep olduğu" veya "dolaylı ilgi uyandırdığı" tezleri de mükâfata yapılan itirazlar arasındadır.[80] Bizim kanaatımıza göre mükâfat da ceza gibi, çocuğun iradesini harekete geçirmek için beklediği motivasyonlardan birisidir.

Mükâfat konusunda öncelikle maddi değeri yüksek olan şeyler­den çok manevî yönü ağır basan hususların üzerinde durulmalıdır.

Böylece uyarıcıyı daha silik hale getirip,  davranışları daha kolay bir şekilde ön plana çıkartabiliriz.

Mükâfatın temel esprisi, onun yüce amaçlar için kullanılan bir araç oluşudur. Onun bu özelliği hiç bir zaman ihmal edilmemeli; çocuk için amaç haline dönüşmesinin önüne geçilmelidir. Ayrıca günlük hayatın bir parçası olan davranışlara mükâfat vermek de eğitim açısından yanlış bir tutumdur. İnat ve itaatsizlik sebebiyle yapılmayan iyi hareketlerin veya yapılan yanlış davranışların dü­zeltilmesi ceza yoluyla mümkündür.[81] Bu konuda ceza ile mükâfat karıştırılmamalıdır. Bu hususa Kur'an şöyle temas etmektedir:

"Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdi isek, onun hal­kını (peygamberlerini tanımamaları yüzünden) yalvarıp, yakarsınlar diye mutlaka fakirlikle, şiddetle, hastalıkla (sıkıp) yakala­dık. Sonra bu sıkıntının yerine, iyilik (selâmet, bolluk) verdik. Nihayet çoğaldılar. Atalarımıza da (gah böyle) fakirlik şiddet, has­talık (gah) iyilik, genişlik dokunmuştur, dediler. Bunun üzerine biz de kendileri farkına varmadan onları ansızın tutup yakalayıverdik." [82]

Ayette belirtildiğine göre ceza (sıkıp daraltma) ile eğitim yerine mükâfat (bolluk ve selâmet) ı ikame etmenin hiç bir faydası gö­rülmemiş; bilakis o kişilerde bu tip olayların tabiî olduğu gibi bir yanlış fikrin uyanmasına yol açmıştır. Böylece ceza yerine mükâ­fat, insanları tedip etmemiş, aksine şımartmış ve onları adam sendeciliğe götürmüştür. Bu sebeple onlar da olaylar zincirinin illet ve hikmetini düşünüp layıkıyla değerlendirememişler, ihtarlara uyarılara önem vermemişlerdir.[83] Bunun sonucunu da acı bir şekilde çekmişlerdir. İşte yersiz mükâfatın elîm sonuçlarına Kur'an böyle yer vermektedir. [84]




[1] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 89.

[2] Araf, 7/172

[3] Taha, 20/115.

[4] Zariyat, 51/56.

[5] Mülk, 67/2; Hud, 11/7.

[6] Ahkaf, 46/13.

[7] Zihin ve duygu eğitimi konusunda geniş bilgi için bak. Yaşar Fersahoğlu, Kur’an’da Zihin Eğitimi, s. 7-37, 358-371.

[8] B. Bayraklı İslamda Eğitim, s. 110.

[9] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 89-81.

[10] Fussılet, 41/53.

[11] Bakara, 2/164; Ali İmran, 3/190.

[12] Y.Ş. Yavuz, Kur'an'ı Kerim'de Tefekkür ve Tartışma Metodu, s. 93-94.

[13] Bakara, 2/260

[14] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 81-82.

[15] Kıyame, 75/14

[16] Zariyat, 51/20-21

[17] Casiye, 45/4.

[18] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 82.

[19] Gaşiye, 88/17-20.

[20] Ra'd, 13/3-4; Yunus, 9/5-6; Nahl, 16/11-13, 66-68, 79; Müminun, 23/21; Şuara, 26/7; Casiye, 45/4; Mülk, 67/19.

[21]  Ra'd, 13/16-19. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 83.

