- Kuran ın parça parça indirilmesi

Adsense kodları


Kuran ın parça parça indirilmesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sumeyye
Fri 29 April 2011, 12:13 pm GMT +0200
Kur'an’ın Parça Parça İndirilmesi Ve Bunum Hikmetleri




İlâhî hikmet, vahyin Rasuiüllah'la devamlı ilişkili olmasını hergün ona yeni birşeyler öğretmesini, yol göstermesini, kaibini tesbit ve huzurunu ar­tırmasını, ayrıca sahabenin ihtiyaçlarına cevap vererek; onları eğitmesini, geleneklerini islâh edip olaylarına çözüm yollarını bulmasını, ani olarak on­ları îalîmat ve hükümleriyle karşı karşıya getirmemeyi dilemiştir. Bu karşı­lıklı ilişkinin bir gereği olarak Kur'an «ihtiyaca binâen beş, on veya daha az yahut daha çok sayıda âyetler halinde parça parça inmiştir.» [111] «İfk» olayında on ayetin birden indiği, sahih rivayetlerde ifade edilmektedir. [112] Ayrıea «el-Mü'minûn» suresinin ilk on ayetinin topluca indiği de sahih riva­yetlerde belirtilmektedir. Bir ayetin bir kısmı olan[113] ile yine bir ayetin son kısmı olan[114] de yalnız başına inmiş­tir. Âyetin baş tarafı indikten sonra bu kıssm inmiştir. [115].

Bu minval üzere Kur'an taksit taksit inmiştir. Tâ ki Peygamber (s.a.v.) ağır ağır onu okusun ve sahabe de azar azar okusunlar. Böylece Kur'an'ı Kerim olaylara ve Rasulüllah (s.a.v.) in hayatı boyunca ortaya çıkan ferdî ve içtimaî münasebetlere uygun olarak azar azar indirilmiştir. Kur'an'ın iniş müddeti, Rasulüllah'a Peygamberlik geldikten sonra Mekke'de onüç sene kaldığını kabul edersek, ki Medine'de on sene kaldığı rivayetlerin ittifakıyla sabit olup toplam olarak yirmiüç sene devam etmiştir. Nitekim İbni Abbas (r.a.) in şöyle dediği rivayet edilir. RasulüNah (s.a.v.) e kırk yaşında pey­gamberlik gelmiş, kendisine Peygamberlik geldikten sonra onüç yıl Mekke' de ikamet etmiş bilâhare on yü hicretle emrolunmuştur. Altmışüç  yaşında

da vefat etmiştir.» [116]. Bazıları Kur'an'ın iniş müddetini yirmi, bazıları da yırmibeş yıl olarak kabui etmiştir. Bu, Rasulüllah'ın peygamberlikten sonra Mekke'de kaç yıl kaldığı hususundaki ihtilâftan ileri gelmektedir ki, bu müd det bazılarına göre on, bazılarına göre de onbeş yıldır. [117].

eş-Şa'bî'nin [118]belirttiği gibi, «Kur'an'ın nuzûle başlaması. Kadir ge­cesinde olmuş ve sonra çeşitli zamanlarda taksit taksit inmeye devam et­miştir.» [119]. eş-Şâ'bî böylece bu görüşle Yüce Allah'ın «biz onu Kadir gecesinde indirdik» [120] sözüyle «Hem onu, bir Kur'an olarak âyetlere ayırdık ki, insanlara dura dura okuyasın. Biz onu yavaş yavaş (ve âyet âyet yirmi üç yılda) indirdik.» [121] sözünün arasını bulmuştur ki, bu doğru bir anlayış olup Allah'ın, Kitabını «Mübarek bir gecede» ve «Ramazan ayında» indirdiğini bildiren haberine ters düşmemektedir. Çünkü o zaman mak­sat; Allah Teâlânın, Kur'an'ın indirilişini «mübarek bir gecede» [122] başlat­tığı ve bu geceyi de «Kadir Gecesi» ile açıkladığıdır ki, bu gece Ramazan ayındadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: «O sayılı günler Rama­zan ayıdır ki, Kur'an o ay içinde indirilmiştir. O Kur'an, insanları hakka u-laştırır, helâi ve haramda ve din hükümlerinde hakkı batıldan ayırır..» [123]Daha sonra da olay ve vakıalarla birlikte taksit taksit inmiştir.Kur'an'ın üç inişinin bulunduğu; birincisinin Levh-i Mahfuz, ikincisinin dünya semasında Beytu'I-İzze'ye ve üçüncüsünün de olaylara uygun ola­rak taksit taksit indirildiğini söyleyen görüşün senetlerinin hepsi her ne ka­dar sahih ise de [124] bu görüşe meyledecek değiliz. Çünkü zikredilen bu görüşler gayb âlemini ilgilendirir ki, bu konuda ancak yakîn ile sabit olan mütevatir Kur'an ile mütevatir Sünnet hüccet kabul edilir. Bu görüşün da­yandığı rivayetlerin senetlerinin sahih olması, ona inanmayı vacib kılacak yeterli delil değildir. Nasıl bu görüşe inanalım ki, Kur'an ona muhaliftir?! Allah'ın Kitabı, sadece vahyin müteferrik zamanlarda ve taksit taksit oldu­ğunu sahaten anlatmaktadır. Kur'an'dan açıkça anlaşılan; onun    taksit

taksit indirilmesi, kasideyi topluca dinlemeye alışık olan ve bir kısmı Tev­rat'ın toplu olarak geldiğini duymuş bulunan müşriklerin itirazlarına konu olmuş, neden taksit taksit geldiği hususunu dillerine dolayıp bir defada toplu olarak indirilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Yüce Allah, el-Für-kan Suresinde bu itirazlarını zikrederek onlara cevap verir: «Bir de kâfirler dediler ki: '- Kur'an ona toptan indirilseydi ya!' Biz, onu kalbine iyice yer­leştirelim diye böyle âyet âyet indirdik (topluca indirmedik) ve onu güzel bir şekilde beyan edip âyet âyet okuduk. (Ey Rasulüm, müşriklerin) sana getirdikleri tuhaf ve batıl bir soruları yoktur ki, hak olan cevabını ve en güzel tefsirini getirmiş olmıyalım.» [125].

