sumeyye
Thu 10 March 2011, 01:46 pm GMT +0200
E- KUMANDANIN HARP SONU GÖREVLERİ
Komutanın beşinci görevi, harp ne kadar uzarsa uzasın, düşmanla harbe sabretmesidir. Harpten kaçmak yasaktır. Allah da âyet-i kerîmesinde:
"Ey îman edenler, sabredin, sabır yarışı edin, onlara galebe çalın. Sınırlarda nöbet bekleyin, yurdunuzu çiğnetmeyin, umulur ki bu sayede felah bulursunuz". (K. K. 3:200) buyurmuştur. Bu âyet-i kerîmede üç türlü mânâ vardır. Hasan'ın dediğine göre: Allah'a itaate sabredin, Allah'ın düşmanlanyla sabır yarışı yapın, Allah yolunda nöbetlesin, kenetlenin. Muham-med b. Ka'b'a göre: Dininizde sabırlı olun, size va'd olunan şeye ulaşmada sabır yarışı yapın. Benim ve sizin düşmanlarınıza karşı nöbetlesin, birleşin. Zeyd b. Esleme göre: Harbe sabredin, düşmanla sabır 3rarışı yapın, nöbet mahallerinde, sınırlarda nöbetlesin. Savaşta sabırlı olma, harp hukukundan olunca komutanın dört güzel sıfattan biriyle zafere ulaşması için sabır lüzumludur.
a) Düşmanın müslüman olması, böylece bizim iyiliğimize olan onların da iyiliğine, bizim aleyhimize olan onların da aleyhinedir. Düşman müslüman olursa mal ve mülkleriyle beraber bırakılırlar. Eesûlullah (s.a.v) da:
"İnsanlarla, lâ ilahe illallah deyinceye kadar harbet-mem emredildi. Eğer bu sözleri söylerlerse bizim tarafımızdan canları, malları emniyettedir. Demezlerse savaşı hak etmişlerdir.”[54] buyurmuşlardır.
Müslüman olunca, ülkeleri Dâr-ı İslâm olur. Ve İslâmî hükümler tatbik edilir. Savaş anında az veya çok karşı tarafta bir grup müslüman olur da İslâm orduları da galebe çalarlarsa, onların Dâr-ı Harpteki mal ve mülklerini müslüman olmaları sebebiyle alırlar. Müslüman olanın malı ganimet olarak alınmaz. Ebû Hanîfe'ye göre: Gayr-ı menkul arazî ve evleri ganimet olarak alınır, menkulleri alınmaz.
Beni Kureyza kuşatmasında Yahudi Şu'be'nin oğulları Salebe ve Esid müslüman oldular. Müslüman olmalarıyla mallan kendilerinde kaldı. Müslüman olanların küçük çocukları ve ana rahminde olanlar da müslüman olmuş kabul edilir. Ebû Hanîfe'ye göre: Kâfir, İslâm ülkesinde müslüman olursa küçük çocukları müslüman olmuş olmaz. Düşman ülkesinde müslüman olmuşsa, küçük çocuklan da müslüman olmuş sayılır. Fakat karısı ve ana rahmindeki çocuk müslüman sayılmaz, ganimet sayılır. Bir müslü-manm düşman ülkesinde (Dâr-ı Harpte) bazı menkul ve gayrı menkulü olsa müslümanlar orayı fethetmeye geldiklerinde satın aldığı mallara tam mâlik de olmamış olsa, fetholunup alındığında o mallan satın alan satın aldığı mallan almaya daha üstün bir hak sahibidir. Ebû Hanîfe'ye göre: Araziden satın aldığı ganimet sayılır, menkuller kendine verilir.
b) Allah, komutanı ve ordusunu zafere ulaştırınca, müşrik olanları, çocuklarını esir alırlar, mallarını ganimet olarak elde ederler. Esir olmayanları da öldürülür. Esirleri de dört durumdan hangisi uygunsa haklarında o şekilde muamele yapılır:
1- Şirklerine devam ederlerse boyunları vurulur.
2- Köle kabul edilir. Köle hükümlerine tâbi olur, satılır veya âzâd edilir.
