sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 04:35 pm GMT +0200
Kur an ve hadisin meftumları 2
b) İcma´nın Olabilirliği
358- Müslüman bilginler, gerçekleştirildiği takdirde hüccet olduğu noktasında oybirliği etmelerine rağmen, icma´nın meydana gelişinde ayrılığa düştükleri gibi, meydana gelme imkanı üzerinde de görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bir kısım bilginler, herhangi bir asırdaki müçtehidlerin aynı mes´elenin hükmü üzerinde oybirliği sağlamalarının mümkün olmadığını, çünkü müçtehidlerin çeşitli ana merkezlerde dağınık halde bulunduklarını, onların tek bir merkezde toplanamayacakların!, ayrıca ana merkezlerin birbirinden uzaklığı ve ülkeler arasındaki mesafenin ırak düşmesi yanında görüş birliğine varmalarının esasen imkanı bulunmadığım söylemişlerdir. Dolayısıyla böyle bir oybirli-ğinin, ancak namazlar, kıbleye ve kabeye yönelme, oruç. zekat ve haccm farz oluşu ile, Rasulullah (s.a.v)´den tevatüren gelmekle desteklenen kafi bir nassla sabit konular üzerinde sağladıkları icma´ gibi, icma´ın kesinlik belirten bir nassa yahut mütevatir haberlere dayandığı takdirde mümkün olacağını ifade etmişlerdir. Bu durumda hüccet oluşun, kesinlik belirten nassa ve müatevatir haberlere ait bulunduğunu, dolayısıyla icma´ın muteber sayılmasında hiçbir yarar olmadığını, çünkü icma´ın muteber sayılmasının esasını, zanni bir mes´eleyi kafi mertebeye yükseltmek teşkil ettiğine göre. bu meselelerin esasen kendi zatında kesinlik varolduğunu söylemişlerdir. Sonra derler ki, onlardan icmaı gerçekleştirenler kimlerdir, bütünüyle aynı çağın insanları mı, yoksa içlerinden sadece müçtehid olanlar mı? Aynca içtihadda bulunan bu müçtehidlerin tanımları nedir? Şüphesiz Şafii (r.a) icma´ı hüccet olarak benimsiyor fakat onun sadece kat´i nassla ve mütevatir haberlerle kesinlik kazanan farizaların temel ilkelerinde olabileceğini kabul ediyor. Nitekim Şafii, icma´ yapabilecek müçtehidlerin durumunu soruşturuyor ve Cima´ul-İlm adlı kitapta, metni aşağıda bulunan husus şöyle geçiyor:
"İcma ettikleri takdirde icmalan hüccet teşkil eden ilim adamları kimlerdir?" Kendisiyle münazara eden:
"Herhangi bir ülke halkının fakih olarak yüceltip görüşlerini baştacı ettikleri ve verdiği hükmü kabule şayan gördükleri kişilerdir." Şafii bu cevaplamadan sonra şöyle der:
"Hiçbir ülke yoktur ki, o ülke halikından birisi ortaya çıksın da, kendi ülkesiyle aynı Özellikleri taşıyan çağdaşları onun fıkıh anlayışından uzak olduğunu söylemesini, onu bilgisizlikle itham etmesini, yahut kendisine fetva sorulmasının veya hiçbir kimsenin o şahsın görüşünü kabullenmesinin doğru olmayacağını ifade etmesin. Nitekim sen, bir ülkenin önce kendi halkı arasında, sonra da diğer ülkelerdeki insanlar arasında fırka-?aşmanın meydana geldiğini biliyorsun"
Münazaracısı:
" O halde icma´ olayı var mıdır?" Şafii şöyle cevap verir:
" Evet, elhamdülillah hiç kimsenin bilmemesi düşünülemeyen farizalar pek çok-
tur. Bu öyle bir icmadır ki sen, "halk bu konularda icma etti" dediğinde, etrafında, bir-şeyler bilip de "bu icma´ değildir" diyebilecek kimse göremezsin. Bu anlayış biçimi, ic-ma´ın varlığını iddia edenleri hakh çıkarmaktadır."»
İmam Şafii icma1 etrafında geliştirdiği münazaralarla birlikte, her ne kadar açıklamaları sahabe döneminden sonra icma´m gerçekleşmesinin mümkün olmadığını ima etmekte ise de, onun hüccet olduğuna karar vermiştir. Nitekim İmam Ahmed de sahabe icma´ının varlığını tanımaktadır. Ancak sahabe dışındaki icma´m mevcudiyetini tanıdığı noktasında herhangi bir rivayet kendisinden gelmemiştir.
Fakihlerin cumhuru ise icma´m hüccet olduğunu, birçok mes´eleler üzerinde gerçekleştirildiğini ve icma´m gerçekleşmesinin mümkün olduğunu karar altına almışlardır.
359- Zeydiyye, icma´ın sahabeler ve diğerleri tarafından yapılabileceklerinin aklen mümkün olduğunda görüş birliği yapmışlardır. Onlara göre icma´ın yapılabilmesinde aklen hiçbir ihtilaf olmadığı gibi, sahabe döneminden sonra da yapılmasının düşünüle-miyeceği görüşünü benimsemezler.
İşte bunun için, eî-Fusûl el-Lû´lüiyye adh kitapta şöyle geçer: "İcma´ın, sahabe döneminde ve diğer dönemlerde yapılmasının aklen mümkün olduğu ittifakla benimsenmiştir."
Şüphe yok ki aklen mümkün oluş, adeten mümkün oluştan başkadır. Şafii, icma´ın gerçekleşebileceği konusunda diyalog kurduğu şahsiyetle tartışma yaparken, tartışmanın esasını "akli olabilirlik" teşkil etmiyordu. Çünkü akıl, pratikten uzak yahut pratik hayatın yargismca varlığı düşünülemeyen birçok hususları varsayar. Dolayısıyla bu noktada, akli olabilirliğin sözkonusu olmayıp, alimlerin anamerkezlerde ayrı ayrı bulunmalarından sonra sadece pratikteki olabilirliğin gündeme geldiğini söyleyebiliriz. Şüphesiz Zeydiyye fakihleri, icma´ın sahabe döneminde ve daha sonraki dönemlerde meydana gelebilmesinin aklen mümkün olduğu konusunda görüş birliğine vardıktan sonra, meydana gelip-gelmediği üzerinde ihtilafa düşmüşlerdir. Bu noktadaki ihtilafları, şu üç görüş üzerinde toplanmaktadır.
