- Köle Azadı

Adsense kodları


Köle Azadı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
neslinur
Wed 3 March 2010, 05:28 pm GMT +0200
Reddü´l Muhtar / Köle Azadı


KÖLE ÂZÂDI BAHSİ

KÖLENİN BİR KISMININ ÂZÂDI BEYANINDA.

ÂZÂDA YEMİN BAHSİ

CUUL: MAL KARŞILIĞINDA YAPILAN ÂZÂD BEYANINDA (BÂB)

TEDBÎR BÂBI









KÖLE ÂZÂDI BAHSİ



METİN


İhtisar için bazı isimlerle ıskâtat ayrılmıştır. Öldürülenin velisinin kâtilde olan kısâs hakkını düşürmesi afdır.

Alacaklının borçlusunun zimmetindeki alacak hakkını düşürmesi ibrâ (borçtan beri kılmak) dır.

Zevcin zevcesine cinsi yakınlıkta bulunma hakkını düşürmesi talâkdır.

Efendinin kölesinden hizmet hakkını düşürmesi ıtk (âzâd etmek) dır. Musannıf, ümm-i velede ve hür olan bir kimse kendisinin köle bulunan bir zirahm-i mahrem (usûl ve furû´) i akrabasına mâlik olmaya şamil olsun diye bahse i´tâk demeyip ıtk adını vermiştir. (Çünkü bu suretlerde ıtk vardır, i´tâk yoktur.)

Itk lügatta, kölenin mülk olmaktan çıkmasıdır. «Ataka» kelimesi «darabe» bâbından olup masdarı: ıtk, atâk ve atâka gelir.

Şer´i ıstılâhda ıtk: «Efendisinin kölesi üzerinde olan malik olma hakkını hususi bir şekil ile düşürmesinden ibarettir ki, köle bu sayede âzâd olarak hürriyete kavuşur.»

Itkın rüknü yani, âzâd etmenin rüknü âzâd etmeye delâlet eden lâfızlar yahut onun yerini tutan hür bir kimsenin, kendisinin köle bulunan bir akrabasını satın alması veya harbî (pasaportlu) olan bir kimsenin satın aldığı Müslüman bir köleyi dar-ı harbe götürmesi gibi bazı fillerdir.

İZAH

Iskâtât, ıskâtın cemi´dir, bundan murad şâri´ (Allah Teâtâ yahut Resulullah) in bir kimsenin diğer bir şahısda olan hakkını düşürmesi için koymuş olduğu bazı isimlerdir.

Musannıfın talâktan sonra ıtkı getirmesinin sebebi bunlardan her birinin hakkı düşürmekte ortak olduklarına işaret etmek içindir. Nikâhla ilgisi olduğu için önce talâk zikredilmiştir.

Şârihin «ihtisâr için» demesi "i´tâk kelimesi efendinin kölesi üzerindeki hakkını düşürdü" demekden daha kısa olduğu içindir. Geri kalan kısaltmalar da böyledir.

«Itk lügatta kölenin mülk olmaktan çıkmasıdır.» Bahır sahibi bu sözü Ziyaü´l-Hulûm adlı kitaba nisbet etmişdir. Musannıf bu sözle bazı fukâhanın: «Itk lügatta, kuvvettir, şer´iatta ise, kölede şer´i bir kuvvetin subûtudur» sözünü reddetmiştir, çünkü lügat ehli bunu dememişdir. «Nehir» sahibi «musannıfın reddettiği söz «Mebsût» da nakledilmiştir» diye itiraz etmiştir. Birçok âlimler bazı fukâhanın sözünü kabul etmişlerdir. Nakleden itimadlı bir kimse olduktan sonra reddedenin sözüne bakılmaz.

«Fethü´l-Kadir» de bu mevzu tam olarak incelenmiştir. Kenz ve diğer kitablarda âzâd şöyle tarif edilmiştir: «Köle için şer´i tasarruflara gücünün yetmesi, velâyet ve şahadete ehil olması ve başkasının kendi üzerinde olan tasarrufunun kaldırılmasıdır.» Sonra bilmiş ol ki; ileridegörüleceği vecihle, İmam-ı Âzam´a göre âzâd etme bölünmeyi kabul eder (yani bir kimse kölesinin yarısını âzâd etse yarısı derhal âzâd olur, diğer yarısı muvakkaten köle olarak kalır).

İmameyn´e göre âzâd etme bölünmeyi kabul etmez. (Bir kimse kölesinin yarısını azâd etse, kölenin tamamı âzâd olmuş olur.)

«Harbi olan bir kimsenin ilh...» Meselesinin sureti şudur: Bir harbî İslâm memleketinden satın aldığı Müslüman bir köleyi dâr-ı harbe (Müslümanlar ile aralarında anlaşma bulunmayan gayr-ı Müslimlerin memleketidir) götürse İmam-ı Âzam´a göre, iki memleketin birbirine zıd olması azad etme yerine geçtiği için o köle âzâd olur. İmameyn´e göre âzâd olmaz. Âzâd edilmeksizin kölenin âzâd olduğu dokuz mesele vardır ki birisi budur, çünkü bu hükmen âzâddır. İnşaallâh müste´men bâbından önce Cihad bahsinde gelecekdir.

METİN

Köle âzâd etmenin sıfatı (yani nevileri) beştir:

1 - Vacibdir. Bu. keffaretler için yapılan âzâddır.

2 -
Mübahdır. Hiç bir şeye niyet edilmeksizin yapılan âzaddır. Çünkü köle âzâd etme ibadet değildir. İbadet olmadığı için kâfir tarafından yapılan âzâd da sahihtir.

3 - Menduptur. Bu, Allah rızası için yapılan âzâddır. Çünkü bu hususta köle âzâd eden kimsenin uzuvlarının ateşten âzâd edileceğini bildiren hadis-i şerîf vardır. Bir kimse kölesini müdebber kılsa veya zirahm-i mahrem olan akrabasını satın alsa hadis-i şerifte bildirilen sevaba nail olur mu? Zahire göre nail olur.

4 -Mekruhdur. Bu, başkası namına yapılan âzâddır.

5 - Hadamdır. Hatta küfürdür. Bu, şeytan namına yapılan âzâddır.

(Âzâdın sahih olmasının şartı) Âzâd eden kimsenin hür ve mükellef olması lâzımdır. Bu bakımdan sarhoşun, mükreh (zorla kölesi âzâd ettirilen) in, hataen azâd edenin, hastanın âzâd etmesi sahih olduğu gibi kendi mülkü olduğunu bilmeyen kimsenin de âzâdı sahihdir. Meselâ; Gasbeden kimse gasbetmiş olduğu köleyi sahibine yahut satan kimse satmış olduğu köleyi satın alan şahsa göstererek «benim şu kölemi âzâd et» deyip köle sahibi veya satın alan şahıs o kölenin kendi mülkü olduğunu bilmiyerek «âzâd ettim» dese o köle âzâd olur. Bu suretlerde köle sahibi kölesini almış sayılacağı için gasbedene bir şey lâzım gelmez, satın alan şahıs da köleyi teslim almış sayılacağı için kölenin parasını vermesi lâzım gelir.

İZAH

«Keffaretler için yapılan âzâd» Yani katilden, zıhardan, niyet edilmiş ramazan orucunu kasden bozmaktan ve yeminden dolayı keffâret olarak köle âzâd etmek vâcibdir. Buradaki vacib ile murad, ıstılâhı vacip midir? yoksa farz mıdır? İki kavil vardır. T.

Allah´a yaklaşmaya yahut günaha niyet edilmeksizin yapılan âzâd mübahdır. «Çünkü köle âzâd etmek asıl itibariye ibadet değildir.» Diğer ibadetler gibi âzâd da niyet ile ibadet veya günah olur. Rahmetî.

«Köle âzâd edenin uzuvlarının ateşten âzâd edileceğini bildiren hadis-i şerif vardır.» Ebû Hüreyre (R.A.) den, Rasûlullah (S.A.V.):

«Herhangi Müslüman bir kimse, bir Müslüman´ı âzâd ederse, Allahü Teâlâ onun her uzvu mukabilinde âzâd eden zâtın bir uzvunu ateşten kur-tarır.» Bir lâfızda da «Bir kimse, mü´min bir rakabe (köle) âzâd ederse Allah o rakabenin her uzvu karşılığında o kimsenin âzâsından bir uzvu hatta tenasül uzvuna mukabil tenasül uzvunu cehennemden âzâd eder.» buyurdu, dediği rivayet edilmiştir. Bu hadis-i şerifi Kütüb-i sitte Ebû Hüreyre´den rivayet etmişlerdir.Peygamberimiz (S.A.V.) :

«Herhangi Müslüman bir kimse, Müslüman bir şahsı âzâd ederse, âzâd edilen şahıs, o zatın cehennemden kurtuluşu (na sebep) olur. Herhangi Müslüman bir kadında, Müslüman bir kadını âzâd ederse, âzâd edilen kadın da onun cehennemden kurtuluşu (na sebep) olur.» buyurmuşlardır.

Bu hadis-i şerifi Ebû Davûd ile İbn-i Mâce tahric etmişlerdir. Peygamberimiz (S.A.V.):

«Herhangi bir kimse Müslüman iki kadını âzâd ederse, bu kadınlar o kimsenin cehennemden kurtuluşu (na sebep) olurlar, o kadınların iki kemiği yerine âzâd eden zatın bir kemiği mükâfatlandırılır.» buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerifi Ebû Davûd tahric etmiştir. Bu hadis-i şerif «Hidaye» de «erkeğin erkeği, âzâd etmesi; kadının da kadını âzâd etmesi müstehabdır» dediğine delildir. Çünkü bu hadis-i şerifden anlaşıldı ki erkeğin cehennemden âzâd edilmesi iki kadını âzâd etmekle olur. Fakat bir erkek, bir erkeği âzâd ederse cehennemden âzâd olur. Fethü´l-Kadir´de de böyle zikredilmiştir.

«Müdebber kılsa ilh...» Yani ileride âzâd olduğu için geçen hadis-i şerifteki sevab kazanılır.

«Zahire göre nail olur.» Yani zirahm-i mahrem olan akraba satın alınmakla hem âzâd olma hem de sıla bulunduğu için gecen hadis-i şeriflerdeki sevab elde edilir. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.):

«Çocuk babasının hakkını ödeyemez. ancak onu köle bularak satın alır da âzâd ederse o başka.» buyurmuşlardır.

Çocuğun babasını satın alması, babasının âzâd olmasına sebep olur, çünkü çocuğun babasını satın aldığı andan itibaren babası âzâd olmuş olur. Rahmetî.

Musannıf «başkası namına yapılan âzâd mekruhdur» demiş, fakat Fethü´l-Kadir´de bunun mubah olduğu açıklanmıştır. Muhît´den naklen Bahır sahibi de böyle zikretmişdir. Bundan sonra Bahır sahibi «insan namına yapılan âzâdla şeytan namına yapılan âzâd arasında farkvardır» demiş. Şeytan namına yapılan âzâdın haram olmasını «çünkü şeytana tâzim kasdetmiştir» diyerek ta´lilde bulunmuştur. Yani insan namına yapılan âzâdda insana tâzim kasdı bulunmadığı için o yasaklanmamıştır, demek istemiştir. Teemmül et!

«Şeytan namına yapılan âzâd haramdır.» Kezâ put namına yapılan âzâd da haramdır. Nitekim ileride gelecektir. Şeytan ve put namına yapılan âzâdın küfür olmasının sebebi bunlara tâzim etmek kalbde gizli olan küfrün delili olduğu içindir. Nitekim bir kimse şakadan olsa bile puta secde etse o kimsenin küfrüne hükmolunur. İnsan, put veya şeytan namına yapılan âzâd ile bunlara yaklaşmak ve ibadet etmek kastedilmediğinde mekruh veya haram olur, eğer âzâd ile bunlara yaklaşmak ve ibadet etmek kasdedilirse küfür olmasında hiç şüphe yoktur.

Fethü´l-Kadir´de «bir kimse kölesini âzâd ettiğinde kölesinin dar-ı harbe gideceğinden yahut mürted olacağından yahut hırsızlık yapacağından veya yol keseceğinden korkarsa onu âzâd etmesi haramdır. Ama haram olmakla beraber âzâd ederse, âzâdı geçerlidir. Zahirilere göre; böyle kölenin âzâd edilmesi sahih değildir.

Efendi, kölesinin bu zikredilenleri yapacağından korkmazsa müslümanlara cizye temin etmek maksadı ile zimmî olan kölesini âzâd etmesinde sevap vardır» diye zikredilmiştir.

FER´İ MESELE : Muhît´den naklen Bahır sahibi «köle kitabete kesildiğinde borç alıp vermede olduğu gibi inkârdan ve mücadeleden sakınmak için kuvvetli şahitlerle senet tanzim edilmesi müstehabdır, diğer ticaretler bunlar gibi değildir. Çünkü diğer ticaretler çok vaki olduğu için bunlarda senet zorluğa vardırır. Fakat kitabet (bedel karşılığında köle âzâd etmek) böyle değildir» diye zikretmiştir.

Musannıf; «âzâd eden kimsenin hür ve mükellef olması lâzımdır» dedi. Çünkü bağışlardan men edildiği için mükateb olsa bile kölelerin ve çocukların âzâdı sahih değildir.

Âzâd eden kimsenin Müslüman olması şart değildir. Mürted olsa bile kâfir tarafından yapılan âzâd sahihdir. Yalnız mürted olan kimsenin yaptığı âzâd İmam-ı Âzam´a göre; muvakkatten durdurulur, imameyn´e göre; geçerlidir. Âzâdın yapılması için lisan ile söylemek şart değildir, maksadı ifade eden yazı ile ve dilsizin anlaşılan işareti ile de âzâdın yapılması sahih olur.

Musannıf «âzâd eden kimse hür ve mükellef olduktan sonra sarhoş veya mükreh olsa bile yaptığı âzâd sahihdir» ifadesi ile şuna işaret etmiştir: Azâd eden kimsenin ayık olması, kendi isteğiyle olması, âzâd etmeyi kasdetmesi, hasta olması âzâd ettiği kölenin kendi kölesi olduğunu bilmesi şart değildir. Çünkü haram olan bir şeyle sarhoş olan kimse mazûr sayılmayıp bütün hükümlerde ayık gibidir. Mükreh iki işden kolayını seçerek rızası olmasa bile seçtiği işi kasden yapmıştır. Şaka ile yapılması sahih olan bir iş razı olmaya bağlı olmadığı için o işin zorla yaptırılmasıda sahihdir. Bundan dolayı hata ile yapılan âzâddasahihdir.

METİN

Çocuğun, bunamışın, çıldırmışın, saralının, baygının, mecnunun, uyuyanın âzâdı sahih değildir. Nitekim bunların talâklarıda sahih değildir.

Bir köle, kendisini efendisinin âzâd ettiğini dava edip efendiselde âzadın zikredilen hallerden birinde vaki olduğunu iddia etse, bu hallerden biri efendide mevcut olduğu bilinirse, efendinin sözü kabul edilir.

Bir köle kendisinin dâr-ı harbde harbî olduğunu iddia edip kendisininde harbî olduğu bilinse sözü kabul edilir. Âzâd edilenin, âzâd edenin mülkünde bulunması şarttır. Velev ki mükâtebte olduğu gibi yalnız şahsı itibarıyla mülkü olsun, ama cariyenin karnındakini âzâd meselesi bundan hariçtir. Bir kimse şu cariyenin karnındaki çocuk hürdür» dese, eğer çocuk bu sözden itibaren altı ayda veya daha sonra doğarsa hür olmaz, altı aydan az bir müddet içinde doğarsa hür olur.

Âzâd edilenin mülke veya mülkün sebebine izâfe edilmesi şarttır. Meselâ; bir kimse başkasının kölesine hitaben «ben sana mâlik olursam sen hürsün» yahut «ben seni satın alırsam sen hürsün» dese bu ta´lik sahih olur. Bundan sonra o köleye mâlik olsa veya onu satın alsa o köle âzâd olur. Fakat bir kimse kendisine miras bırakacak zâtın kölesine «bana miras bırakacak zât ölürse sen hürsün» deyip o zât da ölse, o köle âzâd olmaz. Çünkü ölmek köleye mâlik olmak için sebep değildir.

Âzâdın şarta ta´lik edilmesinin nüktelerindendir ki: Bir kimse kendi cariyesine «babam ölürse sen hürsün» dese sonra bu cariyeyi babasına satsa, daha sonra bu cariyeyi kendisine nikâhlayıp cariyeye «babam ölürse iki talâk boş ol» dese babası öldüğünde bu cariye boş da olmaz, âzâdda olmaz. Bunun sebebi şu olsa gerektir: Bu kimsenin cariyeye mâlik olması âzâd ve talâkla beraber olarak ölümle sabit olmuştur. Meselenin inceliğini düşün. Zahiriyye.

İZAH

Delinin deliliği halindeki âzâdı ve talâkı sahih olmaz, fakat bazan iyi olup bazan deliren cinsden olursa iyi olduğu zaman yapmış olduğu âzâdı sahihdir,

«Âzâd edilenin âzâd edenin mülkünde olması şarttır.» Çünkü bir kimse, mâlik olmadığı bir köleyi âzâd etse sahih olmaz. Şu kadar var ki, böyle fuzulî bir surette yapılan âzâd, kölenin sahibinin iznine bağlıdır. İzin verirse âzâd olur, izin vermezse âzâd olmaz.

«Âzâd edilenin izâfe mülke veya mülkün sebebine izâfe edilmesi şarttır.» Çünkü âzâd bir şarta ta´lik edilmeden derhal yapılırsa, âzâd zamanında kölenin âzâd edenin mülkünde bulunması şarttır. Hasılı mülke veya sebebi mülke ta´lik suretiyle yapılan âzâdda, kölenin ta´lik zamanında âzâd edenin mülkünde bulunması şart değildir. Âzâd mülke veya mülkünsebebinden başkasına ta´lik edilirse, meselâ: Bir kimse kölesine «sen eve girersen âzâd ol» dese bu surette kölenin ta´lik vaktinde ve cezanın vakî olduğu yani eve girdiği zamanda bu kimsenin mülkünde bulunması şarttır.

Efendi kölesine Arapça olan «Hür» adını koyduktan sonra Arapça´nın Farsça mürâdifi (eşanlamlısı) olan «Ey âzâd» yahut Farsça olan «Âzâd» adını koyduktan sonra Farsça´nın Arapça mürâdifi olan «Ey hür» diye kölesini çağırsa, gerek Arapça «Hür» kelimesi, gerek Farsça olan «Âzâd» kelimesi alem (özel isim) olmadıkları için köle âzâd olur.

İZAH

Sarih lâfızlar ile murad âzâd için vaz´ edilmiş lâfızlar olup bu lâfızları şeriat, örf ve lügat âzâdda kullanmıştır. Binaenaleyh bu lâfızlar lügata uygun olarak şer´iatta hakikattirler. Tamamı Fethü´l-Kadir´dedir.