3- Ya fidye alınır, yahut başka esirlerle mübadele edilir.
4- Can güvenliği içinde, emin olarak bırakılır, afvedilirler. Allah Teâlâ âyet-i kerimesinde:
"Onun için o küfredenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun" (K. K. 47:4) buyurmuştur. Bu âyette iki ihtimal vardır. Birincisi kâfirlere üstün gelindiğinde, esir ettikten sonra boyunlarını uçurmak, ikincisi savaşta hemen boyunlarını uçurmak. Sonra yine âyet-i kerîmede:
"Nihayet onları mecalsiz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun." (K K. 47: 4) buyurulmuştur. Yani boyun eğdirerek, vurarak, esir alarak sıkı tutun demektir.
"Bundan sonra ise ya iyilik yapın, yahut fidye alın."(K K. 47: 4) âyetteki "iyilik edin" emrinde iki söz mevcuttur. Birincisi, afvetmek, bırakmak, salıvermek manasınadır. Peygamberin (s.a.vj Sümâme b. Üsâl'i esir aldıktan sonra affetmesi gibi. İkincisi, kölelikten sonra âzâd etmektir. Mukâtil'in görüşü budur. "Fidye alın" âyeti hükmünde de iki söz vardır. 1- Ya alınabilen bir malla fıdyeleşmek veya esir mübadelesi yapmak. Peygamber (s.a.v), Bedir esirlerinden bazılarını mal karşılığı bırakmış, bazılarını da bir esire karşı iki müslüman esirle mübadele yapmıştır. 2- Yahut Mukâtil'e göre: Esiri satmak demektir. 'Yeter ki harp erbabı ağırlıklarını bıraksın" (K.K. 47:4) âyet hükmünde de iki mânâ vardır. 1- Küfrünü, günâhını müslüman olmak suretiyle bırakmak. 2- Harp ağırlıklarını, silâhlarını bırakmak. Bu bırakılan silâhtan kasıd da. ya müslümanların zaferle silâhı bırakması, yahut yenilmek suretiyle müşriklerin silâhını bırakması. Zikredilen bu dört hükmün geniş açıklaması Ganimet bahsinde yapılacaktır.
c) Sulh, anlaşma, emniyet sağlamadır. Komutanın askerlerle sulh anlaşması yapması iki şekilde caizdir, aa) Vakitlerini komutanın emrine harcamak, bir güçlük çıkarmamak, atları ve binek hayvanlarını ganimet alanlara taksim etmektir. Bu tür hareket askerin komutana karşı güvenini sağlar, ayrıca müteakip harplere teşvik edici olur. bb) Günlerini devamlı komutanın emrine ayırmak güçlük çıkarır. Ama ganimeti taksimle güçlük kaldırılmış olur. Gelecek yılların harp ganimeti de askerlere dağıtılır. Yalnız bir harpte elde edilen malı harcamak, müteakip harplerden vazgeçmek uygun değildir.
Düşmanlar İslâm ülkesine girince, yapılan sulh anlaşması can ve mal için bir emniyettir. Düşmanlar anlaşmada belirtilen malı vermezlerse sulh anlaşması bozulmuştur, yeniden savaşmak gerekir. Ebû Hanîfe'ye göre: Cizye ve sulh anlaşmasındaki malları vermemek anlaşmaya bir noksanlık vermez, bozulmuş olduğu neticesine varılamaz. Çünkü cizye ve anlaşmada belirtilen malların verilmesi müslümanlar için bir haktır. Bunları talep etmek akde muhalif olmaz. Tıpkı borç gibi. Düşmanın hediye vermesi muahede sayılmaz, gerekirse harp yapılır. Çünkü muahede akid ile olur.
