sidretül münteha
Mon 27 September 2010, 07:53 pm GMT +0200
KUR'AN'A GÖRE EĞİTİM VE MAHİYETİ
A. Eğitimin Tarifi
Kur'an'ın eğitim için getirdiği tarifler şu üç başlık altında toplanabilir.
a) Eğitim insandaki potansiyel güç (kuvve)lerin açığa çıkartılmasıdır.
İnsanı tam ve mükemmel bir varlık olarak yaratan Allah Teala, ondaki mükemmelliğin tümünü fiili olarak yaratmamıştır.[1] Bunların bir kısmını kuvve (potansiyel) olarak bırakmış ve ortaya çıkmasını insanın irade ve çalışmasına bağlamıştır. İşte insandaki mükemmelliğin bu kısmını fiil ve davranış halinde ortaya çıkarma çalışmasına eğitim denir.
Bu tarifte Kur'an kavram olarak hidayet kelimesini kullanır. Çok geniş manalar taşıyan bu kelime Kur'an'da Allah'a, Peygamber'e, Kur'an'a ve insana nisbet edilerek kullanılır, İşte insana nisbet edilmesi, yani kulun hidayete ulaştırılması veya kulun kendisine hidayet etmesi, kendisini eğitmesi yani Allah'ın yaratılışını tam olarak gerçekleştirdikten sonra kuvve olarak bıraktığı kısmını da kendisinin gerçekleştirmesidir. Hatta hidayetin Allah'a, peygambere, Kur'an'a nisbet edildiğinde ortaya çıkan durumlarında birbirlerinden farklı olmadığı söylenebilir. Çünkü bunların hidayeti insana yönelik bir faaliyettir. Onların hidayet etmesi de sonuçta insanın hidayetine sebeb olmaktadır. Yani onun potansiyel güçlerini fiile dönüştürmesinde çeşitli yol ve usullerle ona yardımcı olmasıdır. Bu durumu Kur'an şu ayetle açıklar.
"O da, bizim Rabbimiz herşeye yaratılış özelliğini (hılketini) veren, sonrada hidayete yöneltendir dedi." [2]
Ayette belirtildiğine göre insana hilkati (yaratılış özellikleri) verildikten sonra yani tam olarak yaratıldıktan sonra, ikinci bir yaratma ile hidayet edilmektedir. Hidayet, insanın güç olma aşamasında kalan özelliklerinde cereyan eden bir yaratma olsa gerektir. Eğitim de onların fiile çıkarılması demektir. Yoksa bir yaratma üzerine başka bir yaratma gibi bir durum ortaya çıkar ki bu da imkansızdır.
Eğitimin bu tarifini Felak suresini tefsir ederken İbn Sina ele alır ve şöyle der: "Felak tan yerinin ağarması demektir. Felakın Rabbi, ibaresi ise Allah ile kainat arasında yaratma ile başlayıp sonsuza kadar sürecek olan bir terbiyenin varlığı demektir. Burada terbiyeden maksat Allah'ın varlık nurunun, mümkün varlık olan insandaki pasif güçleri, istidatları aydınlatmasıdır. Bu durumdan da insan hayatının hiç bir döneminde müstağni olamaz.[3]
b) Eğitim, insanın kabiliyetlerinin geliştirilmesi ve iyi özelliklerinin nitelik itibariyle çoğaltılmasıdır. [4]
Bu tarif ise Rabb kelimesinden kaynaklanır. Rab, birşeyi ıslah etme ziyade etme geliştirme, inşa etme çoğaltma anlamına gelir. Rab, terbiye anlamında kullanılınca kaynağı ve özü var olmakla birlikte ulaşacağı sınırlar dikkate alındığında kemalini elde etmemiş olan şeyleri halden hale geçirerek (derece derece) bu kemali elde etme durumuna yükseltmektir. [5]
Hamdi Yazır Hak Dini Kur'an Dili adlı tefsirinde Rab kelimesinden türemiş olan terbiye kelimesini "bir şeyi kademe kademe tedricen kemaline ulaştırmaktır" diye tarif etmektedir.[6] Ziyade etme ise bir şeyi bir şeye ekleyerek çoğaltmak demektir. İnsanın ilk yaratılışı üzerine ilave edilerek gerçekleştirilen eğitime de ziyade etme denir. [7]
Bu anlam, Kur'an'da 970 kere geçen Rab kelimesinin kullanılışından ortaya çıktığı gibi şu ayette de açıkça ifadesini bulur.
"Halk (yaratma) da dilediği artırmayı yapar." [8]
Vücudunun tüm organlarını yaratır. (Halk) Daha sonra bunlarda dilediği kadar artırır.
c) Eğitim, insanın işlerini en iyi ve en güzel ve en doğru şekilde yapacak bir uzmanlığa ulaşması için yapılan faaliyetlerdir.[9]
Üçüncü tarif ise ihsan kelimesi ile anlatılmaktadır. İhsan lügatte iki manaya gelir. Bir manası in'am (bir şeyi bir başkasına vermek) diğer manası da işini en güzel şekilde yapmak, işinde uzman olmaktır. Mesela bilince, iyice bilmesi yapınca, iyice yapması gibi. Kelimenin bu manasından dolayı denir ki, insanlar iyi yaptıkları, uzmanı oldukları alanla çağrılırlar. İhsan, bu manada İn'amdan daha umumî bir anlam kazanır. [10] Terim olarak da ihsan kelimesi, yaptığı işi uzman olarak en iyi ve en güzel şekilde yapan kişinin işine denir. Bu manada kişinin yeteneklerinin işi en iyi ve güzel yapacak şekilde geliştirilmiş olması demektir.
