- Kuranda eğitim ilkeleri

Adsense kodları


Kuranda eğitim ilkeleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Mon 27 September 2010, 07:41 pm GMT +0200
KURAN’DA EĞİTİM  İLKELERİ


Eğitim İlkeleri
 

Yeni yetişen nesilleri hayata hazırlamak ve onlara iyi bir eği­tim vermek konusunda ana babayı sorumlu tutan ve bugünkü cemiyetin tutum ve davranışları sonucu geleceğin cemiyetine şekil vere­ceğini belirten[1] Allah Teâlâ, bu zor ve çetin görevin nasıl yapıla­cağı konusunda insanı yalnız bırakmamış, ona bazı ilkeler, metod ve yollar göstermiş, ışık tutmuştur. Böylece bu güç işte, insanı ka­ranlıklardan kurtarmış, vahyin ışığı ile yollarını aydınlatmıştır.

Duygu ve düşünceleri, psikolojik yapısı, zayıf ve güçlü yönleri ile çok karmaşık bir yapı arzeden insanın bu özelliklerini en iyi bilen şüphesiz ki Yüce Allah'tır. İşte böyle bir varlığı, gene çok karmaşık usuller sistemi olarak bilinen cemiyet hayatına intibak ettirmek (toplumsama) hadisesi de, şüphesiz çok karmaşık bir iştir. Bundan dolayı, yollarını vahyin aydınlığında aramayanlar, bu konuda bir fikir birliği gösterememiş, fasit bir dairede dönüp dur­muşlardır.

İnsanlığın bu karmaşık proplemini çözmek için Kur'an-ı Kerim, insanların psikolojik yapısına uygun bazı genel prensipler koymuş ve bunları belli yöntemlerle uygulamalarını istemiştir. Kur'an'ın insanın her dönemdeki eğitimi ve her yaştaki durumu için ortaya koyduğu genel ilkeler şunlardır:

A. Sevgi ve şefkat

B. Kolaylık

C. Fıtrata uygunluk

D. Hoşgörü ve yumuşak tutum

E. Tedricilik[2]


 
A- Sevgi ve Şefkat
 

Kur'an’ın insanı eğitme konusundaki genel prensipleri ince­lendiğinde, bunların sevgi ve şefkat duygularının hakim olduğu bir çerçeveye oturtulduğu görülür.

Sevgi İslamın temel bir ilkesidir. Bu konuda sınır tanımaz ifa­delerle sevgi duygusu Kur'an'da yüceltilmiştir. Mesela sevgi, Kur'an'ın ifadesiyle sadece kişinin hoşuna giden bir objeye yöneltilerek sınırlandırılmamalıdır. Kişinin zevklerine hitap eden, kendisine hoş gelen kişileri sevmesi aslında, başkasını sevmesinden çok kendisini sevmesidir. Halbuki Kur'an'ın bu konudaki ölçüsü, insanın kendisini sevmeyeni sevmesidir.

"İşte siz öyle kimselersiniz ki onlar sizi sevmedikleri halde siz onları  seversiniz."[3]

Sevginin bu şekilde tasvir ve tavsiye edilmesi, onun zirvesinin idealize edilerek ortaya konması, gerek dini tebliğde, gerekse insanı eğitmede çok temel bir ilke olduğunu çağrıştırmaktadır. Bundan dolayı eğitimin her alanında sevgi ve sevgi ortamı bir ilke olarak düşünülmelidir.

Sevgi, ilkesi çocuk eğitimi konusunun temel ilkesidir. Özellikle aile içindeki eğitimle ilgili yöntemler, hep çocuğun dünya hayatı­nın en büyük nimetlerinden olduğu noktası vurgulanarak vaz'edilmiştir. Bu en büyük nimete, onun tabiatına uygun olarak yo­ğun sevgi ve şefkat tezahürleri ile yaklaşmak, eğitimde en verimli metoddur. Rahmeti gazabını kat kat geçen Alemlerin Rabbı'nın, Aleme rahmet olarak gönderdiği Peygamberine inzal ettiği dinin terbiye prensiplerini, sevgi, şefkat ve müjde üzerine bina etmesi son derece tabiidir. Bundan dolayı diyebiliriz ki çocuk eğitiminde başa­rının temeli, sevgi ve şefkattir.

Sevgi, psikolojide, kişinin başkasının iyiliğini yüce bir değer olarak görmesi, hatta kendi iyiliğinden öne alması  sonucunu veren bir duygu olarak tanımlanır.  Çok kere yumuşak olarak yaşanır. Bazan oldukça sert tezahürleri de ortaya çıkabilir. [4]

Sevgi ile ilgi, uygun beslenme ile tamamlandığında çocukta ze­kanın gelişmesini kolaylaştırdığı bilinmektedir.   Pedagoglar, ilk yaşantının zihinsel gelişmede çok önemli olduğu konusunda hem fikirdirler.[5]

Çağdaş eğitim anlayışının temelinde şu etkenler yatar:

a) Çocuğa ve onun  geleceğine ilişkin ilgi ve sorumluluk bilinci

b) Çocuğu tanımak, anlamak, gelişim özelliklerini bilmek

c) Uyarıcı zenginliği ve tutarlılığı olan bir çevre oluşturmak

d) Çocuğa birey olarak saygı duymak


Bu etkenlerden ilgi, sorumluluk, tanıma ve saygı sevginin et­kin özellikleri olarak bilinir (From 1977). Bu etkenlerle sevgi, kar­şılıklı etkileşim içindedir. Bu öğeleri içermeyen sevgi, faydalı ol­maktan çok, engelleyici aşırı düşkünlük olmaktan öte bir anlam ifade etmez. Sevgi olmadan da bu dört konu da yapılan etkinlikler başarı ile sonuçlanmaz. Eğitim, çocuğa etkin bir sevgi ile yaklaş­mayı ve onu uyarıcı zenginliği ve tutarlılığı olan bir çevrede yetiş­tirmeyi öngörür. [6]

Çocuğun sağlıklı bir gelişimi için sevgi şarttır. Sevgi ile çocuğu yetiştirme arasında şöyle bir fikirler dizisi kurulmaktadır.

1- Sağlıklı bir gelişim için çocuk sevgiye ihtiyaç duyar.

2- Bu sevgi, öncelikle ve özellikle ana-babadan, yoksa sütanneden gelmelidir.

3- Çok annelilik, sevgi bağlılığını sulandırır. Çocuğu geriletir.