«Bu sarih lâfızlar ile niyetsiz âzâd vaki olur.» Yani niyete bağlı değildir. Binaenaleyh niyet etse de, etmesede azâd vaki olur. Başkasını niyet etsede kazaen hüküm yine budur. Meselâ; efendi kölesine «sen benim mevlâmsın» deyip sonra «mevlâ» ile yardımcı mânâsını niyet ettim» dese, kazaen köle âzâd olur. Fakat kendisi ile Allah arasında âzâd vaki olmaz. Eğer bu cümle ile şakaya niyet etse hem kazaen, hem diyaneten kölesi âzâd olur. Nitekim İmamı Muhammed´in sözü de bunu gerektirir. Tamamı Fethü´l-Kadir´dedir. Hâniyye´den naklen Bahır sahibi de «bu cümle ile eğlenmek murad ettim dese, yine hem kazaen, hem diyaneten kölesi âzâd olur» demiştir.

Efendi «Âzâddır» dese efendiye «kimi kasdettin» denildiğinde «kölemi» dese, kölesi âzâd olur. Efendi, kölesine «Allah seni âzâd etti» dese, esah olan kavle göre, köle âzâd olur. Zira "Allah seni âzâd etti" sözünün mânâsı «çünkü ben seni âzâd ettim» demektir. Efendi kölesine «Bu benim mevlâmdır» dese, bu tâbir sarih olan lâfızlara katılan lâfızlardandır. Mevlâ kelimesinin yirmiden fazla mânâsı olduğunu İbn-i Esir beyan etmiştir. Mevlâ kelimesinin mânâlarından bazıları: Yardımcı, amca çocuğu, köle âzâd eden kimse, âzâd edilen köledir. Ancak mevlâ kelimesi köleye izâfe edildiğinde «âzâd edilmiş» mânâsı taayyün eder. Esah olan da budur. Efendi kölesine «ey mevlam» dese, köle âzâd olur. Fakat «ey efendim» yahut «ey efendi» yahut «ey mâlikim» dese ancak âzâda niyet ederse, kölesi âzâd olur. Zira bu tâbirler bazan tazîm ve ikrâm kasdedilerek zikredilir. Bahır.

Bir kimse kölesine «Ben senin kölenim» dese esah olan kavle göre köle âzâd olmaz.

Kasım-ı Saffar´dan nakledildiğine göre; kendisine sorulmuş: «Bir kimseye cariyesi kandil getirip huzurunda dursa, bunun üzerine efendisi ona «kandili ne yapayım, senin yüzün kandilden daha parlakdır, ey kişi, ben senin kölenîm» dese böyle diyen kimsenin cariyesi âzâd olur mu? denilmiş.» «Âzâda niyet etmedikçe âzâd olmaz, çünkü bu bir nezaketcümlesidir» diye cevap vermiştir. Bu cümle ile âzâda niyet ederse imam-ı Muhammed´den iki rivayet vardır. Bir rivayette âzâd olur, diğer rivayette âzâd olmaz. Hâniyye.

Bir kimse, kısâs ile kanı helâl olan kölesine «ben seni âzâd ettim» dese sonra ben bu tâbir ile «kandan azâd etmeyi niyet ettim» dese köle kazaen âzâd olup, ikrarından dolayı onu affetmesi de lâzım gelir. Kandan âzâd etmeye niyet etmese onu kandan affetmesi lazım gelmez. Allah rızası için köleyi kısâsdan dolayı azâd etse, kısâsdan âzâdı sahih olur.

Bir kimsenin bir şahıs üzerinde kısâs hakkı olup da o şahsa «ben seni azâd ettim» dese, hem kıyasen hem istihsanen onu affetmiş olur.

METİN

Keza kendisi ile bütün vücut ifade edilen lâfızla da âzâd vaki olur. Nitekim talâkta geçmişti. Meselâ; bir kimse kölesine «senin başın hürdür» yahut «senin yüzün hürdür» yahut bunlara benzer bütün bedenden tâbir edilen cümleler söylese kölesi âzâd olur. Efendi âzâdı kölesinin üçde biri gibi. cüz´i şayiine izâfe etse İmam-ı Âzam´a göre âzad bölünmeyi kabul ettiği için o kadar miktar âzâd olur. Nitekim yakında gelecektir.

Efendinin kölesine «sen hürresin» cariyesine «sen hürsün» demesi sarih lâfızlardandır. Hâniyye.

Efendinin kölesine «nefsini sana bağışladım». «nefsini sana sattım» demesi de sarih lâfızlardan olup niyete ve kölenin kabulüne muhtaç olmaksızın âzâd olur. Efendi kölesine «nefsini sana şu kadar meblağa sattım» dese, bu takdirde kölenin meclisde kabul etmesine bağlıdır. Çünkü bu, kitabete kesmedir. Fetih.

Masdar kelimeside sarih lâfızlardandır. Meselâ: Efendi kölesine «Azâdlık sanadır», «ıtkın benim üzerime vacibdir» dese âzâd olmaz. Çünkü keffaretten dolayı âzâdın vacib olması caizdir. Zahiriyye.

Bir kimseye «köleni âzâd ettin mi?» diye sorulduğunda başı ile «evet» diye işaret etse, âzâd olmaz, eğer «şu işten âzâd ettim» cümlesini ziyade ederse kazaen âzâd olur. Efendi «Ey sâlim» diye çağırdığında, Gânim adındaki kölesi cevap verse, efendide niyetlenmeksizin «sen hürsün» dese, cevap veren âzâd olur, efendi «sâlimin âzâdını kasdettim» dese, kazaen ikisi de âzâd olurlar. Bedayı´.

Bir kimse arapça bilmeyen bir şahsa «ente hürrün: sen hürsün» dese, kazaen kölesi âzâd olur. Bir kimse kölesine «re´süke re´s-ü hürrin: Senin başın hür başıdır» dese yani «re´s» kelimesini «hürrin» kelimesine izâfetle söylese köle âzâd olmaz. Çünkü burada teşbih mânâsı vardır, fakat «re´süke re´sün hürrün: Senin başın hür bir baştır» dese yani «re´sün» kelimesini «hürrün» kelimesine izâfe etmeyip tenvinle söylese köle âzâd olur. Çünkü bu takdirde sıfat tamlaması olup teşbih olmaz. «Sen hürsün» demiş gibi olur.

İZAH

Kendisi ile bütün vücut ifade edilen lâfızlarla ki; bir kimse kölesine veya cariyesine «senin fercin âzâddır» dese köle veya cariye âzâd olur, fakat kölesine «senin zekerin âzâd olsun» dese zâhir rivayette âzâd olmaz. Hâniyye.

«Rakaben hürdür» yahut «bedenin hürdür» yahut «bedenin hürrün bedeni gibidir» dese âzâd olur. «Üçte biri gibi» bir kimse kölesine «senden bir sehim hürdür» dese altıda biri âzâd olur. «Senden bir cüz´ hürdür» yahut «senden bir şey âzâddır» dese efendinin dilediği miktar âzâd olur. Bunu Hâniyye´den naklen Bahır sahibi zikretmiştir.

Musannıfın «İmam-ı Azam´a göre; âzâd bölünmeyi kabul eder» demesi, âzâd ile talâk arasında fark bulunduğuna işaret içindir. Çünkü talâk ittifakla bölünmeyi kabul etmez, talâkın bir cüz´ünü zikretmek hepsini zikretmek gibidir.

Gâyetü´l-Beyan´da «Âzâd da talâk gibi bölünmeyi kabul etmez» diye zikredilmesi hatadır. İhtimal ki Gâyetü´l-Beyan´ın bu sözü İmameyn´in kavline göredir. Bahır. «Nefsini sana bağışladım» dese Hâniyye´de burada «bir kimse kölesine nefsini sana tasadduk ettim» dese cümlesi ziyade edilmiştir. Metindeki iki cümle ile bu son cümlede sariha katılan lâfızlardandır, diyenler olduğu gibi, bazıları da bu tâbir kinaye lâfızlardandır» demişlerdir.

Bir kimse kölesine «nefsini sana bağışladım» yahut «nefsini sana sattım» dese, efendi âzâda niyet etsin etmesin, köle kabul etsin etmesin âzâd olur. Çünkü icab bağışlayandan ve satandan mülkün kaldırılmasıdır. Kendisine nefsi bağışlanan veya satılan kölenin kabul etmesine hacet mülkün sübutu içindir. Burada ise mülk kölenin kendi nefsi için sabit olmaz. Çünkü kölenin kendi nefsinin kölesi olması mümkün değildir. Binaenaleyh satmak, bağışlamak hiçbir kimseye verilmeksizin köleden mülkün kaldırılmasından ibaret kalmıştır. İşte âzâd etmenin mânasıda budur. Bu, Bedâyı´dan naklen Bahır´da zikredilmiştir.

Bir kimse kölesine «senin âzâdın bana vâcibdir» dese keffaret için âzâd etmek vâcib olacağı için köle âzâd olmaz. Fakat bir kimse zevcesine «senin talâkın bana vâcibdir» dese, zevcesi boş olur. Çünkü talâkın kendisi vâcib değildir, vâcib olan talâkın hükmü ise talâkın vaki olmasıdır. Âzâda gelince onun vâcib olması caizdir.

«Başı ile işaret etse âzâd olmaz.»

Âzad ile nesebin sübutu arasında fark vardır. Şöyle ki; âzâd etmek lisanla söylemeye muhtaçtır, söylemeye kudreti bulunan bir kimsenin işaretle anlatması söylemek yerine geçmez. Nesebin sübutu ise lisanla söylemeye muhtaç değildir. İkrar bahsinin evvelinde metin olarak gelecekdir. Metin şöyledir: Söylemeye kudreti olan bir kimsenin başıyla mala, âzâda, talâka, satışa, nikâha, icareye ve hibeye işaret etmesi ikrar değildir, fakat başıyla fetvaya, nesebin sûbutuna, Müslüman olmağa, kâfir olmağa işaret etmek ikrar sayılır. Kölehasta olan efendisine «ben hürrüm» deyip efendiside «evet» manâsına başını sallasa âzâd olmaz. Cevhere.

Bedâyı´den naklettiğimiz; «anlaşılan işaretle kölenin âzâd edilmesi sahihtir» sözü dilsize yorumlanmıştır.

Bir kimse kölesine «sen şu işten hürsün» dese, kazaen köle âzâd olur. Çünkü işlere nisbetle yapılan âzâd bölünmeyi kabul etmez. Binaenaleyh bütün işlerden ve bütün zamanlarda âzâd edilmiş olur. İşlerin veya zamanın bir kısmından âzâdı niyet etmek zahire muhalif olduğundan, bunu kâdı tasdik etmez.

METİN

(Âzâdın) kinaye lâfızları ki (âzâda da başka mânâya da) ihtimali olduğu için niyet edilirse âzâd sahih olur.

«Benim sende mülküm yoktur», «Benim sende yolum yoktur», «Benim sende kölelik hakkım yoktur», «Sen benim mülkümden çıktın», «Ben senin yolunu serbest bıraktım» denilmesi gibi.

Bir kimse cariyesine «seni serbest bıraktım» yahut âzâd edilmiş cariyeden kinaye olarak «sen falanca cariyeden ziyade âzâd edilmişsin» veyahut zevcesine boşanmış bir kadından kinaye olarak «sen falanca kadından ziyade boşanmışsın» dese eğer bu sözleriyle âzâda ve talâka niyet ederse âzâd ve talâk vaki olur. Nitekim âzâd ve talâk lâfızları niyetle hecelendiğinde hüküm budur.

Hulâsa´da, bir kimse kölesine «sen köle değilsin» dese âzâd olmaz. Fakat köle için hürlerin hükmü sabit olur, ancak köle kendisinin onun kölesi olduğunu ikrar edip, efendi de onu tasdik ederse efendisi ona mâlik olur.

Bir kimse kölesine «bu benim kölem değildir» dese yine köle âzâd olmaz.

«Bahır» da «benim sende mülküm yoktur» ifadesini buna kıyas etmiştir. «Nehir» sahibi «Bahır» sahibine itirâzda bulunmuştur.

İZAH

Hamevî «usûlda sabittir ki, kinayede niyet veya niyet yerine geçen halin delâleti şarttır, ta ki kinayede bulunan şübhe zail olsun» demiştir.

«İhtimal olduğu için benim sende mülküm yoktur» ifadesinde ve me-tinde zikredilen diğer ifadelerde mülkün ve köleliğin kaldırılmasının satış ve kitabetle caiz olduğu gibi, âzâd ile de caizdir.

«Sende yolum yoktur» İfadesinde köleden razı olup, ondan ceza ve kınama yolunun kaldırılmasının ihtimali bulunduğu gibi âzâd ile de ondan mâlikiyyet yolunun kaldırılmasının ihtimali vardır.

«Niyetle hecelendiğinde ilh...» Yani «talâk ve ıtk lâfızları niyetle he-celendiğinde vaki oldukları gibi.»

Zahire´de «Ebû Yusuf´a, bir kimse cariyesine «elif, nun, ta, hâ, râ, he» yahut zevcesine «elif, nun, ta, tı elif lâm, kaaf» dese cariyesi âzâd veya zevcesi boş olur mu? diye sorulduğunda Ebû Yusuf, «eğer talâka ve âzâda niyet ederse zevcesi boş, cariyesi âzâd olur.» denilmiştir.

Talâk ve ıtk lâfızları hecelenip harflerinin isimleri söylendiğinde kinaye yerindedir. Çünkü bu harflerden sarih sözden anlaşılan mânâ anlaşılır. Ancak bu harfler sarih söz gibi kullanılmadıklarından kinaye gibi olup niyete ihtiyaç hasıl olmuştur.

Hulâsa´nın ibâresi şöyledir: «Bir kimse kölesine «sen köle değilsin» dese âzâd olmaz, fakat efendisi «bu benim kölemdir» diye dava edip ondan hizmet isteyemez, köle öldüğünde velâ ile ona vâris olamaz, sonra bu köle «ben onun kölesiyim» deyip efendisi de onu tasdik ederse zahiren köle olur. Kezâ «bu benim kölem değildir» dese yine âzâd olmaz.

Ben derim ki: «Zahire» de «birinci mesele zikredildikten sonra ikinci mesele Farsça ibâre ile zikredilip cevabında kazaen âzâd olur. Çünkü efendi kölenin âzâd edilmiş olduğunu ikrar etmiştir.» denilmiştir. Sahih olan kavil, İmam-ı Âzam´a göre niyetsiz âzâd olmamasıdır. Nitekim bir kimse zevcesine «bu benim zevcem değildir» dediğinde niyetsiz boş olmadığı gibi. Çünkü o köle onun kölesi olmamakla hür olması lâzım gelmez. Bu sözü birinci mesele te´yid eder.

Hasılı iki meselede ki lâfız kinayedir. Niyet edilirse iki meselede de âzâd sahih olur, niyet edilmezse âzâd olmaz. Fakat efendinin kendi nefsi üzerine ikrarı geçerli olduğu için «bu benim mülkümdür» diye dava edemez, bundan dolayı Bahır´da «zahiren köle hür olup, fakat azâd edilmiş olmaz. Binaenaleyh kendisine hürlerin hükmü sabit olur. Hatta efendi bu kölenin kendi mülkü olduğunu dava edip isbat ederse bu takdirde köle onun mülkü olur» denilmiştir.

«Bahır´da «benim sende mülküm yoktur» ifadesini buna kıyas etmiş-tir.» Yani: «benim sende mülküm yoktur» ifadesine Hulâsadaki «sen köle değilsin» ve «bu benim kölem değildir» meselesinin hükmünü vermiştir. Azâda niyet etmediğinde «bu benim kölemdir» diye dava etme hakkı yoktur. Çünkü kölenin kendi mülkü olmadığını ikrar etmiştir.

«Nehir sahibi Bahır sahibine itiraz etmiştir.» Şöyle ki: Nehir sahibi bana göre Hulâsa´nın meselesi metnin yani «benim sende mülküm yoktur» meselesine uymaz, metnin meselesinde efendi ancak kendinin onda mülkü olmadığını ikrar etmiştir. Bu ise başkasının mülkü olmasına münafi değildir.

«Hulâsa´» daki meselenin mevzuu efendinin kölenin asla köle olmamasını ikrardır. Bu ise ya kendisi onu âzâd ettiği için veya o kimse aslında hür olduğu içindir. Buna dikkat et. Çünkübu mühimdir, demiş. Halebi diyor ki «biraz düşünülürse Bahır sahibinin haklı olduğu meydana çıkar. Çünkü Nehir´de ileri sürülen farkın tesiri yoktur» demiştir.

Ben derim ki: Velhasılı metnin mes´elesi ile Hulâsa´nın iki meselesinden her biri âzâdda kinayedir, bu itibarla âzâdın sahih olması için niyet lâzımdır.

METİN

Efendinin kendinden yaşça küçük veya büyük olan kölesine veya cariyesine «bu benim oğlumdur» yahut «bu benim kızımdır» kezâ «bu benim babamdır» yahut «bu benim dedemdir» yahut «bu benim anamdır» demesi ile her ne kadar bunlar baba, dede ve ana olmaya salih olmadıkları gibi kendisi de âzâda niyet etmese bile -yine âzâd sahih olur. Çünkü bu lâfızlar kinaye olmayıp sarihdirler, bundan dolayı (musannıf) bi hazâ ibnî: Bu benim oğlumdur kavlini harfi cer olan «ba» ile getirmiştir. Tafsilât vermek için bu lâfızları tehir etmiştir: Köle ve cariye söylenenlere salih olup, doğdukları yerde nesebleri meçhul olsa ve babam diyen kimsenin meşhur babası bulunmasa âzâd olduğu gibi nesebde sabit olur. Yalnız benim zinadan oğlumdur dememiş olması şarttır, (eğer bu davada bulunursa) ancak âzâd olur, (nesebi sabit olmaz). Oğulluk davasının başkasında kölenin tasdiki şart mıdır? Burada iki kavil vardır, anası ümm-i veled olmaz.

Bir kimse kölesine hitaben: «Bu benim kızımdır» veya cariyesine «bu benim oğlumdur» dese niyete muhtaç olur. Bir kimse kölesine «bu benim dayımdır» yahut «bu benim amcamdır» dese âzâd olur, fakat «bu benim kardeşimdir» dese nesebdendir diye niyet etmedikçe âzâd olmaz, ama «ey oğlum», «ey kardeşim», «ey kız kardeşim», «ey babam» veya «benim senin üzerinde sultan ve kudretim yoktur» dese âzâd olmaz. Talâk lâfızlarının sarih ve kinayeleriyle de her ne kadar niyet etse bile âzâd olmaz. Fakat aksi böyle değildir, nitekim geçmiştir. Metindeki «niyet ederse» kavli talâk lafızlarının kaydıdır. Çünkü nida suretinde âzâd niyete bağlıdır, nitekim İbn-i Kemal bunu nakletmiştir. Sultan ve kudretim yoktur ifadeside böyledir. Nitekim Kemal de bunu tercih etmiştir ve Bahır sahibi de bunu ikrar etmiştir.