Kur'an ihsan kelimesi ile eğitime şöyle temas eder.
"Kendi ellerinizle (kendinizi) tehlikeye bırakmayın. İşi güzel yapın. Çünkü Allah işi güzel yapanları sever."[11]
Ayette "ihsan" kelimesi işi en güzel şekilde yapmak anlamında kullanılmıştır. Şüphesiz bir işin en güzel şekilde yapılması, o işin uzmanlığı demektir. Burada da "güzel iş" den kastedilen, o işin uzmanı olarak yapılan iştir.
Kur'an insanı eğitilebilen bir varlık olarak ele aldığı zaman, onun simgesi olarak "nebat" bitki simgesine başvurur.[12] İnsanın bitkiye benzetilmesi, onun bitki ile arasındaki fiziksel benzerlikten dolayı değil, onun eğitiminin bitkinin yetiştirilmesi ile olan benzerliğinden dolayıdır. Yani benzeme biyolojik değil, eğitimseldir. Bitki nasıl gelişme potansiyeline sahip ise, onun gibi insan da gelişme potansiyeline sahihtir. Ancak bu gelişmenin sağlanması, onun bakımına bağlıdır. İnsanın da pasif güçlerinin ortaya çıkması onun eğitimine bağlıdır.
Kur'an'da geçen eğitim tariflerinden sonra bazı alimlerini eğitim tariflerini görelim.
İmam-ı Azam: Şahsiyeti yıkan ve yapan şeylerin bilinmesidir.
Maverdi: Akıl ve şahsiyeti cilalamak kuvvetlendirmektir.
Zernuci: Bilgiyi ve takvayı elde etmek için bir vasıtadır. [13]
İbn Sina: Bilgi ile ahlakî hayatı geliştirmek, noksanlık ve yokluklardan uzaklaşmak, böylece potansiyel güçleri (hareket, idrak, rey ve temyiz) fiile dönüştürmektir.[14]
Gazali: Çocuğun kalbindeki saf cevheri koruma faaliyetidir. Esasen edeb kuvvede olanı fiile çıkarmaktır. [15]
Farabî, Eğitim ruhun terbiyesi, öğretim zihnin eğitilmesidir. Bir başka ifade ile eğitimi, insanda ahlakî erdemleri var etmek, öğretimi de nazarî erdemleri var etmek olarak tarif eder. [16]
İbn Haldun ise kişinin eğitiminden daha çok ahlak eğitimini anlamaktadır. Ahlakı ise iklim, gıda ve çevre ile ilişkillendirmektedir. [17]
Bütün bunların sonucunda Kur'an'ın eğitimi "önceden belirlenmiş kurallar vasıtasıyla, kişide kendi iradesi ile pasif güçlerini ortaya çıkarma davranış oluşturma, davranış kazandırma, davranış geliştirme ve bunların sonucunda işi en güzel şekilde yapma olgusudur" diye tarif ettiğini söyleyebiliriz. [18]
B. Eğitimin Mahiyeti
Eğitimin mahiyeti dendiğinde eğitimle birlikte düşünülmesi gereken özellikleri kastedilir. Eskilerin lazım-ı gayr-i müfarık dedikleri, birşeyin ayrılmaz niteliklerini kastederek kullandığımız bu kelime, bir şeyin onlar olmadan varlığını iddia edemeyeceğimiz özelliklerini anlatmak için kullanılır.
Eğitim olayında da şu hususlar onun ayrılmaz nitelikleri olarak düşünülmektedir.
1- Eğitim sosyal hayattaki muhafazakarlık ve yenilenme ilkesine uyar.
2- Eğitim ferdi farklılıklara dayanır.
3- Eğitim bir sürece ihtiyaç hisseder.
4- Eğitim teori-pratik ilişkilerinden etkilenir.
5- Eğitimin gücü sınırlıdır.
Şimdi kısaca bunlara temas edelim. [19]
1- Muhafazakarlık ve Yenilenme (İstikrar İçinde Yenilenme)
Genel olarak, insanın hem sosyal, hem fizik çevresi bir değişme ve yenilenme kanununa tabi imiş gibi görünmektedir. Özellikle sosyal konularda çok belirgin olan bu değişme, onları konu olarak ele alan sosyal ilimlerin de en güç problemini ortaya çıkarmakta, eğitim de bu ilimlerden biri olarak bu güçlükten payını almaktadır.