Kaldı ki, Kur'an'ın üç inişinin olduğunu söyleyenler -bu nüzul yerleri­nin sayılı olmasının hikmetini açıkladıktan sonra- [126] son nuzûlü olan üçüncüsünün; olaylara göre parça parça inişinin sırlarına işaret etmek­ten geri kalmıyorlar. Bu hikmetler, o kadar açıklık kazanmıştır ki, hiç kim­se için kapalı değildir. «Şayet ilâhî hikmet -dedikleri gibi- onun, olaylara uygun olarak taksit taksit onlara ulaşmasını gerekli kılmasaydı, ondan ön­ce münezzel kitaplar gibi oda toplu olarak yer yüzüne indirilirdi. Lâkin Al­lah kendisini iki hususta diğerlerinden ayrı kıldı: Kendisine indirildiğinin sânını yüceltmek için toplu olarak (dünya semasına) ve sonra da kısım kı­sım indirilmiştir.» [127]

Görüşlerinden bizi ilgilendiren, Kur'an'ın tedrîcî olarak inmesinden bahseden söz ve mütalaalarıdır. Bu konuda o kadar çok konuşmuşlardır ki, neredeyse onlardan sonra gelecek kimselere söz bırakmamışlardır. Çünkü her ne kadar ifadeleri söylediklerimizden biraz farklı ise de, yukarı­da sözünü ettiğimiz iki hikmetten: vahyin Rasulüllah'la mü'minlerin ih­tiyaçlarına cevap vermesinden bahsetmişlerdir.

Vahyin Rasulüllah (s.a.v) in ihtiyaçlarına cevap vermesi iki şekiide ol-. maktadır: Bunlardan biri, her olaydan sonra, Kur'an'dan yeni birşeyler ge­tirmekle kalbini güçlendirmesi, diğeri ise, Kur'an'ı ezberlemesini koiaylaş-

tırmasıdır. Ebû Şâme birinci şekle şöyle demektedir: [128] «Şayet, Kur'an'-m taksit taksit inmesinin sırrı nedir? Diğer kitaplar gibi neden topluca in-dirilmemiştir? diye sorulsa, cevap olarak deriz ki: Bunun cevabını Yüce Allah'ın kendisi vererek şöyle buyurmaktadır: «Küfredenler, Kur'an kendi-sfhe topluca birden indirüseydi ya» diyerek diğer Peygamberlerden kendi­lerine kitap verilenlere kitapların bir defada indirildiğini kastediyorlar. Allah Teâlâ onlara şu sözlerle cevap veriyor: «Evet öyle». Yani Biz onu çeşitli zamanlarda müteferrik olarak indirdik «onu kalbine yerleştirmek için.» Ya­ni onunla kalbini güçlendirmek için müteferrik olarak indirdik. Vahyin her olayda tekrar gelmesi klbi güçlendirmek ve kendisine vahiy gönderilenin değerini yüceltmek anlamın! taşır. Bu durum meleğin daha çok gidip gel-mssini sağiar. Kendisine ve Yüce Allah'tan ona .kadar gelmiş olan te­minat yenilenir. O zaman Rasuiülah (s.a.v.) anlatılması güç bir sevince eri­şirdi. Bu sebeple en cömert olduğu zaman Ramazan ayı idi. [129]. Çünkü bu ayda daha çok Cebraille karşılaşıyordu [130]

Kur'an, kavimleriyle Peygamberler arasında geçen haberleri zikretmek­le Arapların hayal ve dikkatlerini kendine çekiyor ve bu olayları çeşitli şe­kil ve üslûpiaria her zikrettiğinde tatlılığı artıyordu. Çoğu. yerde bu olay­lar sadece Rasulüllah'ın ve mü'minlerin kalblerini güçlendirmek için anla­tılır. Kur'an bunu ifade ederek şöyle buyuruyor: «Peygamberlerin haber­lerinden kalbini kuvvetle tatmin edeceğimiz her haberi, sana hadise olarak anlatıyoruz.» [131] Geçmiş peygamberlerin kıssalarının zikredilerek çe­şitli zamanlarda tekrar edilmesi ve çeşitli üslûblarla anlatılması, Rasulül-lah'm kalbini güçlendirmek ve kavminden gördüğü eziyetler karşısında onu teselli etmek için bir vesiledir. Muhammed ilk defa gelmiş bir peygamber değildir. Ondan önce de Peygamberler gelmiş ve onlar da yalanlanmışlar, azab ve işkence görmüşlerdir: «... Peygamber ve maiyyeîinde iman eden­ler: 'Aüah'in yardımı ne zaman olacak?' diyesıye kadar..» [132]

