- Kur an mahluk mu meselesi ve çektikleri 2

Adsense kodları


Kur an mahluk mu meselesi ve çektikleri 2

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Thu 16 September 2010, 07:45 pm GMT +0200
Kur an mahluk mu meselesi ve çektikleri 2

İshak, bu cemaattaki adamların birer birer hepsinin söylediklerini yazdı ve onları Halife Me´mun´a gönderdi. Bu zatlar dokuz gün beklediler. Sonra onları çağırdı. İshak İbni İbrahim´in Me´mun´a gön­derdiği mektubun cevabı gelmişti. İşte cevap mektubu şudur:



Üçüncü Mektup...

Bismillâhirrafırrianirrahîm.


«Emîr´ül-Mü´mininin göndermiş olduğu emirnameye cevap olarak yazdığın mektup geldi. Kendilerini ehli kıbleden sayan, Müslümanların işlerine ehil olmadıkları halde başa geçmek isteyen bu adamların Kur´an hakkında ne diyeceklerini anlamak için Emîr´ül-Mü´minin, onla­rın imtihanını ve durumlarının tesbitini istemişti.

«Sen de onları anlatıyorsun: Cafer b. fisa ile Abdurrahman b. İshak´ı Emîr´ül-Mü´mininin mektubu gelince çağırmışsın. Keza kendi­lerini fıkıh ehlinden sayan, Hadis okutmaya oturanı ve Medinet´ül-Selâm olan Bağdad´da fetva makamına oturanları da davet etmişsin. Kur´an hakkındaki inançlarını sormuşsun, Allah´ın benzeri, şebihi hak­kında görüşleri, Kur´an hakkındaki ihtilâfları tesbit etmişsin, Kur´an

mahlûktur demeyenleri, Hadis okutmaktan, gizli, aşikâr fetva vermek­ten menetmişsin... Şahitlik yapacaklar da aynı işleme tabidir. Etraftaki kadılara da yazılar gönderip onlardan Emlr´ül-Mü´minin´in çizdiği esasa uyayacaklan bildirilmiş, yazının sonuna imtihana tâbi tutulanların isimleriyle söyledikleri sözler kaydolunmuş. Emîr´ül-Mü´minin anlattık­larının hepsini anladı. Emlr´ül-Mü´minin, Allah´a hamd ve senalar ile, Resulü ve kulu Muhammed Aleyhisselâma saiat ve selâm eder. Allah Teâiadan taatına muvaffak buyurmasını diler, rahmetliler onu iyi niyet sahibi kılmasını, salih işlere ehil kılmasını tazarru ve niyaz eder.

Kendilerine Kur´an hakkındaki görüşlerini sorduğun kimselerin adlarını yazmışsın, Emlr´ül-Mü´minin bunları, kendilerine sorulanları ve onların sözlerini inceledi.

O mağrur Bişr b, Velid´in şebih -benzerlik- hakkındaki sözü, Kur´an mahlûktur dernekten çekinmesi, bu konuda konuşmaktan vaz­geçme hususunda Ernîr´ül-Mü´minine and verdiği yalandır. Nankörlük yapıyor, yalan söylüyor, onunla Ermr´ül-Mü´minin arasında bu konuda ve başka bir hususta böyle bir and asla yapılmamıştır. Onun ıhlas sözünü kullanmasına itibar olunmaz. Kur´an hakkındaki sözünden do­layı onun tevbe ettirilmesi gerekir. Çünkü Emlr´ül-Mü´minin´e göre, Kur´an hakkında onun dediği gibi konuşanın tevbesi lâzımdır. Zira bu söz sarih bir küfürdür; Emlr´ül-Mü´minin´in görüşünce bu şirktir. O küfürü´ılhâdı yüzünden Kur´an´ın mahlûk olduğunu inkâr eden sözün­den tevbe ederse, onun bu durumunu herkese açıkla, eğer bu türlü şirkinde direnirse, küfüre saplanarak, Kur´an´ın mahlûk olduğunu inkâr ederse, o takdirde onun boynunu vur, kellesini Emir´ül-Mü´minin´e yolla, inşaallah. İbrahim b. Mehdide böyle, Bişrl imtihana çektiğin gibi onu da imtihana çek.Çünkü o da Bişr´in dediği gibi dermiş. Emlr´ül-Mü´minin´e onun hakkında çok şeyler ulaştı. Eğer Kur´an mahlûktur derse, onu her tarafa duyur, halini açıkla, yok, bunu demezse onun da boynunu vur, kellesini Emîr´ül-Mü´minin´e gönder, inşaallah.

Alî b, Ebû Mukatil e gelince, ona: Emir´ül-Mü´minin´e: Helal ve haram kılmak senin elindedir, diyen sen değil misin diye sor. Buna benzer daha nice sözleri var, lErrur´ül-Mü´mininin hafızasından onlar

henüz silinmedi.

Zeyyal b.Heysem´ebildir,Anbâr taraflarında iken yiyecek çalan o değil mi? Emlr´ül-Mü´minin Ebul´Abbas´ın şehrinde neler yaptı. Şayet o Selef-i Salih´in asarına uymuş olsa, onların yolundan gitse böyle mi L yapar? İmandan sonra şirke mi sapar.

Ebû Avvam diye tanınan Ahmed b. Yezid, Kur´an hakkında |jben iyi cevap vermem diyor. Ona söyle, o yaşıyla değil ama, aklıyla "henüz bir sabidir, birşey bilmeyen bir cahildir. Eğer Kur´an hakkında iyi konuşamazsa, kötekle te´dip başlayınca öyle bir iyi konuşur ki, bülbül ^ibi Öter, eğer o zaman da konuşmazsa bunun arkasında kılıç oynar, inşaallah.

Ahmed b. Hanbel ve onun hakkında yazdıklarına gelince: Ona İkildir ki, Emîr´ül-Mü´minin onun sözünün ihtiva ettiği mânayı ve bundaki Itutumunu anladı ve bundan onun cahilliğini ve cehlin kötülüğünü öğ-Drendi.

FazI b. Ganime şunu söyfe, Mısır´da iken onun yaptıkları, bir yıldan az bir sürede, ne kadar mal kazandığı Emîr´ül-Mü´rninin´ e gizli değil. Bu konuda Muttalib b. Abdullah ile aralarındaki çekişme malum. Tutumu öyle olan, dünyada dirhem ve dinardan başka bir arzusu olma­yan kimsenin para uğrunda, menfaat için imanını satması çok görüle­mez. Bununla beraber o Ali b. Hışam´e diyeceğini demiş, muhalefet edeceğinde de etmiştir.

Ebû Hassan Ziyâdi ye gelince, ona söyle: islâmda ilk olarak babasından başkasına nisbet edilen oğulluk yapılmış bir soyu var. Bunda Hz. Peygamberin hükmüne aykırı davranıldi. Halbuki onun izin­den gitmek gerekirdi. (Ziyad, Ebû Süfyan´ın gayrı meşru´ çocuğu denir, babası bilinmediğinden tarihte Ziyad İbni Ebih diye geçer.) Ebû Has­san, bu Ziyad´la münasebeti olduğunu inkâr eder, Ebu Ziyad´a her­hangi birşey dolayısıyla nisbet olunduğunu söyler. Ma´ruf Ebû Nasr Tem mâ r, Emîr´ül-Mü´minin bunun aklının kıtlığını, ticaretinin kıtlığına benzetmektedir.

FazI b. Ferhan´a gelince: Ona şunu bildir: O Kur´an hakkında söylediği bu sözterle, Abdurrahman b. İshak´ın tevdi ettiği emanetleri, malları almak sevdasında. Elindeki mallara bunları da katıp çoğaltmaya temah ediyor. Zamanın ilerlemesi, günlerin uzamasıyla buna yol bula­mayacak. Abdurrahman b. İshak´a söyle ki, Allah hayrını vermesin, böylelerine güveniyor. Bu bir nevi şirk kapanıdır, tevhîdden sıyrılmadır. Muhammed b. Hatem, Muhammed b. Nuh ve Ma´ruf Ebû Ma´mer´e bildir ki,on!ar riba yemekle,faizcilikie meşguldürler.Tevhide sıra gelmiyor. Emîr´ül-Mü´minin, onlarla savaşmayı uygun görür. Allah Teâlâ nazil kıldığı kitabında öyleieriyle mücadeleye müsaade eder, onların emsaliyle caiz olunca, onlarla neden olmasın, onlar ribaya bir de şirk katıyorlar. Nasârâ misâli oldular,

Ahmed b. Şucâa söyle, sen onun düne kadar arkadaşısın, onu korudun, Ali b. Hişam´ın malından almasını sağladın. Onun dini, imanı;

dirhem ve dinardır.

Vasıtılı Sa´du´ya haber ver, mevki kapıp başa geçmek hırsıyla bu kadar tasannu gösteren, yapmacık hareketler yapan kimsenin Allah yüzünü kara etsin, o bu Kur´an mahlûk mu imtihanı vaktini fırsat bilip onun sayesinde emeline yaklaşmak istiyor ve ne zaman sorguya çeki­lip mevkiye oturacağını bekliyor.

Sicade´ye de ki, Fıkıh ve Hadis ehlinden dersine oturduğu kimse­lerden, Kur´an mahlûktur diye işitmediğini söylemesi çok garip, o zaman çekirdek saymakla, seccadesini düzeltmekle meşguldü belki, Ali b. Yahya´nın ona verdiği emanetler aklını mı aldı ki, onu tevhîdden şaşırtıyor. Ona tekrar sor bakalim. Yusuf b. Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan ne derlerdi, eğer onları gördü ve derslerinde bulundu ise, söyle­sin. Kavâriri, onun halı belli. Rüşvet ve yapmaca hareketler onun mezhebini ve kötü yolunu açıklamaya yeter. Aklı kıt, dini az. Cafer b. Hasan! onu soruşturmaya çekecektir.

Yahya b. Abdurrahman Omeri, her ne kadar Ömer b. Hattab evlâdından ise de cevabı belli.

Ömer b. Hasan b. Ali b. Asım, eğer selefinden geçmişlerin yolunda olsaydı, bu anlattığın fırkaların yolunu tutmazdı. Öyle anlıyo­rum ki, o henüz bir sabi, daha talinhe muhtaç. Emlr´ül Mü´minin sana Ebû Misheri gönderdi, ona Kur´an hakkında sordu, açık birşey söyle­medi, kem-küm etti, onun üzerine şiddet kullanıp kılıç görünce istemi-yerek ikrar etti. Onu yokla, ikrarında duruyor mu, yoksa döndü mü, eğer ikrarında duruyorsa bunu halka açıkla, ilân et.

Emîr´ül-Mü´minin´e gönderdiğin mektupta adlarını yazdığın kimse­lerden bu şirk kokan sözünden dönmeyen, Errnr´ül-Mü´minin yazdığı kimselerden veyahut burada ismi geçmeyip de Kur´an mahlûk­tur demeyen kimler varsa hepsini bağlı olarak, yanındaki muhafızlarla Emlr´ül-Mü´minin´in karargâhına yolla. Yolda iyi muhafaza edilsinler, Emîr´ül-Mü´minin´in karargâhına gelince orada emin görevlilere teslim olsunlar. Emîr´ül-Mü´minin onları sorguya çekecek. Eğer dediklerinden dönmezler ve tevbe etmezlerse, hepsini kılıçtan geçirecek, inşaallah. Lâkuvvete illâ billah.

Emîr´ül-Mü´minin bu emirnameyi sahil şehrinden Haritati Bendari-yeden yazıyor. verdiği hüküm gereğince, ümid ettiği sevaba nail olup Allah´ın rızasına yaklaşmak emeliyle acele gön­deriyor. Emîr´ül-Mü´minin´den sana gelen emirleri yerine getir. Emîr´ül-Mü´minin´e acele cevap yaz, Haritati Bendariye de neler oluyor bilsin, neler yapıyorlar malumu olsun, inşaallah.



Yazılışı: 218 yılı.



55- Bu Mes´eleyi Tarih Mizanında Tartmak Gerek;


İşte bu acı olayı dile getiren mektuplar. Ne kadar gereksiz yere, bu tatsız gürültü. Fakat olan olmuş. Fakat şimdi biz, Halife Me´mun´u bu yaptıklarıyla, başbaşa bırakalım mı, lüzumsuz yere bu âlimleri sınava çekip onlara bunca ezâ ve cefâ yapması yanına mı kalacak? Elleri bağlı zincirler içinde bu ulema kafilesini uzun yollara dökmesi, yolda bu zahmete dayanamayıp şehid düşenlerin âhı sorulmayacak mı? tarih bunu olsun yapmayacak mı? Ahmed b. Hanbel, bu uzun yolculuğa ancak vücudunun sağlamlığı, imanının kuvveti, ruhunun azimkârlığı, sabır ve sebatı sayesinde dayanabildi. Me´mun kendi yaptıklarıyla hın­cını alamadı, bu işkencenin sürdürülmesini vasiyet etmeden gitmedi. Onu buna sürükleyen sebep nedir? Bu sarp ve dikenli yola ulemayı sokup onlara eziyet etmekten maksadı ne? Bunun sebeplerini araştırıp öğrenelim, onu haklı gösterecek bir şey varsa, mazur görürüz, yoksa tarih önünde suçlu mevkiinde kalır. Tarih, bu mes´elenin ana hedefi olan Ahmed b. Hanbel´e karşı insaflı davrandı, ona hakkını vererek onu evliyalar, azizler derecesine çıkardı. Hattâ bazı taraftarları mübalağada ileri giderek onu Kıddisler arasında saydılar. Onun hayranlarından biri şöyle demiştir:

«Eğer Ahmed, Beni İsrail arasında bulunsaydı Pey­gamber sayarlardı»



56- Bu Fırtına Koparan Mektupları Me´mun Yazmış Olamaz, Onlar Ebû Duâdın İşi:


Me´mun´u bu işe iten sebebi gizli bırakmayıp açmak, kapalı bırakmayıp meydana çıkarmak istiyoruz. Tarih bunu zikrederken, kitap­lar nakil yaparken bunun cereyan tarzı ve mektupların yazılış dili, bütün bunlar bazı ipuçları veriyor. Buna Me´mun´u teşvik eden o kimse en bjüyük sorumluluğu yüklenir.

Me´mun, Mutezile âlimlerinden Ahmed b. Ebû Duâd´ı ken­dine vezir yapmıştır. Özel kâtibi, devlet işlerinde müşaviri, arkadaşı oydu. Onun nezdinde çok yüksek mevkii vardı. Hattâ kardeşine, kendi­sinden sonra onu mevkide tutmasını, sakın uzaklaştırmamasını vasiyet etti. Me´mun´un yazdığı mektupların dili açıkça gösteriyor ki, bunlar Ahmed b, Duâd´tn kaleminden çıkmadır. Bunları o yazmıştır. Mektup­lar, görüyoruz ki, uzun ve teferruatlı, Halifeler kendileri yazdıkları zaman, böyle uzun yazmadıkları bilinen birşey. Sonra mektupta Halife kelimesi daima gaip sıgasiyle, üçüncü bir şahıs gibi geçiyor. Mektubu yazan Halife kendisi olsa, birinci şahıs sığası kullanır, hep üçüncü şahıs sığası kullanılmış. Demek yazan halife değil, başkası. Sonra mektupta şunun bunun fetvalarına taan etmek, birinin ribayı helal sayması var, Me´mun gibi kültürü geniş biri bunlardan uza"k kalır. Bu durum karşı­sında biz: Bu mektuplar Me´mun hasta iken yazılmıştır, diyebiliriz. Bitkin bir halde hasta olduğundan bu yazılanlara izin vermiştir, yoksa kendisi sıhhata ve rahatı yerinde olsa, şuna buna taan edip dil uzatan, başkala­rının kusurlarını bulup ayıplarını meydana çıkaran bir mektubun, kendi namına gönderilmesine asla müsaade etmezdi. Yüksek işlere yönelen, küçük şeylere tenezzül etmeyen Me´mun gibilerinden böyle kusurlu şeyler beklenmez. Eğer bunları kendisi yazmış olsaydı, böyle yazmaz­dı, sıhhati ve kuvveti yerinde olsaydı, başkalarının yazdıklarını da ince­lemeden imzalamazdı. Onun için bizim tercihimiz şudur: Mektuplar gönderilirken onlara muttali olmadı, her ne kadar muhtevasını bilse de dikkatle göz atmadı veyahut da göz atsa da çok zayıf olduğundan, içindekilere tam vakıf olamadı. Zaten mektupların gönderildiği sıralarda

öldü.


57- Bu İşin Baş Sorumlusu Ebû Duâd´dır:


Biz biliyoruz ki, Me´mun eskidenberi bu görüşteydi, halife olmaz­dan önce dahi Kur´an mahlûktur, diyordu. Bunu münakaşa eder, mü­nazara meclislerinde bu dâvayı savunurdu. Fakat o zaman bunu gönül kırmadan, kalb incitmeden, akılları imtihana çekmeden, kimseye ezâ ve belâ vermeden yapıyordu. Hayatının sonunda neden bu kadar birden­bire değişti, bu adama ne oldu? Niçin bu ilmî mes´eleyi böyle belâlı ve işkenceli bir hâle soktu? Şüphe yok ki, bu işin teşvikçisi, bu mektupları yazan Ahmed b. Ebû Duâd´dır. Me´mun´un hastalığım, zayıf halini fırsat bilerek kendi içindekileri onun kaleminden ortaya dökmüş, mek­tupları, bu ateşli, zehirli dille yazmıştır. Mektupların öyle acı olmasına hırsla sarılmıştır.

Burada şaşırtıcı bir iki sual daha kaldı:

Me´mun bu yapacakları şeyleri kendisi Bağdad´da iken neden yapmadı. O zaman iş daha kolay olacaktı. Ulemanın hepsi orada, onun etrafında, o zaman onları imtihana çekip soru sormadı da, neden Bağ-dad´dan ayrıldıktan sonra mektup göndererek yazışma yoluna başvur­du? Hem de tam ölümüne yakın? Bu tam manasıyla Ahmed b. Ebû Duâd´ın bir tuzağı ve kurnazlığı. Bu işde Me´mun´un adını kötüye kullandı, onu siper yaparak kendi zehirlerini döktü. Me´mun hasta olduğundan iradesine tam hâkim değildi, zayıf düşmüştü. Eski ihtiyatlı hareketleri, hazmi kalmamıştı. Eskiden sağlamken, sıhhati yerinde iken, uzun yıllar ulemâ ile münakaşa ve münazaralaryapardı, sertleşip işi ezaya,sopaya götürmezdi. Bağdad´da iken böyle bir hali görülme­miştir. Demek oluyor ki, bu fırtınalı işin en baş sorumlusu Ahmed b. Ebû Duâd olmuş oluyor. Me´mun´un kusuru varsa, o da, o vakit cumhurun kabul etmediği, benimsemediği Mutezile Mezhebi adam­larını yanına alıp, müşavir ve vezirlerini onlardan yapmasıdır. Sıhhati ve kuvveti yerinde iken, işi itidal halinde yürütüyordu, fakat sonra ipler elden kaçtı. Olan oldu, ulema kafilesi görülmedik bir sınama geçirdi.


58- Kusur Yalnız Bir Tarafta mı?


Bu işin sorumluluğunu Ahmed b. Ebû Duâd´a yükledik. Şimdi: onun tutumu, baştan sonuna şer doludur, hiç hayırlı tarafı yoktur diyebi­lir miyiz? Ahmed b. Hanbel´in tutumu her bakımdan doğrudur, hiç hatalı yeri olmadığını söyleyebilir miyiz?

Bu mes´ele etrafında görüşler birbirinden farklıdır. Her cihetin hükmü kendine özgüdür. Takva, ihlas, iman, azimet, sabır ve tahammül bakımından Ahmet b. Hanbel´in bir kahraman olduğunu söyleme­miz yerinde olur. Tarihte niceleri var ki, dâvaları yolunda belâya ve zahmete uğrarlar, inançları uğrunda herşeye sabır ederler, dinlerinden fedakârlık yapmazlar, baki olan ahreti, fâni olan dünyaya tercih ederler, Ahmed bunu yaptı.


59- Ahmed´in Haklı Olduğu Yönü Olduğu Gibi Mutezile´nin de Haklı Yanı Var:


Dininde ihtiyatlı davranmak, felsefe tartışmalarından korunmak, boş şeylerden uzak kalmak bakımından, İmam Ahmed´in tutumu öv­güye lâyık. Çünkü o bu gürültülü mes´eleye ne müsbet, ne menfi surette karışmak istemiyordu. Bu hususta tarafsız bir tutum içindeydi. Onun kanaatınca bu öyle bir mes´eledir ki, bir müslümana bunu kurcalamak yakışmaz, bunu incelemekten bir netice alınmaz. Bu hususta selef-i salihten bir söz naklonuimamıştır. Hem Ahmed b. Hanbel, dini mes´ele-lerde seleften bir şey naklolunmayan konulara dalmazdı. O, esere uyan bir Hadis âlimidir. Onların hidayetini izler, onların gittiği yoldan giderdi. Onun bu konudaki tutumunu ileride görüşlerini beyan ederken açıkla­yacağız.

Fakat mes´eleye: Kur´ân mahlûk mu, değil mi diye hüküm verme noktasından bakarsak, Ahmed Ibni Ebû Duâd´ın gerek bu mektuplarda getirdiği deliller, gerek akıl ve mantık, bizi Mutezile´nin görüşünün doğruluğunu kabule sevketmektedir. Çünkü, Kuran Allah kelâmı olmakla beraber mahluktur. Bunun böyle olması, kelâm sıfatı­nın, Allah´ın Kıdem sıfatıyla birlikte kadim olmasına mani değildir. Nasıl ki Allah Teâlâ kudretiyle halkeder, Allah´ın kudreti kadimdir, onun mah-lûkatı bu kadim kudretiyle yaratması, mahlûkların kadim olmasını ge­rektirmez. İşte böylece: Kur´an´ın Allah kelâmı olması, onunla peygam­beri Hz. Muhammed´e hitabetmesi, kudretiyle onu inzal etmesi, zatı kibriyasını tavsif ettiği kelâmının kadim olması, Kur´an´ın kadîm olma-v sini icabetmez.



60- Mutezile´yî Haklı Gösterecek Sebep Aranırsa, Bulunur da:


Biz burada Ahmed İbni Duâd´tn ve umumiyetle Mutezilenin bu mes´eledeki görüşlerinin doğru olduğunu söylemekle, insaflı dav­randığımız gibi, yine insaf icabı söyleyelim ki, muhaliflerine böyle ezâ´ etmelerini, özellikle takva ve fazilet sahibi kimseleri incitmelerini asla doğru bulamayız, İnançları zorlayarak vicdanlara baskı yapmak, fikirlere tahakküm etmeye kalkışmak, gizli şeyleri açıklamaya zorla­mak, işte bu olamaz ve tenkid noktası da burasıdır. Daha Ahmed zamanında, insanlar bunu tenkid etmiş, Mutezile´nin görüşünde olan­lardan bile bunu tenkid edenler bulunmuştur. Ahmed´in çağdaşı olan Mutezile âlimlerinden Edip Câhiz bunu savunmaya mecbur olmuştur. Yazılarından birinde bu imtihan mes´elesini, vicdanlara baskı, küfre nisbet etmek işini ele alarak şöyle der:

«Biz ancak delile dayanarak tekfir ettik, ancak itham altında olan­ları imtihana tâbi tutup sorguya çektik. İtham altında olan bir kişiyi sıkıştırmak, tecessüs sayılmaz. Zanlı kişiyi sorguya çekmek,gizli şeyleri araştırmak, her imtihan tecessüs olsaydı, o zaman her kadı , hâkim, insanların içinde sırları deşip açığa vuranların, insanların ayıp ve kusur­larını araştıranların başında gelirdi, çünkü sorgu yapıyor»

Mutezüe´den Câhız´ın bu sözleri doğru değildir. Çünkü onlar yalnız töhmet altında olanları sorguya çekmekle kalmadılar, bu işi umumî yaptılar, herkesi çektiler. En büyük fazilet âbidelerini bile hırpaladılar. Ahmed b. Hanbel dininde töhmet altında olanlardan mıydı? Eğer Ahmed gibileri de töhmet ehlinden sayılırsa, o zaman ortada din namı­na, dindarlık namına birşey kalmaz. Dünya neye yarar. Onun için Câhız´ın bu sözlerinin burada yeri yoktur.

İş böyle olunca, baskı ve ezâ asla doğru olamaz. Bize göre bunu haklı gösterecek hiçbir sebep yoktur. Fakat biz, onların bu yapışın! her ne kadar doğru bulmuyorsak da, acaba onları temize çıkaracak hiç birşey yok mu? Bu ulemaya yapılanlar hiçbir sebep olmadan, sadece ezâ ve cefâ için midir?

işte insanın içini kurcalayan bir soru bu. İnsan buna kesin bir cevap bulamıyor. Uzaktan, yakından, olumlu, ya da olumsuz kesin bir cevap olmayınca, o zaman zan ve tahmin yoluna başvurmak kalıyor. Bu kesin değilse bile râcih bir sebebe götürür. Tercih sebepleri elimizdedir, kesin hükme imkân yoksa da zan kapısı aralık.

Me´mun´un, daha doğrusu Ahmed İbnî Duâd´ın yazdığı mektup­lardan birinde Kur´an kadimdir, diyenlerin sözünün batıl olduğunu isbat için deniyor ki; Kur´an kadimdir diyenler, Hristiyanların İsa b. Mer­yem kadimdir, Tann´dır, demeleri sözüne benzer, onu taklid ediyorlar. Çünkü İsa, Allah´ın kelimesi olduğundan mahlûk sayılmıyor. Bundan anlıyoruz ki, Me´mun´u ve Mutezile baktılar ki, Kur´an kadîmdir, iddiası ve bu inancın avamın içinde yerleşmesi, Taaddüdi Kudema´ya götürecek, kadimler çoğalacak, bu düşünce onların hayalini doldurdu. Kadîmler çoğalınca, Tanrılar da çoğalır, onlara ibadete başlarlar, ortaya Allah´a şirk çıkar, sandılar. Bunun örneği de var. Hristiyanlar, İsa´yı kadım tanıdılar ve ona tapdılar. Mutezile ile Me´mun, bu sözün halk arasında, mektupta denildiği üzere, milletin kaba tabakası arasında yayıldığını gördüler, fukaha ve Hadis âlimleri bunu onlara hoş gösterdi­ler. O zaman Me´mun bunun ümmeti dalâlete götürmesinden endişe etti, nasıl ki daha önce Hristiyanlar İsa Aleyhisselâma tapmak dalâle­tine düşmüşlerdi. Bunu önlemek için önce İrşad yoluyla Kur´an´ın mah­lûk olduğunu halka anlatmağa uğraştılar, netice alamayınca bu defa kuvvete başvurdular, beyanlayapamadıklarını sultanla yapmağa kalktı­lar.


61- Hristiyanların Müslümanları Şaşırtmak İçin Plânları:


Bu olaya bunun sebep olduğu yazılan mektuplardan açıkça anla­şılmaktadır. Bunda biraz iyi niyet ve ıhlas da bulunmaktadır. Çünkü Mutezile, daha önce İslâm´a hücum edenlere karşı mücadele etmeğe ve onlara cevap vermeğe alışmışlardı. Câhız´ın Nesârî risalesinde yazdığı üzere: İslama pusu kuranlar, bizim fukahanın ve Hadis âlimleri­nin halk arasında yayılan sözlerini alkışla karşılıyorlar, çünkü onlar, Allah´ın kelâmı kadîmdir hükmünden, Hz. İsa´nın da kadîm olduğu neticesini çıkarmak için yol buluyorlar. Kur´an İsâ için: Allah´ın kelimesi, diyor, madem ki Allah´ın kelimeleri kadîmdir, İsa´da kadimdir, diyorlar ve buna Kur´an delil olmuş oluyor.

Belki de Mutezile´nin kafasında dolaşan şey: Kur´an-i Kerîm Allah kelâmı olması dolayısiyle kadîm olduğu fikrinin yayılması hristiyanların bir hiylesi olabilir. Çünkü hristiyanlar o zaman müslümanları şaşırtmak olduğu müslürrianlarca kolayca kabul olundu.


62- Buna Bir Örnek


Sağlam haberlerle sabit bir husustur ki, müslümanlar arasında yaşayan hristiyaniarın İslâm dinini kabul ederek müslüman olmaları, hristiyanları çok üzüyor, buna kızıyorlardı. İslâmı küçük düşürmek için müslümanlar arasına bazı fikirler atıyor, sonra onları ele alarak müsiü-manlarla din hususunda mücadele ediyorlardı.

Türâs´ül-İslâm (İslâm Kültürü) adli kitapta şöyle denilmektedir: Şamlı Yohanna ki, Hışam b. Abdülmelik devrine kadar Emevilerin saraytnda hizmet görmüştür, o bazı hristiyanlara müslümanlarta nasıl mücadele edeceklerini telkin eder, onlara yol gösterirdi. Şöyle ki: Arap sana, İsâ hakkında ne dersin? diye sorduğu zaman, Ö Allah´ın kelime­sidir diye cevap ver. Sonra hristiyan o müslümana: İsâ hakkında Kur´an ne demektedir? diye sorsun. Ve müslüman cevap verinceye kadar hiçbir şey söylemesin. Çünkü müslüman Kur´an´daki ayetle cevap ver­mek zorunda kalacaktır. Ayet şöyle der: «Meryem oğlu İsâ, Allah´ın Rasûlüdür, ve Meryem´e ilka ettiği kelimesidir, ondan ruhtur.» Müslü­man böyle cevap verince, bu defa ona: Allah´ın kelimesi ve ruhu mahluk mudur, yoksa değil midir? diye sorsun. Eğer mahlûk derse, o zaman ona şöyle red cevabı versin: Allah vardı, kelime ve ruh mevcut değildi. Arap buna verecek cevap bulamaz ve susar kalır. Çünkü bu görüşte olan kişi işi, müslümanlara göre zındık sayılır.


63- Mutezile Görüş Bakımından Haklı, Fakat Tatbikatı Çok Hatalı:


Hristiyanların bu tutumları, diğer din erbabiyle ve zındıklarla müca­dele eden Mutezile´nin gözünden kaçmış değildir. Onlar biliyordu ki, Kur´an kadîmdir, mahluk değildir, diyenler, Müslümanlarla mücadele ^etmeleri için hristiyaniarın eline silâh vermiş oluyordu. Öyleyse bu sözü söylemeyi ortadan kaldırmalıdır, tâki düşmanın eline İslâmtn aleyhine kullanılacak bir delil geçmesin. İslâm´a hücum için bir gedik açılmasın. Kur´an kadîmdir diyen, hristiyaniarın İsâ hakkındaki sözünü taklîd edi­yor, kadîmlerin çokluğunu kabul ediyor, insanların diliyle söyledikleri Kur´ân´ı âdeta kadîm kılmış oluyor, demektir.

Mes´ele, Mutezile´nin bakış açısından böyle. Bu İslâmda vahda­niyet inancını korumak için son derece ihtiyatlı ve derin bir bakış. Bu takdire değer bir tutum ve selîm bir iman yolu! Ahmed b. Hanbel´de dinde çok ihtiyatlı davranan bir zat, Selef-i Salihin´in dalmadığı bir konuya dalmak istemez. Mutezile de dini korumak için ihtiyatlı davran­mak arzusunda. İslama hücum için tuzak kurmak isteyenlerin yüzüne kapıları kapamak istiyorlar. En iyisi bu mahlûk mu, değil mi konusunu hiç kurcalamamak, onu karıştırmamaktı, nasıl ki Ahmed b. Hanbel bu kanaattadır, fakat İslâm´ın hayrını istemeyenler, bunu yaptılar, farkına varmadan buna hizmet edenler oldu. İslâmı gerçek haliyle korumak isteyenlere hakikati olduğu gibi anlatmak düştü. İşte Mutezile de bunu yapmağa çalıştı, fakat çizdiği yol yanlıştı.

Buraya kadar Ahmed Ebi Duâd´ı ve Mutezile´yi görüş bakımın­dan haklı bularak onlara insaflı davrandığımız belli. Fakat tatbikat bakı­mından onları çok hatalı bulmaktayız. Çok aşırı gittiler, çok sert davran­dılar. Nedir o kılıç ve sopa oyunları? Nedir o Ahmed b. Hanbel gibi takva sahibi, faziletli, temiz yürekli, alçak gönüllü bir adama ettikleri? O kadar ileri gittiler ki, dayak attılar, bayılıncaya kadar dövdüler, kelepçeli yollara düşürdüler, hapse attılar, zindana tıkdılar! Bu; Kur´an mahlûk mu işini o kadar çığırından çıkardılar ki, halk nazarında bu bir fikir ve görüş müca­delesi olmaktan çıktı. Meydan dayağı kavgasına dönüştü Allah´ın her-şeyden münezzeh, ondan başka kadîm olmadığını isbat böyle mi olur. Bu İslama inen bir darbe, müslümanlara yapılan bir eziyet ve işkence­dir: Din ve hidayet rehberlerine zulümdür. Vicdanlara ve kainlere bas­kıdır. Gönüllerin gizlediği şeyleri araştırmak, sırları teftiştir, hatayı zorla kaldırmağa çalışmak, bundan hayır gelmez. Düşünceler, şiddet, cebir ve zorla öldürülemez. Zor tepki yaratır, halk kuvvetle, zorla davet olu­nan şeyi benimsemez, onu kötü bilir. Burada da öyle oldu. Kuvvetle, şiddet kullanarak yerleştirmek istenen görüşler, galip gelemez. Açık bir hak olduğu meydanda olsa bile, benimsenmez, zorla güzellik olmaz. Mutezile baskısını arttırdıkça, halkın idarecilerden nefreti arttı, sorguya çekilenler gözlerinde büyüdü de büyüdü, onları evliya saydılar ve on­lara bağlılıkları arttı. Eğer bu davet ettikleri şey hayırlı bir iş olsaydı, ona böyle azapla davet etmezlerdi, onun yolu böyle zindan ve zincire vu­rulmak olmazdı, dediler ve ondan uzak durdular.


64- Halife Mutasım En Korkunç Şeyi Yaptı: 28 Ay Zindanda Tuttu ve Dayak Attı:


Halife Me´mun öldü. A hm e d İbni Hanbel o zaman eli kolu bağlı, kelepçeli bir halde sorguya çekilmek üzere ona götürülüyordu.. fakat Me´mun´un ölümü ile bu belâlı iş. tarihlerin mihnet dediği bu işkence bitmedi. Belki aksine daha arttı, daha sert, daha şiddetli, daha

sivri ve daha umumî bir hal aldı, Çünkü kardeşi Mu´tasım´a yaptığı vasiyyette şu iki şey vardı:

1 - Kur´an mahlûktur dâvasını yürütmesi, bundan asla vazgeçme­mesi,

2- Ahmed Ebû Duâd´ı yerinde tutup, ona dayanması ve güvenme­si.

Çünkü bu dâvanın sahibi o. insanları sultan kuvvetiyle, imtihan ve sorgu şiddetiyle, dayak ve hapis korkusiyle. elini kolunu bağlayıp ke­lepçe vurmakla Kur´an mahlûktur, diye zorlama fikri ondan gelme.

Mutasım, Me´murvgibi, ilim adamı değildi, o kılıç adamıydı. Boy­nundan kılıcını çıkarmazdı. Kur´an mahlûktur davasını Ahmed b. Duâd´a bıraktı, Me´mun´un vasiyetini yerine getirmek-için. işi istediği gibi yürütsün, dedi.

Biliyoruz ki, Me´mun öldüğü zaman Ahmed b. Hanbel yoldaydı. Bağdad´dan sorgu çekilmek üzere zincirler içinde Tarsus´a getiriliyor-lardı. (Abbasi Halifeleri bazen Tarsus´da otururdu) Me´mun´un ölüm haberi üzerine Bagdad´a geri götürüldü. Hakkında bir emir çıkıncaya kadar hapsedildi. Bir ara serbest bırakıldı. Sonra Mutasım´ın huzuruna çıkarıldı. Mutasını ona Kur´an mahlûktur dedirtmek için çok uğraştı, zor. kullandı, tehdit etti. Fakat ne tergıp, ne tehdit, bunların hiç birinden netice alamadı. Bundan sonra sıra dayağa gelinmiş olacak ki. zindanda defalarca dayak atıldı. Döğülürken bayıldığı olurdu, o zaman ara verir­ler, aydınca yine kırbaçlarlardı. Aklı başından gidinceye kadar döverler­di. Böyle sorguya çekilerek, dayak atılarak 28 ay zindanda kaldı. Kendi görüşlerini zorla kabul ettiremeyeceklerini anlayınca, içlerinde biraz acıma duygusu eseri kalmış ki. acıdılar ve onu serbest bıraktılar. Evine geldi, vücudu yara bere .içindeydi. Devamlı dayak yediğinden, zindan hayatı onu bitirmişti.[5]



65- Mutasım Ders Okutmasına Müsaade etti, Vâsık Dayak Atmadı Ama Dersini Yasakladı:


Ahmed b. Hanbel yıllarca süren bu işkonceli hayattan, 28 ay süren zindan günlerinden sonra evine geldi. Fakat dayaktan o kadar zayıf düşmüştü ki. yürümeye takati yoktu. O. dâvada imanının kuvvetiyle galip gelçli. başkaları kuvvetli de olsalar hezimete uğradılar. Ahmed . yaralan iyileşip kendini toplayıncaya kadar evinde kaldı, hiçbir yere çıkmadı, ders vermedi. Biraz kendine gelince camiye çıkmaya başladı. Yaralan kapanıp dayağın izleri ve uzun zindan hayatının acıları geçmesi uzun sürdü, vücudunda bazı ağrılar ve izler kaldı. Nihayet sıhhat ve afiyete kavuştu. Ondan sonra mescid´de ders vermeye. Hadis okut­maya başlayıp eski vazifesine döndü ve Mutasım ölünceye kadar ona kimse dokunmadı, bu vazifesine devam etti.

Mutasım´ın ölümünden sonra Hilâfet makamına Vâsık geçti. Onun devrinde jde Bu Halk-ı Kur´an dâvası sürüp gitti. Ancak Vâsık, ondan önce Mutasım´ın yaptığı gibi kamçıya ve kılıca sarılıp Ahmed´e dayak -attırmadı. Çünkü baktı ki. bu yolda bir netice alınmıyor, bu tarz tutum, halk arasında onun mevkiini arttırıyor, derecesini yükseltiyor, onun fikri daha çok yayılıyor. Halifenin görüşü sönüyor, geriliyor. Bundan başka bu yolda sert tutum, aynca umumun nefretini uyandırıyor, Ahmed İbni Duâd´ın Haşvurâmme (milletin boş kalabalığı) dediği halkın kinini kö­rüklüyor. Akıllı olan kimse halkın nefretini kazanmaktan kaçar, umumî efkârı hesaba katar. onun için Ahmed İbni Ebû Duâd ve Vâsık, Mutasım´ın denemesinden ibret alarak, ondan sonra böyle cismani cezaya, dövmeye kalkışmadılar.

Vâsık, ona ancak halkla toplantıyı yasakladı ve şu emri verdi: «Kimseyle toplantı yapmayacaksın, benim bulunduğum şehirde otur­mayacaksın! Bunun üzerine Ahmed evine kapandı, bir yere çıkmazdı, hattâ camiye namaza bile gitmezdi Vâsık ölünceye kadar böyle göz-hapsinde yaşadı.

Böylece Ahmed b. Hanbel. 232 yılına kadar beş yıldan fazla bir süre dersten kesildi. Ondan sonra izzet ve ikram içinde ders vermeye başladı. Takva izzeti içinde yaşının verdiği celâdet ve vakarla, kanaat ve zühd dolu temiz bir hayat yaşadı.



66- Vâsık ve Ebû Duâd,Verecek Cevap Bulamıyorlar:


Tarihin hakkını vermiş olmak için söyleyelim ki, bu dâvanın işkence faslı sadece Ahmed b. Hanbel´e münhasır değildi, Ahmed merkezi sayılsa da diğerleri de bu belâya maruz kaldılar. Etraftaki fukaha, sorguya çekilmek üzere başka şehirlerden ulam ulam Bağdad´a getiri­liyor, orada ne düşündükleri inceleniyor, kalblerinde gizledikleri araştırı­lıyor, vicdanlarına da baskı yapılıyordu. Bu belâya uğrayanlardan biri de İmam Şafii´nin talebesi olan Mısır´ın fakıhı Yusuf b. Yahya Buvey-ti´dir. Kur´an mahluktur demeye davet olundu, fakat bunu kabul etme­di, mahlûktur demedi. Bunun üzerine elleri bağlı, kelepçeler içinde sorguya götürüldü, elleri bağlı halde vefat edip hakkın rahmetine kavuş­tu. N. b. Hammad da aynı işkenceye uğradı, elleri kelepçe içinde olduğu halde Vâsık onu zindana attı ve orada hakkın rahmetine kavuş­tu.

Bu işin tehlikesi günden güne arttı, feci bir hal aldı. Millet bundan bıktı, usandı. Hattâ bu işi başlatanlar da usanmağa başladılar,. Pişman oldular. Mes´ele halk arasında alay, şaka konusu bile yapıldı. Rivayet olunduğuna gö.re, bir defa meşhur şakacı Abbade, Halife Vâstk´ın ya­nına girdi ve:

 Ya Emîr´ül-Mü´minin, Allah hayrınızı versin, Kur´an hususunda

başınız sağolsun, dedi. Vâsık:

 Yazıklar olsun sana, hiç Kur´an ölür mü? dedi.

O da:

 Ya Emîr´ül-Mü´minin her mahlûk ölür, değil mi?

Ve sözüne ekledi:

 Yâ Emîr´ül-Mü´minin, Allah aşkına, Kur´an ölünce halka teravih

namazını ne ile kıldıracaklar?

Halife farkına vardı ve gülerek:

 Allah belânı versin, dilini tut, deyip sözü kapattı.

Demiri Hayat´ül-Hayevân kitabında anlatır: Halife Vâsık ömrünün sonuna doğru, Kur´an mahlûktur demeyenlere baskı yapmaktan vaz­geçti. Bu olay şöyle oldu:

Vasık´ın huzuruna elleri bağlı bir âlimi getirdiler. Kur´an´a mahlûk, demediğinden sorguya çektiler, İbni Ebî Duâd ona:

 Kur´an hakkında ne dersin? diye sordu.

O da şöyle dedi:

 İnsaf buyurun, önce ben size birşey soracağım: Bu sorduğunuz mes´eleye Hz. Peygamber Müslümanları davet etti mi, etmedi mi? Sonra bu mes´eleyi Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali yani Hulefa-i Raşidîn biliyor muydu, bilmiyor muydu?

Ahmed İbni Ebu Duâd güç durumda kaldı. Bilmiyorlardı dese

olmaz onun için:

 Biliyorlardı, dedi.

Alim:

 Halkı sizin gibi bu mes´eleye davet ettiler mi? Yoksa bu konuda

sükût mu ettiler?

 Sükût ettiler. Bunun üzerine âlim:

 Ey Leim oğlu, onların bilmediğini sen mi bileceksin? Onların sükût ettiklerine sen sükût edemedin mi? dedi.

Vâstk bu sözleri duyunca yerinden fırladı, Pek hoşuna giden bu sözleri tekrarladı durdu. Alimi affetti, serbest bıraktı. Oğlu Mehdinin dediğine göre,, bundan sonra eski dâvasından vazgeçti; ulemayı takip etmez oldu.


67- İmam Ahmed, Bu Çektiklerinden Kurtulma Yolunu Neden Tutmadı?


Ahmed gibi takva sahibi zâhid bir imamın hayatını bulandıran bu sert ve tehlikeli dâvanın hikâyesi işte bu. Bu sakin, vakarlı zatın huzu­runu kaçıran, rahatını bozan bu olaylar, 14 yıl kadar çalkandı durdu. Bunun hemen yarısı kara günler olup zindanlarda azap ve işkence içinde geçti, diğerlerinde de huzur ve rahat yüzü görmedi.

Biri çıkıp da şöyle diyebilir: Bu muttaki ve sâlih zat, neden takiyye´yi siper yapıp kendini korumadı, onların davet ettikleri şeyi kabul etmiş görünüp kurtulabilirdi? Böyle yapması onun için daha iyi olmaz mıydı? Bazı arkadaşları onu takıyye yapıp kurtulmaya çağırdılar da. Dinde buna cevaz da var. Kendini kurtarmak için, içindekinin hilafını söyleye­bilirdi, ki bir kısmı bunu yaptılar.

Fakat Ahmed, bıfyolu tutmadı, Bunu reddetti. Başkalarına söyle­diğinin tersini yapmadı. Biz Ahmed´in yüksek mevkiine olan takdir ve hürmetimizle beraber, onun Kur´an hakkındaki bu hükmüne katılmamakla beraber, onun takıyyeye baş vurmamasını yerinde bulmaktayız. Çünkü bize göre İsİâm diyarında takıyye sahih değildir. Dâr-t İslâmda münker olan şeyler inkâr ve reddolunmalıydı, yoksa onun sıfatı değişir, ismi bile kalmaz, dâr-t İslâm olmaktan çıkar. Yalnız bunu inkârın da dereceleri vardır. Takıyye İslâmın kuvveti ve hâkimiyeti olmtyan yerde olur. İslâmın baskı altında tutulduğu, müslümanın oradan çıkmaya yol bulamadığı yerde olur. Orada gizlice dinini korur. Bu bir ruhsattır ve kolaylık içindir.

Sonra takıyye halka rehber olan, kendilerine uyulan kimseler için caiz olmaz. Çünkü onlar inançlarının aksini söylerlerse, halk onların içindekini bilemeyeceğinden, onu hak sanırlar, ona uyup şaşırırlar. Bu da fesada götürür. Öyleyse böyle bir şeye maruz kalan, imamın uğradığı belâya sabır ve sebatını daha doğru buluyoruz, her ne kadar onun Kur´an mahlûk değildir sözüne katılmıyorsarn da, dâvasında se­batı haklıdır. Onun bu konudaki görüşünü ileride inceleyeceğiz.
 


[5] Kur´an mahlûk mu, değil mi diye ortaya alılan bu fitne tarihte «Mİhnet-i Kur´an diye anılır. Bu konuda daha geniş ve ilginç bilgi isteyenler Osman Keskioğlu´nun (Kur´an Tarihi) adlı eserinin onbeşinci bölümüne (232-244 sahifelere) müracaat etsinler.)