Eğitimin ferdî olmasına bakılarak davranışın fertte cereyan eden boyutu psikolojik olarak ele alınır. Fakat davranışın bir de ferdin dışında sosyal hayata yansıyan yönü vardır. Fertler arasında kalıplanmayı (interaksiyon) oluşturan bu boyutu, sosyolojik bir olgudur. Önceden belirlenmiş olan bu kurallarda çok büyük çapta formel veya informel toplum kurallarıdır. Bu anlamda toplum-eğitim, eğitim-toplum arasında işlevsel bir ilişki mevcuttur. Bu ilişkinin varlığı ve yoğunluğu, toplumda ortaya çıkan her durumun eğitime yansımasını kaçınılmaz kılmaktadır. Değişme ise, toplumsal hayatın temel öğelerinden birisidir. Değişmenin ortaya çıkışı, istikrara ve tekrara şiddetle ihtiyaç duyan ilmi kurallara büyük zorluklar ve güçlükler getirmektedir.
İşte bu türden güçlüklerin göz önünde bulundurulması şartıyla, bir çok sosyal münasebetleri konu alan eğitim, insandaki potansiyel gücün ortaya çıkarılması hususunda da zaman zaman birbiri ile çelişen, zaman zaman çakışan değişik bir çok metodla meşgul olmaktadır. Sözgelimi öğretmen-öğrenci, ana-baba-çocuk, toplum-fert, devlet-kurum, insan-çevre türünden ilişkiler, onun konuları içine girmekte, bu münasebetlerde yönetmek, yöneltmek, düzenlemek, özendirmek, rağbet ettirmek, yardım etmek, yol göstermek, takdir etmek, mükafaat vermek, cezalandırmak gibi bir çok kavram ortaya çıkmaktadır
Eğitim, bütün bunların, yetişen bireylerin gerek psikolojik gerek sosyolojik gelişimlerinde oynadığı roller üzerinde durur ve bu konuda onlardan azamî boyutlarda verim elde etmek için çabalar. Halbuki, bilindiği gibi bütün bu münasebetler, zaman içinde değişme sürecine tabidir. Eğitimin bu çabası süreklilik arzettiğinden değişmeden etkilenir. Çünkü o da bu değişime ayak uydurmak zorundadır. Bu durum ise ortaya bir belirsizlik çıkarır.
Değişme kavramı İslamî terminolojiye de girmiştir. İsbat-ı Vacib (Allah'ın Varlığı) nın delillerinden biri olarak kelamcılar şu akıl yürütmeyi yaparlar.
"Bu alem devamlı değişmektedir.
Değişine, bir değiştiricinin olmasını gerektirir.
Bu değiştirici de Allah'tır."
Yapılmış bir bina nasıl onu yapan ustanın varlığına delil ise, değişim de onu gerçekleştiren, hükmünde galib bir değiştiricinin varlığına delalet eder.[20]
Çocuk yetiştirmede de doğru kabul edilen ilkeler zamanla değişir. Bir kuşağın doğru kabul ettiği ilkeler, bir sonraki kuşağa yanlış gelebilir. Çocuk terbiyesinin altında yatan felsefe bile zamanla değişebilir. Daha düne kadar çocuğun her dediğine "evet" denmesini savunan eğitim görüşü, yerini son zamanlarda geleneksel ders konularının öne çıkartılması ile programı savunan görüşe bırakmak üzeredir. [21]
Kur'an sosyal hayattaki değişme ilkesine şu ayetle temas eder.
"Her zaman için bir kitap (hüküm) vardır. Allah dilediğini yok eder, dilediğini isbat eder. (devamlı kılar) Temel kitap onun katındadır." [22]
Bu ayette Allah Teala her vakit ve müddetin kendi yanında ayrı ayrı yazısı, özel bir hükmü olduğunu, bunların, durumların değişmesine paralel ve bir hikmete uygun olarak, yazıldığını bildirmektedir. Her zamanın kitabı değişik olduğundan son kitap daha önceki kitaplardan bir kısmını veya tamamını nesh etmekte veya onların hükümlerinden bir kısmını bırakırken bir kısmını değiştirmektedir. [23]
Değişik zamanlara değişik hükümler (toplumsal kurallar) konurken daha evvelki hükümlerden dilediğini Allah Teala devam ettirir. Dilediğini de kaldırır. Öyle ise hükümlerin zamana göre değişmesi kaçınılmaz olmaktadır. Burada söz konusu edilen "mahv ve isbat" sadece varlıkta değil aynı zamanda teşri (kanun koyma) hususunda da geçerlidir. Kainat, satırları bir taraftan silinirken, diğer taraftan yazılan bir kitap gibidir. Kanunlar, hükümler, insanların durumlarını düzeltmek ve düzenlemek içindir. İnsanların durumu değiştikçe bunların da değişmesi kaçınılmaz olmaktadır. Fakat bunların bir de değişmeyen her zaman için geçerli olan ve temelleri sayılan hükümler vardır ki onlar değişmez. Her dönemde geçerliliklerini sürdürürler.[24]
Eğitim temel değerler ve kurumlar içinde faydalı olanların tümünü koruyarak ve bunları bir sonraki nesle aktararak toplumun temel yapısını korur. Buna eğitimin muhafazakarlık boyutu denir. Toplumda bozulma veya durgunluk veya temel değerlerin kaybı ortaya çıktığında kültürü yenileyerek toplumun temel yapısını korur. Buna da eğitimin yenilikçi boyutu denir.