1- fcma´, gerek sahabe döneminde, gerekse daha sonraki dönemlerde meydana gelmiştir. Zeydiyye imamlarının çoğu bu görüştedir. Bu bakış açısı, kendi mezhepleriyle bir mantık bütünlüğü sağlar. Zira onların mezheplerine göre havassın icma´ı demek olan Peygamberin soylu sülalesinin icma´ı, tevatür yoîuyla kesinlik kazandığı takdirde, yaki-ni ilim ifade eder. Bu sülalenin icma´ı hem aklen, hem de adeten mümkündür. İmam Şafii´nin farzettiği varsayımlar, bu tür icma´ hakkında sözkonusu olamaz.
2- îcma´ ne sahabe döneminde, ne de onlardan sonra gelen hiçbir dönemde vuku bulmamıştır. Şüphe yok ki böyle bir görüş sadece, inkarı, dinin zorunlu olarak bilinmesi gereken herhangi bir fonksiyonunu inkar etmek anlamına gelen farizaların temel esasları dışında yapılan icma´ı kapsar.
3- Gerçekleştirilen icma´, sahabe döneminde yapılan icma´dır. Sahabeden sonra icma´ meydana gelmemiştir. Bu görüş, İmam Ahmed (r.a)dan haber olarak gelen görüşle uyum sağlamaktadır. [23]
İcma´ın Şartları
360- Fukahanm cumhuru, icma´ın gerçekleşebilmesi için aynı asırdaki müçtehidle-rin ihtilaf etmeyecekleri şekilde tek bir görüş üzerinde birleşmelerini şart koşmuşlardır. Karşı çıkanlar bulunduğu takdirde icma´ gerçekleşmez. Bu görüşü, Zeydiyye imamları ortaya atmışlar, ancak bir veya iki kişinin karşı çıkmasının icma´ı bozmayacağı düşüncesini benimsemişlerdir. Zira bu durum onlar arasında, kural dışı bir hareket sayılır. Lakin bu tür icma´ı muteber saymak, onlardaki müsamahakarlığın bir çeşididir. İşte bunun için bu tür icma´ı, düzenledikleri icma´ sıralamasının sonuna yerleştirmişlerdir.
Bazı bilginler, icma´ın tamamlanabilmesi için, icma´a katılan müçtehidlerin hayatta bulunmamalarının şart oîuduğunu söylemişlerdir. Aksi halde icma´a katılan müçtehidlerin bir kısmı hayatta olduğunu takdirde icma´ın gerçekleştiği söylenemez. Kuşkusuz böyle bir şart, müçtehidlerden birisinin, görüşünden dönebifme hakkının bulunduğu; görüşünden dönüğü anda icma´ın da bozulacağı sonucuna götürür. Şüphesiz İcma´ın gerçekleştirildiği asrın insanları değil, daha sonra gelenler bu icma´m hükümleriyle bağımlı olurlar.
Fakat çoğu alimler, böyle bir şartın bulunmadığı görüşünü benimserler. Haddizatında makul olan görüş de budur. Çünkü yapılan icma´ ile, o icma´a katılıp, yapılış tarzını ve dayanaklarını iyi bilen kimse bağımlı olmadığı takdirde, onların dışındakiler hiç bağımlı olmaz. Aksi halde sonradan gelenler, içtihad açısından değil de, taklid açısından bağımlı kılınmış olurlar.
Zeydiyye fakihlerinin çoğunluğu, bu son görüşe mensupturlar. Çünkü onlar, icma´ın gerçekleşmesi için, asrın geçmesini şart koşmazlar. Bunun için, el-Fusul el-Lû´lüiyye´te şöyle geçer:
"İcma´ konusunda o asrın geçmesi şart koşuîamaz." [24]
d) İcma´ın Çeşitleri
361- Fakihler, icma´ı üç bölüme ayırırlar, Aynı zamanda bu üç bölüm, icma´ın mertebelerini oluşturur:
1- Sarih İcma´; Bu, icma´a katılan bütün müçtehidlerin, üzerinde icma´ sağlanan görüşü kabul ettiklerini açıkça ortaya koymalarıdır. Bu hususu Şafii şu sözüyle açıklamıştır:
´Mutlaka karşılaşacağın her alim sana" bu görüş üzerinde icma´ sağlanmıştır" demedikçe ne hiçbir ilim ehli, ne de sen "bu konuda icma´ edilmiştir" diyemezsin."
Bu tür icma´, Zeydilerin de aralarında bulunduğu fasihlerin oybirliğiyle, kesinlik belirten bir hüccettir. Bu tür icma´ hakkında hiç kimse ihtilaf etmemiştir. Eğer bir ihtilaf noktası varsı, hüccet oluş ilkesi üzerinde değil, meydana gelişi konusundadır. Nitekim bu konudaki fikir ayrılıklarına daha önce işaret etmiştik.
362- 2- Sükuti İcma´: Bir müctehidin veya müçtehidlerden bir cemaatin ortaya görüş atması ve asırlanndaki alimler tarafından duyulması, ancak hiç kimsenin aksi görüş beyan etmemesidir. İmam Şafii sükuti icma´ı benimsememiştir. Nitekim birçok fakihler, bu konuda İmam Şafii´ye karşı çıkmışlardır. Bir grup fakih de[25] böyle bir icma´ın icma´ olduğunu, ancak sarih icma´ın bir alt mertebesinde bulunduğunu, şöyle ki, her ikisi çeliştiği takdirde sarih icma´ın öne alınacağını söylemişlerdir. Bu noktada, böyle bir icma´ın hüccet olduğunu, fakat üzerinde ittifak edilen ıstılahı manada icma´ olmadığım benimseyen üçüncü bir görüş daha vardır.