İZAH

Musannıf «bi hazâ ibni» kavlini harfi cer olan «ba» ile getirmiştir. Çünkü bu kavil «bi kinayetihi» kavli üzerine matufdur. «Ba» yı zikretmeseydi kinayenin misalleri üzerine atfedilmiş olduğu vehimini verirdi. Halbuki bunlar sarih lâfızlardandır. Ancak, bu lâfızları tehir edip kinaye lâfızlarından sonra zikretmiştir. Çünkü bunlarda tafsilat vardır: «Köle ve cariye söylenenlere salih olup» cümlesinin hülasası şudur: «Bu benim oğlumdur» sözünde iki vecih vardır. Ya bu köle onun oğlu olmaya salih olup, bu çocuk o gibi kimseden dünyaya gelebilir. Yahut gelemez. Kölenin nesebi ya bilinmez ya bilinir. Bu köle onun oğlu olabilecekyaşta olup nesebi de bilinmezse ittifakla âzâd olup nesebi ondan sabit olur. Nesebi bilinirse şüphesiz nesebi ondan sabit olmaz. Fakat bize göre âzâd olur. Köle onun çocuğu olacak yaşta olmazsa İmam-ı Âzam´a göre yine böyledir. İmameyn´e göre âzâd olmaz. «Bu benim babamdır» veya «bu benim anamdır» tâbirlerine de hüküm böyledir. Yani köle efendinin babası olacak, cariye anası olacak yaşta olup efendinin meşhur babası veya anası olmazsa ihtilafsız neseb sabit olup âzâd olurlar. Babası olacak yaşta olup «babamdır» diyen efendinin bilinen babası olursa neseb sabit olmaz, bize göre âzâd olur. Babası olmayacak yaşta olursa neseb sabit olmaz. Fakat İmam-ı Âzam´a göre âzâd olur, İmameyn´e göre âzâd olmaz. Bir kimse küçük kölesine «bu benim dedemdir» dese bu mes´elede ihtilâflıdır, esah olan budur. Çünkü o kimse küçük köleyi kendisine mâlik olmakla âzâd olacak bir kimsenin sıfatıyla vasfetmiştir.

«Doğdukları yerde nesebleri meçhûl olup ilh..." Kınye´de «kitablarda zikredildiğine göre nesebi meçhûl olan kimse, bulunduğu şehirde nesebi ma´rûf olmayandır» denilmiştir. Hidaye şârihlerinin muhakkıkları ile diğer ûlemanın tercihine göre, nesebi meçhûl olan kimse doğduğu yerde nesebi meşhur olmayandır. Tamamı Dürer´dedir.

«Oğulluk davasının başkasında kölenin tasdiki şart mıdır? İki kavil vardır.» Yani: Nesebin sübûtunda efendinin ikrar ettiği şeyde kölenin onu tasdik etmesi şart mıdır? Bazıları «efendinin kölesine ikrarı tasdiksiz sahih olmakla kölenin tasdiki şart değildir.» demişlerdir. Bazıları da «oğulluk davasından başka yerde nesebi başkasına yüklemek olmakla kölenin tasdik etmesi şarttır.» demişlerdir. Zeylai.

«Anası ümmü veled olmaz.» Fethü´l-Kadir´de, «efendi kölesine bu benim oğlumdur» dese bu kölenin anası onun mülkünde olsa ümmüveled olur mu? Bazıları «çocuğun nesebi bilinsin veya bilinmesin ümmüveledi olmaz» demişlerdir. Bazıları «çocuğun nesebi bilinsin veya bilinmesin ümmüveledi olur» demişlerdir. Bazıları ise «nesebi bilinirse, nesebi ondan sabit olmayacağından ümmü veledi olmaz, nesebi bilinmezse nesebi ondan sabit olacağından ümmüveledi olur» demişlerdir. Bu daha doğrudur, denilmiştir.

«Bir kimse kölesine hitaben: «Bu benim kızımdır» veya cariyesine «bu benim oğlumdur» dese niyete muhtaç olur.» Şârihin bu ifadesi söz götürür. Müctebâ´da bir kimse kölesine «bu benim kızımdır» veya cariyesine «bu benim oğlumdur» dese İmameyn´e göre âzâd olur. İmam-ı A´zam´a göre âzâd olmaz. Bazıları «üç imamıza göre de âzâd olmaz» demişlerdir, azhar olan da budur» denilmiştir. Zahire ile Kuhistânî´de de böyle zikredilmiştir.

«Bir kimse kölesine «bu benim dayımdır» veya «bu benim amcamdır» dese âzâd olur.» Yani: ihtilâfsız âzâd olur. Fetih. Fakat lâyık olan rüyete bağlı olmasıdır. Teemmül et! «Bu benim kardeşimdir» dese, niyetsiz âzâd olmaz. Bahır´da. «Bedayi´ sahibi bu tâbirler arasında farkgörmüş, çünkü «bu benim kardeşimdir» ifadesinin tazîme ihtimali olduğu gibi nesebden kardeşi olmaya ihtimali de vardır. Fakat «bu benim amcamdır» ifadesi» böyle değildir. Çünkü bu ifade âdette tazîm için kullanılmaz» denilmiştir.

«Bu benim kardeşimdir» denildiğinde niyete ihtiyaç vardır. Eğer «bu benim babadan» yahut «anadan» yahut «nesebden kardeşimdir» denilse âzâd olur. Nitekim Fetih ve diğer fıkıh kitablarında da böyledir. «Bu benîm kardeşimdir» İfadesi kinaye lâfızlardan olup niyetle âzâd olacağı gizli değildir.

«Ey oğlum ilh...» İfadesinde niyetsiz âzâd olmaz. Nitekim ileride gelecektir. Dürrü´l-Müntekaa´da İmam-ı Azam´dan bir rivayete göre; «âzâd olur» denilmiştir, fakat zâhir olan âzâd olmamasıdır. Çünkü çağırmaktan maksad çağrılanın gelmesini istemektir. Eğer nida «ey hür» gibi efendi tarafından hürriyetin isbatını mümkün kılan bir vasıfla olursa nida o vasfı için olur. Oğulluk gîbi hürriyetin isbatını mümkün kılan bir vasıfla olmassa nîda sadece i´lâm için olur. Fetih´de «ey oğlum» ifadesinin sadece i´lâm içîn olması, kölenin nesebi meşhur olduğu takdirdedir, nesebi meşhur olmazsa mesele müşkildir. Çünkü efendiyi tasdik îçin nesebin sübûtu vâcib olup âzâd olur" denilmiştir. Yukarıda geçtiği gibi «ey anadan» yahut «ey babadan» yahut «ey nesebden kardeşim» denilse âzâd olur.

«Benim senin üzerinde sultan ve kudretim yoktur» dese âzâd olmaz. Çünkü sultan, huccetten ve elde bulundurmaktan ibarettir. Bunlar yoktur demek mülk yoktur demek değildir. Nitekim mükâtebde efendinin mülkü sabittir, eli sabit değildir.

"Talâk lâfızlarının sarih ve kinayeleriyle de her ne kadar niyet ederse de âzâd olmaz, aksi böyle değildir." Yani: Azâd lâfızlarıyla talâk vaki olur. Çünkü şahsına mâlik olamaması gibi ki mülk-i mût´anın ortadan kalkmasını gerektirir. Fakat faydalanma mülkünün kaldırılması, kölelik mülkünün kaldırılmasını gerektirmez. Dürer.

METİN

Bir kimse kölesine «sen hür gibisin» dese yine niyet ile âzâd olur. Bunu İbn-i Kemal ve diğer fukahâ zikretmiştir. Efendinin kölesine olsa bile «seni salıverdim» yahut «emrûki bi yediki: emrin elindedir» yahut «ihtari: ihtiyar et» dese niyet ederse âzâd olur. Çünkü bu lâfızlar talâkın kinayelerinden olduğu gibi âzadında kinayelerindendir. Bunda ise bir karabet yoktu», Bedayi´.

Bu «emrin elindedir» yahut «ihtiyar et» lâfızları ile âzâdın olması talâkda olduğu gibi kölenin meclisde kabul etmesine bağlıdır. Efendinin kölesine «âzâdını ihtiyar et» yahut «âzâdın emri senin elindedir» dese bu ifadelerde âzâd lâfız zikir olunmakla sarih olduğundan her ne kadar niyete muhtaç değilse de talâk gibi temlik olup temlikin hükmü ancak meclisde olmakla âzâd da meclisde kölenin kabul etmesine bağlıdır.

Bir kimsenin cariyesine «sen benim üzerime haramsın» kavliyle her ne kadar azâda niyet etse bile âzâd olmaz fakat o cariyeye cinsi yakınlıkta bulunursa kendisine keffaret lâzım gelir.

Efendinin «kölem» yahut «merkebim» yahut «duvarım» hürdür sözüyle azâd sahih olur. Nitekim bir kimse zevcesi ile hayvan veya taş arasını cem edip «ikinizden biriniz boş olsun» dese zevcesi boş olur. Fakat diri ve ölü olan iki zevcesinin arasını cem edip «ikinizden biriniz boş olsun» dese diri olan boş olmaz veya diri ve ölü olan iki cariyesinin arasını cem edip «biriniz âzâd olsun» dese diri olan âzâd olmaz. Cevhere. Zeylaî.

Bir kimsenin zirahm-i mahrem, yani nikâhı kendisine ebedi haram olan akrabasına mâlik olmasıyla yine âzâd sahih olur. Ve (mâlik olduğu her ne kadar tamamı olmayıp) bir bölüğü olsa bile İmamı Azam´a göre o kadarı âzâd olur veya (cariyenin karnındaki) yavruya mâlik olsa bile o yavru âzâd olur. Meselâ; bir kimse babasından hamile olan babasının cariye zevcesini satın alsa, bu cariyenin karnında olan yavru âzâd olur. Mâlik olan çocuk veya mecnun olsa bile yine âzâd sahih olur, Yahut İslâm memleketinde bir kafir zirahm-i mahrem olan akrabasına mâlik olsa akrabası âzâd olur: Fakat Müslüman veya harbî, kölesini dar-ı harbde âzâd etse, yalnız âzâd etmekle âzâd olmayıp ancak ondan elini çekip onu serbest bırakmakla âzâd olup ve kendisi için o kölede velâ hakkı da yoktur. İmam Ebû Yusuf´a göre âzâd sahih olup kölenin velâsı da kendisi için sabit olur. Dar-ı harbde âzâd edilen köle Müslüman veya zimmî olursa bunlar köle olmaya mahal olmadıkları için ittifakla âzâd olur.

İZAH

"Efendinin kölesine olsa bile «ihtârî: ihtiyar et» dese niyet ederse âzâd olur." Ben derim ki: Bu ifade mezhebe muhalifdir. Zahire´de, İmamı Muhammed Asıl adlı kitabda bir kimse cariyesine «emrin elindedir» deyip bununla âzâda niyet etse âzâd etme cariyenin elinde olup o mecliste kendi nefsini âzâd ederse âzâd caiz olur. Eğer cariyesine «ihtârî: ihtiyar et» deyip âzâda niyet etse âzâd etme cariyenin elinde olmaz, demiş ve âzâd hususunda «emrin elindedir» ifadesi ile «ihtiyar et» ifadesi hususunda fark görmüş, fakat talâkta bu ifadeler arasını müsavi kılmıştır, diye zikredilmiştir. Yine Fetih´te açıklandığına göre; bir kimse cariyesine «ihtiyar et» deyip cariyede nefsini ihtiyar etse efendi âzâda niyet etse bile cariye âzâd olmaz. Hâkim´in Kâfî´sinde de ihtilâfsız olarak yine böyle açıklanmıştır. Sen bilirsin ki Asıl ile Kâfî´de olan mezhebin ibaresidir. Bundan sapılmaz, bunu tenbih eden bir kimse görmedim.

"Fakat o cariyeye cinsi yakınlıkta bulunursa kendisine keffaret lâzım gelir.´ Çünkü helâlı haram kılma yemindir. Sanki «Vallahi ben sana cinsi yakınlıkta bulunmam» demiş olur. H.

"Veya diri ve ölü olan iki cariyesinin arasını cem edip biriniz "âzâd olsun" dese dîri olanâzâd olmaz." Cevhere. Cevhere´nin metni şöyledir: Bir kimse kölesiyle hayvan, duvar, direk gibi âzâd edilmeyecek şeyin arasını cem edip «kölem hürdür veya şu hürdür» yahut «biriniz hürdür» dese İmam-ı Azam´a göre; köle âzâd olur. İmameyn´e göre; âzâd olmaz. Eğer kölesine «sen hürsün veya değilsin» dese îcma ile âzâd olmaz. Eğer kendi kölesiyle başkasının kölesine «biriniz hürdür» dese icma´en kendi kölesi ancak niyetle âzâd olur. Çünkü başkasının kölesi ancak efendisi tarafından hürriyetle vasıflandırılır. Efendisinin icazetine bağlı olarak hür olmasıda caiz olabilir. Kezâ bir kimse diri ve ölü olan iki cariyesinin arasını cem edip «sen hürsün veya şu hürdür» yahut «bîriniz hürdür» dese diri olan cariye âzâd olmaz. Çünkü ölü olan cariye hürriyetle vasıflandırılıp «hürre öldü» ve «cariye öldü» denilebilir. Binaenaleyh hürrîyet cariyeye mahsus değildir. H.

"Bîr kimsenin zirahm-i mahrem yanî; Nikâhı kendisine ebedi haram olan akrabasına mâlik olmasıyla yine âzâd sahih olur" îfadesinde «mâlik olma» lâfzı satın alma, hibe, vasiyet ve başka suretle mâlik olmaya şâmildir. Kuhustânî. Mâlik olma lâfzı bir kimsenin bizzat kendisinin satın aldığına şamil olduğu gibi nâibînîn satın aldığına da şâmildir. Binaenaleyh ticaret için izin verilmiş bir köle borçlu olmadığı halde efendisînden zirahmi-i mahram akrabasını satın olsa âzâd olur. Ama borçlu olursa satın aldığı akrabası İmam-ı Azam´a göre; âzâd olmaz. İmameyn´e göre; olur. Fakat mükateb efendisinin oğlunu satın aldığında ittifakla âzâd olmaz. Bu, Zahîriyye´den naklen Bahır´da zikredilmiştir.

TENBİH : Kınye´de «bir kimse babasının cariyesine cinsi yakınlıkta bulunup cariye ondan doğursa -bu cinsi yakınlığın şüphe ile olduğunu iddia etsin etmesin- bu çocuğu satmak caiz olmaz. Çünkü bu çocuk oğlunun oğludur. Binaenaleyh bu çocuğun nesebi sabit olmasa bile kendi mülküne girdiğinde aleyhine âzâd olur. Nitekim bir kimse başkasının cariyesi ile zina edip cariye ondan doğurduktan sonra o çocuğa mâlik olsa neseb kendinden sabit olmasa bile aleyhine âzâd olur» diye zikredilmiştir.

Gayetü´l-Beyan´dan naklen Hamevî Haşiyesinde «Bir kimse zinadan kardeşini satın alsa aleyhine âzâd olmaz. Çünkü bu kardeş kendisine babası vasıtasıyla nisbet edilir, babasına nisbeti kesilmiş olacağından kardeşlik sabit olmaz. Bazıları «anadan kardeş olursa ona mâlik olduğunda aleyhine âzâd olur, çünkü çocuğun anasına nisbeti kesilmiyeceğinden kardeşlik sabit olur." demişlerdir» diye zikredilmiştir. Musannıf «Bir kimsenin zirahm-i mahrem ilh...» demiş.

Dürrü´l-Müntekâ´da «Bundan sonra iki mahrem; bunlardan sonra iki mahrem; bunlardan biri erkek diğeri kadın farz edildiğinde aralarında nikâh caiz olmayan kimselerdir. Binaenaleyh bir kimse rahimsiz nikâhı haram olan süt kardeşine, babasının ve oğlunun karısına mâlik olsa ittifakla âzâd olmaz. Bir kimse amcazâde ve dayızâde gibi nikâhı haram olmayanakrabasına mâlık olsa ittifakla âzâd olmaz» denilmiştir. Diğer fıkıh kitablarında da böyledir.

«Bir kimse babasından hamile olan babasının cariye zevcesini satın alsa ilh...» Yavru âzâd olur, anası âzâd olmaz. Bu cariyenin doğum yapmadan önce satılması caiz değildir. Çünkü o kimse kardeşine mâlik olduğundan kendi aleyhine âzâd olur.

Musannıf «mâlik olan çocuk veya mecnun olsa bile yine âzâd sahih olur» demiş. Çünkü bunlar yakınlarını âzâd etmek için ehil kılınmışlardır. Buna kul hakkı taalluk etmekle nafakaya benzemiştir.

Musannıf «İslâm memleketinde bir kâfir zirahm-i mahrem olan akrabasına mâlik olsa akrabası âzad olur.» ifadesinde kâfirin zirahm-ı mahrem olan akrabasının âzâd olmasını, kâfirin ona İslâm memleketinde mâlik olmasıyla kayıtlamış. Çünkü kâfir dar-ı harpte harbî olan akrabasına mâlik olursa âzâd olmaz. Dar-ı harpte bizim onlara hükmümüz yoktur. Fetih.

Musannıf «Müslüman veya harbî, kölesini dar-ı harbde âzâd etse ilh...» demiştir. Azhar olan; «bir kimse akrabasına dar-ı harbde mâlik olsa» de-nilmesiydi. Fakat bunu evlâ olan ile ifade etmiştir. Çünkü dar-ı harbte sârih olan lâfız ile âzâd etmek caiz olmayınca, mâlik olmakla evleviyetle caiz olmayacağını bildirmek için iki ifade arasını birleştirmiştir.

Fetih´de «Bir kimse akrabasına dar-ı harbte mâlik olsa yahut bir Müslüman akrabasını dar-ı harbte âzâd etse, âzâd olmaz. İmamı Ebû Yusuf´a göre; âzâd olur. Harbî, kölesini dar-ı harbte âzâd etse yine böyle ihtilâflıdır» denilmiştir. İzâh´ta da böyle ihtilâflı olarak zikredilmiştir. Hâkim´in Kâfi´sinde «Harbînin dar-ı harbte akrabasını âzâd etmesi batıldır» denilmiş. İhtitâf zikredilmemiş, «ama akrabasını âzâd edip elini ondan çekerse, ihtitâflı olup, imamı Ebu Yusuf´a göre; âzâd olur, velâsı da kendisi için olur. İmam-ı Azam´la İmamı Muhammed´e göre; velâsı kendisi için olmaz. Fakat âzâd etmekle âzâd olmayıp elini ondan çekip serbest bırakmasıyla âzâd olur. Bu, mürâğım yani Müslüman olarak dar-ı harbten Müslüman memleketine kaçan yahut kaçtıktan sonra Müslüman memleketinde Müslüman olan köle gibidir» denilmiş, bundan sonra bir Müslüman dar-ı harbe girerek harbî bir köle satın alıp, orada âzâd etse, kıyasen elini ondan çekip serbest bırakmadıkça âzâd olmaz. Çünkü o Müslüman dar-ı harpte olup onun üzerine İslâm hükümleri geçerli değildir. İstihsanen ondan elini çekip serbest bırakmasa bile âzâd olur. Çünkü o kimseden Müslümanların hükmü kesilmiş değildir.