Böylece eğitim iki zıt kavramı kendi yapısında .toplayan bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır. H. Yazır buna "İstikrar içinde yenilenme" demektedir.[25] Din eğitimi de hem bazı temel değerlerin muhafazasını temin etmek ister. Hem de sosyal hayatin gidişini gözönünde bulundurarak yenilenmeyi hedefler. Din eğitimi istikrarlıdır. Bu istikrar zaman ve zemin içerisinde görecelilik kazanır. Çevreye göre değişim asılda ve özde değil, yalnız önem ve odakta, vurgunun değişiminde, başkalaşımda, değerlerin göreceli öneminde meydana gelir. Değerlerin kendisinde de bir değişme olmaz. [26]
İslamın bakış açısına göre değişme, gelişim ve ilerleme İslamın özüne aslına dönüş demektir. Zaman içinde uygulamada ortaya konan geçici kaideler, pratikten aldıkları güçle asıl hipotez (teori)nin önüne geçmekte ve onu gölgelemektedir. İnsanlar ise pratikle içice olduklarından onu öğrenmekte, dinin özünü, aslını öğrenememekte, böylece pratiği teori haline getirmektedirler. İşte bu durumlarda değişme ve yenilenmeye ihtiyaç duyulur. Bu değişme ve yenilenme ise öz (teori) den hareket ederek günün şartlarına göre yeniden bir yorum yapma (teceddüd=yenilenme) dır. Böylece özden ayrılmadan bir değişme ve gelişme gerçekleşir. Bu bir nevi yeniden inşacılık (re-constriction) hareketidir. Bu durumu İslamın toplumsal yapısına uygularsak değişme; İslamın özünden uzaklaşan müslümanların, onun özünden güç alarak günün sorunlarına çözümler üretmeleridir. Buna ilerleme de tabir edilebilir. İlerleme "olmak", "olagelmek" veya "oluşmak" hatta "oluşmakta olana doğru hareket" anlamına gelmez. İlerleme kavramının tabiatında var olan amaç, açık ve sabit olan bir hedef bulununca gerçek anlamını ifade eder. Belirsizlik, oluşmakta oluş, nihai amaç olamayacağına göre ilerlemenin de hedefi olamaz.[27]
Çocuk yetiştirme, kültürden kültüre de çok büyük değişiklikler gösterir. Buna dayanarak bazı yazarlar değişik kültürlere mensup kişilerin huy ve kişilik bakımından farklı olacakları sonucunu çıkarmaktadır. Bu hükme dayanak olarak ta değişik kültürlerde yaşayan insanların, örf, adet ve açık eylemlerinde görülen büyük farklılıkları gösterirler. Durum böyle olmasına rağmen, bu görüntünün altındaki bazı temel değerler ve hatta güdüler arasında benzerliklerin olduğu söylenebilir.
Kültürlere göre değişmenin varlığına temas eden ayet ise şudur:
"Sizin her birinize bir şeriat ve yol verdik. Allah dileseydi sizleri tek bir ümmet yapardı. [28]
Bu ayette de değişik grublara onları düzenlemek için değişik yol ve şeriatler verildiği haber verilmektedir.
Sosyal hayatın değişen bu kaidelerine göre çocuk yetiştirme anlayışının da değişmekte oluşu, her çağda değişik bir yaklaşımı ortaya çıkarmaktadır. Amerika’da bir oyuncakçı dükkanının vitrinine asılan "Ana-babaya öğütler" yazısı, son altmış yıldaki değişmeyi alaylı bir dille sergiler.
1910- Çocukları döverek eğitin,
1920- Çocukları yoksun bırakarak eğitin,
1930- Çocukların yaramazlıklarını görmezden gelin,
1940- Çocukları inandırarak eğitin,
1950- Çocukları sevin,
1960- Çocukları severek dövün,
1970- Çocuklar mı? Hepsinin canı cehenneme!
Bu son cümle Amerikan toplumunun modern eğitim yöntemlerinden umduğunu bulamamasının bir dışa yansımasıdır. Dengeli bir gençlik yerine uyuşturucu bağımlısı, bunalımlı bir gençliğin ortaya çıkışı, modern yöntemlere olan umut ve beklentiyi sarsmıştır. [29]
Bu konuyu Hz. Ali'nin meşhur sözü ile bitirmek istiyoruz.
"Çocuklarınızı yaşayacakları çağa göre yetiştirin."
Değişmeyi bilen bir anne baba değişmenin ilkeleri kapsamadığını, usul ve yöntemlerde olduğunu, bunların şiddet dereceleri arasında gerçekleştiğini çok ender olarak da yöntemlerin aslını kapsadığını bilir. Bu noktada da yöntemin ortadan kalktığını düşünmez. Sadece belirli bir dönem için diğerine göre geri planda kaldığını düşünür. Öne çıkan yöntemi uygular.[30]
2- Ferdi Farklılıklar:
Eğitim faaliyetlerinde dikkat edilecek bir diğer husus ferdi farklılıklardır.
Kur'an'ın çocuk eğitimine işaret eden bir başka ayetinde ferdi farklılıklar vurgulanır.