Böylece Kur'an'dan her yeni bjrşey indikçe, Rasulüllah'ın karşılaştığı zorluklar hafifliyor, teseilî buluyor ve kendisinden önceki peygamberlerinyolundan gitmesi ona sevdirilmiş oluyordu. Gelen âyetler bazan ona açık­ça sabretmesini emrediyordu: «Ve inkarcıların diyeceklerine, (sana iftira ve yalanlarına) sabırlı ol ve onları güzel bir şekilde terkedip ayni.» [133]. «O halde Peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de sab­ret» [134] Bazan apaçık olarak kendisini hüzün ve kederden sakındırıyor du: «O halde onların sözü seni üzmesin. Şüphe yok ki biz onların neler gizlemekte olduklarını, neler açıklayageldikierini biliyoruz.» [135] «Onların (müşriklerin) lakırdıları seni tasaya düşürmesin. Çünkü bütün izzet ve ga­lebe Allah'ındır.» [136] Bazan da kâfirlerin şahsını kendisinden dolayı he­def almadıklrım, kendi zatından dolayı onu yalancılıkla itham etmedikle­rini, asıl gayelerinin; ancak hakka karşı gelmek olduğunu haber veriyor. Çünkü onlar, her asırda görülen birkaç münkirden ibarettir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: «Şu hakikati çok iyi biliyoruz ki onların söy-leyegeldikleri (sözler) seni herhalde tasaya düşürüyor.» [137] el-Hafız ib-nu Kesîr bu âyetin tefsirinde şöyle der: Yüce Allah, kavminin onu yalanla­maları ve ona muhalefet etmeleri hususunda Peygamber (s.a.v.) i tesellî ederek: «Biliyoruz, dedikleri seni üzüyor» buyuruyor. Yâni oniarın seni ya­lanlamalarından ve bunun için üzülmenden haberdarız. 'Onlar için üzül­me1. Başka bir âyette de şöyle buyurmaktadır: 'Belki îmân etmezlerse ar­kalarından esef ederek kendini üzeceksin', 'Şimdi bu Kur'an'a îmân etmez­lerse, belki arkalarından esef ederek kendini üzeceksin.' Yine şöyle bu­yurur: «Onlar hakikatte seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler bile bile Al­lah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.» [138]. Yani haddizatında gayeleri seni yalancılıkla itham etmek değildir. «Lâkin o zalimler, Allah'ın âyetlerini in­kâr ediyorlar». Yani onlar, hakka karşı inat etmektedirler. [139]

Bu tesellî verioi ve güzel sabırla iyi örneği gösterici âyetlerin tekrar tekrar inmesi, Peygamberin haber ve kıssalarının anlatılmasının temel hik­metidir. Şayet müşriklerin Rasulüllah'a eziyetle birlikte, kalbine güç ve­ren vahiy kesilip kendisini teselli eden bu âyetler tekrar tekrar inmemiş olsaydı, bu. gibi durumlarda insanın başına gelen ve kalbi hüzünle doldu­ran duygulan o da duymuş olaeak ve ona ümitsizlik hakim olacaktı. Oysa -gördüğümüz gibi-,Allah kendisine üzüntü ve hasret çekmeyi, gönlünün sı­kılmasını yasaklamamıştır. Çünkü o da beşerdir ve diğer insanların maruz kaldığı ruhî infiallerin hepsine maruzdur. Reşit Rıza, «Andolsun, senden ev-

velki Peygamberlerin kendileri yalanlanmıştı da tekzîb edildikleri ve ezâyâ uğratıldıkları şeylere karşı sabretmişlerdi. Nihayet onlara yardımımız ge­lip yetişti.» [140] âyetinin tefsirini yaparken bu noktanın farkına varmış ve şöyle demiştir: «Âyet Rasulüllah (s.a.v.) için teselli edici ve Peygamberler­le ümmetler hakkında Allah Teâlânın sünnetini gösterici mahiyettedir. Ya da bu sünnet ile onun ihtiva ettiği iyi örneğe dikkat çekmektedir. Çünkü bu anlamda inen ilk âyet bu değildir.» Daha sonra bu düşünceye biraz daha açıklık getirerek şöyle demektedir: «Şayet acıyı acıyla gidermek beşer ta­biatının bir gereği olmasaydı, bu gibi âyetlerle teselli etmenin tekrar edil­mesinin hikmeti ortaya çıkmazdı. Peygamber (s.a.v.) Kur'an'ı namazda ve özellikle gece namazında okuyordu. Bazan bir sûreyi okur ve diğer sûre­lerden inen âyetleri okuduktan sonra, belki birkaç gün arayla ancak tek­rar bu sûreye sıra geliyordu. Onun için tekrar tesellî edilmeye ve sabırla emredilmeye ihtiyaç hasıl oluyordu. Çünkü Rasulüllah (s.a.v.) in maruz kal­dığı hüzün ve esef sebeplerinin tekerrürü ile tesellî edici âyetlerin de teker­rürü gerekiyordu.» [141]Vahyin, Rasulüllah (s.a.v.) in ihtiyaçlarına cevap verişinin ikinci şekli: -Daha önce de belirttiğimiz gibi- Kur'an'ın ezberlenmesini kendisine kolay-laştırmasıdır. Âlimlerden bir kısmına göre el-Fürkan Süresindeki «kalbinin güçlendirilmesi» âyetinden maksat, Kur'an'ın kalbinde toplatılıp onu ezber­lemesinden başka birşey değildir. «Peygamber (s.a.v.) ümmî idi, okuma yazma bilmezdi. Kur'an parça parça indi ki, onu ezberlemesi kolaylaşsın. Di ğer Peygamberler ise, böyle değildi. Onlar okuma yazmasını biliyorlardı. Onlara indirilen kitaplar topluca da inmiş olsa, onları korumaları mümkün­dü.» [142] İbnu Fûrek [143] bunu daha fazla vuzuha kavuşturmaya çalışa­rak şöyle demektedir: «Denildi ki, Tevrat toplu olarak indirilmiştir. Çünkü okuma yazması olan Hz. Musa'ya inmiştir. Kur'an ise, müteferrik olarak in­dirilmiştir. Çünkü o yazılı olarak inmeyip ümmî bir peygambere indirilmiş­tir.» [144]

