- Kuranda eğitim engelleri ve güçlükleri

Adsense kodları


Kuranda eğitim engelleri ve güçlükleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sidretül münteha
Mon 27 September 2010, 07:11 pm GMT +0200
KUR'AN'DA EĞİTİM ENGELLERİ VE GÜÇLÜKLERİ



İnsan ömrünün her dönemini kapsayan ve çocukluk dönemi eğitimi için de geçerli olan yukarda anlatılan metodları, İslamın ana prensipleri ile birleştirip kaynaştıran herkesin, çocuğunu, va­tanına milletine faydalı, anasına babasına itaatli, dinine devletine hizmet eden bir kişi olarak yetiştireceğine inanıyoruz. Ancak, çok çetin bir iş olan çocuğu eğitme görevinde karşılaşılacak bazı güç­lüklerde mevcuttur.

Kuran ı Kerim insana kendisini eğitmenin usullerini gösterdiği gibi onu bu işten alıkoyabilecek bir takım engelleri de haber verir. Bunların zikredilmesi ve insanların bu konuda dikkatlerinin çe­kilmesi bile, insanın her yönü ile eğitime açık olduğunun bir gös­tergesidir. Şimdi insanı eğitimden alıkoyabilecek engeller üze­rinde duralım. [1]

 

A) İlgisizlik Ve Boşvermişlik:
 

Bu engellerin birincisi boşvermişliktir. İnsanoğlu gördüğünü anlayabilecek onu değerlendirebilecek bir yaratılışta olduğu halde bir boşvermişlik içine girer. İşte bu durum onu ilmi, fikrî ve teknik açıdan dış dünyayı değerlendirmekten alıkoyar. Kendi iradeleri ile ibret alıp birşeyler öğrenecekleri, kendilerini eğitebilecekleri olaylardan yüz çevirip geçer giderler.[2] Böylece çok önemli bir eğitim imkanını da kaçırırlar.

Yüce Allah'ın, bilgi edinebilme ve onu beceri haline getirebilme konusundaki genel hükmü, bir anlamda önemli bir güçlük olarak karşımıza  çıkmaktadır.

"Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet vermişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır".[3]

Hikmetin[4] öğrenilebilmesi için, onun sadece ortaya konması yetmez. Aynı zamanda öğrenmek isteyenin de almaya hazır olması, konuyu ilgi alanına dahil etmesi gerekir. Bu da ancak te­zekkür (akıl ve kalp temizliği) ile olur. Zaten yaygın olarak kabul edildiğine göre, öğrenme bireysel bir özellik taşımakta, birey öğ­renmek istemedikçe öğretme işi gerçekleşmemektedir. [5]

Her insan, kendine öğretilmek istenen şeyleri öğrenir diye de bir kaide yoktur. Öğrenme, ancak öğrenme isteği ile olur. Öğrenip uygulayabilme ise, öğrendiğini benimsemekle mümkündür. Onun için, yaptığı faaliyetlerden bir sonuç alamamak, başarısızlığa uğ­ramak ihtimali, eğiticinin daima hazır olması gereken bir sonuç­tur. Böyle bir başarısızlık ihtimalini bertaraf edebilmek için, ço­cukta önce eğiteceğimiz konuya bir ilgi alanı oluşturmamız gere­kir. Böylece çocuğu önce bilgiyi, hikmeti, eğitsel değerleri almaya hazır hale getirmiş oluruz. Çocukta bu psikolojik halin fiilî tezahür­lerini gördükten sonra onu eğitmeye başlamalıyız. İnsan yaratılı­şında potansiyel halde bulunan ve eğitilebilmesine ilk engel olarak karşımıza çıkan bu ilgi alanının yokluğu, eğitimin ilk güçlüğüdür. [6]

 
B) Bilgisizlik:
 