"De ki; Herkes yaratılışına göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir."[31]
Bu ayette de Peygamberimize hitapla sen onlara söyle ki: herkes iradesini sarf ettiği cihete muvaffak ve müyesser olur. denmektedir. Binaenaleyh eğer insanın nefsi kötü olursa ondan "kötü hareket ve davranışlar, iyi olursa ondan da iyi işler ortaya çıkar.[32] Demek ki insanlar davranışlarını bireysel özelliklerine uygun olarak yaparlar.
Kişinin kendi eğilimlerine ve dış şartlara uygun düşen tepki ve davranışlarının tümü onu başkalarından ayırır[33] Böylece ferdi farklılıklar ortaya çıkar.
İnsanların farklı yaratıldıklarını haber veren diğer bir ayette şudur:
"Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği nimetler hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur." [34]
Öyle ise, davranış üzerinde en büyük etken şahsiyettir. İnsan, şahsiyetinin şekillenmesi esnasında çevreden bazı etkiler alır. İlk tesirleri de aile çevresinden alır. Gencin kendi kendini idare edebilmesi kendi başına karar alabilmesi için buna daha ailesi ile beraber yaşarken alıştırılmış olması gerekir.[35] Davranışlar daha çocukluk döneminin ilk safhalarında, dıştan gelen uygun emirlerle tayin ve kontrol edilebilir. Temyiz safhasından sonra çocukların davranışlarını kendilerinin kontrol etmelerine yönelik tedbirlerle ergenlik çağına kadar, çocukta, içten teşekkül eden bir kontrolün, bir ölçüde sağlanması gerekir. [36]
Zaten Kur'an-ı Kerim'in ifadesine göre de insan, hem iyiyi hem de kötüyü yapabilecek kabiliyette yaratılmıştır.
"Biz ona iki de yol gösterdik." [37]
Bu durumda ona bir öğretmen, bir terbiyeci gerekir. Bu terbiyeci, bazı insanların taltif ve teşvikten, bazılarının kınanıp korkutulmaktan doğru yolu bulacağını bilmelidir.[38] Her çocuğun yapısının ve eğilimlerinin değişik olduğunu göz önünde bulunduran ana-babalar, çocuğu belli bir kalıba sokmaya uğraşmazlar. Çocuğa aykırı gelen zorlamalardan kaçınır, esnek bir yaklaşımla doğal eğilimlerini olumlu yönde geliştirmeye çalışırlar. [39]
Gelişimin evrensel bir boyutu olmakla birlikte, her insanın kendine özgü bir algılama, düşünme, hareket etme, konuşma ve hissetme biçimi vardır. Her birey, aynı olguyu farklı biçimde kendine özgü bir yöntemle algılar. Kendisine ait kavrama ve hatırlama usulü ve ifade biçimi vardır. Aralarındaki zeka düzeyi ve başarı motivasyonu aynı bile olsa probleme bakış, çözüme yaklaşım ve sonucunda elde edilen doygunluk açısından birbirlerinden ayrılırlar. Zeka düzeyi, düşünme biçimi, başarı motivasyonu, mizaç ve yaratıcılık gibi özellikler ferdi farklılıkları belirleyen önemli öğelerdir.
Düşünme biçimleri bilme yöntemini kontrol eder. Özellikle algıları grublama ve düzenleme ile ilgili günlük etkinliklerde bireyin işlevsel olma yöntemindeki devamlılığı kapsar. Bazı insanlar bütünsel düşünür. Birçok objeyi tek bir yerde toplarlar. Bazıları ise çözümsel düşünürler. Farklılıkları sınıflarlar. Dikkat açısından da insanlar farklıdırlar.
Zeka ayrılıkları da zeka testleri ile sayısal olarak tesbit edilmektedir. Genellikle 40-160 arasında dağılım göstermektedirler.
Başarı motivasyonu, engelleri aşma ve güç kazanma çabasıdır. Amaç belirleme ve çaba gösterme isteklerinde farklılıklar vardır. Başarı motivasyonu yüksek kişiler, enerjik, güvenli ve bağımsız olarak amaca ulaşmaya çabalar. Düşük motivasyonlu kişiler ise amacını belirleyemez, çabuk bıkar ve başkalarından yardım bekler. Başarı motivasyonunun oluşmasında yaşam seviyesi ve kültürel hayat önemli rol oynar.
Mizaç farklılıkları ise uyum, işe başlama ve uyum güçlüğü konusunda kendini gösterir. Mizaç bireyin tepkide bulunma eğilimidir. Organizmanın fizyolojik ve kimyasal yapısının mizaç üzerinde etkisi vardır.[40]
Ferdi farklılıklar çocuğun hem eğitiminde hem de bakımında bütün çocuklar için geçerli olacak bir reçetenin verilmesini imkansız kılar. Böyle bir reçetenin hazırlanması ya uzmanların kişisel önyargılarının yansıtılması, ya da toplumdaki geleneklerin doktrin şekline sokulması demektir. [41]
Bu duruma göre, eğitimde ferdi farklılıkların varlığı eğitimciyi insanların özelliklerine göre usul ve yöntemler kullanmaya yönlendirir. Her insan her usule yatkın olmaz. Eğitimci, eğittiği kişiye uygun yöntemler bulup tatbik etmelidir. Bir kişiye uyguladığı ve başarılı sonuç aldığı bir yöntemin diğer insanlarda da başarılı sonuç vereceği gibi bir yanlış kanaate sahib olmamalıdır.