Vahyin, Rasulüllah'ın (s.a.v.) dönemindeki müslümanların ihtiyaçlarını gidermesi meselesine gelince; Kur'an'da hepsinin hedefi bir olan çeşitli vahiy şekilleri vardır ki, bu da muhatapların durumlarını gözetmek, tırma­nış döneminde olan yeni toplumların ihtiyaçlarını karşılamak ve daha önce karşılaşmamış oldukları yasalarla birden bire onları karşı karşıya ge-tirmemektir. Mekkî [145] «en-Nasih ve M-Mensuh» isimli eserinde Kur'anın nüzulünden bahsederken bu noktaya işaret etmiştir. Kur'an'ın tedricî ola­rak inmesi, kabulünü daha cok kolaylaştırmıştır. Şayet toplu ola­rak indirilmiş olsaydı, ihtiva ettiği birçok emir ve nehiyden dolayı insanlar­dan birçoğunun onu reddetmesine sebep olurdu. Buharî'nin [146] Hz. Aişe' den naklettiği şu söz de bunu açıklamaktadır: «Kur'an'dan ilk inen, Cen­net ve Cehennemden bahseden mufassal sûrelerden biridir. Nihayet in­sanlar İslâm'a dönüp (O'na ısınmea) helal ve haramla ilgili ayetler in­meye başladı. Şayet ilk olarak «içki içmeyin» emri indirilmiş olsaydı, «içkiyi asla terketmeyiz», şayet «zina etmeyin» emri indirilmiş olsaydı «zinayı as­la terketmeyiz» diyeceklerdi. [147]

Hz. Aişe'nin bu sözünün zahirine göre onun, tedriç konusunda içkinin yasaklanmasıyla zinanın yasaklanmasını aynı seviyede tuttuğu anlaşılmak­tadır. Böylece dinleyici zinanın da içki gibi merhale merhale yasaklandığı zehabına kapılabilir. Oysa durum böyle olmadığı gibi Sıddîk'ın kızının kas-teddiği de bu değildir. Radıyallahu anha, zinanın bir defada ve kesin ola­rak haram kılındığını biliyordu. Nitekim yüce Allah haramlığını şu âyette bildirmiştir: «Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz bir hayasızlıktır, kö­tü bir yoldur.» [148] Hz. Aişe'nin kasteddiği, ilk dönemlerde Kur'an'dan inen âyetleri açıklamaktır. İlk inen âyetler ise, Allah'ın hikmetinin bir ge­reği olarak halâl ve haram konularını işlemiyordu. Onlar Allah'a ve ahıret gününe imân prensiplerini işliyordu. Vahiyden ilk inen âyetlerde zinanın haram kılınışının olmayışı da, onun haram kılınışının çok geciktiği anlamı­na gelmez. Çünkü her hal ü kârda Mekke'de haram kılınmıştır. Ayrıca bu, haram kılınışının da merhale merhale olduğu anlamına gelmez. Çünkü iç­ki ve kumarın haram kılınmasında şahit olduğumuz gibi büyük kötülüğü­nün yanında, zinanın bir de yararının bulunduğuna ne Allah'ın Kitabında ve ne de Rasulünün sünnetinde rastladık. Ayrıca zina ve ahlâksızlığın şekille­rinden herhangi birine herhangi bir surette İslâmın rıza gösterdiğini de görmedik. Bizim bildiğimiz, İslâmın diğer gizli ve açık kötülüklerle haksız­lıklarda olduğu gibi kesin bir üsiûb ve kafi bir ifadeyle zinanın haram ol­duğuna karar vermiş olduğudur.   

Hiç şüphesiz İslâm, fert ve toplumların ruhlarına işlemiş köklü şeylerle sathi olan şeyleri birbirinden farklı değerlendirmiştir. Fertlerin   ruhlarınakök saimiş bulunan her mesele şuurlu yapılan bir gelenek haline dönüş­müştür. Ayrıca toplumun derinliklerine kök salmış her mesele de icîimâî bir gelenek yahut devlet örfü haline bürünür. İslâm bu gibi hususlarda ağır ve ihtiyatlı davranır ve burada pSâniama ile birlikte ağır davranmanın, plansızlıkla birlikte acele etmekten daha yararlı olduğuna inanır.

Oysa sathî olarak ferdin ruhuna veya topluma girmiş bulunan ve on­ların temiz fıtratını bozacak durumda o!an her mesele, beşer hayatında bir suç olup ona karşı susmak caiz değildir. İslâm bu gibi meselelerde kesin görüşünü ortaya koymalı ve tartışma götürmez sınırlar tayin etmelidir. Bu sınırları ancak fıtrat çizgisinden ve insanlık haysiyetinden sapmış bulunan­lar münakaşa konusu yaparlar. [149]

Fert ve toplumun ruhuna kök salmış olan meselelerle sathî meseleler arasındaki bu ayırımın ışığında İslâm, caa kıyma, hırsızlık, yol kesme, in­sanların mallarını batıl yollardan yeme ve muamelâtta diğer aldatma yolla­rına baktığı açıdan zinaya bakmış ve onu bir defada kesin olarak yasak­lamıştır.