İmam-ı Azam´la İmamı Muhammed´e göre o kölenin velâsı kendisi îçin olmaz. Kıyas budur. imamı Ebû Yusuf´a göre; onun için velâ hakkı vardır. İstinsan da budur. Kitabü´s-Siyer´de İmamı Muhammed´in kavli, İmamı Ebû Yusuf´la beraber zikredilmiştir. Buna göre; Kâfi ile îzâh´da olan meselenin arası şöyle birleştirilebilir: "«Dar-ı harpteki Müslüman ile murat; dar-ı harpte büyüyüp orada Müslüman olan kimsedir. Fakat burada o Müslüman, Müslümanmemleketinde olduktan sonra dar-ı harbe giren kimsedir.» İbâresi vardır. Bundan dolayı kendisinden Müslüman hükümleri kesilmez." Fetih´te olan burada nihayet buldu. Hasılı harbî, dar-ı harpte Müslüman olsa yahut harbî olarak kalsa böyle bir kimse orada zîrahm-i mahrem akrabasına mâlik olsa veya onu âzâd etse âzâd olmaz. İmamı Ebu Yusuf´a göre; âzâd olur. Ancak o köleden elinî çekip onu serbest bırakırsa âzâd etmekle değil onu serbest bırakmakta âzâd olur. Kendisi için velâ da yoktur. İmamı Ebû Yusuf´a göre; onun için velâ vardır. Ama asli bir Müslüman dar-ı harbe girip harbî bir köle satın alıp âzâd etse, îstihsanen ondan elini çekip onu serbest bırakmasa bile o âzâd olur, velâsı da onun için sabit olur. Buna göre şârihin «Müslüman» lâfanı mutlak söylemesi dar-ı harpte yetişip orada Müslüman olmasıyla kayıtlanmıştır. Binaenaleyh en güzeli bazı nûshalarda «harbî olan Müslüman yani dar-ı harpte yetişip Müslüman olandır» diye zikredilenidir. Musannıf «kendisi için velâ hakkı yoktur» demiş. Çünkü velâ âzâd etmenin hükümlerindendir. Bu köle ise âzâd etmekle âzâd olmayıp yolunu serbest bırakmakla âzâd olmuştur.

neslinur
Wed 3 March 2010, 05:35 pm GMT +0200
METİN

Allah vechi için hür kılmakla da âzâd sahih olur. Şeytan ve put için âzâd etmekle Müslüman tazim kasdettiğinde her ne kadar günahkâr ve kafir olursa da yine yapılan âzâd sahihdir. Çünkü puta tazîm etmek küfürdür. Cevhere´nin ibaresi: «Şeytan ve put için derse, kâfir olur.» şeklindedir.

Gayr-i mülcî ikrâh ile yapılan âzâdda sahihdir. Haram olan şeyden dolayı sarhoşlukla yapılan âzâdda sahihdir. İleride gelecek ki; her sarhoş eden (içki) haramdır, binaenaleyh lokmayı boğazından geçirmeye mecbur kalan kimsenin içmesi hariçdir. Çünkü böyle mecburiyet karşısında içmek baygınlık gibidir.

Hezl, yani: Sözden hakikat ve mecaz mânâsı kasdedilmeksizin lâtife ile yapılan âzâd da sahihdir. Eve girme gibi âzâd bir şarta tâlik edilirse, ta´lik sahih olur. Eve girerse âzâd olur. Mevcut olan bir şeye ta´lik etmek tenciz (bir şarta ta´lik veya bir zamana izâfe edilmeksizin derhal yürürlüğe giren âzâd) dır. Binaenaleyh bir kimse kendi mülkünde olan kölesine "ben sana mâlik olursam sen hürsün" dese, derhal âzâd olur. Fakat mükatebine «sen benim kölem isen sen hürsün» dese izâfetde kusur olduğu için âzâd olmaz. Zahiriyye.

Yine Zahiriyye´de yazılıdır ki; bir kimse kölesine «sen hür olarak sabaha dahil olursun» dese, bu sözü ta´likdir ve «sen hür olarak kalkarsın» veya «sen hür olarak oturursun» dese bu sözü tencizdir. Bir kimse kölesine «merkebimi sularsam hürsün» deyip köle de suya götürüp su içmese, âzad olur. Çünkü murad suyu ona arz etmektir. Bir kimse sohbeti kadim olan kölem âzâd olsun dese bir sene sohbet etmiş olduğu kölesi âzâd olur, muhtar olan kavil budur. Bir kimse kölesine «sen atîksin» deyip «mülkümde kadim ve devamlısın»mânâsına niyet etse diyaneten tasdik edilir, kazaen tasdik edilmez. Eğer «fissinni (yaşça)» sözünü ziyade etse, âzâd olmaz. «Sen ancak hürsün» ifadesiyle âzâd olur. Fakat her ne kadar azada niyet etse bile «sen ancak hür gibisin» sözüyle âzâd olmaz. «Benim olan her şey hürdür» yahut «yeryüzünde olan her köle» yahut «dünyada olan kölelerin hepsi» yahut «Ehli Belhin hepsi hürdür» ifadeleriyle de İmamı Ebu Yusuf´a göre; azâd olmaz ve bu kavil ile fetva verilir. Ama «şu sokakta» veya "şu evdeki köleler hürdür" dese bu sözü söyleyen kimsenin o sokakta veya o evde olan kölesi âzâd olur. Bahır.

İZAH


«Allah vechi için hür kılmakla da âzâd sahih olur» İfadesindeki AIIah vechinden murad Allah´ın zâtı veya rızasıdır. «Şeytan ve put için âzâd etmekle de ilh...» İfadesindeki şeytan ile murad insan ve cinlerin azgınları mânâsına olan şeyâtîn kelimesinin müfredidir. Sanem (put), ağaçtan yahut altından yahut gümüşten yapılan insan suretidir. Eğer taştan yapılmış olursa vesen (put) adını alır. Nitekim Bahır´da böyle zikredilmiştir.

«Her ne kadar günahkâr ve kafir olursa da ilh...» İfadesinde leff ü neşr-i müretteb vardır. O Halde günahkâr olma şeytan için âzâd edildiğindedir. Kâfir olma ise put için âzâd edildiğindedir. Fakat metinden ve Cevhere´den anlaşılan, gerek şeytan için olsun gerek put için olsun yapılan âzâd küfürdür.

«Gayr-ı mülci ikrâh ile yapılan âzâd sahihdir.» İkrâh başkasını razı olmadığı bir şeye sevk etmektîr. Mülcî, öldürme veya bir uzvu kesme gibi insan tahammülünü aşan şeydir. Gayr-i mülcî dövme, sövme gibi tahammülü aşmayan şeydir. İkrâh (zorlama) insan tahammülünü aşmayan şeylede olsa bile yine âzâd sahihdir. T.

Zorla âzâd ettiren kimseye kölenin kıymeti ödettirilir. Cevhere.

Tatarhaniyye´de «Bir köle efendisine ıssız bir yerde «beni âzâd et, aksi takdirde seni öldürürüm» deyip efendiside öldürülme korkusu için onu âzâd etse âzâd olur ve efendisine kıymetini ödemek için kazanç sahasına atılır.»

«İleride gelecek ki ilh...» Sözüyle kitabü´l-eşribe (içkiler bahsi)´nde «her sarhoş eden içki haramdır. Yani: Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır» ifadesini kasdetmiştir. Bu İmamı Muhammed´in kavlidir. Fetva da bunun üzerinedir. Binaenaleyh müselles (üzüm suyu taze iken ısıtılarak üçte ikisi uçup üçte biri kalırsa müselles denir), Nakîu´z-zebib (pişirilmeksizin soğuk suda bırakılarak kendi kendine kaynayan ve sarhoş edici bir hale gelen) kuru üzüm şırası ve üzümün başkasından yapılan diğer şerbetler sarhoş olmak maksadıyla içilmeyip bedene kuvvet vermek için içilse bile bunlardan biriyle sarhoş olmak haram olan şarabdan sarhoş olma gibidir. Fakat İmam-ı Azam´a göre bunlar günah maksadıyla içilmediğinde haram değildirler. Bu takdîrde bunlardan biriyle sarhoş olan kimsenîn talâkı ve âzâdı sahiholmaz. Ama sarhoşluğun kendisi yani: Sarhoşluk verecek mikdarını içmek ittifakla haramdır. Hatta iki kadehin sarhoş etmeyip üçüncü kadehin sarhoş edeceği bilindiğinde İmam-ı Azam´a göre, yalnız üçüncü kadeh haram olur. İki kadehden sarhoş olsa bîle haram bir şeyle sarhoş olmamış olur. İmamı Muhammed´e göre bunlar sarhoşluk verecek bir hale gelince artık bunların azını da içmek şarab gibi haramdır, dikkat et. Yukarıda geçtiği üzere müftâbih olan da budur.

«Lokmayı boğazından geçirmeye mecbur kalan kimsenin içmesi hariçdir» İfadesiyle boğazından lokmayı geçirmeye mecbur olan, kendisine zorla içirilen ve safra galip olduğunda bal gibi mubah olan şeyler ile sarhoş olan kimsenin âzâdı ve diğer tasarrufları sahih olmayacağı açıklanmaktadır.

"Eve girme gibi âzâd bir şarta ta´lik edilirse ta´lik sahih olur." İfadesi´ndeki ta´lik, mülke veya mülkün sebebine ta´lik etmeye şâmildir. Nitekim bu yukarıda açıklanmıştır. Fakat sahih olan mülke ta´lik edilmesi lâzımdır, Cevhere´de, mükâteb veya köle «ileride mâlik olacağım bütün köleler hür olsun» deyip kendisi âzâd edildikten sonra bir köleye mâlik olsa, İmam-ı Azam´a göre âzâd olmaz. İmameyn´e göre âzâd olur. Mükâteb veya köle «ben âzâd olupda bir köleye mâlik olursam o hür olsun» dedikten sonra âzâd edilip bir köleye mâlik olsa ittifakla o köle âzâd olur. Çünkü o, hürriyeti sahih olan mülke izâfe etmiştir. Eğer «şu köleyi satın alırsam o hür olsun» dese «onu âzâd olduktan sonra satın alırsam» sözünü söylemedikçe o köleyi satın alsa bile İmam-ı Azama´ göre âzâd olmaz, İmameyn´e göre âzad olur denilmiştir.

«Eve girerse âzâd olur.» Yani bir kimse kölesine «şu eve girersen âzâd ol» dese, eğer bu köle onun mülkündeyken o eve girerse âzâd olur. Çünkü efendisinin bu köleyi eve girmeden önce satması ve mülkünden çıkarması caizdir. Zira âzâdı şarta ta´lik etmek efendinin köleye mâlik olmasını ortadan kaldırmaz. Ancak müdebber kıldığı bir köleyi mülkünden çıkaramaz. Cevhere. Böyle şarta ta´lik edilen bir köle o eve girmeden önce satıldıktan sonra geri alındığında köle o eve girse âzâd olur. Kâfî.

«İzafetde kusur olduğu için ilh...» Zira mükatebi köle adıyla kendi nefsine izâfe etmede kusur vardır. Yani mükâteb onun tam kölesi değildir. «Sen hür olarak sabaha dahil olursun» dese bu sözü ta´likdir. Yani «sen sabaha dahil olursan hürsün» demiş gibi olur. T.

«Çünkü murad suyu ona arz etmektir», Yoksa susuzluğunu gidermek değildir. Çünkü bu, kölenin takatında değildir. Bundan dolayı «onu suladım fakat su içmedi» denilir.

«Bir kimse "Sohbeti kadim olan kölem âzâd olsun" dese bir sene sohbet etmiş olduğu kölesi âzâd olur» İfadesindeki bir sene sohbet etmiş kavliyle murad sohbet etsin etmesin mülküne gireli bir sene olan kölesi âzâd olur, demektir. T.

«Fissinni (yaşça) kavlini ziyade etse» Yani «sen yaşça atiksin» deyip bu sözüyle yaşdabüyüksün mânâsını murad etse âzâd olmaz. Hâniyye´den naklen Bahır´da zikredilmiştir ki; bir kimse kölesine «senin nefsin hürdür» deyip «ahlâkın iyidir» mânâsını murad etse kazaen âzad olur. «Sen ancak hürsün» ifadesiyle âzâd olur. Çünkü te´kid yoluyla nef´iden istisna ispattır nitekim kelime-i şahadette olduğu gibi. Hidaye.

Münyetü´l-Müfti´den naklen Hamavî´nin naklettiği bundan müstesnadır ki; bir kimse kölesine bir şey emredip köle o şeyi yapmadığında köleye hitaben «sen ancak hürsün» dese köle âzâd olmaz. Bunu Ebûssuûd zikretmiştir ve Tahtâvi sahibi "Bu ifade ile "senin bu işin ancak hürrün işidir" mânâsı murad edildiğine hal karinesi delâlet etmektedir." demiştir.

«Benim için olan her şey hürdür ilh...» İfadesiyle âzâd olmaz. Çünkü bununla mallarının hepsi kendisine aid olup ortağı bulunmadığı murad edilir.

«Ehli Belh´in hepsi hürdür.» Yani ehli Belh´in bütün köleleri hürdür deyip kendiside Belh ehlinden olup kendi kölesini niyet etmese âzad olmaz. Nitekim Tatarhaniyye´de de böyledir. Fakat bu ifadenin muktezası kendi kölesine niyet ederse âzâd olur.

«Yeryüzünde olan her köle», «dünyada olan kölelerin hepsi hürdür» ifadelerinden anlaşılan da budur ve bunu şu da te´yid eder ki bundan sonra "Ademoğullarının hepsi hürdür" dese kendi kölesi ittifakla ancak niyet ederse âzâd olur.

«Şu sokakta veya şu evdeki köleler hürdür» dese bu sözü söyleyen kimsenin o sokakta veya o evde olan kölesi âzâd olur. Yani niyet etmese bile ihtilâfsız âzâd olur. Nitekim Tatarhaniyye´de de böyledir.

Tatarhaniyye´de bundan önce bu ihtilâf üzerinedir kî; bir kimse «bu mescid yani cuma günü cemaati toplayan mescitteki bütün köleler hürdür» deyip kendi kölesi de mescidde bulunsa, kendi kölesinin azadına niyet etmezse âzâd olmaz. Bir kimse «şu mesciddeki bütün kadınlar boş olsun» deyip kendi zevceside o mescidde olup onu boşamayı niyet etmese, boş olmaz, denilmiştir. Bu takdirde sokak ile mescid arasındaki fark mescid şehir hükmünde olup bütün ehlini toplayıcıdır. Bundan dolayı mescidi cuma günüyle takyîd etmiştir, sokak bunun gibi değildir. Çünkü sokağın muayyen ehli vardır. Bundan dolayı şu sokaktaki köleler hürdür ifadesinde niyetsiz söyleyen kimsenin o sokaktaki köleleri ittifakla âzâd olur. Bunu belle. Şârih bu meseleyi Bahır´a nisbet etmiştir. Halbuki Bahır´da sokak zikredilmeyip hane zikredilmiştir.

METİN

Bir kimse hamile olan cariyesini âzâd etse, eğer âzâdından itibaren altı aydan az zamanda doğurursa esaleten ve kasden ikisi de âzâd olur. Altı aydan fazla zamanda doğurursa yine çocuk anasına tebean âzâd olma arasındaki farkın faydası, çocuğun velâsının efendiye aid olup olmamasıdır.

Bir kimse, cariyesinin karnındaki için velev «alaka (pıhtılaşmış kan) veya muzga (et parçası) hürdür» yahut «eğer hamile olursan o çocuk hürdür» sözlerini kullansa yalnız karnındaki cenîn âzâd olup anasının hamile oldukça satılması caiz değildir. Fakat hibe edilmesi caizdir. Eğer karnındakini müdebber kılarsa esah olan kavle göre anasının hibesi caiz olmaz. Zira bu, müşâ´i hibe gibidir.

Cenînin âzâd olması için onun üzerinde mal şartı batıldır. Kezâ ceninin âzâdı için anasının üzerine de mal şartı batıldır. Fakat ceninin âzâd olması için anasının şart kılınan malı kabul etmesi lâzımdır.

Zahiriyye´de bir kimse cariyesine «her ne zaman bana bini verirse karnında olan hürdür» dese bu sözü ta´likdir. Yine Zahiriyye´de «bir kimse cariyesinin karnındaki cenini bir şahsa vasiyet ettikten sonra ölse, veresesi cariyeyi âzâd etmekle karnındaki cenîni de ona tebean âzâd etseler, bu âzâdları caizdir ve çocuğun doğduğu gündeki kıymetini o şahsa öderler. Bir kimse cariyesine «karnında olan en büyük çocuk hürdür» deyip cariye de ikiz doğursa önce doğan çocuk büyük sayılır» denilmektedir.

İZAH

Musannıf «Esaleten ve kasden ikisi de âzâd olur» dedi. Çünkü ananın âzâd olması açıktır, cenînin âzâd olması ise anasından cüz olduğu içindir. Bir şeyin bütününü âzâd etmek esaleten ve kasden cüzünü de âzâd etmek olur. Bu, Bahır´ın ana âzad olur, çocuğu da ona tebean âzad olur kavline zıd değildir. Çünkü parça bütünde dahildir. H.

Çocuğun anasına tebean âzâd olması çocuğun çoğu çıkmadığı takdirdedir. Eğer çocuğun çoğu çıkarsa âzâd olmaz. Çünkü çoğu çıkması hükümler hakkında ayrı kabul edilir. Nitekim çocuğun çoğu çıkmasıyla anasının iddeti bitmiş olur. Çocuk bu halde ölse, mirasçı olur. Tamamı Bahır´dadır.

«Eğer âzâdından itibaren altı aydan az zamanda doğurursa esaleten ve kasden ikisi de âzâd olur.» Çünkü âzâd edildiği vakitte çocuğun cariyenin karnında olduğu yakınen bilinmiştir. T.

«Altı aydan fazla zamanda doğurursa» kavli altı ayda doğurmasına da şâmildir. H. «Çocuk anasına tebean âzâd olur.» Yani cenîn anasının âzâd edilmesiyle mutlak surette âzâd olur. Fakat cariye âzâd edildiği andan itibaren altı aydan az zamanda doğurursa çocuk esaleten azâd olur, eğer altı ay ve daha fazla müddette doğurursa anasına tebean âzâd olur.

«Esaleten âzâd olma ile tebean âzâd olma arasındaki farkın faydası çocuğun velâsının efendiye aid olup olmamasıdır.» Yani farkın faydası velâ bahsinde zikredilmiştir. Şöyle ki; bir kimse zevci başkasının kölesi olan cariyesini âzâd etse de cariye âzâdından itibaren altı aydan az zamanda doğursa bu çocuğun velâsı ebedi anasının mevlâlarına aid olur. Âzâd edildiği andan itibaren altı aydan fazla müddette doğurursa yine çocuğun velâsı anasınınmevlâlarına aid olur. Çünkü bu çocuğun babası köle olduğu için ona tabi olması mümkün değildir. Bu köle olan baba çocuk ölmeden önce âzâd edilirse mâni zail olduğu için oğlunun velâsını kendi mevlâlarına çeker. Bu, cariye âzad edildiğinde iddet içinde bulunmadığına göredir. Eğer cariye âzâd edildiğinde iddet içinde olup, ayrıldığı andan itibaren altı aydan ziyade iki seneden az müddette doğurursa çocuğun velâsı babasının mevlâlarına geçmez, yani cariye âzâd edildiğinde hamile olduğu yakinen bilindiği için gebe kalmayı kocasından ayrılmadan önceki zamana izâfe etmek vacibtir.