Zeydiler, sükuti icma´ı benimserler. El-Fusuİ sahibi bu konuda şunları söylüyor: "Malum (yani mütevalir) icma´ ameli konularda malum nass gibi kesinlik belirten hüccettir. Bu icma, ya fiili, ya kavli, yahut bir düşünceye katılmamak, veya da katılmakla birlikte suskun davranmak suretiyle gerçekleşir."[26]
Şüphesiz bu açıklama, Zeydilere göre icma´ın dört bölüme ayrıldığını göstermektedir:
1- îcma´ın, daha önce belirttiğimiz şekilde fukaha cumhurunun sarih icma´ diye adlandırdığı tarzda sözlü olarak meydana gelmesidir.
2- Fiili olarak oluşan; yani müçtehidlerin tümüyle uyguladıkları kesinlik kazanan ic-ma´dır. Böyle bir icma´ en azından mübahlığa delil teşkil eder; eğer mendubluk esası üzere uygulamaya konulmuşsa mendub oluşa, şayet farziyyet esası üzere uygulamaya konulmuşsa, farz oluşa delil teşkil eder.
3- Katılmama esasına göre yapılan icma´dır. Böyle bir icma´, terkedilmesi esas olduğu halde onu yapıyorlarsa, yapılan uygulamanın kendilerini bağımlı kılmadığına, bunun aksi esas olduğu halde uygu lam ıyorlarsa, bu davranışı haram veya mekruh saydıklarına delildir. Bu noktada, yapılması veya terkedilmesi üzerinde icma´ edilen fiilin şeklini gösteren kavli bir karinenin zorunlu olduğunu görüyoruz. Ancak böyle bir kavli karinenin, karşıt müçtehidlerin hepsi tarafından belirtilmesinin şart olmadığı ortaya çıkıyor. Aksi halde kavli bir icma´ meydana gelir.
4- Suskun davranmaktır. Sükuti icma´ın, görüşü ortaya atan kişinin, zorbalığından korkulan ve adil olmayan bir devlet ricali olması dolayısıyla, icma etme ortamında zorlamanın veya buna benzer herhangi bir davranışın varlığı kesinlik kazanmamak şartıyla gönül rızasına dayanması şartının düşünülmesi gerekir.
Ancak zeydiler acaba gönül rızasının bilfiil subuta ermesini mi, yoksa zorlamanın mevcudiyetine dair delilin bulunmamasını mı şart koşuyorlar? Anlaşıldığına göre onlar, ikinci hususu kastetmektedirler. Çünkü net bir gönül rızası şart koşulsaydı, o zaman sükuti icma´ olmaktan çıkar, kavli icma´ durumuna gelirdi.
363- Cumhura göre üçüncü tür icma´ herhangi bir asırdaki Sakinlerin, görüşlerini genel çizgileri üzerinde ihtilaf etmeleridir. Böylece bu noktada ufak-tefek ayrılıklar bulunmasına rağmen temel ilke üzerinde görüş birliği sağlandığı takdirde bir müctehidin kalkıp bütün müçtehidlerin görüşlerine ters düşecek düşünce getirmesi doğru olmaz. Sahabenin, kardeşlerle birlikte dedenin alacağı miras konusunda ihtilaf etmeleri gibi. Bir kısmı, dedeyle birlikte, üçte bir´den az olmamak şartıyla, diğer bir kısmı da altıda bir´den az olmamak şartıyla kardeşleri varis kılmışlar, bir bölümü de, erkek ve kız kardeşleri mi-rasdan menedip yalnız dedeyi varis yapmışlardır. Bu durumda, bütün müçtehidlerin, mirasın ana esası üzerinde icma sağlamalarından dolayı, herhangi bir müctehidin, dedenin varis olamayacağını söylemesi doğru olmaz.
Şüphesiz bir kısım bilginler, bu tür icma´ı da, sükuti icma´nın kuvvetinde sayarlar.
Zeydilerin, bu tür icma´ı benimsedikleri, ancak sarih icma´ mertebesinde saymadıklan düşünülebilir. Nitekim el-fusul et-Lû´lüiyye´da şöyle geçmektedir:
"Ümmet iki görüş üzerinde ihtilaf ettiği takdirde üçüncü bir görüşü ortaya atmak doğru olmaz." [27]
e) İcmanın Bir Dayanağının Olması
364- İcma´ın bir dayanağının bulunması zorunludur. Çünkü icma´a katılanlar hükümleri yeni ortaya atmamakta, ancak herhangi bir istinbat şekli üzerinde anlaşıp, oybirliği ederek istinbat etmektedirler. Zira şeriatin yapışım kurmak başka hiçbir kimseye değil, yalnız Allah Subhanehu´ya aittir. Nitekim sahabe, üzerinde icma´ sağladıkları meselelerde itimad edecekleri bir dayanak araştırıyorlardı. Dolayısıyla sahabenin, büyükanneyi varis kılma konusundaki icmalan Muğire b. Şu´be´nin bu konuda Nebi (s.a.v)´in, büyükanneyi varis yaptığı tarzındaki haberine dayanmaktadır. Muğire´nin yanında olaya tanıklık edenler bulunmuş, onlar da aynı şeyi söylemişlerdir.
Şüphesiz bilginler, icma´ın bir dayanağının bulunması gerekliliği noktasında birleşmişlerdir. ZeydİIere göre de durum aynıdır. Nitekim ei-Fusul el-Lû´lüiyye´da şöyle geçer:
"Bizim imamlarımız ve cumhur, ölçüsüz bir şekilde icma´ yapmadıklarım, bilakis bir dayanağın bulunmasının zorunlu olduğunu, mütevatir haberlerin kesin bir dayanak teşkil edip, mütevatir olmayanların ise çoğunlukla dayanak oluşturduğunu söylemişlerdir."[28]
Cumhur, icma´ın Kitap ve sünnete dayanabileceği Üzerinde Zeydiyye ile ittifak ettiği gibi, aynı zamanda ahad tarikle rivayet edilen sünnetin de icma´ın dayanağı olabileceğinde görüş birliğine varmıştır. Sahabenin büyükanneyi varis kılması noktasında yaptığı icma´ konusunda gördüğümüz gibi, cumhur da aynı kanaattedir. Nitekim bu icmaın dayanağının varisi bir veya iki kişidir. Ayrıca olay tevatür derecesine yükselmemiştir, Zeydiyye şöyle demiştir:
"Şüphesiz bu durum, en galip görüştür. Ahad haber zannilik belirtse bile, icma´ olayı kendisini kat´ilik mertebesine yüceltir."