Bu gibi hususlarda yasaklamaların Kur'an'da daha sonra vârid olduğu ve çoğunun Rasulüliah'ın Medine'ye hicretinden sonra vuku bulduğu söy-lenebiiirse de -kesin ve genelleme yaparak- bu gibi şeylerin merhale mer­hale tedricî olarak haram kılındığını söylemek yanlış o!ur: Allah Teâlâ «Zi­naya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz bir hayasızlıktır, kötü bir yoldur.» [150]sözüyle nasıl bir defada ziyanı yasaklamışsa. «Kim bir mümini kas-den öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere, cehennemdir. Allah ona gazab etmiştir, ona lanet etmiştir ve ona çok büyük bir azap hazırla­mıştır.» [151] sözüyle cana kıymayı da bir defada yasaklamıştır. Hikmeti gerekli gördüğünde hırsızlığı da şu sert ve kesin üslûbla yine bir defada yasaklamıştır: «Erkek hırsızla kadın hırsızın -o irtikâb ettiklerine bir karşı­lık ve ceza, Allah'tan ihsanlara ibret verici bir ceza olmak üzere - ellerini kesin.» [152]                                                       Yine bu kesinlikle haksız yere insanların mallarının gasbedilmesini ha­ram kılarak şöyle buyurmuştur: «Aralarında (birbirinizin) mallarınızı haksız sebeplerle yemeyin ve kendiniz bilip dururken insanların mallarından bir (kısmını günah (ı mucip suretler) le yemeniz için onları hakimlere aktarma etmeyin.» [153] Kur'an'da muamelâtta aldatma şekillerinden her birinin tahrimi bu kesin ifadeyle gelmiştir. Şayet Kur'an'da varid olmamışsa Sün-net-i mutahharada varid olmuştur.

İslâm'ın her ne kadar teşrîde tedrice ve Kur'an âyetlerinin taksit taksit inmesine önem verdiği acık ise de ihtiyaç ânında açıklamayı te'hir etmek­le teşrîîn tedricini birbirine karıştırmaya müsamaha etmez. Allah, helâl ve haram ile emir ve nehîyle ilgili pek çok hükmü geciktirmiştir. Lâkin onu açıklamayı dilediği zaman hükmünü bir defada açıklamış ve onda tedrîce yer vermemiştir. Böylece Mü'minleri dînî emirleri geciktirmeden uygulama­ya alıştırmış ve onları şer'î teklifleri yüklenmeye hazırlıklı kılmıştır: Henüz işin başında onları namaz, sadaka, ve oruçla mükellef kıldı. Ancak namaz başlangıçta sabah akşam mutlak bir namaz (dua) idi. Gündelik sayısı, re­kat ve şekilleriyle namaz aneak hicretten bir sene önce farz kılındı. Müs-Kimanlar ilk zamanlarda sadaka ve orucun çeşitli şekilleriyle karşılaştılar. Lâkin zekâtın miktarları ve orucun şartları hicretten ancak bir sene sonra farz edildi. Bütün bunlar İslâmın esnekliğinden, kolaylık ve müsamahasın-dandır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: «Din (işlerinde) üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.» [154], «Ailah size kolaylık diler, size güçlük iste­mez.» [155]. Allah kullarına zorluk dilemez. Onlara merhametlidir. Hoşlan­mayacakları yeni tekliflerle karşılaşmasınlar diye onları fazla soru sor­maktan menediyor: «Ey iman edenler, Allah'ın affettiği şeyleri -ki eğer si­ze açıklanırsa ve siz bunları Kur'an inerken sorup ta hükmü kendinize iz­har edilirse fenanıza gidecektir.» [156]

Bütün bunlar, «ihtiyaç zamanına kadar açıklamayı erteleme» şeklinde mütalaa edilirse de tedriç ile bir ilişkisi yoktur. Bu hükmün fert ve top­lumlara sirayet etmiş sathî şeylere uygulanması daha münâsiptir. Onun için zina, cana kıyma, hırsızlık ve insanların malların! haksız yere yeme gibi hususlarda açıklamayı tedricî olarak yasaklamaya gerek yoktur.

O halde tedrîc, içki ve kumar gibi geleneklerle ruhî hastalıklarda vs esirleri köle edinme gibi içtimaî ve devletler hukukunu ilgilendiren mesele­lerde söz konusudur.

İnsan duygularına yerleşmiş gelenekleri ilgilendiren alkol alışkanlığı­nın yasaklanmasında Kur'an'ın tedrîcîiiğine şöyle bir göz atmamız misal olarak yeterlidir: Bu hususta ilk inen âyet şöyledir: «Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise faydalarından büyüktür.» [157] Sarhoşların dikkatle­rini, yasaklanmasında, zararının ağır basmasma binaen olduğuna çekiyor. Her ne kadar içkide ticaretinden dolayı ekonomik faydalar sağlıklılığı veh­mettiren yanakların kızarması gibi zahirî hususlar ve sarhoşluk anlarında ortaya çıkan cömertlik gibi içtimaî, savaş alanında bazan gözün kararma-

.sına kadar varan cesaret gibi faydalar sağlıyorsa da zararı faydasından daha çoktur. İçkinin yasaklanması için bu illet yeterlidir. İlk adım müs-lümanların kafalarında teşrî mantığını tahrik şeklindedir. İkinci adım, Allah Teâlâ'nın şu sözüyle atılmıştır: «Ey iman edenler, siz, sarhoşken, ne söy­leyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.» [158] Böylece sarhoş olma imkânları daraltılmıştır. Çünkü beş vakit namaz arasındaki müddet­ler pek kısadır ve bu müddetler sarhoşluktan ayılmak için yeterli değildir. Haliyle sarhoş olma fırsatları azalmış olmaktadır. Yüce Allah nihayet şu sözüyle kesin kararını bildirmiş ve içkiyi kesinlikle haram kılmıştır: «Ey iman edenler, içki, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bun (lar) dan kaçının ki mu­radınıza eresiniz.» [159] Bunun üzerine onlar da son verdik dediler ve gerçekten de içkiden tamamen uzaklaştılar. Bundan sonra içki içene veri­lecek cezayı bekler oldular.