«Bir kimse cariyesine karnında olan alaka veya muzga hürdür ilh...»

İfadesinde eğer cariyenin karnındaki cenini âzâd etmeden önce bu cenin anasının karnında ise anasının karnında olduğu da âzâd edildiği andan itibaren altı aydan önce doğmakla bilinir. Eğer altı aydan ve daha ziyade zamanda doğarsa âzâd olmaz. Bunun tamamı Bahır´dadır.

«Eğer hamile olursan o çocuk hürdür» İfadesinden anlaşılan cariyenin bu sözden itibaren altı aydan ziyade müddette doğurması şarttır. Çünkü cariye bu sözden itibaren altı aydan önce doğurursa bu söz söylendiğinde cariyenin hamile olduğu bilinmiş olur, şart ise bu sözden sonra hamile kalmasıdır. Altı aydan sonra doğurduğunda, efendisi bu sözden sonra hamile kaldığını inkâr etse iki seneye kadar sözü kabul edilir, iki seneden sonra doğurursa bu sözden sonra hamile kaldığı yakinen bilinir. Teemmül et!

«Anasının hâmile oldukça satılması caiz değildir ilh...» Çünkü onun karnındaki cenin ayrılmayı kabul etmeyince cenin istisna edilmiş gibi oldu. İstisna ise satışta ve hibede fasid şarttır, fakat satış fasid olan şartlarla batıl olur, hibe batıl olmaz. Nitekim fasid satışta gelecektir. H.

«Eğer karnındakini müdebber kılarsa esah olan kavle göre anasının hibesi caiz olmaz.» Âzâd ile tedbir arasındaki fark: Tedbir ile efendinin mülkü cariyenin karnındaki ceninden zail olmaz, artık tedbirden sonra anasını hibe etse, hibe edilen cariye, hibe edilmeyen cenine muttasıl olmakla taksime ihtimali olan müşai hibe etme mânâsında olur. Fakat âzâddan sonra cariyenin karnındaki cenine efendi mâlik değildir. Bu, Mebsûtdan naklen Bahır´da zikredilmiştir.

«Ceninin âzâd olması için onun üzerine mal şartı batıldır ilh...» Çünkü cenin üzerine velâyet olmadığı için ona mal lâzımdır demenin mânâsı yoktur. Anasının üzerine de mal lâzımdır demenin mânâsı yoktur. Efendi cariyesine «karnında olan çocuğu senin üzerine olarak bin dirheme âzâd ettim» deyip o da kabul etse altı aydan az müddette doğurursa karşılıksız âzâd olur. Çünkü ceninin âzâdı anasının bin dirhemi kabul etmesine bağlanmıştır, anası bin dirhemi kabul edince çocuk âzâd olmuş, mal batıl olmuştur. Zira âzâd edilmeyen kimseüzerine âzâd bedelini şart kılmak caiz değildir. Bu Bahır´dan hulâsa edilmiştir.

«Zahiriyye´de bir kimse cariyesine «her ne zaman bana bini verirse karnında olan hürdür» dese bu sözü ta´likdir» denilmiştir. Yani efendi ceninin âzâdını bini vermeye ta´lik (bağlama) etmiştir. Bu takdirde cariye altı aydan az müddette doğurup bu çocuk her ne zaman bini efendisine verirse âzâd olur. Nitekim Bahır´da da böyledir.

«Önce doğan çocuk büyük sayılır» İfadesinden anlaşılan beraber doğsalar hiçbiri âzâd olmaz. Ancak bu ikiz çocuktan sonra altı ay geçmeden üçüncü bir çocuk doğarsa ikiz çocuklar âzâd olurlar. Çünkü bunlar üçüncü çocuğa göre büyük sayılırlar. Her ne kadar veled (çocuk) müfret olarak zikredilmiş ise de fakat muzaf olan müfret olduğu için umum ifade eder. T.

METİN

Yavru, cenin olduğu müddetçe satın alma, hîbe ve miras kalma gibi mülkün bütün sebepleriyle mülkde ve kölelikte anasına tabi olur, isterse anası hayvan olsun. Binaenaleyh yavru dişi (anası) nın sahibinin mülkü olur, anası yenir ve kurban olarak kesilirse yavrusu da yenir ve kurban olarak kesilir. Ancak kölelikte mağrurun çocuğu anasına tâbi olmaz. Mülk olmaksızın köle olmanın sureti dar-ı harpteki kâfirler gibidir. Çünkü onların hepsi hiç bir kimsenin mülkü olmaksızın köledirler. O halde esirler önce yakalandıklarında kölelikle vasıflanırlar. Fakat dar-ı İslâma getirilmedikçe mülkiyetle vasıflanmazlar. Bir cariye çocuğu ile beraber yakalansa çocuk kölelikte anasına tâbi olur. Kuhustânî.

Cenin, hürriyette, âzâdda ve âzâdın fer´i olan kitabet, mutlak surette tedbir ve zevc çocuğun hür olmasını şart koşmazsa -nitekim köle nikâhında geçmiştir- istîlad (çocuk doğurtma) gibi şeylerde anasına tâbi olur. Rehinde, borçta, kurban hakkında satılanı geri almakta ve sereyan-ı mülkde de cenin anasına tâbi olur. Buna göre ceninin anasına tâbi olduğu yer on ikidir. Cenin anasına kefalette, icarda, cinayette, hadde, kısasda, saime zekâtında, hibeden dönmede, hamile cariyenin hizmetiyle vasiyette tâbi olmaz ve hayvanlarda anasının kesilmesiyle yavru kesilmiş olmaz. O halde ceninin anasına tâbi olmadığı yer dokuzdur. Nitekim Eşbâh´ın büyü bahsinde uzun uzadıya anlatılmıştır. Bahır´da bu dokuz yer üzerine nesebde de ceninin anasına tâbi olmayacağı ziyade edilmiştir. Hatta Hâşimi kabilesinden bir kimse bir cariye ile evlense, bu cariyenin çocuğu babası gibi Hâşimi ve anası gibi köle olur. Doğduktan sonra yavru anasına tâbi olmaz. Ancak iki meselede olur ki; anasının şahit ile başkasının hakkı olduğu isbat edilince, yavru da anasına tâbi olur. Satış vaktinde yavrusu kendisiyle beraber bulunan bir hayvan satıldığın da (yavrudan satıcı ile alıcı sûkut etseler) yavru anasına tâbi olur.

Bir cariyenin zevcinden olan çocuğu kendisine tâbi olmakla efendisinin mülkü olur, fakatcariyenin efendisinden olan çocuğu hürdür. Bazen hür kılmaksızın çocuk iki köleden doğarak hür olur. Meselâ: Bir köle babasının cariyesini nikâhla alsa bu kölenin çocuğu hürdür. Çünkü bu çocuk efendinin çocuğunun çocuğudur. Zahiriyye.

Buna göre bir cariyenin efendisinden yahut efendisinin oğlundan ve yahut efendisinin babasından olan çocuğu hürdür.

Fer´: Bir kâfirin mülkü olan kâfir bir cariye kâfir olan zevcinden hamile olup ve zevci İslâm şerefiyle müşerref olsa ceninin babasının Müslümanlığına tebean Müslüman olmasına binaen cariyeyi satması için kâfir olan mâlike emrolunur mu? Eşbâh sahibi bunun cevabını görmedim, demiştir. Şârih derki: Zahir olan doğurmadan çocuk vehmedilmiş olmakla cebir olunmaz. Yalnız hâmile olması vehmiyle mâlikin hakkı düşmez. Allahû Alem.

İZAH

Şârih «yavru cenin olduğu müddetçe ilh...» demiş. Çünkü yavru doğduktan sonra zikredilecek şeylerden hiçbirinde annesine tâbi olmaz. Hatta annesi âzâd edilse, yavrusu âzâd edilmiş olmaz. Bahır. Şârih ileride zikredecektir ki iki mesele de doğumdan sonra da yavru annesine tâbi olur.

«Anasına tâbi olur...» Çünkü yavrunun annesi tarafından olduğu yakinen bilinmektedir. Bundan dolayı veledi zinanın ve kendi yüzünden lian yapılmış çocuğun nesebi anası tarafından sâbit olur. Hatta anası böyle çocuklarına mirasçı, böyle çocuklar da analarına mirasçı olurlar. Cenin anasından ayrılmadan önce anasından hissen ve hükmen bir uzuv gibidir. Bu yüzden satışta, âzâdda ve diğer tasarruflarda anasına tâbi olur, o halde anne ciheti tercih edilmiştir. Bahır.

«Binaenaleyh yavru, dişi (anası) nın sahibinin mülkü olur.» Meselâ:

Bir kimsenin erkek hayvanı bir şahsın dişi hayvanına aşsa, doğacak yavru dişi hayvanın sahibinin olur.

«Anası yenir ve kurban olarak kesilirse yavrusu da yenir ve kurban olarak kesilir.» Bu ifadeden murad yavru anasının hükmünü alır, doğduktan sonra da bu hüküm kendisinden kalkmaz. Nitekim cenin âzâdda ve diğer tasarruflarda da anasının hükmünü alır.

Cevamiü´l-Fıkıh ile Velvaliciyye´den naklen Şürünbülâlî´nin Vehbaniyye şerhinde zikredilmiştir ki, bir hayvanın helâl ve kurbanlık olması doğmuş olduğu anasına itibar edilir. Bazıları «bir hayvanın helâl ve kurbanlık olması hayvanın kendisine itibar edilir. Hatta bir geyik, ehli bir koyuna aşıp, koyun da kuzu doğurursa bunu kurban olarak kesmek câizdir. Geyik doğurursa bunu kurban olarak kesmek câiz değildir. Kısrak, merkeb doğurursa yenmez» demişlerdir. Hulâsa´nın kurban bahsinde köpekle koyundan doğan yavrunun ekseri ûlemaya göre kurban edilmesi caiz değildir. İmamı Cürcâni «annesine benzerse, caizolur» demiştir. Velhasılı yavru mutlak surette anasına tâbidir. Bazıları «anasına tâbi olması muteber olmayıp kendi nefsi muteberdir» demişlerdir. Fakat mutemed olan birinci kavildir. Nitekim Bedayi´nin kurban bahsindeki sözü de bunu gerektirir. Metinlerin mutlak olarak zikri de bunu iktiza eder. Fakat âlimlerin çoğu «köpeğin yavrusu müstesnadır» demişlerdir. Bundan anlaşılan insan ile koyundan doğmuş olan yavru da anasına tâbi olmaz. Çünkü bu yavru insanın bir cüzüdür. Bunun yenilmesinden vazgeçtik, kendisiyle faydalanmak da helâl değildir. Dikkat et!

«Ancak kölelikte mağrurun çocuğu İlh...» Mağrur meselâ: O kimsedir ki bir kadınla hürdür diye evlenip, gerçekte kadın cariye çıksa ondan olan çocukları kıymetleriyle hürdürler, husumet günündeki kıymetleri itibar edilir. Şürünbülâlî. Mağrurun çocuklarının kıymetleriyle hür olmaları, mağrur olan kimse hür olduğu takdirdedir. Eğer mağrur, mükâteb yahut köle yahut müdebber olursa, çocuklar köle olurlar. Hamevî.

Bir kimse, bir cariye ile evlenip çocukların hür olmasını şart kılsa hür olurlar. T.

«Mülk olmaksızın köle olmanın sûreti ilh...» Yani hayvanlarda ve elbi-selerde mülkiyet vardır, kölelik yoktur. Mülkiyet ile kölelik toplandıklarında bazen ikisi de tam olurlar. Kölede olduğu gibi, bazen mülkiyet ile kölelikten birisi noksan olur. Müdebber ile ümm-i veledde kölelik noksandır, hatta keffaretten dolayı bunların âzâdı caiz değildir ve bunlarda mülkiyet tam olmakla bunlara cinsi yakınlıkta bulunmak caizdir. Mükatebin köleliği tam olmakla keffaretten dolayı âzâdı caizdir. Mülkiyeti noksan olmakla efendisinin elinden çıkmıştır. Tamamı Bahır´dadır.

«Çünkü onların hepsi hiç bir kimsenin mülkü olmaksızın köledirler.»

Yani Müslümanlar onları istilâ ettiğinde onlar köledirler, fakat istilâdan önce onlar hürdür. Zira Zahiriyye´de "Bir kimse kölesine «nesebin hürdür» yahut «aslın hürdür» deyip kölesinin esir edilmiş olduğunu bilirse âzâd olmaz. Eğer esir edilmiş olduğunu bilmezse hür olur. Bu, dar-ı harb ehlinin hür olduğuna delildir" denilmiştir.

«Bir cariye çocuğu ile beraber yakalansa çocuk kölelikte anasına tâbi olur» Kuhustânî. Bu ifade Kuhustânî´de yoktur ve bu hatadır. Çünkü bu çocuk bu takdirde esaleten köledir. Sahih misal Halebi´nin dediği gibidir ki, bir kimse hamile bir cariye yakalasa, kölelikte cenin anasına tâbi olur, zira bahis, ceninin anasına tâbi olma bahsidir. Anasından ayrılmış olan çocuğun anasına tâbi olma bahsi değildir. T.

«Cenin hürriyette ilh...» Yani aslî hürriyette cenin anasına tâbidir. Meselâ; bir köle aslı hür olan bir kadınla evlenip kadın ondan hamile kalsa cenin hür olur.

«Cenin âzâdda ilh...» Yani cenin âzâdda anasına tâbidir. Meselâ; efendi hamile olan cariyesini azâd ettiğinde, cariye âzâd edildiği andan itibaren altı ay ve daha ziyade müddettedoğurursa anasına tebean çocuk da zâd olur. Nitekim bu yukarıda geçmiştir.

«Âzâdın fer´i olan kitabet ilh...» Yanî efendi hâmile olan cariyesini kitabete kesip, kitabete kesildiği vakitten îtibaren altı aydan önce doğurursa kitabet bedelini eda ettiğinde ikisi birden âzâd olur. Yine kitabet müddeti içinde doğurduğu bütün çocuklar âzâd olur. H.

«Mutlak surette tedbir ilh...» Şârih «mutlak surette tedbir» ifadesiyle mukayyed olan tedbirden ihtirâz etmiştir, şöyle ki: Efendi cariyesine «ben bu hastalığımdan ölürsem sen hürsün» dese, bunda cenin anasına tâbi olmaz. H. Bizim sözümüz cenin hakkındadır. Efendisinden değil başkasından hamile olan bir cariye müdebber kılındığında eğer müdebber kılındığı andan itibaren altı aydan az müddette doğurursa cenin kasden ve esaleten müdebber kılınmış olur. Eğer daha fazla zamanda doğurursa cenin anasına tebean müdebber olur, fakat burada mutlak tedbir ile mukayyed tedbir arasında fark yoktur, çünkü mukayyed tedbir muallâk hükmünde olur, Binaenaleyh efendi cariyesine "ben bu hastalığımdan ölürsem sen hürsün" deyip bir ay sonra ölse cariye âzâd olur. Cenin de anasına tebean âzâd olur, fakat bu, ceninin arizi hürriyette anasına tâbi olduğu meselelerdendir. Böyle mukayyed tedbire kesilmede ceninin âzâd olması efendi öldükten sonra doğduğu takdirdedir, eğer efendi ölmeden doğarsa âzâd olmaz. Çünkü anası âzâd olmadan doğmuş olduğundan anasına tâbi olmaz, fa kat mutlak surette tedbire kesilmede ise efendi ölmeden önce doğsada öldükten sonra doğsada âzâd olur. Çünkü anasının tedbiri efendi ölmeden önce sabit olmuştur. Hatta bu cariyeyi efendinin satması caîz değildir. Galiba bundan dolayı şârih mutlak surette tedbir ile takyid etmiştir. Teemmül et!

«İstilâd ilh...» Yani bir kimse ümmi veledini evlendirip hamile kalsa ümmi veled olmakta çocuğu kendisine tâbi olur da efendinin ölmesiyle anasının âzâd olduğu gibi çocuk da azâd olur. Nehir.

«Zevc çocuğun hür olmasını şart koşmazsa ilh...» Yani cenin anasına tâbi olur, eğer bir cariyeyi nikâh eden hür, çocuklarının hürriyetini efendi ile şart etse, sahih olup efendi ölmeden önce doğan çocuklar âzâd olur.

«Rehinde ilh...» Yani bir kimse hamile olan cariyesini rehin verse çocuğuda anası ile beraber rehin olur, yani bu hamile cariye doğurduğunda rehin veren kimse doğan çocuğu rehin alanın elinden alamaz. H. T.

«Borçta ilh...» Yani bir kimse hamile olan cariyesine ticarete izin verdiğinde cariye borçlansa, bu borçta çocuk da anasına tâbi olup hatta bu borç için çocuk da satılır. H.

«Kurban hakkında ilh...» Yani bir kimse kurbanlık için hamile bir koyun satın alıp kesmeden önce doğursa veya kestikten sonra karnından diri olarak çıksa bu yavruyu da anası ile beraber kurban olarak kesmesi lâzımdır.

«Satılanı geri almakta ilh...» Yani bir kimse fasid satışla cariyesini satsa, sonra hamile olduğu halde onu geri alsa, geri almada cenin anasına tâbi olur. H.

«Sereyân-ı mülk ilh...» Eşbâh´da «ilk malikin hakkı ona sirayet etmesidir» denilmiştir. Bu meselenin sureti: Bir cariye birkaç elde dolaştığında eski kusuru ile hamile olarak ilk sahibine geri verilse, cenini kendisine tâbi olur. Cariyenin başkasının hakkı olduğu meydana çıksa yine cenini kendisine tâbi olur. T.

«Cenin anasına kefalette ilh...» Yani hâmile olan bir kadın mala ve nefse kefil olup kefalet, çocuk doğup büyüyünceye kadar devam etse, çocuk kefaletin taleb olunmasında anasına tâbi olmaz. Bir cariye efendisinin izniyle kefil olsa yine çocuğu doğduktan sonra anasına tâbi olmaz. Fakat doğurmadan önce efendi cariyenin kefil olduğu borcu ödemezse alacaklının hamile olan cariyeyi satması caizdir. Binaenaleyh cariye satıldıktan sonra doğurduğunda çocuk satın alan kîmsenîn olur.

«İcarda ilh...» Yani hamile olan cariyeyi bir kimse on seneliğine kiraya verip bu müddet esnasında doğursa çocuk kirada dahil olmaz. Hatta kiralayan şahıs bu çocuğu istihdam edemez. T.