365- Fakat usul alimleri, kıyasın icma´a dayanak teşkil edip-edemeyeceği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Alimlerin bu hususta üç görüşü vardır:
Birinci görüş; Kıyasın icma´a dayanak teşkil etmesini reddetmek. Çünkü kıyasın biçimleri çeşitlidir. Kıyas, hükme uygun düşen birtakım vasıflar üzerine bina edildiğine göre, şüphesiz insanların bakış açıları bu uygunluk konusunda belirgin ayrılıklar gösterir. Dolayısıyla icma´ onun üzerine dayandırılamaz, öte yandan, kıyasın hüccet oluşunun temel Öğesi, üzerinde icma´ sağlanan husus değildir. Öyleyse nasıl icma´a temel teşkil eder? Bunun da ötesinde, dayanağını kıyasın teşkil ettiği hiçbir şer´i hüküm üzerinde -ahabenin icma´ ettikleri haberi bize ulaşmamıştır. Büyükannenin varis oluşuyla ilgili ic-nıa´Iarı kıyasa dayandırılmadığı gibi, fethedilen arazilerin de ganimetlerle birlikte taksin edilmesini reddetmeleri hakkındaki icma´lan da kıyas üzerine kurulmam ıştır. Aksine Allah Teala´nm şu kavlinden ibaret olan Kur´an´m nassı üzerine kurulmuştur:
"Allah´ın fethedilen memleketler halkından Peygamberine verdiği (feyr) ganimet, Allah, Peygamber, Peygamber´e yakınlığı olanlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış-lar içindir; içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşması için değildir. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan kaçının." (Haşr 7)
Hz. Ebubekir´in seçilmesi ve dinden dönenlere karşı savaş açılmasıyla ilgili icma´la-rının, ayrıca Kur´an´m toplanması hakkında icma´ etmeleri ve Şam ile İran yöresine asker sevketmek üzerinde oybirliğine varmalarının, hüccet alınması uygun olmaz. Şüphesiz bunlar yasama ile ilgili hükümler olmayıp, yürütme ile ilgili pratik hususlardır. Devletin yönetimiyle ilgili pratik bir işi yürürlüğe koymak üzerindeki ittifakla, yasamayla ilgili bir hüküm üzerinde icma´ etmek arasındaki fark şudur: Yasamayla ilgili hükmün etki alanı, yasama işini yapanlardan sonra gelenlere kadar uzanır, onlar üzerinde uygulanır; ama yönetimle, örgütlenmeyle ve yürütmeyle ilgili işler üzerinde ittifak sağlamak ise İcma´ adını almaz.
Öyle anlaşılıyor ki Zeydiyye, pratik işleri yürütme üzerinde yapılan ittifakı icma´dan sayıyor. Nitekim dinden dönenlere karşı savaşılması üzerinde ittifak yapılmasını, icma´ı ilgilendiren meseleler kapsamı içerisinde zikrederler.
366- İkinci görüş: Bu görüş sahipleri, bütün türleriyle kıyasın icma´a dayanak teşkil edebileceğini söylerler. Çünkü kıyas nassa hamlolunduğu için, nasslara dayanan şer´i bir hüccettir. Buna göre icma´ kıyasın esasına göre yapıldığı takdirde şer´i nassa dayandırılan icma´ olur. Aynı zamanda o, kiyasdaki hükmün kendi üzerine kurulduğu şeydir. Buna göre böyle bir icma´, icma´ı yapanlar tarafından getirilen şer´i bir hükmü yeniden kurmak anlamına gelmez.
Üçüncü görüş: Kıyasın illeti hakkında nass getirilmiş olursa yahut hakkında yapılan araştırma hiçbir etraflı düşünme ve araştırmaya ihtiyaç duyurmayacak şekilde açık olup, gizli olmadığı takdirde o kıyasla icma´ gerçekleştirilir. Fakat illet gizli ve hakkında nass getiriîmemiş olursa, onunla kıyas gerçekleştirilemez. Zeydiler kıyasın icma´a dayanmasının doğru olacağı görüşündedirler. Aynca illeti nassa dayanan kıyasla illeti gizli olan kıyas arasında fark gözetmezler.
Bu madde hakkında söyleyeceğimiz en gerçekçi söz şudur: Biz, sahabe döneminde Şer´i hükümler üzerinde yapılan icma´a başvururuz. Eğer kıyasa dayanmış bir icma bu-«ursak -ki biz, sahabilerin kıyas üzerine kurulan bir icma yaptıklarını zannetmiyoruz- o zaman bu duruma birşey söylenemez. Aksi halde bu konuda yapılan araştırma tamamen teoriktir; pratikte hiçbir faydası yoktur. [29]
F) Peygamer Sülâlesinin İcma´ı
367- Zeydiyye´nin icma konusundaki görüşleri, cumhurun görüşleriyle uyuşmaktadır. Cumhura göre ittifak noktasını teşkil eden hususlar, aynı şekilde Zeydiyye´ye göre de ittifak noktasını oluşturur. Cumhurun üzerinde ihtilaf ettiği hususda ise, Zeydiyye´nin görüşü ihtilaf edilen o görüşlerin birisine rastlar.
Fakat zeydiler. Peygamber sülalesinin icma´ıyla hüküm verme konusunda cumhura muhalefet ederler. Nitekim o sülalenin icma´mm hüccet teşkil ettiğini cumhurun birçoğu benimsemiştir. Ancak bu görüş üzerinde oybirliğine varmamışlardır. Peygamber sülalesinin yaptığı icma1 ile hüküm vermenin bağlayıcı olduğunu ileri sürenlerin hücceti, Kur´an ve hadis nasslanna dayanır; bu iki nassı, kendi görüşleri ile uyum sağlayacak şekilde te´vil ederler.