Vahiy işte bu şekilde Peygambere tedrîcî olarak geldi. Onu eğitip yetiş­tirdi ve ona yol gösterdi. Nihayet onun ahlâkı Hz. Aişe'nin (r.a.) belirttiği, gibi «KUR'AN» oldu. Ayrıca mü'minleri de tedrîcî olarak eğitmiş oldu. Batıl gelenekleriyle, bozuk inançlarını yavaş yavaş gözlerinde çirkin gös­terdikten sonra kalblerini gerçek iman, samîmî ibadet ve müsamahalı ah­lâkla süsledi. Taksit taksit inmekle ayrıca kalblerinde âyetlerini ezberle-/ip korumalarına yardımcı oldu. Zorluklara karşı iradelerini güçlendirdi. Hayatlarında rehberleri, ilim ve ameldi. Vahiy onları kahraman erler halin­de eğiten salih medreseydi. Belki de İbnu Abbas Allah Teâlânın: «Onlar sana bir misal getirmeye dursunlar, biz sana hakkı ve tefsirin daha güze­lini getirdik.» [160] ayetinin tefsirinde «Cebrail kulların söz ve fiillerine ee /ap olarak onu indirdi.» [161] sözüyle kitaplarının taksit taksit inişinin mü-ninlere sağladığı üstün terbiyeyi imâ ediyordu.

Kur'an, misal olarak terbiye alanında çirkin cahiliyet asabiyetini yık­mak ve atalarla öğünmenin yerine takvayı hakim kılmak isteyince, kölele-'i hür efendiler seviyesine yükseltmekle buna bir hazırlık yaptı: Fetih gü-ıü siyah Bilal-i Habeşî Ka'be'nin damına çıkarak ezan okudu. O zaman nüşrikler bu durumu horlayarak «şu siyah köle mi Kâ'be damına çıkıp îzân okuyor» dediler. İşte bu sırada şahıslarla değerler hakkında âdil öl-;üyü belirten şu âyet Rasulüllah'ın kalbine indirildi: «Ey insanlar, hakıykat )iz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi (sırf) birbirinizle tanışmanız için )üyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki si-:in Allah nezdinde en şerefliniz, takvaea en ileride olanınızdır» [162]

İslâm içtimaî alanda bu ümmeti itidal ve ölçülülük üzere korumayı akaid ve ahlâkında, ibadet ve muamelatında onu orta yol üzere kılmayı diledi. Onun için ölçülerini tashih etti ve onu, kendisini diriltecek ölçülere davet etti. Sahabeden bir gurup neslini öldürerek kadınlardan uzak dur­maya ve ne et ve ne de yağ yemeye, kalın yün' elbise giymeye ancak ya­şayacak kadar yemek yemeye ve ruhbanlar heyetinde yer yüzünde seya­hat etmeye karar verdiklerinde fıtrat ölçülerine ters düşen bu yanlış davra­nışlarını düzeltmek için Allah şu âyeti indirdi: «Ey iman edenler, Allah'ın si­ze helâl ettiği o en temiz ve güzel şeyleri (kendinize) haram kılmayın. Had­di aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez. Allah'ın size rızık olmak üzere verdiği şeylerden halâl ve tertemiz olarak yeyin. Siz, kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun.» [163] Kur'anda hayret veriei bir ifade ile o sahabenin inhirafı âyette haddi tecavüz ve düşmanlara benzetilmiştir.

Psikolojik alanda ise Kur'an'ı Kerim, insan nefsinin bütün sır ve gizli­liklerini ihata eden bakışiyle neredeyse her nefse bir şekil üzere hitabet-miştir. Şurada misal olarak haddimizi aşıp Kur'an'ın bir defada indirilmiş olduğunu söyliyelim: Allah ilk sahabeye çeşitli meşekkat şekillerini teklif etmiş ve onlar da gönül rızasıyla bunu yüklenmişlerdi. Lâkin bir âyetle on­lara öyle bir yük yüklemiş ki güçlerinin fevkinde bir yüktür: «Göklerde ne var, yer de ne varsa (hepsi) Allah'ındır. Eğer siz içinizdekini açıklar, yahut gizlerseniz Allah onunla sizi hesaba çeker.» [164] âyeti indiğinde bu yükün altında diz çökmüş ve perişan olmuşlardır. Nefislerinden geçen, fakat yap­madıkları bir şeyden dolayı Allah onları nasıl hesaba çekecektir. İşte buna şaşakalmışlar ve Rasulüllah'a gelip: «Allah sana bu âyeti indirdi ama biz buna güç yetiremeyiz?» demişlerdir. O zaman vahiy, emri tahfif etmeye ve kolaylaştırarak apaçık müsamaha prensibini ilân etmiştir: «Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. (Herkesin) kazandığı (hayır) kendi faydasına, yaptığı (şer) kendi zararınadır.» [165]

İmdi... Vahyin Rasulüllah'ın şahsını anlatışı, onun doğruluğuna vicda­nî bir delil ise, hayatıma yemin ederim ki, nüzulünün tedrîcî oluşu da bu yüce Kitabın Alîm ve Hakîm olan Allah'ın Kelâmı olduğuna kuvvetli bir man­tıkî delildir. Allah onu Rasulüne hidayet, öğüt verici ve her şeyi açıklayıcı olarak indirmiştir. [166]