«Cinayette ilh...» Yani hamile olan bir cariye bir adamı hataen öldürse bu cinayetten dolayı cariyeyi vermekte cenin anasına tâbi olmaz. Efendi fidye verirse, yalnız cariyenin fidyesini verir. Hâsılı cenin cinayette anasına tabi olsaydı doğduktan sonra anasıyla birlikte verilmesi yahut fidye verildiğinde anasıyla beraber verilmesi lâzım gelirdi. Fakat cariye doğurmadan önce verilirse kendisine cinayet işlenen şahıs cariyenin karnındaki yavruya da mâlik olur. Hatta verildikten sonra doğduğunda efendinin bu çocuğu alma hakkı yoktur. Çünkü mülkte cenîn anasına tâbi olmuştur.

«Hadde ilh...» Hamile olan bir cariyeye hangi had olursa olsun icra olunmaz. Doğurduğunda çocuğa bakacak bulunursa cariye recmolunur, çocuğa bakacak bulunmazsa çocuk kendisini idare edinceye kadar recm olunmaz. Cariyenin haddi celde ise lohusalık bittikten sonra celdolunur. Nitekim hadler bahsinde gelecektîr. T.

«Kısasda ilh...» Yani cenin anasına tâbi olmaz, bu yüzden doğurduktan sonra kadın öldürülür. H.

«Saime zekâtında ilh...» Yani zekâtta yavrular analarına tâbi olmaz. Çünkü potuk, buzağı, kuzu zekâta tâbi değildir. Ancak sene esnasında büyükler ölüp aralarında kendi cinslerinden büyük hayvan bulunan yavrular geriye kalırsa, bunların zekâtı lâzım gelir. Ama analarının karnında bulunan yavruların zekâtı vâcib değildir.

«Hibeden dönmede ilh...» Hibe bahsinde zikredilecektir ki; Hibe edilen cariye hamile kalıp doğurmasa hibe eden hibesinden dönebilir mi? Sırac sahibi «dönemez» demiştir. Zeylaî´de«dönebilir» diye zikredilmiştir. Minah´da «hibeden dönemez diyenin sözü şöyle izah edilmiştir: Hibe edilenin tamamen aynında kıymetinin artmasını gerektiren bir surette meydana gelen bitişik, ziyade hibeden dönmeye manidir. Burada da cariye hibe edildiğinde hamile olmadığından, sonra hamile kalıp kendisine bitişik, ziyade çocuk bulunduğundan hibeden dönülemez. «Dönebilir» diyenin sözü de şöyle izah edilmiştir: Hamilelik cariyenin kıymetini artırmayıp noksanlaştırdığından hibeden dönülmesi caizdir.»

Ben derim ki: Hıyar-ı ayb babında geleceğine göre, bu iki görüşün arası şöyle birleştirilebilir: İnsanda gebelik ayıbdır, hayvanlarda değildir. Fakat, Hindiyye´nin hibe bahsinde «Cariyelerden bazılarına hamilelik yarayıp kıymetleri artacağından hibeden dönmeye mâni olur, bazılarına ise hamilelik yaramayıp kıymetleri noksan olacağından hibeden dönmeye mani olmaz.» denilmiştir.

Hulâsa ile Bezzaziye´nin sözleri bu birleştirmeyi te´yid eder ki; gebelik hayır ziyade ederse hibeden dönmeyi men eder. Hayrını eksiltirse hibeden dönmeyi men etmez. Hibe edilen cariye olup kendisine hibe edilen şahsın yanında hamile kalsa hamilelikle kıymeti eksilse hibe eden dönebilir ve cenin anasına tâbi olmaz. Hatta hibeden dönüldükten sonra cariye doğurunca kendisine hibe edilen şahıs bu çocuğu alır. Çünkü bu çocuk onun mülkünde meydana gelmiştir. Nitekim ûlema demişlerdir ki; hibe edilen bir hanede kıymetini eksilten bina yapılsa, oturulan odaya tandır yapılmış gibi. Bu hibeden dönmeye mâni olmaz. Nitekim Haniyye´de de böyledir.

«Hamile cariyenin hizmetiyle vasiyette tâbi olmaz ilh...» Yani: Bir kimse bir şahsa hamile cariyesinin hizmetini vasiyet etse çocuk doğduktan sonra o şahıs bu çocuğu kendi hizmetinde kullanamaz. Her ne kadar cariyenin hizmetiyle vasiyet edildiğinde çocuk anasının karnında mevcut ise de çocuk vasiyete dahil olmamıştır. Çünkü o şahsa yalnız cariyenin hizmetinden faydalanması vasiyet edilmiş başka bir zâtın hizmetinden faydalanması vasiyet edilmemiştir. T. Hasılı, hizmet bir menfaattir. O kimse yalnız cariyenin menfaatini vasiyet etmiş, cariyenin zâtını ve onun çocuğunun menfaatini vasîyet etmemiştir. Fakat cariyenin zâtı vasiyet edilirse o onda mevcut olan cenin o şahsın mülkü olmasında anasına tâbi olur. Çünkü o şahıs cariyenin bütün cüzlerine mâlik olacağından cenini de ondan bir cüzdür.

«Hayvanlarda anasının kesilmesiyle yavru kesilmiş olmaz.» Yani bu yavrunun âzâları tamam olsun veya olmasın hatta yavru ölü olarak çıktığında yenilmez. Sahih olan kavil budur. İmameyn «âzâları tamam olursa yenilir» demişlerdir. T.

«Nesebde de ceninin anasına tâbi olmayacağı ziyade edilmiştir.» Çün-kü neseb tarif içindir, erkeklerin hali ise açıktır, kadınların hali açık değildir. Bunda tasrih var ki, şeref şerife olanana cihetinden sabît olmaz. Bâkânî. Evet şerife´nin çocuğu için başkasına nisbetle bir nevi şeref vardır.

«Anası gibi köle olur.» Çünkü zevc çocuğun köle olmasına razı olup bile bile cariyeyle evlenmeyi kabul etmiştir. Bahır. Remlî Hayrüddîn «Hâşimi kabilesinden bîr kimse bir cariye ile evlenîp bîr kızı olsa bu kızını Hâşimi kabilesinden bîrisîyle evlendîrîp bunların da bir çocuğu olsa bu çocuğun anası ve babası Hâşimi olmakla beraber kendisi köle olup satılması ve köle hakkındakî diğer tasarruflar caiz olur» demiştir.

«Satış vaktinde yavrusu kendisiyle beraber bulunan bir hayvan satıl-dığında yavru anasına tâbi olur», Satılan mala tebean dahil olanlar bahsinde gelecektir kî; ineğin emen buzağısı satışda dahil olur. Eşeğin yavrusu emsin emmesin dahil olmaz. Fetva bunun üzerînedir. Aralarındaki fark; inekten ancak buzağısı ile faydalanılır, eşek böyle değildir. Çünkü inek sağılır. Koyun ile deve de înek gibidir. Sütten kesilmiş buzağı satışda dahil olmaz.

TETİMME : Yavrunun anasına tâbi olduğu yerlerden biri de çocuğun anası Müslüman olduğundadır. Çünkü çocuk ana ve babasından din itibarı ile hayırlı olanına tâbi olur. Nitekim nikâh bahsînde geçmîştir. Bir kimse kendi kölesini âzad etmesi içîn bir şahsı vekil etse de cariye o kimse için bîr çocuk doğursa vekil anası ile beraber çocuğuda âzâd eder.

Emanet bırakılan carîye doğursa vekil anası ile beraber bu çocuğu da alır. Ancak vekîl edilmeden önce çocuk dünyaya gelmiş olursa onu atamaz. Hizanetü´l-ekmel.

neslinur
Wed 3 March 2010, 05:37 pm GMT +0200
KÖLENİN BİR KISMININ ÂZÂDI BEYANINDA



METİN

Bir kimse kölesinin bir kısmını âzâd etse bu âzâd edilen kısım belirsiz de olsa sahihtir. Fakat belirsiz kısmı açıklamak kendisine lâzım gelir. Bir kısmı âzâd edilen köle âzâd edilmeyen kısmı için çalışır ve eğer efendisi dilerse geri kalan kısmıda âzâd eder. Bu bir kısmı âzâd edilmiş köle, âzâd edilmeyen kısmının kıymetini kazanıp ödeyinceye kadar mükateb gibidir. Ancak üç yerde mükateb gibi değildir.

Âzâd edilmeyen kısmın kıymetini ödemekten aciz olursa köleliğe dönmez. Bu bir kısmı âzâd edilmiş köle ile tam köle birleştirilip ikisi birden bir pazarlıkla satıldıklarında ikisinin satışı da batıl olur. Bu köle öldürülüp, âzâd edilmeyen kısmın kıymetine yetecek kadar mal bırakmadığında kâtili kısas edilmez. Bu üç yerde mükâteb böyle değildir.

İmameyn «bir kimse kölesinin bir kısmını âzâd ederse kölenin hepsi âzâd olur» demişlerdir. Sahih olan İmam-ı Azam´ın kavlidir. Bu Muzmaraf´dan naklen Kuhustânî´de zikredilmiştir. Hilâfın temeli, İmam-ı Azam´a göre, âzâd etmek bölünmeyi kabul eden mülkün kaldırılmasını gerektirir. İmameyn´e göre, âzâd etmek bölünmeyi kabul etmeyen köleliğin kaldırılmasını gerektirir.

Tedbir ile istilâd da böyle ihtilâflıdır.

Âzâd ile köleliğin bölünmeyi kabul etmemesinde ihtilâf yoktur. Fakat Bedayı´da «İmam-ı Azam´a göre; âzâdla, kölelik bölünmeyi kabul eder. Çünkü Müslümanların hükümdarı kâfirlerden bir gürûh üzerine galip olup onlardan her birinin yarısını köle kılıp diğer yarı kısımlarını da hür kılsa, caizdir. Bunların bakâ halindeki hükümleri bir kısmı âzâd edilmiş kölenin hükmü gibidir» diye zikredilen söz acip ve garip sözlerdendir.

İZAH

Musannıfın kölenin bir kısmının âzâdını, bütününü âzâdından sonra getirmesi ya az yapıldığı için, yahut ihtilâflı olduğu için yahut bütününe tâbi olduğu için, yahut sevabda bütününü âzâddan az olduğu içindir. Nehir.

«Belirsiz de olsa ilh...» Yani: «Senden bir cüz hürdür» veya «senden bir şey hürdür» denilmesi gibi.

Bir kimse kölesine «senden bir sehim hürdür» dese altıda bir âzâd olur. Haniyye. «Sahihdir» yani bu âzâd etme sahihdir. İmam-ı Azam´a göre; âzâd etmek, kölenin bir kısmından mülkün kaldırılmasında ibarettir, yoksa köleliğin kaldırılmasından ibaret değildir. Çünkü İmam-ı Azam´a göre; bir kısmı âzâd edilen kölenin bütünü köledir. Nitekim Fetih de böyle zikredilmiştir. Bu meselenin tamamı gelecektir.

«Bir kısmı âzâd edilen köle âzâd edilmeyen kısmı için çalışır » Yani âzâd edilmeyen kısmının kıymetini efendisine ödemek için çalışır. O günkü kıymeti itibar edilir. Fetih.

Cevamü´l-Fıkıh´dan naklen Bahır´da zikredildiğine göre çalıştırmak bir kısmı âzâd edilen köle icara verilip, geri kalan kısmın kıymetini ücretinden alınmasıdır.

İmamı Ebû Yusuf´tan bir rivayete göre; borçlu hür kimsenin ücretinden borcu alındığı gibi bir kısmı âzâd edilmemiş köle çocukda olsa bedelini ödeyinceye kadar kiraya verilip ücretinden bu kısmın kıymeti alınır. Kuhustâni.

«Mükateb gibidir.» Yani: Bir kısmı âzâd edilmiş köle, diğer kısmın bedelini ödeyinceye kadar mükateb gibi satılmaz, kendisi başkasından ve başkası kendisinden miras alamaz, evlenemez, şahitliği kabul edilmez, kazancı kendisinin olur, âzâd edilmemiş kısmın bedelini ödemek veya âzâd edilmekle hürriyetîne kavuşur. Mükatebden efendisinin mülkü kalkdığı gibi bundan da mülkün bir kısmı kalkmış olur. Bu hâl âzâd edilmemiş kısmın bedelini ödeyinceye kadar devam eder. «Âzâd edilmemiş kısmın kıymetini ödemekten aciz olursa köleliğe dönmez.» Yani: Bu kölenin bir kısmı karşılıksız âzâd edildiği için bozulmayı kabul etmez. Mükateb âzâdı anlaşma ile bedel karşılığında kabul ettîği için bu bedeli ödemekten aciz olursa köleliğe döner. Dürr-i Müntekâ.

«İkisinin satışı da batıl olur.» Çünkü bunun köleliğe dönmesi mümkün olmadığı için, hürkimse gibi olmuştur. Nitekim hür ile köle beraber bir pazarlıkla satılsalar ikisinin satışı da batıl olur. H.

«Bu köle öldürülüp ilh...» Yani: Bir kimse bir kısmı âzâd edilmiş köleyi amden öldürse, bu köle efendisine vermesi lâzım olan parayı da bırakmamış olsa öldüren kimse kısas edilmez. Çünkü bunun bütününün hür veya köle olduğu ihtilâflı olmakla velisinin vârisi veya efendisi olması da ihtilâflıdır. Fakat kitabet bedeline yetecek kadar kazanç bırakmadan ölen mükatebin köle olarak ölmesinde ihtilâf yoktur.

«Sahih olan İmam-ı Azam´ın kavlidir ilh...» Allâme Kaasım Eimme-i tashihten İmam-ı Azam´ın kavlinin sahih olduğunu nakletmiştir.

Fethü´l-Kadir´de mana ve sem´i delil ile İmam-ı Azam´ın kavli te´yid edilmiştir. Sahihayn hadisi şerifi sem´i delillerdendir:

«Bir kimse bir köledeki hissesini âzâd eder de kölenin (geri kalan) kıymetini ödeyecek kadar mala sahip bulunursa, köleye o maldan âdilâne bir kıymet biçilir; ortaklarına hisselerini verir ve köle onun namına âzad olur. Eğer bu âzâd eden fakir olursa köleden âzâd olan miktar âzâd olmuş olur.» Bu hadisi şerif kölenin bir kısmının âzâd edileceğini ifade etmektedir.

«Tedbir ilh...» Yani bir kimse kölesinin bir kısmını müdebber kılsa İmamı Azam´a göre; yalnız o kısım müdebber kılınmış olur ve geri kalan kısmının bedelini ödemek için efendisinin ölümünden sonra çalışır. İmameyn´e göre; bir kısmı müdebber kılındığında tamamı müdebber kılınmış olup tedbire kesilmeyen kısım için çalışması lâzım gelmez. T.

«İstilâd ilh...» Yani istilâd da İmam-ı Azam´a göre; bölünmeyi kabul eder. İmameyn´e göre; kabul etmez. Bir kimse ortak olan cariyesini istilâd edip yani ondan çocuk olsun diye cinsi yakınlıkta bulunsa kendinin hissesinde istilâd tahakkuk eder ve ortağının hissesini ödemekle cariyeye mâlik olur.

«Âzâd ile köleliğin bölünmeyi kabul etmemesinde ihtilâf yoktur.» Çünkü kölelik, hükmi bir acizlik olduğu gibi âzâd ve hürriyet hükmi bir kuvvettir, bu itibarla bunlar bir şahısta toplanamaz.

«Zikredilen söz acip ve garip sözlerdendir.» Bedayı´de zikredilen sözün acip ve garip olması, meşhur ittifaka muhalif olduğu içindir. Bedayı´de beyan edildiğine göre; İmameyn «kölelik sabit olurken bölünmeyi kabul etmez, hatta Müslüman hükümdarı, esirlerden her birinin yarısını âzâd ve diğer yarısını hür kılmak suretiyle tasarruf da bulunamaz. Kezâ kölelik baka halinde de bölünmeyi kabul etmez» diye istidlâl etmişlerdir. Meşayihimiz «İmameyn´in bu istidlâlini men ederek Müslüman hükümdarın bu fiili yapması caizdir ve bunların baka halindeki hükümleri bir kısmı âzâd edilmiş kölenin hükmü gibidir» demişlerdir. Bedayı´in kelâmı burada bitti.

Bana öyle geliyor ki; şöyle cevap verilmeli: Burada köleliğin sübûtu halinde bölünmesi yoktur. Çünkü kölelik onlar üzerine istilâ halinde sabit olmuştur. Nitekim geçti. Bu itibarla esirlerden her birinin yarısını köle kılmak, sabit olan köleliliği yerleştirmektir ve diğer yarısını da hür kılmak, köleliğin gerek sübûtu halinde ve gerek bakası halinde bir kısmını âzâd etmekten ibarettir. Düşün!

METİN

Bir kimse, ortak olduğu kölesindeki hissesini âzâd etse, diğer ortağı için altı, hatta yedi muhayyerliği olup dilerse o da hissesini âzâd eder, dilerse âzâdını istisna (o kısmın bedelini kazanma) zamanı gibi bir müddete izâfe eder. Fetih. Dilerse bu kısım hakkında sulh veya kitabette bulunur. Fakat sulh olunan veya kitabete kesilen nesne altın ile gümüş cinsinden olursa kıymetinden ziyade olmamalı, eğer bu köle kitabet bedelinden veya sulh bedelinden aciz olursa kendisini âzâd etmeyen efendisi çalıştırır. Eğer köle efendisine çalışmaktan da imtina ederse onu cebren kiraya verip ücretinden kıymetinin yarısını alır. Dilerse onu müdebber kılar, fakat efendisi öldükten sonra âzâd olsun diye hali üzere bırakılmayıp derhal kazanç yoluna sevk edilir ve köle yarı kıymetini efendisine ödeyince âzâd olur.

Efendisi müdebber kıldıktan sonra ölüp, terekesinin üçte birinden kölenin kıymetinin hissesi çıkarsa köle âzâd olacağından çalışması lâzım gelmez. Dilerse köleyi istisna yani kazanç yoluna sevk eder. Nitekim yukarıda geçmiştir. Bu muhayyerliklerin hepsinde velâ iki ortakçı içindir. Çünkü âzâd edenler bunlardır. Eğer âzâd eden zengin olup, ortağından izinsîz âzâd etmişse bu takdirde hîssesini âzâd etmeyen ortak bu hissenin kıymetini azâd eden ortağına ödettîrir. Ödeyen ortak ödediği meblağı köleden alır, velânın hepsi bunun için olur. Çünkü ödemekle köleye mâlik olduğu için azâdın hepsi onun tarafından yapılmıştır. Ortakçısının izniyle kendi hissesini âzâd ederse mezhebe göre köle âzâd etmeyen ortakçı köleyi istisa eder. Köleyi çalıştırma ile ödeme arasını cem etmek caiz olur mu? Ortaklar müteaddit olursa olur, yoksa olmaz.