4- Sevgi, duygusal gelişimin yanında bedensel ve zihinsel geli­şim, olgunlaşma ve sağlık için de şarttır.

5- Çocuğu anadan ayırmamak şarttır. Aksine tutumlar çocuğun sağlığının bozulmasına, canlılık  ve   atılganlığının  tükenmesine, duygusal  açlıklara,  beslenme bozukluklarına, hatta ölümlere yol açar. [7]


Çocuğu sevmek insani duyguların bir gereği olduğu gibi aynı zamanda bir bilgi konusudur. Onun ihtiyaçlarını, istidatlarını ve dileklerini devamlı incelemek, ihtiyaçlarını giderebileceği, istidatlarını geliştirebileceği, dileklerini gerçekleştirebileceği ortamı hazırlamak, ruhundaki bütün iyi temayülleri harekete geçirmek ve dolayısıyla ona hakkı olan mutluluğu temin etmek bu bilginin alt başlıklarıdır. [8]

"Şefkat duygusu ise, çevresindeki insanlara hoş olmayan bir olay isabet ettiği zaman bundan müteessir olup, onların elemleri ile elemlenmek ve o olayın etkisini gidermek için onlara yardımcı olmaktır.[9] Çocuğa şefkat, onun başına hoş olmayan bir durumun gelmesini önlemeye çalışmak, böyle bir durumla karşılaştığı za­man ise, bertaraf edebilmesi için ona yardım etmektir. "Evladın yakınlarının ve komşularının terbiyeli yetişmesini arzu edip on­ları helake sürükleyecek çirkin davranışlardan kötü amellerden koruma isteği de, şefkat faziletinden doğan bir nevidir. " [10]

Aile içi ilişkilerde ana-baba ve çocukların birbirlerine karşı hissettikleri sevgi, kişinin kendi iradesine bağlı olmayan bir fıtrîlik arzeder. Yani bir anne, bir baba çocuğunu herhangi bir men­faat düşünmeden veya belli bir sonucu temin etme çabasına düşme­den severler. Bu tip duygu ilahi ve tabii olarak oluşur. Fakat anne­lik yeteneğinin tümü, içgüdüsel bir yetenek değildir. Bunun bir kısmı da sonradan kazanılmaktadır. Kendisi çocukluğunda sevgi görmemiş bir anne çocuğuna sevgi göstermekte güçlük çekmekte­dir. Sevgi ile büyümüş bir anne ise, çocuğuna sevgiyi[11] doğal olarak göstermektedir. Ayrıca anne olacak genç kadının belirli bir ruhsal olgunluğa ulaşmış olması da gerekmektedir. Bütün bu unsurlar annelik yeteneğini oluşturur ve geliştirir. [12] İşte anne ve baba bu kuvvetten yararlanarak çocuğun eğitimini gerçekleştirmelidirler.

Çocuğa gösterilecek sevginin eğitim değeri, niceliğinden çok ni­teliğine göre azalır veya çoğalır. Önemli olan niteliktir. [13] Nitelikli bir sevginin taşıması gereken özellikler şöyle sıralanmaktadır:

a) Sevgi sürekli olmalıdır.

b) Sevgi kaynağı olan anne figürü bir, en fazla iki kişi olmalı­dır.

c)  Sevgide miktar değil, tutumun kalitesi önemlidir.
Kaliteyi ise şu unsurlar belirler:

1- Sevgi gerektiği kadar olmalı

2- İhtiyaç duyulduğunda ortaya konmalı

3- Bağımsızlık çabalarını engellemeyecek bir biçimde olmalı­dır.
[14]

Fıtri sevginin dışında, toplum hayatının yapısında tabii olarak bulunan bazı oluşumlar da sevgi duygusunun gelişmesine kaynak­lık ederler. Farabi bunları şu üç ana başlık altında toplar.

1- Fikir ve davranış faziletlerinin müşterekliğinden doğan sevgi. (Buna fertlerin birbirlerine uyum  göstermesinden  doğan sevgi de diyebiliriz.)

Ana ve baba çocuklarına karşı duydukları fıtrî sevgiye, uyum­dan kaynaklanan sevgiyi de ilave etme çabası içinde bulunmalı­dırlar. Bu sonucun temini için çocuk da ana-babanın davranışla­rına ve fikirlerine uyum göstermelidir. Bundan dolayı ana ve baba yapılması çok güç olan davranışları çocuktan beklememeli, böy­lece, uyumsuzluk ortamının oluşmasına meydan vermemelidirler.

Uyumsuzluk veya uyum noksanlığı, fıtrî sevgiyi de zedeleyebi­lir. Ana-baba ile çocuk arasında, fıtrî sevginin karakterine aykırı bazı istenmedik olayların vukua gelmesinin temelinde bu zede­lenme yatmaktadır.

2- Birbirlerinin güç ve kuvvetinden istifade ettiklerinden men­faatten kaynaklanan sevgi.

3- Fazilet ve menfaatte birleşince kişiler arasında otomatik ola­rak oluşan haz duygusundan kaynaklanan sevgi. [15] Sevgi konusu çocuk eğitiminde sadece çocukla ana-babanın ilişkilerinde ele alınmaz. Bunun yanında ana ile baba arasındaki ilişkilerin de bu duygularla kurulmuş olması, çocuğun eğitimi için son derece önemlidir. Çocuk bir sevgi ortamında büyümelidir. Aralarında sevginin olmadığı, münaferet (karşılıklı nefret etme) duygularının olduğu ortamlar çocuğun eğitimi açısından da son de­rece sağlıksızdır. Bunun için Kur'an, ana-baba arasındaki ilişki­lerin temelini sevgiye ve rahmete dayandırır.

"Kaynaşmanız için size, kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp ara­nızda sevgi ve rahmet peyda etmesi de onun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler var­dır." [16]

Kur'an, bir annenin çocuğuna ne derece yoğun bir sevgi duy­gusu hissettiğini de şöyle anlatır.[17]

"Musa'nın annesi, yüreği (evladından başka herşeyden) boş olarak sabahladı. Eğer (Allah'ın vadine) inananlardan olması için kalbine (sabır ve sükun ile) rabıta vermemiş olsa idik, az daha onu mutlaka açığa vuracaktı... İşte böylece onu anasına iade ettik. Ta ki gözü aydın olsun ve gam çekmesin." [18]

Ayet, anne ve çocuk arasındaki sevgi, bağlarını çok canlı bir bi­çimde tasvir etmektedir. Evladından ümidi kesmiş bir annenin yü­reğinin herşeyden bomboş olduğunu belirtmesi de aynı zamanda ço­cuk sevgisinden boşalan bir yürekte, başka hiç bir duygunun ba­rınmayacağına işaret etmektedir. Burada belirtilen çocuğa karşı duyulan sevginin ana üzerindeki baskının şiddeti ananın, çocuğunun ölümü ile sonuçlanabilecek çok ters kararlar vermesine sebeb olacak derecede olabileceği haber verilmektedir. Bu manada âyet, çocuğu sevmeye bir sınır koyulması konusunda ana-babaya uyarıda bulunmaktadır. Yoksa bu durum çocuğun yararına değil, zararına olacaktır.

Ayrıca şu ayet çocuğun eğitiminde sevgi ve rahmetin önemli ye­rini çok ilgi çekici bir şekilde vurgulamaktadır.

"Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi sen onlara rahmet et diyerek dua et." [19]

Burada birinci cümle ile ikinci cümle arasında irtibatı kuran "kema" kelimesi bir benzetme edatıdır. Birinci cümledeki "küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişler ise" sorusunun cevabı, ikinci cümlede verilmekte, bu usulün rahmet ve sevgi dolu bir yol olduğu vurgulanmaktadır. Ayrı ayrı kelimeler arasında (yetiştirme-rahmet) benzetme yapılmakta, benzetme yönü ise zikredilmemektedir. Çünkü yetiştirme usulünün rahmet ve sevgi olması çok açık ve herkesin bildiği bir bilgidir. Bu da bu ayette zimnen insanlara bildirilmektedir. Ayetin bu yaklaşımla ortaya çıkan tam manası şudur:

"Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl sevgi ve rahmetle muamele ederek eğitimimi ve yetişmemi  gerçekleştirmişler  ise, sen de onlara öyle rahmet ve sevgi ile muamele et, onları böyle mü­kafatlandır."

Ayette yetiştirme tarzının açıkça söylenmemesinin sebebinin bu konuda bu usulün yegane usul olduğunu vurgulama olduğu söylenebilir.

Hayatın ilk yılları çocuğun duygusal gelişiminin önem kazan­dığı dönemlerdir. Duygusal güvenin temeli öncelikle ailede atılır. Çocukla yetişkinler özellikle anne arasında kurulacak sıcak, yakın sevgi dolu ilişkiler, bu duygunun oluşumunda önemli rol oynar. Bundan dolayı duygusal gelişimi zedeleyici tavırlardan kaçınmak gerekir. Çocuğa sevgi, ilgi ve anlayış, bireysel özelliklerine gösterilen saygı, etkinliklerde ulaştığı basamağı ödüllendirmek, duygusal güvene atılan ilmiklerdir. Duygusal çatışmalar ve güvensizlik sevgi ile giderilebilir.[20]

Rasulullah (s.a.v.) Allah Teala'nın kullarına olan merhamet ve rahmetini anlatmak için bir annenin çocuğuna karşı hissettiği sevgiyi, bir kıyaslama ölçüsü olarak misal vermiştir.[21] Çünkü bir kadının çocuğuna olan sevgisi dünyadaki sevgilerin duygusu en yoğun olanı ve en yücesidir.

Gene Rasulullah (s.a.v.) annedeki çocuk sevgisinin yoğunlu­ğunu beyan eden bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır.

"Çok kerre ben namaza kıraati uzatmak niyetiyle dururum da (geriden) bir çocuğun ağladığını duyunca, anasına meşakkat ve zahmet getirmeyeyim diye namazı kısa keserim." [22]

Çocuk sevgisinin normalin çok üzerinde etkileyici bir duygu ol­duğu Kur'an da şöyle belirtilmektedir.

"Kadınlara, oğullara, altın ve gümüşten istiflenmiş yığınlara, yaylıma salınmış atlara, davarlara ve ekinlere, karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar, dünya hayatının nimetleridir." [23]

Kulun muhabbet ve nefretini yaratan Yüce Allah olduğu için, bunlara duyulan muhabbeti de o yaratır. Bundan dolayı meşru su­rette ittihaz olunmuş çocuk, dünya hayatının nimeti olduğu gibi ahiret hayatının da saadet sebebidir.[24] Bu nedenle insanın evladına aşırı muhabbet beslemesi tabiidir. Burada zikredilen "aşırı muhab­betin süslenmesi" ibaresi ile bu duygunun sınır tanımaz bir şekilde en üst düzeyde yaşanmak isteğine dikkat çekmek içindir. İşte sevgiye bu noktada sınır konmalıdır. Yani süslenen kısmın varlığı duygusal olarak insana etki etmemelidir. Bu sevginin fazlalığı, insanı yanlış yollara sürükleyebilir. Kur'an bu tehlikeyi önlemek için çocuk sevgisini tavsif etmiştir. Yoksa çocuk sevgisinin sınırı olmaz diye bir kaide koymayı amaçlamamış; aksine bu durumu haber vererek doğacak sonuçlara dikkati çekmek istemiştir.                               

Çocuk eğitimi hususunda sevginin rolü üzerinde o kadar çok durulmuştur ki; bazan bu durum anne-babalarda kendi niteliklerini, duygu ve davranış tarzlarını bir kenara bırakmaya sebep olur. Yerine ideal bir anne baba kişiliği oluşturup bununla eğitimi gerçekleştirme çabası içine girerler. Bu rolde kendi kişisel boyutları ve sınırları yer almaz. Tabiîlikten uzak olarak ortaya çıkan bu durum, giderek bıkma ve usanma meydana getirir. "Alıntı annelik" denen bu durum ilerde tutarsız davranışlara yol açacağından pek tavsiye edilmez. [25] Hoşgörü, sevgi ve şefkat ilkeleri tabii ortam içinde var edilebilirse bir değer ifade eder.