[111] Bazıları, çeşitli rivayetlerden anlaşıldığı gibi Kur'an'ın her nesilden mü'minlerin ez­berlemelerini kolaylaştırmak için beşer âyet halinde parça parça indirildiğini söyler. Beyhakî'nin Halid b. Dînâr'dan tahricine göre, Halid şöyle demiştir: «Ebu'l-Âliye bize dşdl ki: Kur'an'ı beşer beşer âyet halinde öğrenin. Çünkü Peygamber onu Cebrail'­den beşer beşer olarak alırdı.» İbnu Asâkir'in Ebû Nadre tarikiyle tahric ettiği bir ri­vayet te buna yakındır. Hatta Hz. Ali'nin şöyle dediği rivayet edilir: «el-En'dm sûresi hariç Kur'an beşer beşer âyet olarak indirilmiştir. Kim  Kur'an'ı beşer beşer olarak ezberlerse, onu unutmaz.» Lâkin es-Suyûtî bu son sözün senedini zayıf görür ve şa­yet, sahih ise, bunun anlamının ezberlesin diye onun bu miktarda Peygamber (s.a.v.) e vahyedildiği ve ondan sonra gerisinin de vahyedildiği şeklindedir. Yoksa, özellikle bu miktarda indirildiği anlamında değildir. (el-İtkân, 1/73)

[112] Bu âyetler en-Nûr suresinin 11. ve 21. âyetleri arasındaki âyetlerdir. Bu âyetlerde Yü­ce Allah, mü'minlerin anası Sıddîk'ın kızı Sıddîka Hz. Âişe'nin o büyük iftira ve büh­tandan temiz olduğu anlatılmaktadır. Bu hadisi Siyer ve Tefsir kitaplarında pek meş­hurdur.

[113] En-Nisâ: 95. Âyetin baş tarafı şöyledir:j_j

[114] et-Tevbe: 28. Âyetin baş tarafı şöyledir

[115] el-İtkan, 1/73.

[116] Sahihu'l-Buhârî, 4/57.

[117] Bk. el-Bürhân, 1/232 ve el-İtkân, 1/68.

[118] eş-Şâ'bî, Âmir b. Şurahbil: Künyesi Ebû Amr'dır. Ebû Hanîfe'nin en büyük hocaların-ciandır. Ve Hadisle Fıkıhta meşhur imamlardan biridir. Ali b. Ebû Tâlib, Sa'd b. Ebî Vakkas, Zeyd b. Sabit, Câbir b. Abdillah ve başkalarından rivayet etmiştir. Kendisi sahabeden böşyüz kişiyle karşılaştığını belirtir. el-A'meş, Katade, Ebu'z-Zinâd ve başkaları da ondan rivayet etmişlerdir. H. 109 yılında vefat etmiştir.

[119] el-Bürhan, 1/228.

[120] el-Kadr: 1

[121] el-isra: 106!

[122] ed-Duhân: 3.                                                                                                     

[123] el-Bakara:  185.

[124] Bk. el-İtkân, 1/68. Görünen o ki, cumhur bu görüşe meylediyordu. Çünkü ez-Zerkeşî bu görüşle ilgili olarak şöyle demektedir (el-Bürhân, 1/229): «En meşhur ve sahih görüş bu olup çoğunluk ona kail olmuştur.» ibni Hacer de «Fethu'l-Bârî» isimli ese­rinde görüşün «Sahih ve mûtemed» olduğunu belirtmektedir. Ama yukarıda da be­lirttiğimiz gibi Kur'an'ın sarihine muhalif bulunduğundan onu benimsemiyoruz.

[125] ei-Fürkân: 32, 33.

[126] Bu hikmet, özet olarak şöyledir: Nüzulün ve nüzul yerlerinin taaddüdü, Kur'an husu­sundaki şüphenin nefyini te'kid, ona olan inancı güçlendirmek ve ona kesin olarak gü venmeye sebeptir. Çünkü söz müteaddid yerlere tescil edilir ve birçok yerde varlığı gerçekleşirse, o söz hakkındaki şüpheleri izale daha da güçlenir, sübutu daha da ke-sinleşir ve ona inanmak daha kolay olur. (ez-Zerkanî, Menahilu'l-İrfan,    1/39, 40) Ebu Şâme «el-Murşidu'l-Vecîz»  isimli eserinde, Kur'an'ın toplu olarak dünya sema­sına nüzulünün hikmetiyle ilgili olarak başka bir görüş ileri sürer. O, şöyle der: Bun­da Kur'an'ın ve kendisine nazil olduğu kimsenin şanını yüceltme vardır. Çünkü böy­lece yedi göğün sakinlerine, Kur'an'ın, münezzel kitaplarda ümmetlerin en şereflisinin Peygamberi olan son peygambere indirilen kitap olduğu haber verilmektedir. (el-İt-fcan, 1/469; el-Bürhan, 1/230.)

[127] el-İtkan, 1/69—70. es-Suyûtî, bu sözü Ebû Şâme'ye nisbet eder. Bu, bir önceki dip­notta geçen görüşünün tamamlayıcısı durumundadır, ez-Zerkeşî ise ona nisbet etme­den bu görüşün bir kısmını zikretmektedir. (el-Bürhan, 1/230).

[128] Ebû Şâme: Şafîi fakih Abdurrahman b. ismail b. ibrahim b. Usman el-Makdisî'dir. «el-Mürşidü'l-Vecîz iiâ Uiûmin Teteallaku bi'l-Kur'ani'l-Azîz»  isimli kitabının yanında kı-

raatlar konusunda meşhur eş-Şâîıbiyye isimli eseıe bir şerhi vardır. H. 665 yılında vefat etmiştir. (Şezerâtü'z-Zeheb, 5/318).