İnsanın kendini eğitmeyip karanlıkta kalmasına sebep olan ikinci engel insanın kendisinde bulunan bazı istek ve arzularına bilgisizce uyması[7] onları yeterinden fazla hayata hakim kılması, hatta onları herşeyin ve her isteğin üstüne çıkarması, onları yüceltmesi onlardan başka, birşey istememesi, böylece görev, sorumluluk ve eğitimini unutarak sadece onlar için yaşamasıdır. Hatta bu durum bazan o kadar aşırıya varır ki ilahî tebliğ, uyarılar, tavsiye ve nasihatlar bir tarafa bırakılıp nefsin kötü arzu­ları ve kaprisleri ilahi bir emirmiş gibi yerine getirilir. Bunun dı­şında insan bir başka davranış  şeklini benimsemez.  Ne kimseyi dinler; ne de kendi akl-ı selimine uyar. Bu konudaki tavrı sebebiyle hayvanlardan bile aşağı durumlara düşer. İnsan nefsinde bulunan yeme-içme, cinsel istek (şehvet), öfke ve kızma (gadab) özellikleri, insanı davranışa götüren temel motivasyonlardır. Onun için bunların her insanda bulunması ve fonksiyonel olmaları tabiidir, İnsanı yanlış davranışa götüren bunların varlığı değil, insanın bunları bilgisizce kullanması ve varlığını sürdürmek için araç olan bu duyguları amaç olarak görmesidir. İnsanın bunları bilinçli olarak kullanması ise mümkündür. Bu konuda birtakım yol göstericiler vardır.[8] İşte bu yol göstericilerin öğütleri dinlenirse bu konuda bilgili hareket edilmiş demektir. Yoksa insan öyle bir yanılgıya düşer ki ondan daha sapkın ve şaşkın kimse olamaz. Felsefede haz ahlakı adı verilen bu anlayışta insanı, yanlış davranışlar içine gömer, bırakır. Bu durumun çok acı sonuçları olur. İnsan hatalarını kendisi göremediği gibi başkalarının ikazlarını da dinlemez. Gün gibi açık olan durumlar ve gerçekler üzerinde düşünemez. Bunun sonucu kendisini hayvandan ayıran en büyük gücünden (aklından) mahrum kalır. [9]

 
C) Gaflet ve Sonucu (Kalbin Mühürlü Oluşu):
 

Eğitime bir diğer engel, Allah'ın kalplere ve kulaklara mühür, gözlere perde çekmiş olmasıdır. Onun için onlar ne görürler, ne anlarlar. Onları korkutsan da korkutmasan da farketmez.[10] Bunlarda hakikati bulma ve ondan yararlanma istidadı kalmamış­tır. Asıllarındaki selameti kaybetmişler, kötü alışkanlıkları ile ikinci bir tabiat elde etmişlerdir.[11] Onların kalpleri vardır, fakat onu kullanamazlar. Dolayısıyla anlayışları kapanmıştır. Gözleri vardır. Apaçık hakikatleri göremezler. Kulakları vardır. Fakat kendilerini hakka, hakikate, iyi ve güzel davranışlara çağıran sesi işitmezler.

Bu ayette zikredilen "Allah'ın onların kalplerini mühürlemesi" olayı bir başka ayetle şöyle tefsir edilmektedir.

"Sözlerinden dönmeleri, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberlerini öldürmeleri ve "kalplerimiz kılıflanmıştır" demeleri sebebiyle -ki böyle bir durumun- tam aksine küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur. Pek azı müstesna artık iman etmezler."[12]