Hissesini âzâd etmeyen ortak «ödemeni diledim» veya «benim hakkımı ver» gibi bir şeyi ihtiyar etse o şey taayyün eder. Ancak çalışmasını dilediğinde onu âzâd etme hakkıda vardır. Bu âzad etmeyen ortak hissesini âzâd edene satsa yahut hibe etse, caiz olmaz. Çünkü bu bir kısmı âzâd edilmiş köle İmam-ı Azam´a göre, mükateb İmameyn´e göre, borçlu hür gibi (olduğu için satışa mahal değildir.) Kendi hissesini âzâd eden ortağın zengin olması, esah olan kavle göre, âzâd ettiği günde giyeceği ile yiyeceğinden başka, diğer ortağının hissesinin kıymetine mâlik olmasıyladır. Mücteba.

Âzâd eden ortak ile diğer ortak kölenin kıymetinde ihtilâf etseler köle mevcut ise derhal kıymet biçilir. Köle mevcut değilse ziyadeyi inkâr ettiği için âzâd edenin sözü kabul edilir. Kezâ azâd edenin zengin veya fakir olmasında ihtilâf olunsa yine âzâd edenin sözü kabul edilir.

İZAH

«Diğer ortağı için ilh...» Yani hissesini âzâd etmesi sahih olan ortakçı için muhayyerlik vardır. Hatta bu ortakçı çocuk veya mecnun olup velisi veya vasisi bulunmazsa baliğ olması veya iyi olması beklenir. Baliğ veya iyi olduktan sonra muhayyerlikten birini kabul etmezse aleyhine azâd olur. Nehir.

«Yedi muhayyerliği olup ilh...» Çünkü âzâd etmek müneccez (bir şarta ta´lik veya bir zamana izâfe edilmeksizin derhal yapılan âzâd) ve muzâf (bir zamana izâfe edilerek yapılan âzâd) olmak üzere iki kısımdır. Bu İmam-ı Azam´ın kavlidir. İmameyn´e göre; âzâd eden zengin ise ortağının hissesini öder, fakir ise köle kazanç sahasına atılır.

«İstisa zamanı gibi bir müddete izâfe eder» Yani uzun zamana izâfe ederse, kabul edilmez. Çünkü zaman uzun olunca manen tedbire kesme gibi olur. Tedbire kesmiş olsa derhal âzâd edilmeyen kısmın bedelini ödemesi için çalışması vâcib olur da âzâd olur, nitekim böyle açıklamışlardır. Bu itibarla âzâd edilmeyen kısmen bedelini ödeyebilecek bir zamana izâ´fe edilmelidir. Fetih. Bahır. H.

«Altın ile gümüş cinsinden olursa kıymetinden ziyade olmamalı ilh...»

Eğer sulh veya kitabet bedeli ticaret eşyası olursa kıymetinden ziyade olsa da caizdir. Bahır.

Âzâd etmeyen dilerse hissesini ona ödettirir ilh...» ödediği takdirde âzâd eden ortakçı da muhayyer olup dilerse kölenin geri kalan kısmını da âzâd eder. Dilerse bunun hakkında tedbirde veya kitabette bulunur, dilerse bunun kıymetini almak için köleyi kazanç yoluna sevk eder. Bedayı´.

«Âzâd ettiği günde ilh...» Yani kendi hissesini âzâd ettiği gün, diğer ortağının hissesinin kıymetine mâlik olmasıdır. Eğer zengin iken âzâd edip sonra fakir düşse, ortağı hissesinin kıymetini buna ödettirir. Fakir iken âzâd edip zengin olsa ortağı buna hissesinin kıymetini ödettiremez. Köle âzâd edildiği gün a´mâ olup sonra gözleri açılsa a´mâ olarak kıymeti vâcib olur. Sağlam iken âzâd edilip sonra a´mâ olsa sağlam olarak kıymeti vâcib olur. Fetih´de de böyledir.

«Giyeceği ile yiyeceğinden başka ilh...» Hasan´ın rivayetinde kifaf istisna edilmiştir, kifaf: Ev, hizmetçi ve elbisedir. Fetîh. Bahır´da zahir rivayete göre kifafın istisna edilmesi lâzımdır. Bundan dolayı Muhît´de yalnız kifaf zikredilmiştir. Mücteba´da bu sahih görülmüştür.

«Köle mevcut değilse ilh...» Yani köle ölmüşse, ölümle vasfı değişmekle kıymetinin bilinmesi mümkün olmadığı için âzâd etmeyen ortak ziyadeyi dava, âzâd eden ise ziyadeyi inkâr ettiği için âzâd edenin sözü kabul edilir. Tamamı Bahır´dadır.

«Kezâ ilh...» Yani âzâd husumet gününden önce olup, zenginliğin ve fakirliğin değişebileceği kadar bir zaman geçmişse âzâd edenin sözü kabul edilir. Aksi takdirde âzâd edenin o zaman ki hali itibar edilir. Zengin olduğu bilinirse ihtilâf için bir mânâ yoktur, bilinmezse yine âzâd edenin sözü kabul edilir.

Bundan anlaşıldı ki vaziyet bilinmediğinde âzâd edenin sözü kabul edilir. Bahır. Fetih.

METİN


Bir köleye ortak olan iki kimseden her biri diğeri kendi hissesini âzâd etti diye haber verip, her biri inkâr etse mutlak surette yani gerek ikisi de zengin olsun, gerek biri zengin diğeri fakir olsun mahkemeye çıkıp kaadı kendilerine yemin vermedikçe köle her birinin hisselerinin kıymetini ödemek için çalışır. Velâda onlar içindir. İmameyn «Köle, ortaklar fakir olurlarsa onlar için çalışır, zengin olurlarsa çalışmaz. Eğer bunlardan biri zengin diğeri fakir olursa, zengin için çalışır fakir için çalışmaz. Bu iki ortak anlaşıp birisinin âzâdı üzerine ittifak edene kadar bütün suretlerde velâ durdurulur» demişlerdir. Eğer bu iki ortak kaadının huzuruna çıkıp kendilerine yemin verildiğinde yemin ederlerse köle, hisselerinin bedelini ödemek için çalışır. Köle olarak kalmaz, eğer ikisi de ikrâr veya yeminden çekinirlerse âzâd olup köle olarak kalmaz, eğer birisi yemin eder diğeri etmezse yemin etmeyen itiraf etmiş sayılacağından köle onun için çalışmayıp yemin eden için çalışır. Ortaklardan birinin âzâdı üzerine, ittifak etme-den önce köle ölse velâsı beytülmala ait olur. Bahır.

Şârihin metindeki «şehide» kelimesini «ahbere» kelimesi ile açıklaması, ortaklar her ne kadar müteaddit de olsalar kendilerinin menfaati olmakla, şahitliklerinin kabul edilmediğini beyan etmek içindir. Bedayı´

Şârih «metinde karıştırmak vardır ve bu gizli değildir, dikkat et! Sonra şeyhimiz Remlî Hayreddin´in de bu mesele üzerine aynı şekilde tenbih etmiş olduğunu gördüm. Allah´a hamdolsun» demiştir.

FER´İ MESELE: Bir köleye ortak olan iki kimseden birisi diğerine «Ben hissemi sana sattım, onu sana satmadıysam o hürdür» deyip, diğeri de «ben onu satın almadım, onu senden satın aldımsa o hürdür» dese söz, yeminiyle satın almayı inkâr edenindir. Sattım diyenin şahidi olmamakla, diğer ortak satın almadığına yemin ederse, sattım diyenin hissesini ödemeksizin köle âzâd olur. Diğer ortağın hissesinin bedelini bütün suretlerde öder. İmameyn´e göre sattığını dava eden ortak fakir ise yine köle diğer ortağın hissesinin bedelini ödemek için çalışır. Zengin ise esah olan kavle göre hiçbirisi için çalışmaz.

İZAH

«Bir köleye ortak olan iki kimseden herbiri ilh...» İki ortaktan birisi diğeri hissesini âzâd etti diye haber verip, o da inkâr etse yine hüküm böyledir. Bahır. Nehir.

«Herbiri inkâr etse ilh...» İkisi birden veya peşi peşine âzâd ettiklerini itirâf etseler, ikisi de zengin ise her biri diğerine bir şey ödettiremez. Köle de çalışıp kıymetini ödemez. Çünkü kölenin tamamı onlar tarafından azad edilmiştir. Onlardan birisi itiraf edip, diğeri inkâr etse, inkâr edene yemin vermek vâcib olur. Zira burada fayda vardır. Yeminden çekinirse itirâf etmiş veya sehmini bağışlamış olur. Artık ikisi de itirâf etmiş olup kölenin üzerine kıymetini ödemek için çalışmak lâzım gelmez. Fetih.

«Mahkemeye çıkıp kaadı kendilerine yemin vermedikçe ilh...» Yani:

Ortaklardan her biri diğerine hitaben: "Sen hisseni âzâd ettin" deyip o da inkâr etse ve mahkemeye de çıkmasalar köle her birinin hissesinin kıymetini öder, ama onlardan birisi, diğerinin hissesinin kıymetini veya her biri diğerinin hissesinin kıymetini ödemek istediğinde hisseleri farklı olmakla anlaşamayıp mahkemeye çıksalar veya bu sözü söyledikten sonra yine köleyi köle olarak kullanmak istediklerinde bir hayır sahibi bunları kaadının huzuruna çıkarsa, kaadı kendilerine sorduğunda inkâr etseler, yemin verdiğinde yemin de etseler köle, köle olarak kalmaz. Çünkü her biri arkadaşının yalan yere yemin etmiş olduğuna ve kölenin köle olarak kalmasının haram olduğuna inanmaktadır. Bundan dolayı köle çalışıp her birinin hissesinin kıymetini öder. (Buna göre kaadının huzuruna çıkmamak suretiyle, kaadının huzuruna çıkıp yemin etme suretleri birdir.) Velhasılı ortaklar kaadı tarafından yemin verildiğinde yemin ederlerse, köleyi köle olarak kullanamazlar. Fakat köle onlara kıymetini ödemek için çalışır, eğer itiraf veya yeminden çekinirlerse köle meccanen âzâd olur. Çünkü yeminden çekinmek azâd ettiğini itiraf veya hissesini bağışladığını itiraftır. Nitekim geçmiştir.

«Zengin için calışır ilh...» Çünkü zengin, ortağı fakir olduğu için ondan ödeme davasında bulunmayıp ancak köleden çalışıp ödeme davasında bulunur ve köleyi çalışmaktan beri kılmaz. Fakir ortak için köle kıymetini ödemek için çalışmaz. Çünkü fakir olan ortak diğer ortağı zengin olduğu için ondan ödeme davasında bulunup köleyi çalışma davasından beri kılar.

«Şârih metinde karıştırmak vardır ilh...» Yani metinde ortaklardan biri zengin diğeri fakir olduğunda köle, zengin için çalışır, fakir için çalışmaz ibaresinin İmam-ı Azam´ın kelâmından olduğu sanılmaktadır. Halbuki bu ibare İmameyn´in ibaresidir. Çünkü yukarıda geçtiği gibi İmam-ı Azam´ın mezhebine göre ortaklar gerek zengin olsunlar, gerek biri zengin biri fakir olsun, her iki suretle de köle ikisinin de hisselerinin kıymetlerini ödemek için çalışır. Şârih bu karıştırmayı düzeltmek için şerh de «kaalâ» kelimesini zikrederek bunun İmameyn´in kelâmından olduğunu beyan etmiştir.

«Sattım diyenin şahidi olmamakla ilh...» Eğer sattım diyenin şahidi olursa, satın aldığını inkâr edenin yemini bozulup, kölenin tamamı bunun aleyhine âzâd olur ve âzâd ettiğinden değil, satın almış olduğundan dolayı satanın hissesinin parasını vermesi de kendisine lâzım gelir.

«Sattım diyenin hissesini ödemeksizin köle âzâd olur.» Çünkü sattım diyen, kendi hissesinin âzâdını satmamaya bağlamış, satmama da diğer ortağının yemini ile gerçekleşmiş âzâd kendi tarafından olduğu için kölede ki hissesi meccanen âzâd olmuştur.

«Zengin ise esah olan kavle göre hiçbirisi için çalışmaz...» Yani satanın hissesinin bedelini ödemez. Çünkü âzâd onun tarafından yapılmıştır, satın almayı inkâr edene gelince o hakkını köleye değil ortağına ödettirir.

METİN

Bir köleye ortak olan iki kimseden biri, meselâ: «Yarın fülan kimse eve girerse sen hürsün» demek gibi kölesinin âzâdını yarın olacak bir işe ta´lik edip ve diğer ortağı da işi aksine yapıp, yani o da aynı köleye «fülan kimse yarın eve girmezse sen hürsün» deyip yarın geçip âzâdın şartı yani eve girme veya girmeme bilinmese bu iki ortaktan birinin yemini kesin olarak bozulduğu için kölenin yarısı âzâd olur. Köle diğer yarısının bedelini onlara mutlak surette öder, velâ da onların olur. Mesele açıklanmış olduğu haliyle iki köleleri olup bu kölelerden her biri birinin olan iki kimse köleleri üzerine yemin edip meselâ, bu kimselerden biri «yarın Zeyd eve girerse sen hürsün» deyip diğeri de kendi kölesine «yarın Zeyd eve girmezse sen hürsün» deyip ertesi gün geçtiği halde Zeyd´in eve girip girmediği bilinmese hürriyetle lehine hükmedilen köle de ve âzâd ile aleyhine hükmedilen kimsenin yemininin bozulmasında tam bilinmezlik olduğu için kölelerden hiçbirisi âzâd olmaz. Hatta yeminlerini bilen kimsenin köleleri satın alması gibi mâlik bir olsa onun üzerine kölelerin biri âzâd olur. Malike hangisinin âzâd olduğunu beyan et diye emrolunur. Fetih.

Bir kimse «bugün Zeyd şu eve girmemişse kölem âzâd olsun» deyip sonra «Zeyd bugün bu eve girmişse zevcem boş olsun» derse kölesi âzâd, zevcesi boş olur. Çünkü bu yemin eden kimse yemininden her biri ile diğer yeminini bozmuş olduğunu iddia etmiştir. Birinci yemin lâfza-i celâl ile olup meselâ: «Vallahi Zeyd bu eve girmemiştir» deyip sonra «Zeyd bu eve girmemişse kölem hür olsun» dese kendisine keffaret de lâzım gelmez, kölesi de âzâd olmaz. Çünkü o kimse yemininde doğru ise keffaret lâzım gelmez, bile bile yalan yere yemin etmişse bu yemin, yemin-i gamus olup, hâkimin hükmü altına girmediği için diğer yeminin hükmünü yalana çıkarmaz.

Bir kimse, zirahm-i mahrem akrabasına satın alma, hibe veya sadaka yahut miras gibi mülk sebeplerinden biriyle başka bir kimseyle beraber mâlik olsa, zâhir rivayete göre; ortağı bu kimsenin akrabası olduğunu bilsin veya bilmesin ödemeksizin o kimsenin hissesi âzad olur. Çünkü ödeme veya ödememenin hükmü, sebeb üzerine döner. Sebeb ise tecavüz olması veya olmamasıdır. Burada ise tecavüz yoktur. Ortağı ise hissesini ya âzâd eder, ya da kendihissesinin bedelini kazanması için köleyi kazanç sahasına sevk eder.

Bir kimse bir şahısla beraber ümmi veledi olan cariyeye nikâhla mâlik olsa her ne kadar fakir de olsa o şahsın hissesini öder. Çünkü bu ödeme, mülk edinme ödemesi olmakla zenginlik ve fakirlikle değişmez. Bir kölenin yarısını kölenin akrabası olmayan bir kimse satın alsa sonra diğer arısını kölenin akrabası satın alsa kölenin akrabası olmayan kimse muhayyer olup, kölenin akrabası zengin olduğu takdirde dilerse ona ödettirir, dilerse hissesinin bedelini almak için köleyi kazanç yoluna sevk eder.

«Bir kölenin yarısını akrabası olmayan bir kimse.» İfadesi musannıfın şerh ettiği metnin nüshasından düşmüştür. Bir kimse akrabasının hepsine mâlik olan bir şahısdan yarısını satın alsa mutlaka yani satın alan gerek zengin olsun gerek fakir olsun, satan şahsa bir şey ödemez. Çünkü satan şahıs satılan kölenin satın alan kimsenin mülküne girmesine illet olan îcabla kabulde ortak olmuştur.

Musannıfın «bir kimse akrabasının hepsine mâlik olan...» sözüyle kayıtlaması, bir kimse iki şahsın ortağı bulunan akrabasını ortakların birinden satın alsa kendisi zengin ise satmayan diğer ortağın hissesinin bedelini ödemek kendisine lâzım geleceğine işaret etmek içindir.

İZAH

«Bir işe ilh...» Yani: Bu iş gerek başkasının işi olsun gerek âzâdına yemin edilen kölenin işi olsun müsavidir. T.

«Meselâ ilh...» Yani: Yarının zikredilmesi şart olmayıp murat olan belirli bir vakittir. Çünkü yarın, bugün ve daha önceki gün arasında fark yoktur. Bahır. Girme işinin zikri de yarının zikri gibidir. Yani ta´lik herhangi bir işle yapılabilir. T.

«Yarın geçip ilh...» Yani: Yarının akşamına kadar kölenin ortakların mülkünde bulunması lâzımdır. Eğer ortaklardan biri yarın gelmeden köleyi mülkünden çıkarırsa yarının gelmesine yapmış olduğu ta´Iik batıl olur. Diğer ortağının ta´liki beklenir, şartın meydana geldiği bilinirse onun hissesi âzâd olur, bilinmezse âzâd olmaz. Nitekim bu mesele gizli değildir.

«Girme veya girmeme bilinmese ilh...» Eğer şartın biri şahid veya yemin edenin ikrarıyla -başkasının ikrarıyla değil- bilinirse gereğiyle amel edilir.

«Kölesi âzad, zevcesi boş olur ilh...» Bazıları "kölesi de âzâd olmaz, zevcesi de boş olmaz. Çünkü âzâd ile boş olmadan biri Zeyd´in eve girmesine diğeri girmemesine ta´lik edilmiştir. Bu şartlardan herbirinin bulunup bulunmaması ihtimali vardır" demişlerdir,

«Satmayan diğer ortağın hissesinin bedelini ödemek kendisine lâzımdır ilh...» Çünkü satmayan ortak satışın illeti olan îcab ile kabulde ortak olmamakla başkasının satışıyla kendinin hakkı batıl olmaz. Bahır. T.

METİN

Üç kimse arasında ortak olan köleyi ortaklardan biri müdebber kılıp sonra ortaklardan biri de onu âzâd etse müdebber kılan ortak ile âzâd eden ortak zengin iseler müdebber kılmayan ve âzâd etmeyen üçüncü ortak dilerse kölenin köle olarak kıymetinin üçte birini müdebber kılan ortağına ödettirir. Ödeyen ortak da ödediği kıymeti köleden alır. Müdebber kılmayan ve âzâd etmeyen ortak kölenin kıymetinin üçte birini azâd edene ödettiremez. Zira müdebber kılmanın ödemesinde asıl olan ıvaz ödemesidir. Kendi hissesini tedbire kesen ortak, âzâd eden ortağa kölenin müdebber olarak kıymetinin üçte birini ödettirir. Fakat tedbire kesmesiyle köle olarak kıymetinin üçte birine noksan terettüb etmekle kendisinin köle olarak üçüncü ortağa ödediği kıymetinin üçte birini âzâd edene ödettiremez, ileri de gelecektir ki tedbire kesilmiş kölenin kıymeti kendinin köle olarak kıymetinin üçte ikisidir. Bu kölenin velâsı âzâd edenle tedbire kesen arasında üç bölük olup üçte ikisi tedbire kesenin, geri kalanı âzâd edenindir. Çünkü köle mülkleri üzerine böyle âzâd olmuştur.