[129] Üzerinde.ittifak mevcut olan ve İbni Abbas'tan (r.a.) rivayet edilen hadise işaret e'-mektedir. «Rasulüilah  (s.a.v.)  insanların en cömerdi idi. En cömerd olduğu zaman­lar, Cebrail ile karşılaştığı sıralardı. Cebrail, Ramazan ayının her gecesinde ise, o-nunla karşılaşır ve beraber Kur'an tedrisatında bulunurlardı Rasulüilah (s.a.v.) Ceb­rail ile karşılaştığı zaman alabildiğine esen rüzgâr gibi cömertti. (Bk. en- Nevevî, Rl-yazu's-Sâlihîn, s. 454).

[130] el-İtkan,  1/71: ez-Zerkeşî yukarıda  geçtiği  gibi  (el-Bürhan,  1/231)  bu  sözleri    Ebu Şâme'ye nisbet etmez. Oysa el-Bürhan'da geçen ifade ile, el-İtkan'da geçen ifadeler arasında pek az bir fark vardır.

[131] Hûd:  120.                                                                                                           '                          ,

[132] el-Bakara:  214

[133] el-Müzzemmil:  10.              .

[134] el-Ahkâf: 35.

[135] Yâsîrî: 75.

[136] Yunus: 65 Allah, inkârlarından ve imanı kabul etmemelerinden dolayı onlar için üzül­mesini de yasaklayarak el-Hucurât: 88, en-Nahl: 126, ve en-Neml: 72 âyetlerinde ol­duğu gibi «Onlar için üzülme» buyuruyor.

[137] el-En'am: 33,

[138] el-En'am: 33.

[139] İbnu Kesîr, 2/129. Reşid Rıza üa bu ibareyi, tefsiri olan el-Menâr'da nakletmektedir. 7/372.                                                                                                                 

[140] el-En'am: 34.

[141] Tefsîru'l-Menâr, 7/377-378.

[142] el-Burhan, 1/231.

[143] ibnu Fûrek: Muhammed b. Hasan b. Fûrak olup, künyesi Ebu Bekirdlr. Meşhur mû-tekellim ve usulcülerdendir. Meani'l-Kur'an ve usulü fıkıh konularında yüzden fazla eseri vardır. H. 604 yılında vefat etmiştir. (Bk. İhbâru'r-Ruvat, 3/110; Şezerâtü'z-Ze-

heb, 3/181-182; İbnu Hallikân, 1/482).

[144] el-Bürhan, 1/231'den naklen: el-İtkan, 1/71.

[145] Mekkî b. Ebî Talib Hammuş b. Muhammed b. Muhtar el-Kaysî olup künyesi Ebu Mu-hammed'dir. Aslen Kayravan'lıdır. Ulûmu'l-Kur'an ve Arap diliyle ilgili birçok eseri vardır. es-Suyûtî, en-Nâsih ve'l-Mensûh'la ilgili

kitabı ona nisbet edip ve yukarıda ge­çen cümleleri ondan nakletmektedir. El-Kıftî, birkaç eserini zikreder ki, bunlardan biri intihabu Kitabi'l - Cürcânî fî Nazmi'l- Kur'an» dır. Bk. İhbâru'r-Ruvât 3/313-319; Şezerâtü'z-Zeheb, .3/260-261; Vefeyâtü'l-A'yân, 2/120-121.

[146] Sahihu'l -Buhârî, 6/185.

[147] el-ltkân, 1/73.

[148] el-İsrâ: 32.

[149] Fî Zıiâli'l-Kur'an, 2/60-61

[150] el-İsrâ:32.

[151] en-Nisa: 92.

[152] el-Maide: 38.

[153] el-Bakara: 188.

[154] el-Hacc: 78.                                                                               

[155] el-Bakara: 185.

[156] el-Maide: 101. Ayrıca bk. el-Vâhidî, Esbâbun-Nuzûl, s. 157.

[157] el-Bakara: 219. Ayrıca bak el-Menar, 2/219 ve 7/49. İçkinin Merhale Merhale Yasak­lanması konusu.                                                                                                                 

[158] en-Nisâ: 43.

[159] el-Maide: 94.

[160] el-Fürkan: 33.

[161] Bu sözü et-Tebîrnî el-Bezzar bir açıdan, Ebu Hatem de başka açıdan rivayet etmiş­tir, (bk. el-İtkan, 1/18 ve 1/71) «Nuzül Sebepleri» konusunda bu meseleyle ügiii ge­niş malûmat bulacaksınız.

[162] el-Hucurât: 13. Bk. es-Suyûtî, Esbâbu'n-Nuzül. s. 122.

[163] el-Maide: 87-88. Ayrıca Bk. Esbâbu'n-Nuzûl, s. 57.

[164] el-Bakara: 284.

[165] el-Bakara: 286. Ayrıca bk. Esbâbu'n-Nuzûl, s. 26. es-Suyutî burada bu âyetin geçen âyeti neshettiğini zanneder. Biz bunu, âlimlerin neshi artırmalarının bir çeşidi olarak değerlendiriyoruz. «en-Nâsih ve'l-Merisûh» bölümünde meseleyi etraflıca ele alacağız.

[166] Dr. Subhi es-Salih, Kur’an İlimleri, Hibaş Yayınları:  41-51.

cerendemir
Sat 3 August 2013, 04:21 am GMT +0200
Rabbim kur an'ı kerim'i parça parça gönderdi.İnsanların ihtiyacı olduğu bilgiler;günahlar,sevaplar,haramlar,helaller...Ve bunu gönderirken de gene Peygamberimizi ve sahabelerini düşündü.Parça parça gönderdi.Hem ezberi kolay oldu , hem akla ve mantığa yerleşti hem de kalbe yerleştirdi Rabbim. Sübhanallah.