Bu ayette çok açık olarak Allah Teala, kalplere mühür vurma­nın kendisi tarafından re'sen yapılmadığını bildirmekte, bu du­rumun tamamen kulun davranışlarına bağlı olduğunu açıklamak­tadır. Söz verip tutmamak, her yönüyle Allah'ı haykıran ve ona de­lil olan şeylerin bu durumunu inkâr etmek, bunları kendilerine açıklayan peygamberleri öldürmek gibi davranışların kalpleri ka­rartacağı tabiidir. Daha sonra da sorumluluk almayan, sorumlu­luktan kaçan bu kişiler, işin kolayına kaçıp bu durumun müsebbibi Allah Teala imiş gibi "bizim kalplerimiz mühürlü. Onun için böyle yapıyoruz," kolaycılığına sığınırlar. Allah Teala bu ifadeyi "bilakis, tam aksine" ifadesi ile reddediyor. Ve asıl durumu açık­lıyor. "Tam aksine küfürleri sebebiyle kalplerine küfürlerini tab etmiş, küfürde ısrar ve alışkanlıklarından dolayı bu durumu on­lara tabiat yapmıştır. Burada kalplerimiz kılıftı ibaresi fıtraten kalplerimiz ne söylense etkilenmeyecek şekilde dışarıya kapalı manasına geldiği gibi kalplerimiz ilim deposudur. Binaenaleyh ilmimiz sayesinde biz artık nebilerden müstağniyiz anlamına da geldiği söylenmektedir.[13]Bu durumda da ilim ve bilgi ile öğünmenin ve onlara çok güvenmenin, insanları hakikatleri gör­mekten alıkoyduğu gerçeği gözler önüne serilmektedir.

Böylece Kur'an'ın ifadesine göre ortaya yeni bir engel çıkıyor. O da ilmine yeterinden fazla kıymet vermek, onu her türlü davra­nışın kaynağı olarak değerlendirmek insanda bir gurur ve güvene sebeb olmasıdır ki, bu da onu nebilerden, onların öğrettiklerinden faydalanmaktan alıkoyar. İşte bu durum da eğitimin engeli olur. Allah'ın dalalette bırakması kalplere, kulaklara ve gözlere mühür vurması, insanların önlerine ve arkalarına sedler örmesi gibi in­san davranışının kısıtlandığı sonucu çıkarılabilecek durumları aydınlatan ayetlerden birisi de bize göre aşağıdaki ayettir.

"Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın bir bilgiye göre sap­tırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir. Hala ibret almayacak mısınız?" [14]

Bu ayete göre, Allah kimseyi zorla saptırıp eğri yola düşürmez. Fakat insan arzularını, kaprislerini kendisine tanrı yapıp onların peşinden koşunca, Allah'ın koyduğu psikolojik, fizyolojik ve o in­sanın çevresindeki sosyolojik kanunlar gereği sapkınlık içine dü­şer. Onun bu durumu Allah'ın koyduğu kanunlar çerçevesinde ol­duğu için "Allah'ın onu şaşırttığı" ifadesi kullanılmıştır. Yoksa, o doğru yolda iken veya doğru yola gitmek isterken, Allah onu şaşır­tıp eğri yola düşürmüş değildir. Allah onu kendi haline terketmiştir.

Onların kötü niyet ve davranışları kulaklarına ve gözlerine perde olur. Peşinen redde kararlı olduklarından hakkı işitselerde anlamazlar, hakikati görmezler, yanlış düşünceleri doğru sanır­lar. Kötü işleri kendilerine iyi gelir.[15]

Bir başka ayette de tevbe eden kişilerin Allah'ın öğütlerini din­leyeceği ve o öğütler karşısında sağır ve kör olarak davranmayacağı anlatılmaktadır.[16]Böylece sanki anlayış açısından körlük ve sağırlığın insanın iradî hareketlerinden olduğu insana hatırla­tılmakta, insanın isterse bunlardan kurtulabileceği vurgulanmak­tadır. [17]

 
D) Şuursuz Taklid (Ataları İzlemek):
 

İnsanı kendini eğitmekten engelleyen bir hususta atalarının yolunu şuursuzca takib etmek ve onların yolundan ayrılmamaktır. Kur'an bu durumu şöyle haber verir.