Yukarıda üzerinde durulan ferdî farklılıklar sebebi ile eğitim olaylarında bir kural, uygulandığı her alanda daima benzer sonuçlar vermemektedir. Kişilere ve onların ferdî farklılıklarına göre, zaman zaman değişik sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Bu durum da yukarıda bahsedilen belirsizliğin boyutlarını genişletmektedir.
Ferdi farklılıkları bilen bir anne baba, çocuğu tanıma ile eğitime başlamak zorundadır. Çünkü eğitim, iletişim ve etkileşimdir. Bunların alt yapısı da ancak çocuğu tanıma ile mümkündür. Çocuğu tanıma onun istidad (yatkınlık) kabiliyet (yetenek) ve temayül (eğilim) lerini bilmektir. Bunlardan yatkınlık ve yetenekler doğuştan gelir. Eğilim ise merak, istek ve ilgileri doğrultusunda oluşur. Bunların karıştırılmaması gerekir. Etkileşim ise ancak sıcak ilişkilerle gerçekleşir. [42]
3- Süreç (Tedricilik)
Eğitimin mahiyeti ile ilgili olarak karşımıza çıkan bir başka kural da süreç (tedricilik) kuralıdır. Kur'an'ın bu konudaki uyarısı şu ayetle yapılmaktadır.
"Onu (vahyi) çabucak almak için dilini kımıldatma (acele etme)."[43]
Bu ayette acele etmenin öğrenmeye bir faydasının olmadığı vurgulanmaktadır. Gene Kur'an'ın eğitimde süreç kuralı, içki yasağı konusunda gelen ayetlerde de açıkça görülmektedir. Bu hususta önce içkinin hem faydası hem zararı olduğundan bahsedilmiş, fakat zararının faydasından çok olduğu bildirilmiş,[44] daha sonra içkili iken namaz kılmak yasaklanmış[45] daha sonra da içki tümüyle haram kılınmıştır.[46] Öyle ise, eğitim kısa zaman dilimleri içinde sonuç alınacak bir uğraş değildir. Eğitimde başarılı sonuçlar daima belli bir zaman dilimine ihtiyaç gösterir. Sonuca kademe kademe bir tedriç (süreç) içinde ulaşılır. Bundan dolayı, sabır ve metanet eğitim için vazgeçilmez iki kavram olarak gözükmektedir. Eğitimin bu özelliğine ilerde temas edilecektir.
Eğitimin belli bir sürece ihtiyacı olduğunu bilen bir anne baba, sonucun hemen alınamayacağını da bilir. Bu bilgisi ona, sabır ve azim gibi iki önemli silah kazandırır. Ayrıca ümitsizlik gibi bir engelin oluşmasını önler. Eğitimi derece derece geliştirir. Çocuğunu bir halden diğer hale geçirerek eğitimi gerçekleştirir. [47]
4- Teori-Pratik İlişkileri
Eğitimle ilgili bir başka husus da teori ile pratik arasında ortaya çıkan insanı yanıltıcı dengesizliktir. Eğitim kaideleri kişiye görünüşte teorik olarak çok kolay elde edilebilecek gibi bir fikir verirler. Yani bunlarla karşılaşan kişiler, çoğu zaman bu kuralları uygulamak için uzun boylu çaba sarfetmenin gereksiz olduğu kanaatine varırlar. Çünkü kendilerine ilmî birer veri olarak sunulan bu kurallar, onların hayatta her an karşılaştıkları durumlarla ilişkilidir. Hayatın herhangi bir safhasında bu olaylarla karşılaşan kişilerde de bu olaylarla kendi arasında bir yakınlık doğar. Bunların yararından faydalanmak veya zararından kaçınmak için ister istemez bazı kararlar alır ve uygular. Sonunda da olumlu veya olumsuz bir takım sonuçlara ulaşır. Böyle yüzlerce olay ile karşılaşan kişilerde bu olayların çözümlenmesi veya belli bir istikamette yönlendirilmesi için özel bir çabaya gerek olmadığı düşüncesi doğar.
Bundan dolayı belki de doğru bir hükümle "çok basit" bulunan bu veriler, uygulama alanına intikal ettirildiklerinde ne denli karmaşık ve güç bir işle insanı karşı karşıya bıraktıkları ortaya çıkar. Çünkü basit gibi görünen bu kaideler, karşılaşılan olayın niteliklerine göre, çoğu zaman birbirleri ile çelişirler veya çakışırlar ve insanı bazan çok güç bir tercih yapmak, bazan da çok duyarlı dengeler kurmak zorunda bırakırlar. İşte bu tercihler ve dengelerde isabetli davranmak, eğitim sürecinin zorluk derecesini belirgin bir şekilde ortaya çıkarır.
Bilgi ile onu uygulamak arasında kurulması çok zor olan tam örtüşmeden dolayı ortaya çıkan dengesizlik ve insanın bildiklerini genellikle eylem haline dönüştürememesi, Kur'an'da Saff suresi 2-3 ayetlerinde vurgulanır. Bilgi ancak uygulanınca değer kazanır. Bundan dolayı Farabî, felsefeyi hikmetten ayırır. Ona göre hikmet, felsefeden farklı olarak hem teoriyi hem pratiği kapsar. J. Dewey de uygulaması olmayan bilgiye malumat adını verir. Öyle ise eğitimci bildiklerini uygulayabilme maharetini göstermelidir. Çünkü, eğitim mekanik bir iş değil incelikleri olan bir sanattır.
Bütün bu güçlüklere rağmen, çeşitli çabalarla, verimli sonuçlar elde edildiğinde, tadılan heyecan ve zevk, başka hiçbir meslek mensubunun elde edemeyeceği kadar tatlıdır. İnsanın, Allah'ın Rabb sıfatından devraldığı bir özellik olan eğiticilik, bu yönü ile ilahî bir nitelik, peygamberlerin insanları eğitme ve terbiye etme görevi nedeni ile peygamber mesleği olarak düşünülmüş, alimlerinde peygamberlerin mirasçısı olduğu kabul edilmiştir. Bundan dolayı öğretmenlik ve eğitimciliğe "ilahî bir nitelik" ve bir nevi "peygamberlik mesleği" denmiştir. İşte, bütün bu sebeplerle, insanlık tarihinde gelmiş geçmiş düşünen her kafa, eğitimin ya tümü ile veya belli bir bölümü ile meşgul olma gereğini duymuştur.
Teori ile pratik arasında dengesizlik oluşacağını bilen bir anne baba uygulamada, önünde sınırsız bir faaliyet alanı oluşacağını bilir. Teorik bilgisini, sezgileri ile birleştirerek bu alanı doldurması gerekecektir. Eğitim olayları ile karşılaştıkça hemen bazı tedbirler alabilecek, bazı tercihler yapabilecek ve bazı dengeler kurabilecek bir melekeye ihtiyaç duyacaktır. İşte eğitimcilik mesleğinde temel hedef bu melekeyi (Pedagojik Formasyon) elde etmektir. Bu da, öğrendiği her bilgiyi, kendisinde bu melekeyi oluşturacak şekilde elde ederek gerçekleştirilebilir. [48]
5- Eğitimin Gücü:
Eğitim, insana dilediği her niteliği kazandırabilecek bir etken olarak gözükmemektedir. Onu bu hususta iki nokta sınırlamaktadır.
a) Soyaçekim mekanizması
b) Davranışında hürriyet kısıtlaması
İnsan davranışlarını yaparken irade ve isteğini kısıtlayıcı bir faktör olarak soyaçekim mekanizmalarının etkisi altındadır. Yani kısmen soyaçekim ile sınırlı bir alanda iradesini kullanarak davranışlarda bulunabilir. Bu husus eğitimciler arasında görüş ayrılıkları doğurmuş, iyimser ve kötümser görüşler ortaya çıkmıştır. Bu konu ilerde detaylı bir şekilde ele alınacaktır.[49]
İkinci husus, davranışında hürriyet kısıtlamasıdır. İnsan davranışı bu manada da Yaratıcının külli iradesinin etkisi altındadır.
Bu küllî irade insanın bir kısım özelliklerini fiilî olarak yaratmış, bir kısmını ise kuvve (potansiyel) olarak yaratmıştır. İnsan davranışında bu kuvve özelliklerini gerçekleştirecek hür bir iradeye sahibtir. Fakat bu potansiyelin ötesine geçecek gücü yoktur. Yani potansiyel olarak da kendisine verilmemiş bir özelliği gerçekleştirecek gücü yoktur. Bu çerçeve içinde kalmak kaydıyla, hür bir irade ile davranışlarını ortaya koyar. Kur'an-ı Kerim'de üzerinde durulan, kalplere mühür vurma, kalplerin kilitli olması, önünde ve arkasında sedlerin bulunması gibi ilk bakışta insanı zorunlu hareket eden bir varlık olarak tanımlıyormuş gibi gözüken ayetler bu konudaki diğer ayetlerle bütünleştirildiği zaman ortaya çıkan durum, bunların insanın iradesini kullanmaya mani olmadığı yolunda bir kanaat oluşturmaktadır. Bu ayetler, insanın eğitilme açısından mahiyet ve tabiatını yansıtan ayetlerdir.
İnsana, eğitiminde kolaylık sağlamak üzere kendi tabiat ve mahiyeti bu ayetlerle açıklanmıştır. İşte, eğitimci, insanın eğitimini bu tabiat ve mahiyet sınırları içinde aramalıdır. Bunu gerçekleştirecek güce de sahibtir. Çünkü "Allah kullarının hiçbirini iman veya küfre zorlamamış, onları mümin veya kafir olarak yaratmamıştır. Onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür bunların fiilleridir. Allah küfre sapanı küfrü esnasında kafir olarak bilir. O kimse daha sonra iman ederse mümin olarak bilir. İlmi ve sıfatı değişmeksizin onu sever. Kulların hareket ve sükun gibi bütün fiilleri hakikaten kendi kesbleri (kazançları) dir. Onların yaratıcısı ise Yüce Allah'tır. Onların hepsi Allah'ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kaderi ile olur.[50]
Bütün bu durumları onlara iyice açıklasın diye her kavme kendi dilinde peygamber gönderilmiştir.[51] Zaten peygamberin görevi de insanları uyarmak, yerine göre müjdeleyerek, mükafaatlar vadederek, yerine göre korkutarak bu işi gerçekleştirmektir.[52] İnsan da onun bu uyarılarını değerlendirip kendini eğitmekten sorumludur.[53] İnsanlığa peygamber (eğitici) gönderildiğine göre insanlar da onun uyarılarına cevap verecek bir yaratılışta olmalıdır. Zaten Allah Teala, herşeyi, gökleri ve yeri, yerli yerinde yaratmıştır. Böylece herkes kendi kazancına göre karşılık görür. Kimseye bir haksızlık edilmez.