Kur´an´daki nass, Allah Teâlâ´mn, Nebi (s.a.v) ailesine hitab ederek buyurduğu şu kavlidir:
"... Ey Ehl-i Beyî! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor," (Ahzab 33)
Bu nass, AI-i Beyt topluluğunun pisliklerden temizlenmiş bulundukları konusunda gayet açıktır. Hata etmek de pisliklerden birisidir. Öyleyse Ali Beyt topluluğu hata etmekten münezzehtir. Şayet onlardan birisi hataya düşmüşse, bu hata cemaate değil, bireylere maledilir. Bu nedenle onların yaptığı icma´, izlenilmesi gereken hüccet olur.
Sünnete gelince, Al-i Beyt´İn fazileti konusunda iki hadis rivayet etmişler ve her ne kadar bireylerinde hataya düşme ihtimali sabit olmuş ise de, bu iki hadisi, Ehl-i Beyt´in toplu olarak hataya düşmekten münezzeh oldukları şeklinde te´vil etmişlerdir.
Birinci hadis, Nebi
"Sizin aranızda Öyle bir şey bırakıyorum ki, şayet ona sımsıkı sarılırsanız, benden sonra ebedi olarak delalete düşmeyeceksiniz; Aflah´ın Kitabı ve Ehl-i Beytim olan sula lemdir."
Bu hadis, icma ettikleri konularda Peygamber sülalesine uymanın, yanlış yola sapmaktan engelleyeceğini ve yine bu hadis, icma´lannın da hüccet oluşturacağını ifade eder. Fakat raviler topluluğu, hadisi başka bir şekilde rivayet ederler. Hadisi, "Ehl-i Beytim olan sülalem" yerine, "sünnetim" kelimesiyle rivayet ederler. İkinci hadis, Nebi (s.a.v)rin şöyle buyurduğunu rivayet ettikleri hadistir:
"Ehl-i Beytim, Nuh´un gemisi gibidir. Kim ona binerse kurtulur. Kim de ona binmekten çekinirse boğulur." Bu hadis-i şerif de, Al-i Beyt´e tabi olmakta kurtuluş bulunduğunu ifade etmektedir. Bunun varacağı sonuç İse, Ehl-İ Beyt icma´ımn hüccet olmasıdır.[30]
g) Zeydiyye´ye Göre İcma´ın Mertebeleri
368- Zeydiyye´ye göre icma´ın yedi mertebesi vardır. îşte en güçlüsünden, en altta-Idne kadar şu şekilde .sıralanmıştır:
Birinci mertebe: Selefin ve halefin üzerine icma´ edip, hakkında hiçbir ayrılığa rastlanılmayan mertebedir. Temel farizalar, namaz rekatlarının sayısı ve namaz vakitleri ile zekat, oruç, hac ve kıblenin meşru oluşu, ayrıca bunların dışında kalan, ne halefin, ne de selefin karşı çıkmasına rastlanılmayan görevler gibi. Nitekim el-Fusüî el-Lû´lüiyye sahibi bu tür icma konusunda şöyle demiştir:
"Bu tür İcma´, ancak dinin zorunlu olarak bilinmesi gereken hususlarda bulunabilecek eşsiz bir icma´dir." Bu mertebedeki icma´, alimlerin her içtihaddan Öne aldıkları bir mertebedir. Zira bu mertebe, icma´ yoluyla Nebi (s.a.v)´den mütevatir duruma gelmiştir. Nitekim bu tür İcma´ın, mütevatir olduğu takdirde Kitap ve sünnet´in nasslanna dayanan içtihaddan önde bulunduğunu daha önce belirtmiştik.
Bu noktada iki soru ortaya atılabilir:
Birinci soru: Niçin bu tür icma´, Kitap ve sünnetten hüküm çıkarma mertebesinden öne alınmıştır? Buna cevap olarak deriz ki, bu tür mes´eleler, İslam´ın rükünleri ve ana sütunlarıdırlar ve onlara İman etmeden dinin ayakta durması düşünülemez. Ayrıca dinin bütün nasslannın, hiçbir değişiklik ve tebdil kabul etmeyen sabit ve muhkem çerçevesi içerisinde kalması gerekir. Öte yandan nıüçtehidin bu nasslarla ilgili olarak yaptığı hüküm çıkarmak, İslam´ın en büyük odak noktasını teşkil eden bu müsellemâtm dairesi içerisinde kalmalıdır.
İkinci soru: Bu tarzda olsa bile icma´ nasslara nasıl takdim edilebilir? Buna verilecek cevap bu durumun nasslardan soyutlanmış icma´ın öne alınması olmayıp, aksine nasslarla, kesinlik belirten pratik sünnetin manaları üzerine kurulmuş icma´ın öne alınması olduğu şeklindedir. Bu manasıyla o, manası üzerinde icma´ edilen nasslann, istin-bat edilebilir nasslardan öne alınmasıdır. Şöyle ki, Kitap ve mütevatir sünnet´in nasslannın, mütevalir nass üzerine kurulan, manası üzerinde oybirliği sağlanan, aynca Nebi (s.a.v)´in,uygulamalı açıklamalarından kaynaklanan bu tür icma´ ile çeliştiğine rastlanılmaz.
369- İkinci mertebe: Sadece selef tarafından ortaya konulan ve asırlan geçip giden icma´dır. İcma´ın bu mertebesi, sahabenin (Allah Tebareke ve Teâlâ´mn hoşnutluğu üzerlerine olsun) icma´ıdır. Şüphesiz ki bu tür icma´, hüccet teşkil etmesi açısından Allah´ın Kitabı ve RasuluIİah´ın sünneti´ni takibeder. Değişmez ve kesin gerçek, sahabenin, içerisinde Rasulullah (s.a.v)´in rivayet edilen mütevatir sünnetine muhalefet bulunan bir husus üzerinde yapılan icma´a katılmalarının mümkün olmadığı ayrıca Kur´an nasslan-
nın delalet ettiği açık manalara ters düşen meseleler üzerinde oluşturulan icma´a katılmaları imkanı da bulunmadığı tarzında olduğuna göre, onlar bid´at ehli değil, sadece Ra-sulullah´a ittiba edenlerdir.
370- Üçüncü mertbe: Sadece selef tarafından ortaya atılan ve yapıldığı asır geçmeyen icma´dır. Her ne kadar asrın tamamlanması Zeydiyye´ye göre şart değilse de, asrın geçmemesi olayı, onun mertebesini bir alt sıraya indirir. Zira selefin, bir mes´ele üzerinde icma´ sağlayarak göçüp gitmesi, icma´ın manasını güçlendirir ve ona kesinlik kazandırır ve asla icma´dan geri dönülmesine ihtimal bırakmaz, tcma´ın mertebesini zayıflatmak, geriye dönüş ihtimali bulunmasının doğal sonucudur. Dolayısıyla bu tür icma´, bir öncekinden daha zayıf duruma düşmüştür. Bu konudaki tartışma, teorik bir tartışmadır. Çünkü Zeydilerİn içtihadı, sahabe asrının geçmesinden sonra gelmiştir. Dolayısıyla, ic-ma´ı gerçekleştirdikten sonra tekrar tarihten silinmemiş bir selefin icma yapmasına imkan yoktur.
371- Dördüncü Mertebe: Selefin daha önce ayrılığa düştükleri mes´ele üzerinde icma´ etmeleridir. Çeşitli fikirler üzerinde ayrılığa düşmelerinden sonra tek bir görüş üzerinde İcma´ sağlamalarıdır. Nitekim sahabe, fethedilen arazileri fetheden askerler arasında taksim ederken bu tür icma´ meydana gelmiştir. Bu konuda iki görüşe ayrılmışlar; Birinci görüş, taksim edilmesini uygun bulmayan Ömer b. Hattab (r.a)´ın görüşüdür. Arazinin fetih olayına katılanlar arasında taksim edilmesinin zorunlu olduğunu benimseyen ikinci görüş ise, asker sahabilerin çoğunluğunun görüşüdür. Hz. Ömer onlara Allah Tea-la´nın şu ayetini okuduktan sonra, arazinin taksim edilmesinin benim senmemesi ve devlet başkanının denetimi altındaki İslam´ın çıkarları uğrunda vakfedilen, devlet yöneticisinin, müslümanlann çıkarlarım yürütmekle görevli olması itibarıyla yönetimini üstlendiği toprakların kapsamına alınması tarzında tek bir görüşe vardılar:
"Allah´ın, fethedilen memleketler halkından Peygamberine verdiğifey..."(Haşr 7} Şüphesiz selefin önceden ayrılığa düşmesi, her ne kadar daha sonra ters anlamdaki bir icma´ meydana gelse bile yine de her iki görüşe de gerçeklik payı ayırmaktadır. Dolayısıyla bu tür icma´, sıralama yönünden bir öncekinden daha alt dereceye indirilmiştir.
372- Beşinci mertebe: Sahabenin, hakkında ikiye ayrıldığı, asır sona ermesine rağmen görüşlerin hiçbiri üzerinde icma´ın gerçekleştirilemediği, daha sonra tabiin´in gelerek birisi üzerinde icma´ edip, diğerini terkettikleri tarzdaki icma´dır. Şüphesiz bu tür icma´ içerisinde, sahabenin bu iki görüş üzerinde ayn ayrı fırkalara bölünmeleri nedeniyle hataya düşme ihtimali mevcuttur. Tabiin´in daha sonra icma´ etmeleri, bu ihtimali ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla bu mertebedeki icma´, bir öncekinin altında idi. Çünkü sahabe dönemindeki sürtüşmenin ortadan kaldırılması, onların icma´ etmeleri sayesinde olur-
du. Böyle bir icma´ kendisinden birinci görüşün iptali manası çıkarılması nedeniyle kendi dönemlerindeki hataya düşme ihtimalini aza indirgemektir. Fakat sahabenin, fikir ayrılığı üzerinde ısrar etmesinden sonra tabiinin icma1 etmesi aynı anlamı taşımaz. Zira kendisini ayni ihtilaf döneminde zayıf duruma düşüren hata ihtimali, diğer dönemlerdeki nisbette bulunmaz.
373- Altıncı mertebe: sükûtî icmadir. Bu tür icma´ bir kısım müçtehidlerin herhangi bir görüş üzere verdikleri fetvayı, diğerlerinin suskunlukla karşilamasıdir. Nitekim bu tür icma´ın, Şia Zeydiyyesi´ne göre icma´ sayıldığını, fakat susan kimsenin karşı çıkabilme ihtimalinin devam etmekte olması nedeniyle bu altıncı mertebeye alındığını belirtmiştik. Nitekim icma´ın gerçekleşmesinin bünyesi içerisine ihtimalli olmak girmiştir. Dolayısıyla da bu tür icma´ altıncı mertebeye inmiştir. Açıkça anlaşılıyor ki, bunun bir benzeri, sahabenin dışındaki bir dönemde müçtehidler iki veya üç görüş üzerinde ihtilafa düşüp, tek bir görüş üzerinde oybirliğine varmamaları durumunda, dedenin varisliği konusunda karara bağladığımız gibi, üzerinde oybirliği sağlanan müşterek ölçünün eşitliği halinde böyle bir icma´a ne muhalefet göstermenin, ne de icma´ kabul etmenin caiz olmadığıdır. Müçtehid fakihler, bu tür icma´ın sükûtî icma´ mertebesinde olduğu kanaatine varmışlardır. Ancak Zeydiyye fıkhında bu tür icma´ sükûtî icma´dan bir üste çıkaracak veya da bir alta indirecek herhangi bir hususa rastlamadık. Sükûtî icma´dan bir öne alınan icma´, bir üçüncü görüşü ihdas etmenin caiz olmaması açısından sahabenin iki görüş halinde fikir ayrılığına düşmesidir.
374- Yedinci Mertebe: Bir veya iki kişi dışında aynı dönemde yaşıyan bütün müçtehidlerin, üzerinde oybirliğine vardıkları icma´dır. Nitekim biz, tahkik yöntemine göre bu tür icma´ın icma´ olmadığı kanaatine varmıştık; ancak zeydiler toleranslı davranarak bunu icma´ saymışlar ve bu son mertebeye yerleştirmişlerdir,[31]
h) İcma´ı Tanıma Yolları
375- Zeydiyye, yukarıya aldığımız bu mertebelerde icma´ın kesinlik belirtmesine sadece gerçekleştirilmesi açısından değil, kesinlik kazanmasının biçimi açısından da bakmıştır. Buna göre icma´ın kesinlik belirtmesi, aşağıdaki iki temel esasa dayanır:
a) Hata ihtimalini kesip atması açısından ve Nebi (s.a.v)´in; "Benim ümmetim, dalâlet üzere birlik olmaz" tarzında buyurduğu kaynak haberi uygulama alanına koyarak icma´ın gerçekleşmesi,
b) İcma´m nakledilmesi ve tanınma biçimi açısından ele alınması. Nitekim Zeydiyye, gerçekleşmesinin mertebelerini düzenlediği gibi, bilinmesinin biçimini de sıralamaya almıştır. İşte bu mertebeler de şunlardır:
Birinci mertebe: îcma´m deneyimler yapmak suretiyle kesinlik kazanmasıdır. Bu tür icma´, ehli kıblenin hiçbir ayrılığa düşmeden farizaların temel esasları üzerinde ic-ma´ edişlerinde gördüğümüz gibi, selefin ve halefin icma´ sağladıkları hususlarda gerçekleşir. Bu tür icma1, dinin zorunlu olarak bilinmesi gereken konularındaki icma´m kendisidir. Bu tür icma´ın konulmasıyla İslam´ın hakikatleri belirgin duruma geldiği gibi, rükünleri de dimdik ayakta durur.
İkinci´mertebe: İcma´ın bildirdiği haberin bütün müslümanlar tarafından tevatüren bildirildiği şekliyle icma´i bütün ümmetin hem söz hem davranış olarak nakletmesidir. Tevatür yoluyla kesinlik kazanan husus, yapılan şeyi bizzat görmek suretiyle kesinliğe kavuşan durum gibi olduğu için, bu tür icma´da bir Öncekinin değerindedir. Bu nedenle alimler, tevatür olmanın, duyu organlarıyla elde edilen bilgi gibi zorunlu bilgiyi belirttiği kanaatine varmışlardır. Dolayısıyla konumunu isbatlamak açısından herhangi bir etraflı dşünmeye ve delil getirmeye ihtiyaç duymaz.
Üçüncü mertebe: İcma´ın belirttiği haberi ve tevatür oluşunu ümmetin bir bölümünün nakletmesi, diğerlerinin ise susarak karşı çıkmamalarıdır. Bu mertebe her ne kadar tevatürlük manası için bir kesinlik beritmekte ise de, yukarıdaki iki mertebenin altında yer alır.
Dördüncü mertebe: İcma´ın sağladığı hükmün ilan edilmesi, üzerinde icma´ sağlandığı hususunun yaygın hale gelmemesi, aynca icma´ın meydana geldiğini hiç kimsenin inkar etmemesidir.
Beşinci mertebe: Sonuncuyu teşkil eden bu mertebe, ilan edilmediği gibi, herkes tarafından da müşahedesi sağlanmayan, sadece ahad haberle kesinlik kazanan icma´dır.
Bu son mertebe konusunda, bu durumdaki icma´ın, zannî tarikle rivayet edildiği için zannî bir hüccet teşkil ettiğini ve zanniliğin de, her ahad haberde olduğu gibi konusundan değil, senedinden geldiğini; zira zanniliğin bizzat rivayet edilen bilgi açısından değil de, rivayetin kendisinden kaynaklandığım söylemişlerdir.[32]
i) İcma´ın MütevatirHabere Ters Düşmesi
376- Zeydiler, ahad haberlerle sağlanan icma´ın ters düşmesinin, icma´ın senedinden daha güçlü bir isnadla yapılan içtihad üzerine kurulu olduğu takdirde sahih olacağı, aksi takdirde icma´m mütevatir habere ters düşmesinin kesinlikle fasiklık sayılacağı kanaatini taşırlar. Nitekim Mi´yâr el-Ukul adlı kitapta şöyle geçer:
"İcma´m mütevatir habere ters düşmesi fasıklıktir."
Ayrıca bu hususun fasıklık olduğuyla ilgili olarak aşağıdaki ayet delil getirilir:
"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber´e kargı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o, ne kötü bir yerdir." (Nisa 115)
Nitekim Fahrer-Râzî ve diğerleri bu ayetle icma´ın hüccet teşkil ettiği delilini getirdiğini İmam Şafii´ye nisbet ederler. Bu ayetle delil getirmenin biçimi, mü´min olmayanları model almanın haram olduğu, zira her kim böyle yaparsa Allah ve Rasulüne düşmanlık edeceği, Allah´ın da onları cehenneme atacağı, varılacak bu yerin de çok kötü olduğu tarzındadır. Mü´minlerin gittiği yoldan başkasını model seçmek haram olduğuna göre, böyle bir davranış fasıklıktır ve o mü´minlerin yolunu izlemek de zorunludur. Onlara muhalefet edip, görüşlerinin karşıtım benimseyenlerin tuttukları yol örnek alınamaz. İnanmış bir topluluk "bu helaldir" dediği zaman "bu haramdır" diyenler, o cemaatin yolunu izlememiş olurlar. Şüphesiz Gazzâlî el-Mustasfâ adlı kitabında icma´ın isbatı konusunda bu ayetin hüccet oluşunu, tartışmaya açmıştır. Nitekim bütün icma´ hüccetlerinin genel oluşu ve bu ayetin özel oluşu konusunda şunları söylemiştir:
"Bu hüccetlerin tamamı, nasslarm zahirlerinden ibarettir. Farz olana nass teşkil edemezler. Hatta zahirlerin delâlet edişi gibi bile delâlet edemezler. Bu hüccetlerin en güçlüsü, Allah Teala´nın: "Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygambere karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve. cehenneme sokarız; o, ne kötü bir yerdir." (Nisa 115) ayetidir. Şüphesiz bu davranış, mü´minlerin yolunu model seçmeyi zorunlu kılar. İmam Şafii´nin takibettiği yol da budur. Biz, bu ayetin, farz oluşa nass teşkil etmediğini uygun görüyoruz. Zahir anlam; bu ayetten maksadın, Rasulullah´a kim ki savaş açıp, ona düşmanlık beslerse, ayrıca sevdiği grubu seçmesinde, yardımda bulunmasında, o gruptan düşmanları uzaklaştırmasında müminlerin yolundan başkasını model kabul ederse, bizim de onun hoşlanmadığı kişiyi işbaşına getirmemiz gerektiği tarzında olduğudur, O kimse, sanki Rasulullah´a düşmanlık beslemekle yetinmemiş, bir de ona yardımcı olması, yakınlık duyması ve emrettiği konularda boyun eğmesi noktasında, mü´minlerin yolunu izlememeyi eklemiştir."
Gerçekte bu ayetin konusu, herhangi bir görüş veya düşüncede yapılan icma´a ters düşen kişi değildir. Ancak bu ayetin konusu, mü´min cemaatleri sevmeyen, aynca Allah ve Rasulü´ne düşmanlık besleyen kişilerdir. Yani o kimseler bir grupta, Allah´ın Rasu-lu´de diğer grupta yer alır. Onlar, mü´minlerden başkalarını severler. Bu ayetin icma´ ile hiçbir ilişkisi yoktur. Fakat bu ayetin, icma´ın hüccet oluşuna delil teşkil ettiği hususu her tarafta yayılmış ve bu şekildeki delil getirme de imam Şafii´ye nisbet edilmiştir. Fakat İmam Şafii´nin, icma´ı isbatlamak amacıyla bu ayeti delil getirdiğine, ne er-Risâle´de ve ne de el-Umm´dâ rastlamadık. Zeydiler de usûlcülerin cumhuru ile, bu ayetle delil getirme konusunda beraber hareket etmişlerdir. Bu ayet konusunda sadece Gazzâlî´nin açıkladığı ve bizim de yukarıda açıklık getirdiğimiz husus kalmaktadır.
Delil getiriş biçimi ne olursa olsun zeydiler, icma´ın tevatüre ters düşmesini -ister
umumi anlamda isterse hususi anlamda tir icma olsun- fasıklık olarak nitelemişlerdir Çünkü böyle bir davranış, İslam cemaatini tepelemektir. Zeydüer´e göre fasık olmak İmam Zeyd´in bizzat kendisinden varid olduğu gibi kişiyi kafirlerin zümresine katmamakta ise de, mü´minler zümresinden dışlamaktadır. Hatta o kişi, iki menzile arasındaki bir menzileye dahil olur; işlemiş oluduğu suçlardan temizlenmesi için yetecek kadar bir süre cehenneme girer. Bütün bunlar, icma´ konusunun, amelî olması durumundadır. Ama konunun itikadî olması halinde o kimse kafirdir. [33]
[23] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 367-369
[24] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 369.
[25] Sükuti icmaı şer´i bir hüccet saymayanların delili, iki temel öğeye dayanır:
1- Susan kimseye herhangi bir görüş maledilemez ve hiçbir miiçtehİd, söylemediği götiU şün uyduluğunu yüklenemez. Susmayı icma´ saydığımız takdirde, susan kişiye ortaya atmadığı bir görüşü isnad etmiş oluruz.
2- Şüphesiz suskunluğu onaylama olarak kabul etmek de doğru olmaz.
Çünkü susmak onaylamak anlamına gelebileceği gibi, kendisinde bir fikir oluşmadığı için sustuğu anlamına da gelebilir. Aynca araştırmada bulunmuş da, araştırması kendisini kesin bir görüşe vardırmamış olabileceği gibi, kendisinde bir fikir oluşmuş, fakat gereği gibi dü-şünüp-taşınmayı tercih etmiş olabilir. Öte yandan konu tartışmaya açık olduğu sürece her müctehidin isabet ettiğine inandığı için karşıt görüşüyle, başka bir müctehidle çatışmak istemeyebilir. Diğer taraftan, ortaya atılan görüşe karşıt bir hükümde kararlılık içerisinde olmasına rağmen, korku ve çekingenlik nedeniyle sükut etmiş de olabilir. Bütün bu ihtimaller karşısında suskunluğu belirli bir görüşün taraftan olmaya hüccet saymak mümkün değildir.
Sükuti icma´j kabul edenlerin hücceti, aşağıdaki hususlar üzerine kurulur:
a) Haddizatında sükut, ancak gereği gibi düşünüp taşınarak bir fikir oluşturduktan sonra hüccet sayılabilir. Bundan sonra da susmuşsa, bu sükut, açıklama konumu ve zamanında yapılmış olur. Açıklamada bulunma konumundaki sükut ise, açıklama yapmak demektir.
b) Her fetva ehlinin konuşması yadırganır ve anormal karşılanır. Bilakis her asırda normal olan şey, fetva yetkisini fetva otoritelerinin üstlenmesi, diğerlerinin de ona güvenmesidir.
c) Bir görüşün ortaya atılıp, üzerinde gereği gibi düşünülüp fikri oluşum sağlandıktan sonra sükut etmek, karşıt görüşü olduğu takdirde bir müçtehid için haram sayılır. Böyle bir sükutta hayır bulunduğunu farzetmek, onun sükutunun rıza anlamına geldiğini bize kabul ettirir.
Böylesine açıklık getirici deliller muvafakat üzerine dayandırıldığı sırada sükut et mekle birlikte karşı olma ihtimali, hiçbir delile dayanmayan ihtimal demektir.
d) Böyle bir icma´ın hüccet teşkil edip, icma´ anlamına gelmediğini söyleyenlerin hücceti, icmaııı bütün fonksiyonlarıyla gerçekleşmemesinden dolayıdır. Ancak o, sükut etme esnasında onaylamış olmanın, muhalif olmaya üstünlüğü dolayısıyla bir hüccettir.
[26] el-Fusul el-Lû´lüiy.ve, Varak no: 118.
[27] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 369-372.
[28] el-Fusul,el-Lü´lüiye Varak no: 118
[29] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 372-373.
[30] Mi´yar el-Ukul Varak 93
Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 374.
[31] Bu yedi mertebeyi el-Fusül el-Lü´lüiyye´den aldık ve açıklamalarda bulunduk. Bkz. Varak: 123 vd.
Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 375-377.
[32] Mi´yar el-Ukul Varak -.95-96
Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 377-378.
[33] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 378-380.