"Onlara; Allah'ın indirdiğine uyun denildiği zaman onlar,Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız dediler. Ya ataları birşey anlamamış, doğruyu da bulmamış idiyseler." [18]

Kur'an çok açık olarak insanlığın ortak bir kültü olan ataların yolundan gitmelerini onları şuursuzca taklid etmenin, bazan da in­sanların zararına olan sonuçlara yol açtığını, insanların hakikat­leri bulmasına ve görmesine engel teşkil ettiğini haber vermekte­dir. Ayetin devamında bu kişilerin çobanın bağırmasını duyup ona cevap vermeyen hayvanlara benzediği söylenir ve bunlar bu halle­rinden dolayı kör, sağır ve dilsiz olarak nitelenir. Ataya olan saygı, onun miras bıraktığı kültürü yeni nesillerin elde etmesi ol­gusu sosyolojide sosyal miras terimi ile karşılanır. Sosyal mirasa insanların temayülü vardır: Fakat sosyal mirasın içinde zamanın şartlarına göre oluşmuş, fakat geçerliliğini yitirmiş davranış kalıpları da bulunabilmektedir. İşte bunlar ayıklandıktan sonra sosyal mirası yaşatmak bu konuda bilinçli olmak demektir. Böyle bir ölçüt getirmeden sosyal mirasa sahib çıkmak Kur'an'ın ifade­siyle kör, sağır ve dilsiz olmak demektir.

Kur'an, İslamlaştığını zannederek İslamdan uzaklaşmanın iki çeşidi üzerinde durur. Bunlardan birincisi, İslamın esasına ait ol­mayan basit meselelerde taassup göstererek asıl meselelerde ihmal, ikincisi ise, asırlar öncesinin içtimaî şartlarına göre derecelenmiş olan dini vazifelerin bu konumlarının şekil olarak korunmasıdır. Bunun neticesinde yeni nesiller ya özünü anlamadığı kurallardan uzaklaşmakta, ya da işe yaramaz olan fikirliler olarak boyun eğ­mektedir. Bu çemberi kıranlar ise, bütün cemiyet tarafından tepki görmektedir.[19] M. Akif, bu tutumu "böyle gördük dedemizden" diye küçümsemekte ve yermektedir.[20] Bu tutumun dinde yeri olmadığını ve merdud olduğunu söylemektedir.

Kur'an, peygamberlerin, insanları Allah'a davet ederken getir­dikleri aklî deliller karşısında yanlış yolda da olsalar atalarının yolundan ayrılmadıklarını sık sık vurgulamakta, hatta bunların zaman zaman kaba kuvvete başvurduklarını haber vermekte ve bunu fikren tükenmişliğin bir işareti saymaktadır. [21]

 
E) Kibir ve inat:
 


İnsan için diğer bir engel de kibirlilik, büyüklenmek ve inatla hareket etmektir. Kibir ve gururları insanların başkalarından yardım istemelerini engeller. Kendi kendilerini herşeyi yapmak için yeterli görerek kimseye danışmaz, kimseden yararlanmaz da azarlar.[22] Hatta görerek inandıkları ve yakinen bildiklerini zulüm ve kibirlerinden dolayı inkar ederler. Böyle bir psikoloji insanı karanlığa götürür.[23] Onun bu psikolojisi, onda giderek kendi yaptıklarının  en  güzel ve  en  doğru olduğu  yolunda bir kanaat uyandırır. Böylece onları en güzel davranışlar olarak görmeye başlar.[24] Kendilerinde oluşan inatçılık huyu ise onların felaketine sebep olur. [25]

 
F) Yanlış İlişkiler:
 

Eğitimde bir başka engel, insanın yanlış dostluklar kurması, yanlış rehberler seçmesidir. Böylece, kendisine faydalı olup yol gösterecek olanları da böyle bir faaliyetten alıkoymuş olur. [26] Bu durumda onların eğitilmesine engel olur.[27]

 

G) Aşırı Sevgi
 

Eğitimde karşılaşılacak diğer güçlük çocuk sahibinin (eğitimle görevli ana babanın) bizzat kendisinden kaynaklanır. Evlat gibi büyük bir nimete kavuşan ana baba, bu nimetle gurur ve kibire ka­pılır. Bu gurur ise insanı yanıltır. Bu konuya temas eden birçok âyetin[28] yanında, aynı manâyı taşıyan iki âyet vardır:

"Artık (habibim), onların ne malları, ne evlatları seni imren­dirmesin. Allah bunlar sebebi ile onları dünya hayatında azaba çarptırmayı ve canlarının da kendileri kâfir oldukları halde güç­lükle çıkmasını ister"[29]

Ayetin açık ifadesine göre, bazan evladın insana saadet vermek şöyle dursun, onun bu dünyada rezil, ahirette de azaba duçar olma­sına sebep olabileceği ihtar edilmektedir. Eğer evlat güzel yetiştiri­lip insana yakışır bir hayat geçirmesi temin edilmezse, ana baba­nın vebal altında kalmasına sebep teşkil eder. Âyette ayrıca, insa­nın çocuklarını yetiştirmek için bu dünyada keder ve acı çekece­ğine işaret edilmektedir. Ancak, çekilen bu zahmetin ahirette kar­şılığının alınabilmesi için iman etme niteliği şart koşulmaktadır. Eğer bu kişi kâfirse, çektiği zahmetin semeresini hiçbir surette alamayacaktır. Halbuki mümin, çocuğunu eğitmek için bu dün­yada çektiği elem, keder ve gönül azabının mükafatını, ecir ve se­vabını ahirette görecektir. Bundan dolayı dünyada bu hususta çekilen elem ve keder, mümin için külfet değil bir nimettir. Onun için âyette azap, müminlere nisbet edilmemiştir.[30] Bu âyet aynı şekilde iki kere tekrar edilmiştir. Tekit, konunun önemine binaen yapılır. Eğitimde görülen bu güçlük, Hz Nuh'un ağzından şöyle beyan edilmektedir:

"Nuh dedi: Ey Rabbim! Hakikaten onlar bana isyan ettiler. Mal(lar) ve evlat(lar) kendilerinin hüsranından başkasını artır­mayan kimselere uydular".[31]

Çocuk eğitmede bakım ve gözetim zorluğunu zimmen ifade eden bir başka âyet de şudur:

"Kadınlara, oğullara.... aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmektedir".[32]

Bu sevginin çokluğu, çocuğu eğitmek için başvurmamız gereken metodları uygulamaktan bizi alıkoymamalıdır. Ana-babanın, yavrularının yorulup üzülmemesi ve rahat etmesi için onu terbiye eden ciddi işleri ihmal etmeleri, aslında şefkat değil, bir nevi ihanettir.[33] Ana-babanın çocuklara karşı takındıkları en yaygın tavırlardan aşırı koruma, aşırı hoşgörü ve düşkünlük, çocuklara boyun eğme ve çocuklar arasında ayırım yapma[34] gibi çocuğun ilerdeki hayatında bağımlılık, bencillik, hükmetme ve saygısızlık, saldırganlık gibi olumsuzluklara yol açan tutum hataları hep sevginin ölçüsüz ve sınırsız" olmasındandır.

Hoşgörü, çocuğu canının istediğini yapmakta serbest bırakmak anlamına alınmamalıdır. Böyle bir sınırsızlığı modern psikoloji de tasvip etmez. Çocuk, zaman zaman engellenmelidir. İtaate alıştırılmalıdır. Çocuğa olmaz demenin zorluğundan kaçan bazı anne-babalar, bu konuda modern psikolojiyi bir sığınak gibi görürler. Bu düşünce yanlıştır. [35]

Bu arada çocuğu şımartma endişesiyle de ona olan sevgi ve şef­katimizi göstermeyi ihmal etmemek de gereklidir. Çocuğa karşı olan sevgimiz her fırsatta ona belli edilmeli, kucağa almak, öpmek, okşamak, onunla oynamak gibi çeşitli eylemlerle ortaya konmalı­dır.

Anne babanın çocuğa olan sevgisine sınır koymaması bazan ço­cuk için sıkıcı olabilir. Bu hususun da göz Önünde bulundurulması gerekir. Sevgi konusunda bu dezavantaj, sevgiyi karşılıklı yaşa­mak, sevgiye, saygı ve güven katmakla bertaraf edilebilir.[36]

Bu sevginin sınırı iyi tesbit edilmezse ne kadar vahim sonuçlar doğuracağını Yüce Allah şu ayetle bize haber vermektedir.

"Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imti­han aracıdır. Büyük ecir ise Allah katındadır." [37]

Bu ayette imtihan aracı anlamına fitne kelimesinin kullanılışı herhalde çocuğa yönelik sevginin sınırsızlığında ortaya çıkacak tehlikeye dikkat çekmek için olmalıdır.

Sevginin çocuk eğitiminde sınır kabul etmez bir şekilde etkili oluşu, bazı aksaklıklar meydana getirir. Bunun sonucu şımarma dediğimiz olay ortaya çıkabilir. Şımarık çocuk ise, her an için orta­lığı karıştıracak bir yapıya sahiptir. Yani ana ile baba arasında veya bulunduğu toplumda, huzursuzluk sebebi olur. Aşırı hoşgörü ve düşkünlük çocuğu bencil yapar. O, daima diğerlerinin dikkatini çekmek ve kendisine hizmet edilmesini temin etmek ister. Böylece çocuk, gerek ev içinde gerekse ev dışında çok zayıf bir sosyal uyum gösterir. [38]

İnsanlardaki fıtrî evlat sevgisinin ayrıca onlara süslü göste­rilmesinin sebebi, çocuk yetiştirmek gibi son derece güç bir işi kül­fet halinden çıkarıp nimet haline dönüştürmek içindir. Belki du­rum böyle olmasa idi, çok kimse evladının bakım, gözetim ve eği­timi konusunda kayıtsız kalırdı. Bu duygunun yoğunluğu ile evla­dın bakım ve gözetimi paralellik arzeder. Kişi evladına ne kadar çok sevgi beslerse o kadar iyi eğitir. Şöyle de denilebilir: Ebeveyn, çocuğunu ne kadar iyi eğitmişse ve bu konuda ne kadar çok gayret sarfetmişse, evladını o derece fazla seviyor demektir.

Demek ki, çocuk eğitiminde iki tip güçlük vardır. Bunlardan ilki çocuktan kaynaklanır. Çocuğun, verilen eğitimi almaya hazır olması gerekir. Buna hazır olmayan çocuğu eğitmek mümkün de­ğildir. İkinci zorluk ise eğitenle ilgilidir. Çocuğun, insana verdiği gurur kibir ve aşırı sevgi duygusu eğitimin layıkı ile yapılmama­sına sebep olabilir.

Bu iki tür engeli aşan ana baba ve çocuklar, üzerinde durulan metodlara başvurmak suretiyle, çocuklarının iyi bir insan, iyi bir mümin olması hususunda önemli gelişmeler sağlayabilirler.

Eğitimini gerçekleştiremeyen insan böyle bir imkandan yaratı­lışı sebebiyle mahrum bulunan hayvandan da aşağı olur. Hatta ya­ratılmışların en aşağısı durumuna düşer.[39]

Kur'an'ın insanın eğitilmesi için birtakım usuller göstermesi, eğitime engel olacak durumlardan bahsetmesi de insanın eğitilebilecek bir yapısı olduğunun delilidir. Bu bakımdan insan, kendi eğitiminden hiç bir şekilde vazgeçmemelidir.

Ayrıca insan, sadece kendini eğitmek ile de yetinmemelidir. Kendisine verilen akıl ve diğer yeteneklerle kendi çevresini de (sosyal-fizik) eğitmeli ve geliştirmelidir. Bu onun bir başka sorum­luluğudur. [40] Bu konuda da insan sınırlandırılmış olduğunu bilmeli, imar (eğitim ve düzenleme) faaliyetlerinde sınırsız olduğunu düşünmemelidir. Eğitimde çevresindeki insanların özelliklerine, ferdi farklarına[41] ve eşyanın taşıdığı özelliklere dikkat etmek zo­rundadır.[42]Yoksa insani özelliklerin bozulmasından, AİDS gibi büyük felaketler, ferdî farklılıklara uyulmamasından, eğitim ba­şarısızlıkları ve eşyanın özelliklerini doğadaki dengeyi ihmalden, çevre felaketleri (hava kirliliği, ekolojik dengenin bozulması, su kirliliği v.b. gibi) meydana gelir. [43] Diğer insanların eğitimi ve çevrenin imarında görülen tabiatını aşmamak ve bozmamak gibi sınırlar, insanın kendi eğitiminde de karşımıza çıkmaktadır. Bunlara uyulmadan yapılan eğitimin sonuçları olumsuz olacaktır.[44]

 





[1] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 113.

