- Kullar Hakkında Hüküm Allah’ındır

Adsense kodları


Kullar Hakkında Hüküm Allah’ındır

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Mon 24 October 2011, 05:48 pm GMT +0200
Hatası Açık da Olsa, Kullar Hakkında Hüküm Allah’ındır

Ekim 2008 37.SAYI

Bir başkasını yargılama, karşısındakinden daha üstün özelliklere sahip bulunulduğu vehmiyle yapılır. Aslında kimse kendini bir yere oturtmadan yargılamaya başlayamaz. Eleştirebilmek, insanın kendini beğenmesini gerektirir. Oysa bize ısrarla mütevazı olmamız ve herkese değer vermemiz tavsiye edilir.

Bir zamanlar dört oğlu olan bir adam varmış. Çocuklarının önyargılı olmamaları için onları bu hususta eğitmek istemiş. Bu sebeple her birini farklı bir mevsimde bir ağacın yanına gönderip, ona bakmalarını istemiş. İlk oğlan kışın, ikincisi ilkbaharda, üçüncüsü yazın, sonuncusu da sonbaharda gitmiş. Geri döndüklerinde adam hepsini çağırıp ne gördüklerini sormuş. İlk oğlan, ağacın çok çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söylemiş. İkincisi, “hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı” diye itiraz etmiş. Üçüncüsü başka fikirdeymiş, “Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki, daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim” demiş. Sonuncu oğlan ise, hepsinin söylediklerinin noksan olduğunu, ağacın meyvelerle yüklü, canlı ve hayat dolu olduğunu belirtmiş. Sıra yaşlı adamın oğullarına vereceği derse gelmiş. Öncelikle hepsinin haklı olduğunu; çünkü farklı mevsimlerde ağacı görmeye gittiklerini hatırlatmış. Sonra da onlara, bir ağacı veya bir insanı kısa bir sürede tanıyıp hemen yargılayamayacaklarını anlatmaya çalışmış. Ve demiş ki: “Gerçekleri ancak sonunda, dört mevsimi gördükten sonra tam olarak anlayıp idrak edebilirsiniz.”

Hikâyeye ibret nazarıyla bakarsak bize çok şey söyler: Hiçbir şey kısa bir sürede tanınamaz. Hiçbir şeyi yargılamayın. İnsanın tamamlanması için şu dünya hayatındaki süresini doldurması gerek. Ömür sonlanmadan kimin ne olduğunu anlamak mümkün değil. O nedenle Allah dostları dahi son nefeslerinden emin olamamışlar. Hal böyleyken insanlar hakkında kolayca hüküm vermek doğru olmasa gerek. Fakat Doç. Dr. Kemal Sayar’a göre uygulama bunun tam tersi yönde maalesef. “İnsanlarla etkileşime girdiğimizde önce yargılarımızın konuştuğu bilinen psikolojik bir gerçektir” diyen Sayar, karşımızdakini tanımadan önce onu yargıladığımıza ve sık sık doğru olmayan ve olumsuz hükümlere vardığımıza dikkat çekiyor. Üstelik bu hatanın cazibesine hemen herkes kolayca yakayı kaptırabiliyor. Sahabeden biri bir müşrikle savaşırken, düşmanı kelime-i şehadet getiriyor. Ancak sahabi yine de öldürüyor o kişiyi. Efendimiz (s.a.v) sebebini sorunca, onun gerçekten inanmadığını, ölümden kurtulabilmek için son anda kelime-i şehadet getirdiğini söylüyor. Efendimiz (s.a.v) ise “Bunu onun kalbini yarıp da mı gördün?” diyerek, ölçümüzü belirleyen son derece manidar bir cavap veriyor.

Bir başkasını yargılama, karşısındakinden daha üstün özelliklere sahip bulunulduğu vehmiyle yapılır. Aslında kimse kendini bir yere oturtmadan yargılamaya başlayamaz. Eleştirebilmek, insanın kendini beğenmesini gerektirir. Oysa bize ısrarla alçak gönüllü olmamız ve herkese değer vermemiz tavsiye edilir. Hatta Sıbgatullah Arvasi Hazretleri (k.s) müridi Abdurrahman-i Tahi Hazretlerine (k.s) kendini herkesten, kafirden dahi daha kötü görmesini tavsiye eder, ruh olgunluğuna tam olarak ulaşabilmesi için.

Başkalarının hatalarına bakıp kendimizi temize çıkarıyoruz

İnsanları yargılamak, bir bakıma kendini psikolojik açıdan rahatlatma yöntemi de olabilir. Başkasında gördüğü kusurlar sayesinde kendindekini daha hafif bularak rahatlar kişi. “Onlar benden daha kötü” psikolojik rahatlamasını yaşar. Fakat bize tavsiye edilen tersten başlamak; yani önce kendi kusurlarını görmek. Böylece başkalarını yaftalamadan önce, kendini düzeltmek mümkün olabilir. Bu durumda, mükemmele ulaşmaya ömür yetmeyeceğinden, başkalarını yargılamaya da fırsat bulunamadan geçip gidilir bu dünyadan. Bu başkalarının da kurtuluşu olacaktır. Çünkü insanlara önyargılarla yaklaşmayı, onları itmeyi bırakarak varsa hatalarını düzeltmelerine imkan sağlanmış olunur. Başkalarının hatalarını görmek, onların eksiklerinden medet uman insanların işidir. Oysa bilmelidir ki, etraftaki kötüler ya da hatalar yargılayana hiçbir değer katamaz.

Fakat kimileri içinde binbir problem hallolunmuş namazları, kârı açlığı olmuş oruçları, gafletle çektikleri tespihleri, şuuruna ulaşılamamış hizmetleri gözlerinde büyütüp, o büyümeyle çıktıkları kerevetlerden hükümlerini “insancıklara” yöneltirler. Sanki bu şekilde kendi eksiklerini kapatırlar. Daha kendileri hamlıktan yemyeşil dururken, olduğunu varsayıp çevresindekileri şöyle bir göz ucuyla süzüp, evliya makamında bulunduğu sanrılarıyla ahkam savururlar. Lakin başkalarıyla uğraşırken kendi hatalarını bilmezler.

Kullar hakkında hüküm vermek kimsenin haddi değil!

Bazen iyice ileri giderek kuların hükmünü verip bol keseden ceza keserler: “Yakında tokatı yer, ayağı kayar, cezalandırılır, mahvolur, kaybeder, iflas eder” vs. özenle belirlenmiş en kötü sonlar arasından seç beğen!Ruz-i mahşere, mizana ne hacet; nasılsa ahkam kesmeyi kendi yetkilerine almış kulları, diğerleri hakkında, hesap-kitap, iyi-kötü, veli-zındık, cennetlik-cehennemlik, cennet-cehennem derecelendirmelerini O’nun yerine yapmışlardır halihazırda yaşanılan dünyada. Aslında bir nevi yaptıklarına karşılık olmasını istedikleri temennilerdir kafalarında kurup dillendirdikleri. “Rahmetim gazabımı geçmiştir”, diyen sanki onların inandığı Allah değildir. Başlarında kılıç sallayan, habire kafa koparan bir ilah vardır zihinlerinde.

Son olarak; yargılama işi ne bu dünyaya ait, ne de bize ait bir şey! Yüce Rabbimiz bile dünyada kullarına süre vererek, yargılama işini ahrete bırakmışken, insanlara ne oluyor ki böylesine acele ediyor; gördükleri birkaç hareket, duydukları birkaç dedikoduyla o kişinin hakkında nihai hükmü verip, kalemleri kırıyorlar!..

Rabia SULUK