İman ve küfür konusunda bile insanı zorlamayan Yüce Allah "isteyen mümin olsun, isteyen inkarcı olsun" buyurarak insanları kendi haline bırakmıştır. Ancak imanın da küfrün de sonucunu haber vermiş "hidayet etmek istediğinin göğsünü imana açmış, dalalette kalan inkarcıların ise göğüslerinin daralacağını, sıkıntı ve bunalım içinde olacaklarını[54] açıklamıştır. [55]
Öyle ise, insan, davranışlarının kısıtlandığı düşüncesiyle kendi eğitiminden hiçbir zaman vazgeçmemeli, sürekli kendini geliştirme hatta yenileme gayreti içinde olmalıdır. Ve gene bilmelidir ki, Allah'ın hidayeti süreklidir. Soyaçekimle kısıtlanan davranışının önündeki engel bile böylesine bir hidayetlenme ile belkide geriletilebilir. Bu bağlamda insanın kendi istekleri çok önemli rol oynar. Başkalarını eğitirken de eğitimin gücünün sınırsız olmadığını düşünmeli, onu ancak soya çekim ve potansiyel özellikler çerçevesinde eğitebileceğini gözönünde bulundurmalıdır.[56]
[1] Taha, 20/50; Araf, 7/11
[2] Taha, 20/50.
[3] A. Dodurgalı, İbn Sina Felsefesinde Eğitim, s. 61-62.
[4] Fatır, 35/1; İsra, 17/41.
[5] Isfahanı, el-Müfredat, s. 184.
[6] H. Yazır, Hak Dini K. Dili, c. I, s. 64.
[7] el-Isfahani, el-Müfredat, s. 119.
[8] Fatır, 35/1. Bu konularda ilerde bilgi verilecektir.
[9] Bakara, 2/195; İsra, 17/7.
[10] el-Isfahanî, el-Müfredat, s. 119.
[11] Bakara, 2/195.
[12] el-Araf, 7/58, Ali İmran, 3/37, İbrahim, 14/24-26. Hac, 22/5; Fetih, 48/29.
[13] B. Bayraklı, Islamda Eğitim, s. 105-106.
[14] A. Dodurgalı, İbn Sina Felsefesinde Eğitim, s. 34-35.
[15] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi ve İmam-ı Gazali, s. 234.
[16] B. Bayraklı, Farabî'de Devlet Felsefesi, s. 142
[17] İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 390.
[18] Bu tarif Doç. Dr. Zeki Arslantürk'ün katkıları ile oluşturulmuştur. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 39-42
[19] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 42.
[20] Beyazîzade, el-Usulü'1-Munife, s. 17.
[21] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 217.
[22] Ra'd, 13/38-39.
[23] H. Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c. 4, s. 3001.
[24] H. Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c. 4, s. 3002-3003.
[25] M. Aydın, "Elmalı'da Teceddüt Fikri" Din Öğretimi Dergisi, s. 34, s. 49-54
[26] N. el-Attas, İslami Eğitim, s. 16.
[27] N. el-Attas, İslamî Eğitim, s. 61-62.
[28] Maide, 5/48.
[29] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 131.
[30] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 43-47.
[31] İsra, 17/84.
[32] M. Vehbi, H. Beyan, c. VII, s. 3046.
[33] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 127
[34] el-En'am, 6/165.
[35] R. Semin, Gençlerimizin Psiko-Pedagojik Proplemleri, s. 19-20.
[36] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali, s. 17.
[37] Beled, 90/10.
[38] Kınalızâde, Ahlâk-ı Alâ-î, s. 74-75.
[39] A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 129. D. Cüceloğiu, Yetişkin Çocuklar, s. 134.
[40] G. Ülgen, E. Fidan, Çocuk Gelişimi, s. 213, 216
[41] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 217.
[42] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 47-49.
[43] Kıyame, 75/16; Taha, 20/114
[44] Bakara, 2/219
[45] Nisa, 4/43
[46] Maide, 5/90.
[47] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 50.
[48] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 50-52.
[49] Bak. Evlilik öncesi sorumluluklar (eş seçimi), s. 147-156.
[50] M. Öz, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, s, 57.
[51] İbrahim, 14/4.
[52] Nahl, 16/36; Ahzab, 33/45
[53] İsra, 17/15.
[54] En'am, 6/125.
[55] "Kur'an'a Göre Eğitimin Gücü ve İnsanın Davranışında İrade Hüryeti" konusu, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi 3. sayısında aynı ad ile bir makalede ele alınacaktır. Geniş bilgi için oraya müracaat edilebilir.
[56] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 52-54.