[2] Yusuf, 12/105; Necm, 53/29.

[3] Bakara, 2/269.

[4] Hikmet: sözde ve harekette isabet edebilmek demektir. Bak. H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. II, s. 914.

[5] S. Ç. Özoğlu, Eğitimde Rehberlik, s. 13.

[6] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 113-114.

[7] Rum, 30/29; Furkan, 25/43-44.

[8] Kasas, 28/50.

[9] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 114-115.

[10] Bakara, 2/6-7.

[11] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. I, s. 212.

[12] Nisa, 4/155.

[13] H. Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. III, s. 1515.

[14] Casiye, 45/43.

[15] S. Ateş, Yüce Kuranın Çağdaş Tefsiri, C. VIII, s. 338-339

[16] Furkan, 25/73

[17] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 115-117.

[18] Bakara, 2/170.

[19] S. Halim Paşa, Buhranlarımız, s. 272.

[20] M. A. Ersoy, Safahat, 2. Kitap, s. ??

[21] Y.Ş. Yavuz, K. Kerimde Tefekkür ve Tartışma Metodu, s. 51. (Ayetler; Araf, 7/81-82-120-124-173; İsra, 17/76; Meryem, 19/46-47; Taha, 20/71; Ankebut, 29/24; Şuara, 26/29, 46, 116).

Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 117-118.

[22] Alak, 96/6-7

[23] Nahl, 27/14.

[24] Fatır, 35/8; Zümer, 39/56-58

[25] Mümin, 40/60-63. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 118-119

[26] Araf, 7/30.

[27] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 119.

[28] Meryem, 19/32

[29] Tevbe, 9/55-85.

[30] M. Vehbi, H. Beyan, c. V, s. 2036.

[31] Nuh, 71/21.

[32] Âl-i Imrân, 3/14.

[33] Kınalızade, Ahlak-ı Alâ'î, s. 115.

[34] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 153-155.

[35] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 16.

[36] F. Kanad, Kısaltılmış Pedagoji, s. 51-52.

[37] Tegabun, 64/15

[38] H. Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 53.

[39] Tin, 95/5.

[40] Rum, 30/41.

[41] İsra, 17/84.

[42] Rahman, 55/88.

[43] H. Atay, "Milletin Saadeti" İslam Araştırmaları, c. II, s. 16

[44] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 119-122.


Yehma
Sat 6 October 2018, 08:10 am GMT +0200
İslamda denge çok önemlidir. Hayatımızın her alanında bu dengeyi korumamız gerekir. Aşırı ve çok az yaptığımız bir şeyin bize ne kadar getirisi olabilir ki.? Kuranı kerimde bize eğitim engelleri  ve güçlüklerinden bize bahsedilmiş. İlgisizlik., boşver işlik, bilgisizlik, gaflet ve taklidi, şuursuz taklid, kibir ve inat, yanlış ilişkiler, aşırı sevgi. Anlatılan bu durumlar ya ifrattır ya tefrittir. Biz ise dengeyi kurarsak evlatlarımızı vatana millete ailesine hayırlı bir evlat olmasını sağlayabiliriz. Bir çocuğu eğitmenin en önemli yolu ebeveyn önce kendini öğrenmeye hazır hissedip kendi öğrenicek uygulucak, sonra da çocuğuna örnek olucak. Bilfiil yaptığın şeyle çocuğun üzerinde etki oluşturabilirsiniz.

Bilal2009
Sat 6 October 2018, 11:59 am GMT +0200
Rabbim bizleri Kur an ı okuyan ve okudugu ile amel eden bir nesil eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun