sumeyye
Tue 1 March 2011, 07:29 pm GMT +0200
F- KÖTÜLÜKLERDEN UZAKLAŞTIRMAK
Üç kısma ayrılır:
a) ALLAH'ın haklarından (kamu haklarından) olanlar.
b) İnsanların haklarından olanlar.
c) İki hak arasında müşterek olanlar.
a) ALLAH'ın haklarından olan yasaklar da üç kısımdır:
aa) İbadetlere âit olan yasaklar,
bb) Haramlara, mahzurlara âit olan yasaklar,
cc) Muâmemelere âit olan yasaklar,
aa) İbâdetlere âit yasaklar: İbâdetin belirtilen şeklini değiştirmeyi, gizli okunan namazlarda açık, açık okunan namazlarda gizli okumayı istemek, namaz ve ezanda sünnet dışı bazı şeyler yapmak...
Muhtesib bu gizli işleri yapmak isteyenleri önler. Yeter ki, bunları tâyin olunan imam yapmasın. Şayet imam bu gibi işleri yaparsa o zaman imamı bu işlerden men eder, durumunu üst mercilere bildirir. Temizlikte, namaz yerinde kötü davrananların da bu durumu anlaşılınca onların hareketlerini yasaklar. Muhtesib zanla, ithamla hareket edemez. Bazı ihtisap memurlarından bu hususlarda hikâyeler anlatılır.
Bir muhtesib, nalınlarıyla mescide giren şahsa,
- Temizlik hanene (abdesthâne) bunlarla girer misin, der. Adam da inkâr edince, muhtesib bu hususta yemin ettirmek ister. Böyle hareket muhtesibin görevini bilmediğini gösterir. Hakkında kötü düşünceye yol açar. Bunun gibi, bir şahsı cünüb iken gus-letmiyen, namazı terk eden, oruç tutmayan biri zannederse onu töhmet altında tutamaz, inkâr ettiğinde fena muamele edemez. Ama zan taşıyan bu tip kimselere nasihat edebilir. ALLAH'ın azabından kaçınmasını telkinde bulunur. ALLAH'ın haklarını yerine getirmesini tavsiye eder.
Meselâ Ramazanda bir şahsı yemek yerken görürse, yemek yemesinin sebeblerini araştırır, yolcu, hasta vesaire olup olmadığını sorar, şüphesini giderir. Ondan sonra cezalandırılması gerekiyorsa cezalandırır. Özür sahibi ise gizli yemesini emreder. Şahsın cevâbından şüpheleniyorsa yemin veremez. Çünkü herkes kendi şahsının bir eminidir. Belirttiği sebepler doğru değilse, cezalandırılır, oruç yemeden men edilir. Nefsini ithamdan kurtarması, câhil insanların rastgele sebepleri oruç yeme sebebi saymaması için oruç yiyenlerin gizli yemesi genel menfaat icâbıdır.
Zekâtı vermekten kaçınanlar ise: Açık, bilinen maldan zekât vermiyorsa, zekât memuru zorla zekâtı alma konusunda özel yetkiyi hâizdir. Haklı bir sebeb yoksa zekâtından kaçınanı ta'zir cezasına çarptırır. Gizli mallarının zekâtını vermiyorsa, muhte-sib bu hususta zekât memurundan daha yetkilidir. Çünkü zekât memurunun gizli malların zekâtı konusunda bir itiraz hakkı yoktur. Gizli malların zekâtını inkâr edeni, durumundan vermediği anlaşılanı cezalandırma yetkisi yine zekât memurunundur. Ama zekâtını vermişse zekât memurunun yapacağı bir şey yoktur. Gizli olarak zekâtı verdiğini söylerse kendi vicdanına havale edilir.
Bir şahıs insanlardan zekât, sadaka istiyor; fakat durumunun iyi olduğu biliniyorsa, bu hareketi kötü kabul edilir ve cezalandırılır. Muhtesib, bu tip şahısları men etmede zekât memurundan daha Özel bir yetkisi vardır. Hz. Ömer buna benzer zekât alacak bir topluluğu insanlardan zekât istemekten men etmiştir. Muhtesib, dilenen şahsın dış görünüşünde zenginlik belirtileri görürse, müsait iken dilenmenin haram olduğunu bildirir, fakat men edemez. Çünkü bilinmiyen yönüyle belki fakirdir. Güç, kuvvet sahibi biri dilenirse, dilenmeden men edilir. Bir sanatla, bir işle meşgul olması emredilir. Hâlâ dilenmeye devam ederse, huyunu terk edene kadar cezalandırılır. Dilenmesi yasak edilen birine mal ve iş bakımından yardım etmek gerektiğinde, mal sahiplerinin dilenir durumda olanlara zorla infak etmeleri, çalıştırıldığında ücretim vermeleri emredilir. Bu işi, muhtesibin bizzat kendisi yapamaz. Çünkü böyle bir yardım mecburiyeti karara bağlıdır. Hâkimler ise karara yetkili makamdır. Durumu hâkimlere anlatır, işi halletmesini veya bu hususta kendisine izin verilmesini ister.
Dînî ilimlerde fakih olmayan biri haddini bilmezlik eder, yanlış fikirler söyler ve insanların da bu şahısların yanlış fikirlerine kapılmaları, aldanmaları sözkonusu ise onların din ilimleri alanındaki bu hareketleri önlenir. Halkın aldanmaması için sapıklıkları açıklanır. Durumu şüpheli olanlar varsa hemen önlenmezler, araştırılır. Hz. Ali, Hasan-ı Basrî'ye halk ile konuşurken varır. Konuştuğu hususta Hz. Ali, Hasan'a:
- Dinin esası nedir, der. Buna cevaben Hasan.
- ALLAH'tan korkmadır. Hz. Ali,
- Dinin âfeti nedir?
- Tamahkârlık, hırstır.
- Şimdi artık insanlarla istediğin hususu konuş, der.
Bazı ilim adamları; icmâı zedeleyici, naslara muhalif düşen bir bid'at ortaya atar, bu da zamanın âlimlerine ulaşırsa o şahsı bu işten men ederler. Âlim tevbe ederse ne âlâ, yoksa durum halîfeye bildirilir. Çünkü dîni, bid'atlardan korumaya en büyük yetkili odur.
Bazı müfessirler, ALLAH'ın kitabını tefsirde zahirini bırakır, bâtına saparsa bu bid'attır. Mânâların zor olamna kendini zorlar, kendisince bir takım anlamlar verir, bâzı râvilerin münker hadîslerini alır, tefsirde kullanır ve bu hareketleriyle insanları tefsirlerden soğutur, Kuranın tevillerini bozarsa, muhtesib böy-lelerini tefsirden men eder. Bu men işlemine karar verilirken muhtesib açıkça sahîh olanı bozuk olandan doğruyu yanlıştan ayırt edebiliyorsa ve neticede tefsirin hatalı oluşuna ulaşmışsa o şahsı kötü hareketten men eder. Muhtesib hatalı olan bu neticeye; ya bizzat kendi ilmiyle varır, ona göre men eder, ya da; zamanın âlimleri o nevi hareketin kötülüğünde birleşirler, bid'at olduğunu söylerler, faaliyetin yasaklanmasını isterler. Muhtesib de âlimlerin ittifak hâlindeki bu fikirlerine karşılık o bid'atçı tefsirci-yı tefsirden men eder.[217]
[217] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 461-464.