Çocuğa sevgi göstermeyen, onu reddeden ana baba ise, aslında büyük bir cinayet işlemektedir. Çünkü sevgi görmeyen bir çocuk, zamanla sevgi beklemez bir kişilik oluşturur. Herkesi düşman gibi görür. Hep kendisini başkalarına karşı korumaya çalışır. Bunun için insanlarla arasına duvarlar örer. Böylece kimseden saygı görmez. Giderek kendisi de kendine saygı göstermez. Böylece in­sanlarla barışık yaşamadığı gibi kendisi ile de barışık yaşamaz. [26]

Çocukla kurulacak eğitsel ilişkilerin temelini sevgi ve şefkat harcı ile atan Kur'an, bu tavrın aşırısının da getireceği tehlikeyi de ihtar etmiş ve bu sevgiye sınır koymuştur. Bu sınırı da "Allah'ın ecir vereceği her fiil" olarak tavsif etmiştir. Yani, Allah'ın ecir olarak, bir karşılık vadetmediği bir harekete, aşırı sevgiden kaynaklanan bir ilgi veya tolerans gösterilmemelidir. Allah rızasını taleb ve onu gerçekleştirmeye çalışmak, daima ilk planda tutulmalıdır.  Sevgi,  hiçbir zaman  bunun önüne geçirilmemelidir.

Çocuğa duyulan aşın sevgi, Allah'ın emir ve yasaklarının öğretilmesi ve yaşanması hususunda taviz verilmesine sebeb teşkil etmemelidir.

Sevgi ve şefkat konusunda üzerinde durulması gereken diğer bir husus da kardeşler arasında bir fark gözetmemenin lüzumudur. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Çocuklarınız arasında eşit (adaletli) davranınız."[27]

Eğer bu konuda eşitliğe riayet edilmezse, ana babanın bu yanlış tutumu, çocuklar arasında davranış bozukluklarına sebebiyet verecek ve onlarda bazı komplekslerin gelişmesine yol açacaktır. Kur'an bu konudaki tavrını şu ayetle belirtmiştir.

"(Aralarında dediler ki) Yusuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın. Ondan sonra da (tevbe ederek) salih kimseler olursunuz." [28]

Ayette açıkça Hz. Yakub'un diğer çocuklarına göre Yusufa meyletmesinin, onlar arasında rahatsızlık doğurduğunu, kıskanç­lığa sebeb olduğunu ve onlarda babalarının sevgi ve teveccühünün kendilerine yönelmemesinin sebebinin Hz. Yusuf olduğu yolunda kanaat uyandığını, onun için Hz. Yusuf’u öldürmek veya ıssız bir yerde terketmek suretiyle yok etmeye karar verdiklerini, böylece babalarının teveccühünü kazanmayı umduklarını haber vermektedir. Böylesine kötü sonuçları olabilecek tutumu haber vermek suretiyle Kur'an, ana-babayı bu konuda uyarmaktadır. Herhangi bir sebeple kardeşler arasında ayrım yapan ana-baba, birini daha çok sevse bile bu durumu diğer kardeşlerden gizlemelidir. [29]

Çocuğa her türlü konuda yol gösterirken veya bir takım nasihatlarda bulunurken sevgi ve şefkat yüklü kelimelerle yaklaşmanın önemi, Hz. Lokman'ın oğluna tavsiyelerinde takip ettiği üslubu, ör­nek verilerek vurgulanmaktadır. Hz. Lokman üç ayrı yerde ve üç ayrı konuda nasihat ve tavsiyede bulunurken oğluna "Ey oğulcuğum (yavrucuğum")[30] diye hitap etmektedir. Arab lisanında burada kullanılan şekliyle bu kelime, bir babanın oğluna karşı söz söylerken tayin edeceği sevgi ve şefkati belirten, en yoğun duygu yükü taşıyan kelimedir. [31] Bu kalıp ismi tasgir kalıbıdır. İsmi tasgir ise arapçada azlığa tahkire ve merhamet ederek sevmeye delalet eder.[32]

Ayrıca aynı ifadeyi Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'e hitabında (Saffat, 37/102), Hz. Nuh'un oğluna hitabında (Hud, 11/42), Hz. Yakub'un oğlu Yusuf’a hitabında (Yusuf, 12/5), görmekteyiz. Bu hi­tabın Türkçede "Yavrucuğum" sözü ile karşılandığı bilinmektedir.

Bu konuyu Rasulullah'ın her türlü eğitim için geçerli olan şu düsturu ile bitirmek istiyoruz.

"Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimizin hakkını tanımayan (Ona riayet etmeyen) bizden değildir."[33]

 
B- Kolaylık
 

Kur’an'ın eğitim ilkelerinden birisi de kolaylık ilkesidir. Bir işi yaparken, insana Kur'an'ın tercih edilmesini tavsiye ettiği ilke daima kolaylık olmuştur. Aslında dinin ortaya çıkışı ve insanlara yol göstermesinin temel espirisi, onların hayatını kolaylaştırmak, böylece daha kolay, daha zevkli bir hayat yaşamalarını temin etmektir. Kur'an bu gerçeğe çok çarpıcı bir şekilde şu ayetle temas etmektedir.

"Tâhâ, Biz bu Kur'an'ı sana güçlük çekesin diye değil, Allah'tan korkanlar için ancak bir öğüt olsun diye indirdik"[34]

Ayet, Kur'an'ı, hatta daha geniş bir ifade ile dini/hayatı güç­lüklerden uzak, insanları daha rahat ve daha kolay bir yaşama tarzına götüren bir sistem olarak değerlendirmekte ve bu tutumu ile kolaylığı bir ilke olarak öne çıkarmakta, zorluğa, güçlüğe daha doğrusu meşakkate dinin bir tercihi olarak değer kazandırma anlayışının önüne geçmektedir. Bir iş yaparken, işin insana meşakkat getirecek yönünün tercih edilmemesini tavsiye etmektedir.

Kur'an'ın bu tutumu bir başka ayette de şöyle dile getirilmekte­dir.

"Din hususunda üzerinize hiç bir zorluk yüklenmedi"[35]

Böylece zorluk ve meşakkati dışlayan İslam dini, bu tutumunu cihad gibi zor işlerde bile sürdürmektedir. Bu ayetin önündeki ayet cihadı emreden ayettir. Bu arada, genel bir ifade ile de "dinde insana içine sindiremediğinden dolayı yapamadığı[36] davranışlar için zorlamanın yasaklandığına bakılarak, zorlama ile hiç bir hedefe ulaşılamayacağını haber verdiği de söylenebilir.

Her işin insana güç gelen bir yönünün ortaya çıkabilecek olduğunu, fakat buna alternatif olarak gene işin bir de kolay yönünün olduğunu haber veren Kur'an, bu haberi tekrarlamak suretiyle de insanların konuya dikkatini çekmektedir.

"Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten zor­lukla beraber bir kolaylık vardır. [37]

Zorluğu kesinlikle reddeden ve dini zorlaştıran bir sistem ola­rak takdimini kesinlikle tasvib etmeyen, Kur'an, her şart altında hatta kalıplaşmış bir şekil alması gereken ibadetlerde bile bir ilke olarak kolaylığı öne çıkarır.

"Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez"[38]

Güçlük ve meşakkat vermesi açısından zor bir ibadet olan oruç konusunda bile esnek bir tutum izleyen Kur'an, daima kolaylığı tercih ederek gece yemeğini, gece cinsel ilişkiyi, unutarak orucu bozan bir iş yapmayı, hep bu çerçeve içinde değerlendirmiş, orucun ağır gelebileceğini düşündüğü bazı gruplara da (hasta, yolcu, emzi­ren kadın) bu konuda büyük kolaylıklar getirmiştir. Aslında Kur'an'ın bu tutumu geneldir. Oruçta gösterilen kolaylıkların ben­zeri kolaylıklar, kendi şartları içinde diğer ibadetlerde de göste­rilmiştir.

Bu tutumu bir ilke olarak ortaya koyan Kuran şu gerçeği in­sanlara öğretmektedir. İnsan fıtratında kolaylığa meyil vardır. İşin kolay görülmesi, insana motivasyon sağlar. Hele hele üzerine aldığı iş ile, güçleri arasında bir dengeyi muhakkak arar. Denge güçleri aleyhine kurulmuşsa motivasyonunu kaybeder. Güçleri ile üzerine aldığı işler arasındaki dengesizlikten doğan yılgınlığı önlemek için de tedbirler alındığını belirten Kur'an, bu duruma da Peygamberimiz hakkında inen şu ayetlerle temas eder.

"Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yü­künü senden alıp atmadık mı?" [39]

Bu ayetlerde hem Rasulullah'ın yükünün hafifletildiği beyan edilmekte, hem de bu durum kendisine haber verilmek suretiyle motive edilmektedir. İşin kolay olduğunu düşünmek, kişide motivasyon meydana getirir. Bunun sonucu kendine güven oluşur ve artar. Psikolojik bir rahatlık meydana gelir. Gerilim ve sıkıntının şiddeti düşer. Böylece üzerine aldığı işi başarmak için yeni bir enerji kazanır. [40]

 
C- Fıtrata Uygunluk
 

"Sen yüzünü dosdoğru (hanif) olarak dine yani Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında de­ğişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bil­mezler."[41]

İnsanı, onun özelliklerini ve insanın yaratıcısı ile olan ilişki­lerini konu alan Rum suresinin bu ayeti, çarpıcı bir şekilde eğitim de fıtratı dikkate almanın önemini vurgulamaktadır. Kur'an'ın indirilişinden aşağı yukarı 10 asır sonra dünyaya gelen ve eğitim bilimlerinin batıdaki öncüsü kabul edilen Jean Jack Rousseau'da eğitim anlayışını şu iki temel cümleye sığdırır.

"Tabiatın elinden çıkan her şey iyidir."

"Yüzünü fıtrata çevir. Eğitimde tabiatın yolunu izle."


Biri insanlık tarihinde çığır açan, insanlığa yeni bir sosyal, siyasal, ekonomik ve ahlak anlayışı kazandıran bir din ile diğeri batıda eğitim bilimlerinin kurucusu sayılan bir bilim adamının yaklaşım tarzlarındaki bu paralellik bir hayli ilgi çekicidir.

Gerek bu ayet gerekse ilerde temas edilecek diğer ayetlerin eği­timin başarısı için vurguladığı gerçek, insan fıtratına uymanın zaruriliğidir. Bundan dolayı din eğitimi de fıtrat kanununa uygun olmalıdır. Fıtratı koruyarak, o fıtrat üzere onu eğitmeye çalışmalıdır.

Kur'an, insanı düşündürürken de fıtrata uygun bir yol seçmektedir. Maddi varlığı olmayan ve insanın görüp tanıdığı bir varlığa benzemeyen Allah'ı, yaratılmışların belirtilerinden tenzih ederek ve ona benzer hiç bir varlığın bulunmadığını belirterek tanıtmış, yaratıcı olduğunu, yerden taneyi bitirdiğini ve geceyi gündüzü var ettiğini söyleyerek de insanları onun hakkında fikir sahibi kılmıştır. Buna mukabil insanı, tabiatı, yıldızları hatta meleği tanıtırken kapalı ifadeleri kullanmamış, bunları anlatmak için insanın alışageldiği tabii ve fıtri kavrayış tarzını esas almıştır.[42]

Fıtratı böyle tesbit eden Kur'an, eğitirken eğitilenden beklenenler hususunda fıtratı gözetme ilkesini ortaya koyar.

"Allah her şahsı ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar." [43]

Bu ayette her insanın yükümlülüğünün gücünün yettiği ölçüde olursa taşınabileceği açıklanmaktadır. Bu ayetin anlamca devamı olan başka ayetlerde de yükümlülük ve sorumluluk konusunda Allah'ın insanla ilişkisi böyle ele alınmaktadır. İnsan gücü yettiği, yapabilmeye yetenekli olduğu konularda ve yeteneği ölçüsünde sorumlu tutulur. Bu ilahi tavır, eğitimde bir ilke haline getirilince karşımıza bireyin ve çocuğun istidat ve kabiliyetleri ile sahib olduğu güçler çıkar. Çocuğun sorumluluğu, yetenekleriyle orantılı olarak oluştuğuna göre, ona sorumluluk verilebilmesi ancak yeteneklerine ve bunların sınırlarına göre olur.

Kur'an, insanın üzerine aldığı işi yerine getirirken ona yar­dımlar yapıldığını, hatta sorumluluğunun güçlerine oranla daha hafif tutulduğunu da şu ayetle açıklar.

"Allah size (bilmediklerinizi) açıklamak ve sizi sizden önceki (iyi)lerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak is­tiyor. Allah hakkıyla bilicidir. Yegane hikmet sahibidir.

Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister. Şehvetlerine uyanlar ise, büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.

Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır."
[44]

Allah Teala bu ayetlerde insanlar için bir çok kolaylık, tolerans ve müsamaha göstermekte olduğunu, hatta onların altına girmiş oldukları normal yükü bile hafifletmeyi isteyeceğini beyan etmekte ve bunların gerekçesi olarak da insanın zayıflığını göstermektedir. İşte bu zayıflık, görünüşe göre Allah Teala'nın insana karşı tutumunu tayinde esaslı rol oynamaktadır. Bu durum fıtrata (eğilimlere) göre eğitim metodunun temelini teşkil etmektedir. Allah'ın insanın tevbesini kabul etmesi, onun "iyilerin yoluna iletilmesi"nin bir yöntemidir. Böylece tevbe eden, pişman olan, hatanın farkına varmış olan insanın bu durumu, hoşgörü ile değerlendirilirse ona yeniden iyilerin yoluna girmesinin mümkün olacağı haber verilir. Bunun dışındaki yol, şehvetlerine uyanların yoludur. Onlar, insanın büsbütün yoldan çıkmasını isterler.

Eğitimde çocuğun tabiî gelişmesinden kaynaklanan eğilimle­rine uymak, muhteva ve metodda o eğilimleri yönlendirecek tavır içine girmek, böylece eğilimleri daha yüksek amaçların hizmetine koşmak için bir zorunluluktur. Ancak burada bir başka kural daha ortaya çıkar. Eğilimlere uymak, çocukların aşağı seviyedeki dürtülerine teslim olmak anlamına gelmez. Bu cins dürtüler ve etkileri engellenir. Yerine iyi dürtüler konulup onların seviyesi yüceltilmeye çalışılır. Zaten insanların hayatının başlangıcından itibaren giderek çeşitlenen ve çoğalan kabiliyetlere sahib olma özelliği gösterdiği gözlenen ve bilinen bir gerçektir. Burada önemli olan, onun kabiliyetlerini ve bunların sınırlarını iyi tesbit ederek buna göre eğitim yapmaktır.[45] Zaten gerek bireysel eğitimde gerekse takib edilen usul ve yöntemde insanın birinci fıtratının, yetenek ve istidatlarının bir ölçü olarak gözetilmesi hususu Kur'an'ın genel yaklaşımından da anlaşılabilecek bir ilkedir.

İnsanın eğitilmesinde ikinci olarak fıtratın ele alındığı durum, tek insanın eğitimi alanıdır. İnsanları eğitirken onun insan ol­ması sebebiyle elde ettiği fıtratın yanında bir de bireysel olarak elde ettiği özel fıtratı vardır.[46] Yetenek ve istidatların çerçevelediği bu özel fıtrat da eğitimde önemli bir unsurdur. Eğitimde ferdi farklılık kavramı ile işlenen bu özel fıtrat, eğitim sürecinin her aşamasında karşımıza çıkar. Genel geçer olarak kabul edilen ku­ralların, bireylerin özelliklerine göre farklı sonuçlara yol açması eğitim sürecinin zorluklarından birisidir. İşte bu manada da eği­tim süreci fıtrata tabidir. [47]

 

D- Hoşgörü ve Yumuşak Tutum
 

Tatlı söze uygun hareketler, yumuşak davranışlardır. Özellikle çocuklara karşı sert hareketler hiç bir eğitim sisteminde tavsiye edilmemiştir. Kur'an-ı Kerim bu hususta son derece hassastır.

İnsanları kaybetmeye değil kazanmaya çalışan Kur'an, nefrete, kine, düşmanlığa, kalplerin katılaşmasına yol açan kaba davra­nışı yasaklamış, insanlara yumuşak davranmayı bir yöntem ola­rak öne çıkarmıştır.

"Allah'ın rahmetinden dolayı ey Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz et­rafından dağılır giderlerdi. Onları affet".[48]

Ayette, Allah Rasûlü’nün görevini yapabilmesinin ancak yumu­şaklıkla mümkün olduğu açıklanır. Bu tip davranış, güzel ahlakın gereğidir. Kızgınlık ve şiddet, dinî hükümlerin kabul edilmesini engeller. Yumuşaklık, ancak İlâhî hukuktan bir konuyu icraya mani olursa yasaklanmıştır. Bunun dışında tebliğ metodu yumuşaklıktır.[49] Yani sert tavır ancak bir ceza metodudur.

Burada dikkat edilmesi gereken ilk husus her halükarda yumuşak davranış gösterebilmenin kolay bir şey olmadığıdır. Çünkü bu tip bir davranışı Rasullulah bile ancak Allah'ın rahmeti sebebi ile göstermiştir. Bu ibarenin âyette zikredilmesi, insanın za­aflarından dolayı tatbikatta güçlük çekeceğini ihtar içindir. Bu noktanın hatırdan çıkarılmaması gerekir. Kanaatımızca insan bunun da eğitimini yapmalıdır. Bu tip davranışı alışkanlık haline getirmeye çalışmalıdır.

İnsanı tüm yönleri ile bir bütün olarak değerlendiren Kur'an, hata yapıp pişman olduğunda onun yaptığı hataların hoş görü ile karşılanacağını, hatta onun affedileceğini haber vermektedir. Bu tutumun sonucunda da onu kazanmayı hedeflemekte, iyiye ve doğ­ruya yönlendirmeye çalışmaktadır. Zaten Allah Teala'nın affedici ve rahmet sahibi oluşu sıfatlarının her an tecelli etmekte oluşu, insanlara af kapısının her zaman açık tutulduğunun en belirgin göstergesidir.

Bu tavır bize de eğitimde bir ilkeyi öğretmekte, insanın eğiti­minden her zaman ümitli olmanın gereğini   vurgulamaktadır.

Eğitimcinin hiç bir zaman ümidini kesmemesi hususuna da dikkat çekmektedir. Aynı zamanda af ve hoşgörünün Kur'an'ın temel eğitim ilkelerinden birisi olduğunu açıklamaktadır. Kur'an'ın genelinden af ve hoşgörünün daima tercih edilen .bir yol olduğunu tesbit etmek her zaman mümkünse de bu hususa özel olarak temas eden ayetler de vardır...