d) Dördüncü ve son meziyyet, sabrın ve iyi muamelenin kazandırdığı husus: Düşman emân ve sulh ister zafer ihtimâli yok ve mal alma imkânı da bulunmuj'orsa, belirli bir süre için komutan onlarla bu İstek üzerine anlaşma yapabilir. Peygamber (s.a.v) de Hudeybiye'de Kureyşlilerle 10 yıllığına sulh anlaşması[55] imza etmiştir. Bu tatbikata göre sulh anlaşmasında ancak 10 jallığına bir anlaşma yapılır. 10 yıldan fazla bir süre ile sulh anlaşması yapılmışsa 10 yıldan sonraki müddet bâtıldır. Anlaşmanın 10 yıla kadar olan kısmı muteberdir. Anlaşma süresi içinde düşmanla, her türlü güven kurallarına riâyet edilir, haklan gözetilir. Askerler de onlarla savaşmaz. Düşman, yapılan sulh anlaşmasını süresinden önce bozarsa onlarla harbedilir. Kureyşîiler de Hudeybiye anlaş-
Bu fasılda geçen suliı anlaşması tâbirleri mütâreke manasınadır. masını bozdular. Peygamber (s.a.v) de Mekke'njn fethi günü onların üzerine yürüdü. İmam Şafiî'ye göre, Resûlullah (s.a.v) anlaşma ile, Ebû Hanîfe'ye göre, kuvvet zoru ile Mekke'ye girmiştir.
Düşman sulh anlaşmasını bozarsa elde bulunan rehineleri öldürmek doğru olmaz. Rumlar Hz. Muâviye zamanında anlaşmayı bozdular, fakat müslümanlar Rumlara ait eldeki rehineleri öldürmediler. "Onların sulhu bozmasına rağmen bizler sulha uyuyoruz" dediler. Peygamber (s.a.v) de:
"Sana bir şey emanet edene, bıraktığı emaneti geri ver. Kötülük edene kötülük etme.[56] buyurmuştur. Her ne kadar rehineleri öldürmek doğru değilse de savaşa girilmedikçe serbest bırakılmazlar. Savaşa başlanmışsa rehineler serbest bırakılır. Erkeklere emniyette oldukkları bildirilir. Kadın ve çocuklar ise kendi kabilelerine iletilir. Çünkü onlardan ayrılmaz birer parçadırlar. Sulh anlaşması yapılırken rehine olarak bırakılanlardan müslüman olan erkeklerin geri verilmesi şart olarak ileri sürülebilir. Sulh anlaşması yapılanlardan geri verilen müslümanlara emniyet sağlanması şart koşulur. Ondan sonra iade edilirler. Kadın rehinelerden müslüman olanların geri verilmesi şart koşula-maz. Çünkü onların müşriklerle olan nikâhı veya müşriklerle nikâhlanması haram duruma girmiştir. İade edilmeleri şart ko-şulsa da kocalarına verilemez. Kocaları mehirlerini vermek zorundadırlar. Zarurî durumlar sulh anlaşmasına imkân vermezse anlaşma teklifi kabul edilmez. 4 aylık bir mehil verilir. Bu süreden daha aşağı veya daha yukarı bir süre mehil olarak verilemez. Âyet-i kerîmede de:
"Ey müşrikler, haydi yer yüzünde dört ay daha güvenlikle dolaşın..." (K. K. 9: 2) buyurulmuştur.
Özel anlaşmalara hür ve köle, kadın ve erkek herkesin uyması mecburidir. Hadîs-i şerifte de:
"Müslümanların kanları diğer müslümanlarca korunmuştur. Onların kan ve canları da en azından bir köle gibi korunmak, bu hususa riâyet etmek gerekir.'[57] buyurulmuştur. Ebû Hanîfe'ye göre: Köleye savaş yapmaya izin verilirse Özel anlaşmalarda bu konuya da riâyet edilir, hak tanınır. Yoksa onlar hakkında husûsi bir anlaşma yapılmaz.[58] [59]
[54] Müslim, iman 32, 36. Buharı, İman 17, 28 ve İbn-i Mâce, filen 1-3 vs.
[55] Bu fasılda geçen sulh anlaşması tâbirleri mütâreke mânâsınadır.
[56] Ebû Dâvud, büyü: 79. Tirmizî, büyü: 38. Dârimî, büyü: 57 vs.
[57] Ebû Davud, diyât 11, 31, cihad 147. Neseî, kasâme 10, 14. îbn-i
[58] Özel anlaşma: Bir veya birkaç kişiye verilen Husûsi Emân
[59] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 112-117.