[22] Yusuf, 12/7; Müminun, 23/30; Ankebut, 29/35.

[23] Müminun, 40/21; Ali İmran, 3/137; Enam, 6/11; Yusuf, 12/109; Nahl, 16/36; Neml, 27/69; Rum, 30/9; Fatır, 35/44; Muhammed, 47/10

[24] B. Bayraklı, İslam’da Eğitim, s. 232-266. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 83.

[25] Bakara, 2/30-31-32.

[26] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. I, s. 309-310

[27] N. el-Attas, Islamî Eğitim, s. 48-49

[28] Zümer, 39/9

[29] Patır, 35/28

[30] Taha, 20/114.

[31] Rum, 30/29.

[32] Ra'd, 13/37.

[33] M. Çağrıcı, Gazalî'ye Göre İslam Ahlakı, s. 84-85-104. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 84-86.

[34] İ. Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, s. 275.

[35] İsra, 17/53

[36] Nahl, 16/125.

[37] M. Vehbi, H. Beyan, c. VII, s. 2922.

[38] Vakıa, 56/81.

[39] Zümer, 39/23.

[40] Taha, 20/2-3.

[41] Kamer, 54/17.

[42] A. Dodurgah, İbn Sina Felsefesinde Eğitim, s. 172-173.

[43] İsra, 17/28.

[44] İbrahim, 14/52; Sa'd, 38/29.

[45] İbrahim, 14/24-26.

[46] Taha, 20/44.

[47] Y.Ş. Yavuz, K.K. de Tefekkür ve Tartışma Metodu, s. 124.

[48] Lokman, 31/19.

[49] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 86-90.

[50] C Savard, Çağdaş Pedagoji’den Seçmeler, s. 65

[51] C. Savard, a.g.e., s. 65.

[52] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 610

[53] Lokman, 21/15.

[54] Yavuz, Kerim, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 144

[55] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali, s. 77.

[56] M. Çamdibi, a.g.e., s. 78.

[57] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 601.

[58] K. Yavuz,  Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 148-149.

[59] Burada özellikle sinema, tv. basın gibi kitle iletişim araçlarındaki kahramanlarla çocuklar arasında meydana gelebilecek olan aynileşme olayına dikkat çekmek istiyoruz. Genellikle güçlü, kuvvetli ve itibarlı kişilikleri yansıtan bu kişiler, çocuğun hayal dünyasına girdiği andan itibaren aynileşme mekanizması çocuğu onların davranışlarına kanalize eder. Bundan dolayı bu kişilerin çocuk üzerindeki etkisinin müsbet olmasına dikkat edilmelidir.

[60] Ahzab, 33/21.

[61] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. VI, s. 3883.

[62] B.  Bayraklı, İslamda Eğitim, s. 159

[63] H.R. Öymen, Eğitim Psikolojisi, s. 104.

[64] C.  Savard, Çağdaş Pedagojiden Seçmeler, s. 89.

[65] Saf, 61/2.

[66] Bakara, 2/44.

[67] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. I, s. 338.

[68] H. Yazır, a.g.e., ayın yer.

[69] L. Navaro, Beni Duyuyor musunuz? s. 41

[70] Fussılet, 41/33

[71] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. VIII, s. 4207

[72] M. Vehbi, H. Beyan, c. VII, s. 5060.

[73] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 90-95.

[74] M.E. Ay, Din Eğitimi ve Öğretiminde Mükafat ve Ceza, s. 41.

[75] Kınalızade, Ahlâk-ı Alâî, s.  116.

[76] Rum, 30/44-45.

[77] Bakara, 2/261.

[78] M. Vehbi, H. Beyan, c. I, s. 487

[79] L. Navaro, Beni Duyuyor musunuz?, s. 35

[80] F. Kanat, Kısaltılmış Pedagoji, s. 84.

[81] F. Kanat, a.g.e., s. 78.

[82] Araf, 7/94-95.

[83] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. III, s. 2218-2219.

[84] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 95-98.