Yumuşak davranış, suçsuz ve masum çocuklar şöyle dursun, herhangi bir konuda hata yapan kişilere karşı takınılacak tavır olarak ele alınmaktadır. İnsanlardaki davranış bozuklukları kar­şısında gösterilecek af konusu âyette şöyle anlatılır:

"Onlar bollukta ve darlıkta sarfederler. Öfkelerini yenerler. İnsanların kusurlarını affederler. Allah (böyle yapabilen, eğitil­miş) güzel davranışta bulunanları sever."[50]

Bu âyette öfke dolu hareketlerin, kızgınlığın sebep olduğu dav­ranışların iyi insanlara yakışan davranışlar olmadığı, bu hare­ketlerin normal durumlarda yapılması şöyle dursun, muhatabın kusurlu ve sinir bozucu hareketlerinde bile gösterilmemesi ve ona afv ile karşılık verilmesi gerektiği öğretilmekte ve bu tavrın eğitilmiş "muhsin" kişilere has olduğu zikredilmektedir. "İhsan" kelimesinin iyi işler yapma anlamına geldiği düşünülürse "muhsin" eğitilmiş kişi demektir. Öfkeyi yutmak ve halkın kusurlarını affetmek de eğitilmiş kişilerin işidir. Bu tutum; insana menfaat sağlar, zararı dokunacak hareketleri de ondan uzaklaştırır.

Ayrıca, Allah'ın, insanların günahlarını bağışlamak istediğini belirten, bunun ilahî bir tutum olduğunu hatırlatan ayet de[51] affetmenin hoşgörünün eğitimdeki önemini gözler önüne sermektedir.

İyi davranış örneklerinin eğitim değerini gösteren bir başka âyet de şudur:

"İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki yakın bir dost olur. Buna ancak (hayırdan) büyük pay sahibi olan kimse kavuşturulur." [52]

Burada eğitici ile eğitilen arasında kurulması gereken ve eğitim açısından vazgeçilmez şart olarak görülen eğitim ilişkilerinin temel noktası vurgulanmaktadır. Eğitsel ilişkiler, iki tarafın birbi­rini dost olarak görmesi ile tesis edilebilir. Dostluğun temelinde ise, güven duygusu yatar. Karşılıklı güven sayesinde çocuk, eğite­nin kendi iyiliğini istediğine, eğitici de çocuğun kendisini aldat­mayacağına inanır.[53] İşte bu noktada çocuğa güvenen eğitici, onun hatasını yumuşaklıkla karşılarken, bu hareketi ile karşısındakine aynı zamanda itimat da telkin etmiş olur. Böylece bilâhere eğitim faaliyetinin, üzerine bina edileceği karşılıklı güven duygusu tesis edilmiş, eğitsel ilişkiler kurulmuş olur. Davranış bozukluğu olan kişilerin bu hareketleri, giderek önlenir. Hatta birisine karşı düşmanca davrananların, ona karşı şefkatli bir dost gibi davrandıkları görülür. Kötülük, ona, ancak o konudaki en güzel hasletle karşılık vermek suretiyle önlenir. Kızgınlığa sabır, bilgi­sizliğe hilm, kötülüğe afv gibi. [54] Bu tip hareket tarzı, mücerred iyilikten çok daha güzeldir. Çünkü böylece kötülüğün çoğalmasının veya şiddetlenmesinin önüne geçilir.[55] Bu ise, ancak sabredebilen ve her şeyden önce kendisi eğitilmiş (hayırdan büyük bir pay almış) kimselerin yapabileceği bir iştir.

Konunun burasında Kur'an'da sert tutumu tavsiye hatta emreden ayetlerin varlığını da söylemek gerekmektedir.

"Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et. Onlara karşı sert davran." [56]

Fakat burada hem açıkça küfre karşı mücadele etmek için gön­derilmiş peygambere bir hitap vardır. Onun için ayetin tahsisi ise mümkündür. Çünkü muhatab belirtilmiştir. Hedef ise, küfür ve münafıklıktır. Münafığı müminler bilemez. Ancak Allah'ın bildirdiği peygamber bilebilir. Onun için münafıklara karşı cihat yapılmaz.[57] Sert söz de söylenmez. Dolayısıyla müminin sert tavır göstereceği tek hedef kalıyor ki; o da kafirlerdir. Burada sert tavır gösterilecek durum, kafirin, küfrün propagandasını yapması halidir. Müslüman olsun, kafir olsun bu ayette belirtilen metodla onları eğitmek söz konusu değildir. Bu tavır ancak onlarla mücadele ortamında söz konusu olabilir.

Konuya, bir büyüğün şu zarif sözü ile son veriyoruz:

“Tatlı söz ve zarif davranış dinlenir.  Kaba insan, ısıran köpek gibi herkes tarafından taşlanır.”[58]

 
E- Tedricilik (Sabır ve Azim)
 

Eğitimcinin çocuğa eğitim verirken üzerinde dikkatle duracağı bir başka konu eğitimin bir süreç (vetire) işi olduğu kaidesidir. Kur'an insanları eğitirken daima tedrici bir yol takip etmiş, emir­ler ve yasaklar koyarken insanların bunlara intibak edebilmeleri için zamana ihtiyaçları olduğu gerçeğine işaret etmiş, bu davranış şeklini insanlara da tavsiye etmiştir. Kur'an'ın 23 senede inzal oluşu da, eğitimde tedricilik kaidesine riayettir. Gene içkinin ya­saklanması böyle, kademe kademe gerçekleştirilmiş, namaz ilk tebliğden 11, oruç 14 yıl sonra emredilmiştir. Bunlar gibi diğer ka­ideler de zaman ve zemine uygun olarak gelmiş, insanların karşı­sına birdenbire, bir emir ve yasaklar manzumesi çıkartılmamış; böylece onların müşkül bir duruma düşmesi önlenmiştir. Ayrıca her türlü eğitim faaliyetinde, gerek gayr-i müslimleri dine davette, gerekse müslümanların tedibinde daima kolaydan zora, müsama­hadan tecziyeye doğru bir tedricilik takip ve tavsiye edilmiştir. [59]

Çocuk eğitimi de bir süreç işidir. Ona kazandırılmak istenen davranışların onun bünyesine yerleşmesi yavaş yavaş cereyan et­mektedir. Bundan dolayı ana baba ve eğitimcinin bu kaideyi göz önünde bulundurarak sabırlı ve azimli hareket etmesi gerekir. Çünkü, çocuklar yetiştirilirken daima beklemek ve basit alıştırma­ları bıkmadan, usanmadan tekrarlamak gerekir. [60]

Eğitimde tedricilik kaidesi Kur'an'da şu ayetle belirtilmektedir

"Kur'ân'ı insanlara ağır ağır okuman için, bölüm bölüm in­dirdik ve O'nu gerektikçe indirdik." [61]

Ayette Kur'an'ın insanlara, acele etmeden ve mühlet vererek okunması için, sure ve ayetlerin ayrı ayrı inzal olunduğu beyan edilmekte; mühletin sebebinin de insanların bir hadisenin hük­münü dinleyip onu hazmedebilmeleri için böyle bir zaman dilimine ihtiyaç hissetmeleri özelliğinin olduğu açıklanmaktadır. [62]

Eğitimde tedricilik kaidesine riayet için takınılması gereken sabırlı ve azimli tavırla, tembellik ve ilgisizliği karıştırmamak gerekir. Şımarık çocukların aşırı hareketlerine göz yuman ana ve babanın davranışıyla, çok az bir sonuç ile yetinip, böyle bir durumu eğitimcilik mesleğinin icabı olarak niteleyen eğitimcinin sabrı, aslında sabır olmayıp ilgisizlik ve duygusuzluktan başka bir şey değildir. Halbuki eğitimcilik mesleğinde sabır, çocuklar üzerinde hayırlı telkinler yapan, onları da sabırlı ve sakin bir hale getiren bir özellik olduğu kadar, eğitme istidadının da güvenilir bir göster­gesidir.[63]

Eğitim ve öğretimde aceleciliğin faydasızlığını gösteren bir başka ayet de şudur.

"Ey Muhammed! Cebrail sana Kur'ân okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme. Yalnız dinle." [64]

Bu ayette de Cenab-ı Hak Rasulünü din işlerinde aceleden nehyetmiştir. Kur'ân'ı öğrenmek konusunda acele etmekten nehyedilince diğer hususlarda da acelenin olumsuz bir davranış olacağı sabittir. [65]

Bütün bu ayetler eğitimde kazanılacak bilgi, beceri ve maharet­lerin kısa zamanda ve toptan elde edilemeyeceğini vurgular. Aceleden kaçınılması gerektiğine dikkat çeker.

Süreç aynı zamanda sabrı ve azmi gerektirir. Çünkü böyle ya­vaş cereyan eden gelişmeler, uzun zaman dilimine yayıldıkla­rında bıkkınlık meydana getirirler. Bu psikolojiyi aşmanın tek ça­resi sabretmek ve o doğrultuda azimle çabaları sürdürmektir. Onun için tedricilik ilkesi sabır ve azim ile birleştirilebilirse, olumlu sonuçlar elde edilebilir. [66]




[1] Bak. Bu çalışma s. 171-178.

[2] Casiye, 45/22. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 57.

[3] Ali İmran, 3/119.

[4] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 219.

[5] G. Ülgen, E. Fidan, Çocuk Gelişimi, s. 19.

[6] Ş. Oğuzkan, G. Oral, Okul Öncesi Eğitim, s. 13.

[7] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 359.

[8] C. Savard, Çağdaş Pedagojiden Seçmeler, s. 88.

[9] Kınalızade, Ahlâk-ı Alâ'î, s. 115

[10] Kınalızade, a.g.e., aynı yer

[11] B. Bayraklı, Farabi’de Devlet Felsefesi, s. 56

[12] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 24-25

[13] L. Navaro, Benî Duyuyor musunuz?, s. 28.

[14] Ş. Oğuzkan, G. Oral, Okul Öncesi Eğitim, s. 53

[15] B. Bayraklı, Farabi'de Devlet Felsefesi, s. 57

[16] Rum, 30/21

[17] Hz. Musa, doğmadan  Fravun  Beni İsrail'de doğacak bütün çocukların öldürülmesini emretmişti. Bundan dolayı Hz. Musa'yı annesi   gizlice doğurdu ve Fravun'un adamları tarafından bulunmasın diye, duyduğu bir sese uyarak kurtulması için onu Nil'e bıraktı.

[18] Kasas, 28/10-12.

[19] İsra, 17/24.

[20] Ş. Oğuzkan G. Oral, Okul Öncesi Eğitim, s. 16

[21] ez-Zebidî, Tecrid-i Sarih Tercemesi, c. XII, s. 125

[22] ez-Zebidî, Tecrid-i Sarih Tercemesi. c. II, s. 683

[23] Âl-i îmran, 3/14.

[24] M. Vehbi H. Beyan, c. 1, s. 556.

[25] L. Navaro, Beni Duyuyor musunuz?, s. 18.

[26] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 225.

[27] ez-Zebidî, Tecrid-i Sarih Tercemesi, c. VIII, s. 27.

[28] Yusuf, 12/9.

[29] S. Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, c. 11, s. 368.

[30] Lokman, 31/13, 16, 17

[31] Bundan başka kelimeler de aynı manayı ifade ettiği halde bu kelime tercih edilmiştir.

[32] Reşid eş-Şertûnî, Mebâdiü'l-Arabiyye, s. 112.

[33] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 58-66.

[34] Taha, 20/2,3.

[35] Hacc, 22/78.

[36] Bakara, 2/256.

[37] İnşirah, 94/5-6

[38] Bakara, 2/185

[39] İnşirah, 94/1-2.

[40] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 66-68.

[41] Rum, 30/30.

[42] Y.Ş. Yavuz, Kur'an-ı Kerim'de Tefekkür ve Tartışma Metodu, s. 95

[43] Bakara, 2/286.

[44] Nisa, 4/26-27-28.

[45] B. Bilgin, M. Selçuk, Din Öğretimi, s. 74.

[46] İsra, 17/84.

[47] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 68-70.

[48] Âl-i Imran, 3/159.

[49] M. Vehbi, H. Beyan, c. II, s. 765.

[50] Âl-i İmran, 3/134.

[51] Nisa, 4/26.

[52] Fussılet, 41/34-35.

[53] P. Kanat, Kısaltılmış Pedagoji, s. 52.

[54] Heyet, Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, s. 479.

[55] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. VIII, s. 4207.

[56] Tevbe 9/73, Tahrim, 66/9.

[57] H. Yazır, H. Dini, K. Dili, c. IV. a. 2591.

[58] A.F. Başgil, Gençlerle Başbaşa, s. 68. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 71-74.

[59] İ.Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, s. 279 {bak. Taha, 20/44, Nahl, 16/125, Nisa, 4/34).

[60] Savard, Çağdaş Pedagojiden Seçmeler, s. 43.

[61] Isra, 17/106.

[62] M. Vehbi H. Beyan, c. VTII, s. 3070-3071.

[63] C. Savard, Çağdaş Pedagojiden Seçmeler, s. 43.

[64] Kıyame, 75/16.

[65] M. Vehbi, H. Beyan, c. XV, s. 6260

[66] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 74-75.