Bir cariyeye ortak olan iki kimseden biri "bu cariye benim ortağımın ümmi veledidir" deyip ortağıda bunu inkâr edip şahidde bulunmasa bu cariye inkâr eden ortağına bir gün hizmet eder, ümmi veleddir diyen ortağın ikrarı ile amel edilerek bir gün hiç bir kimseye hizmet etmez. Bu cariyenin nafakası kendi kazancındandır. Eğer kendi kazancı olmazsa inkâr eden üzerinedir. Cinayetiyse iki ortakdan biri diğerini tasdik edene kadar durdurulur, ümmi veled için kıymet yoktur, ancak Hıristiyannın ümmi veled olan cariyesinin Müslüman olması zarureti hâlinde kıymeti vardır. İmameyn bu ümmi velede cariye olarak kıymetinin üçte biriyle kıymet biçilir demişlerdir. Ortak olan bir cariye bir çocuk doğurup ortaklardan her biri çocuğun kendinden olduğunu dava edip, bu cariye onlar için ümmi veled ol-duktan sonra bunlardan zengin olan, bu ortak ümmi veledi azâd etse diğer ortağının hissesini ödemez. Bu cariye bir çocuk daha doğurduktan sonra ortaklardan birisi çocuğun kendisinden olduğunu dava etse nesebi o kimseden sâbit olur. Fakat bu çocuğun kıymetini diğer ortağına ödemez ve bu çocukda çalışıp kendi kıymetini diğer ortakçıya ödemez. Buna İmameyn muhalefet etmişlerdir. Ancak ümmi velede cinayet işlenmekle icmaen kıymetinin üçte biri ortağına ödenir.

Meselâ; ortağın birisi ümmî veledi yırtıcı bir hayvana yaklaştırıp hayvan onu parçalasa onun cariye olduğu haldeki kıymetinin üçte birini ortağına öder. Çünkü bu ödeme cinayet ödemesidir, gasb ödemesi değildir. Bundan dolayı böyle bir fiil ile hür olan çocuğun kıymeti ödenir. Zeylai.

Bir kimsenin üç kölesi olup bunlardan yanında olan iki kölesine «ikinizden biriniz hürdür» deyip onlardan biri dışarı çıkıp diğeri içeri girdiğinde yine «ikinizden biriniz hürdür» sözünü tekrar etse kendisine açıklaması için cebredilir, efendi açıklamadan ölse içeriden çıkmayankölenin dörtte üçü, yani birinci söz ile yansı, ikinci söz ile yarısının yarısı âzâd olur. Diğer kölelerden her birinin de yarısı âzâd olur. Bu mesele de kölelerden birinin dörtte üçünün, diğerlerinden her birinin yarısının âzâd olması taksim edilme ve zaruretten dolayıdır. Bu mesele bu yere mahsustur.

Efendinin üç kölesine söylemiş olduğu bu sözü ölüm hastalığında söylemiş olup bu kölelerden âzâd olan miktara malının üçte biri kifayet etmeyip bu miktara veresede icazet vermeyip kölelerin kıymetleri müsavi olursa terekenin üçte biri aralarında yukarıda geçtiği gibi her birinin âzâd edilmiş miktarına göre taksim edilir. Mesele şöyle izah edilir. Azâd edilen sehimler gibi kölelerden her biri yedi sehim kılınır. Çünkü kendisi için nısıf ve rübû bulunan mahrece ihtiyacımız vardır. Bu mahrecin en azı da dörttür. Binaenaleyh mahrec, yediye avleder, bu yediye avleden terikenin üçte biridir. İki surette de içerde bulunan kölenin yedi sehminden üç sehmi âzâd olup dört sehminin kıymetini çalışıp öder, diğer kölelerinin yedi sehimden ikişer sehmi âzâd olup beşer sehimlerinin kıymetlerini ödemek için çalışırlar. O halde çalışıp kıymetini ödedikleri sehimleri on dörde ve kölelerin âzâdı ölüm hastalığında olduğu için vasiyet olacağından malının üçte birinden muteber olmakla vasiyet sehimleri yediye ulaşmıştır.

İZAH

«Sonra ortaklardan biri de onu âzâd etse İlh...» Yani tedbire kesen üçüncü ortağın sehmini ödemeden önce, ikinci ortak azâd ederse hükmü metinde beyan edilmiştir. Eğer tedbire kesen üçüncü ortağın sehminin kıymetini ödedikten sonra ikinci ortak âzâd ederse, tedbire kesen âzâd edene kölenin köle olarak kıymetinin üçte birini ödettirir. Çünkü âzâd etme tebdire kesenin üçüncü ortağın hissesine malik olduktan sonra yapılmıştır.

«Müdebber kılmayan ve âzâd etmeyen üçüncü ortak dilerse ilh...» Yani dilerse hissesini tedbire keser, dilerse hissesinin bedelini almak için köleyi çalıştırır, dilerse köleyi âzâd eder, dilerse kitabete keser.

«Zira müdebber kılmanın ilh...» Velhasılı tedbire kesmek İmam-ı Azam´a göre bölünmeyi kabul edince yalnız tedbire kesenin hissesi tedbire kesilmiş olur. Fakat diğer iki ortağının hisselerini satmaları ve hibe etmeleri mümkün olmayınca bunlardan her biri için yukarıda geçen muhayyerlik vardır. Bu iki ortakdan biride hissesini âzâd edince onun hissesi de aradan çıkmış olur. Üçüncü ortağın hissesini tedbire kesene veya âzâd edene ödettirmesi lâzım gelir. Ancak tedbire kesene ödettirir. Çünkü tedbirde asıl olan ödeme ıvaz ödemesidir, âzâd ise zayi etme olduğu için âzâd edene ödettiremez. Bu İmam-ı Azam´a göredir. İmameyn´e göre kölenin tamamı tedbire kesilmiş olur. Âzâd edenin âzâd etmesi batıldır. Tedbire kesen ortak zengin olsun, fakir olsun diğer iki ortağı için kölenin üçte iki hissesininkıymetini öder. Çünkü İmameyn´e göre tedbir bölünmeyi kabul etmez. Tamamı Zeylaî´dedir,

«Fakat tedbire kesmesiyle köle olarak kıymetinin üçte birine noksan terettüb etmekle îlh...» Velhasılı tedbire kesen ortak âzâd edilmeden önce olan hissesini âzâd edenden alır, eğer üçüncü ortak hissesinin kıymetinî tedbire kesenden almışsa, tedbire kesen için bir tedbire kesilmiş kölenin üçte biri, birde köle olduğu haldeki kölenin kıymetinin üçte biri olmak üzere, kölenin kıymetinin üçte ikisi vardır, artık bu kıymetleri âzâd edenden alır. Eğer tedbire kesen üçüncü ortağın hissesinin bedelinî ödemeden ikinci ortak kendi hissesini âzâd ederse tedbire kesen ortak üçüncü ortak için ödediği parayı köleden ve kendinin hissesinle bedelini de âzâd edenden alır.

«İleride gelecektir ki tedbire kesilmiş kölenin kıymeti kendinin köle olarak kıymetinin üçte ikisidir ilh...» Yani metinde tedbir babının sonunda gelecektir. Meselâ; bir kölenîn, köle halindeki kıymeti yirmî yedi dinar olsa, âzâd eden ortak, tedbire kesen ortak içîn altı dinar öder, yîrmi yedinin üçte ikisi olan on sekiz dinar kölenin müdebber halindeki kıymeti olup, ödenen altı dinar on sekiz dinarın üçte biridir. Tedbire kesen ortak, üçüncü ortağa köle halindeki kıymetinin üçte biri olan dokuz dinarı öder

«Üç bölük olup ilh...» Yani velânın tedbire kesen ile âzâd eden arasında üç bölük olup üçte ikisi tedbire kesenin geri kalanı âzâd edenin olması İmam-ı Azam´ın kavlidir. İmameyn´e göre velânın hepsi tedbîre kesen ortak için olur. Nitekim Hidaye´de böyledir.

«Çünkü köle mülkleri üzerine böyle âzâd olmuştur ilh...» Çünkü tedbire kesen üçte birini tedbir kesmek ve üçte birininde üçüncü ortağa kıymetini ödemek suretiyle kölenin üçte ikisine mâlik olduğundan, sanki baştan kölenin üçte ikisini tedbire kesmiş gibi olur. Âzâd eden böyle değildir, her ne kadar âzâd eden de üçte birini âzâd edip üçte birinin kıymetini tedbire kesene ödediyse de onun için velânın ancak üçte biri vardır. Çünkü bunun ödemesi bozma ödemesidir. Yoksa mâlik olma ve ıvaz ödemesi değildir.

«Ortağı da bunu inkâr edip ilh...» Eğer ortağı onu tasdik ederse cariye kendisinin ümmi veledi olup, ümmi veledidir diye söyleyene cariyenin kıymetinin yarısı ile ukr (mehir) nun yarısını ödemesi lâzım gelir. Nitekim iki kişi arasında ortak olan bir cariye çocuk doğurup da ortaklarından biri çocuğun kendisinden olduğunu dava etse, bu dava eden ortak diğer ortağı için cariyenin kıymetinin yarısı ile ukrunun yarısını öder. Nitekim gelecektir. Bahır.

«Şahid de bulunmasa ilh...» Eğer şahîd bulunursa hüküm ortağının kendisini tasdik etmesi gibidir.

«Ancak Hıristiyanın ümmi veled olan cariyesi Müslüman olması zarureti hâlinde kıymeti vardır lih...» Yani: Bu ümmi veled olan cariye köle hâlindeki kıymetinin üçte birini çalışıp efendisine öder. Nitekim istilâd bahsinde gelecektir. Çünkü ümmi veled kılan efendi onunkıymetli bir mal olduğuna inanır. Biz Müslümanlar Hıristiyanları dinleri üzerine bırakmakla emrolunduk. Bu Müslüman olan ümmi veledden zararı defetmek için Hıristiyan olan efendisinin onu kitabete kesmesiyle hükmettik. Çünkü bu Müslüman ümmi veledi onun cariyesi olarak bırakmak ve onu meccanen onun mülkünden çıkarmak mümkün değildir. Bu Zeylaî´den naklen Tahtâvî´de zikredilmiştir.

«Buna İmameyn muhalefet etmiştir ilh...» Yani: İmameyn´e göre; iki meselede çocuğun kendisinden olduğunu îddia eden ortak zengin ise çocuğun kıymetini öder. Fakir ise birinci meselede anası, ikinci meselede çocuk öder.

«Çünkü bu ödeme cinayet ödemesidir ilh...» Yani: ortaklardan biri ca-riyeyi öldürdüğünde ittifakla onun kıymetini ödemesi lâzım olduğu gibi burada lâzımdır. Fetih.

«Bundan dolayı böyle bir fiille hür olan çocuğun kıymeti ödenir ilh...»

Yani: Bir kimse hür olan bîr çocuğu bir yırtıcı hayvanın önüne atıp hayvan onu parçalasa çocuk hür olup asla kıymeti olmamakla beraber o kimse onun kıymetini öder. Buna göre ümmi veledi yırtıcı hayvanın önüne atıp parçalattıran kimsenin onun kıymetini ödemesi evleviyetle lâzım olur.

METİN


Bir kimsenin mehirleri müsavi ve kendilerine cinsi yakınlıkta bulunmadığı üç zevcesi olup -üç kölede olduğu üzere- bunlardan yanında olan iki zevcesine «ikinizden biriniz boştur» deyip hemen bunlardan biri dışarı çıkıp, dışarıdaki içeri girip yine «ikinizden biriniz boştur» sözünü tekrar etse hangisini boşadığını açıklamadan ölse -Musannıf kendilerine cinsi yakınlıkta bulunmayan kadınlar diye kayıtlaması birinci boşamakla boş olan kadının ikinci boşamaya mahal olarak kalmayacağını ve bu boşamanın da manada âzâd gibi olduğunu ifade etmek içindir- içerden dışarı çıkan kadının mehrinin dörtte biri, içerden çıkmayan kadının mehrinin sekizde üçü, dışarıdan içeri giren kadının mehrinin sekizde üçü, dışardan içeri giren kadının mehrinin sekizde biri düşer. Çünkü «ikinizden bîriniz boştur» birinci sözle zevcesinin birinin mehrinin yarısı, dışarı çıkan zevcesi ile içeride kalan zevcesi arasında yarı yarıya düşmekle her birinîn mehrinin dörtte biri düşmüş olur. Sonra ikinci defa «ikinizden biriniz boştur» ifadesiyle içeride kalan zevcesi arasında mehrin dörtte biri de yarı yarıya düşmüş olur. Bu üç kadına dörtte bir veya sekizde bir verilecek mirasın yarısı dışardan içeri giren kadına verilir. Çünkü kendisine ancak zevciyette içerde kalan kadın ortak olur. Mirasın diğer yarısı ise dışarı çıkan kadın ile içerde kalan kadın arasında yarı yarıya taksim edilir. Çünkü bu iki kadından birisini tercih edici bîr sebep yoktur. Bu üç kadından her birinin üzerine ihtiyaten ölüm iddeti lâzımdır. Kendilerine cinsi yakınlıkta bulunulmadığı için boşama iddeti lâzım değildir. Belirsiz olan bain talâkda cinsi yakınlık ile ölüm beyandır. Meselâ; bir kimsenin iki zevcesi olup bunlara «sizden biriniz baindir» dedikten sonra bunlardan birine cinsi yakınlıkta bulunsa veya bu kadınlardan biri ölse bu cinsi yakınlık veya ölmek diğerinin boş olduğunu açıklamış olur.

Bazıları «cinsi yakınlığâ davet edici olan öpmek de cinsi yakınlık gibi diğerinin boş olduğunu açıklamış olur» demişlerdir. Fakat onlardan bîrinin sonradan boşanması diğerinin boşanmış olduğuna delâlet etmez. Bir kimsenin iki kölesi olup bunlara «ikinizden biriniz hürdür» dedikten sonra birisini satışa arz etmesi, satış gibi olacağından değerinîn âzâd edilmiş olduğu belirlenmiş olur. Aynı şekilde bir kimseninde iki zevcesi olup bunlara «ikinizden biriniz baindir» dedikten sonra talâkla tehdit ve korkutmak da meselâ; «sen şu îşi yapmazsan seni boşarım» denilmesi talâk gibi midir? şârih «ben bu bahsi göremedim» demiştir.

Bir kimsenin iki zevcesi olup «sizden bîriniz baindir» dedikten sonra bunlardan birine cinsî yakınlıkta bulunsa veya bu kadınlardan biri ölse bu cinsi yakınlığın ve ölümün diğer kadının boşanmış olduğuna delâlet etmesi, iki köleden birinin belirsiz âzâd edilmesinde bîrinin satışıyla diğerinin âzâd edilmiş olduğunun beyanı gibidir. Meselâ; bir kimsenin iki kölesi olup onlara «biriniz hürdür» dedikten sonra bu iki köleden birini satsa -isterse fasid olarak satılmış olsun- yahut köle ölse -isterse intihar etmiş olsun- yahut hür kılsa -isterse talik suretiyle olsun- yahut tedbire kesse -isterse mukayyed olsun- yahut îstilâd etse diğer kölenîn âzâdı teayyün eder.

Kezâ kitabete kesme, icare verme, vasîyet etme, evlendirme, rehin verme gibi ancak mülkde yapılması sahih olan tasarruflardan biriyle bu kölelerden birinde tasarrufta bulunsa yîne diğer kölenîn âzâdı teayyün eder.

İbn-i Kemal´in zikrettiğine göre her ne kadar teslim bulunmasa da bu kölelerden birini sadaka veya hibe etmekde yine diğerinin âzâdını beyandır. Hibe ile sadakada mülk her ne kadar teslim almakla tamam olursa da pazarlık yapmakla diğer kölenin âzâdını beyan olunca, bunlarda teslim olmasa da dîğerinin âzâdının beyan edilmiş olması evleviyetle sabit olur. Bedayı´.

Bir kimsenin îki kölesi olup onlara «biriniz hürdür» diyerek birini belirsiz» şekilde âzâd ettikten sonra, onlardan bîrine yukarda geçen yani satma fiilinden buraya kadar zikredilen fiillerden birisînî işlese diğer kölenin âzadı taayyün eder. Bu «biriniz hürdür» sözünü söyleyen kimseye bu kölelerden hangisini kasd ve niyet ettîn denildîğinde bîrine işaretle «bunu kastetmedim» dese diğeri âzâd olur. Sonra «bunu kastetmedim» dese birinci âzâd olmayanda âzâd olan gibi âzâd olur. İkî kadının talâkı da yine böyledir, fakat ikrar böyle değildir. İhtiyar

İki köleden biri tâyin edilmeden âzâd edildiğinde biri cinayet işlese cinayet işleyen âzâd îçin taayyün eder. Efendisinden zararı def îçîn diyet de kölenîn üzerîne lâzım olur. Velvaliciye. İki cariyeden biri tayin edilmeden bunlardan bîrîsîne efendisinîn cinsi yakınlıkta bulunması veya cinsi yakınlığa davet eden öpme, yapışma gîbi bir harekette bulunması İmam-ı Azam´a göre; beyan olmaz. İmameyn «gebe kalsın veya kalmasın cinsi yakınlık beyandır» demîşlerdîr. Çünkü Müslümanın hâline münasip olan cinsi yakınlığın helâl olması ancak mülkde olur. Fetva da İmamey´nin kavîlleri üzerînedir. Yine böyle ölüm, haber vermede ittifakla beyan olmaz. Meselâ: Bir kimse ikî kölesine «sizin birîniz benim oğlumdur» veya iki cariyesine «sizin biriniz benim ümmi veledimdir» deyip sonra onlardan biri ölse hayatta kalan âzâd için veya ümmî veled için taayyün etmez. Çünkü haber vermek diride de ölüde de sahihtir, fakat inşa haber vermenin hilâfına olup ancak hayatta olana mahsustur.

Bir kimse cariyesine «senin ilk doğuracağın çocuk erkek olursa sen hürsün» dedikten sonra cariye biri erkek biri kız olmak üzere ikiz doğursa fakat hangisinin evvel doğduğu bilinmese bütün hallerde erkek çocuk köle olur. Erkek çocuk önce doğduğunda anası ile kız kardeşi âzâd olacağına, erkek çocuk sonra doğduğu takdirde anası ile kız kardeşinin âzâd olmayacağına göre bir halde âzâd olmaları, diğer halde âzâd olmamalarıyla hüküm olunmakla anasıyla kız kardeşinin yarı kısımları âzâd olmuş olur ve diğer yarı kısımlarının kıymetlerini ödemek için çalışırlar.

İki kimse bir kimsenin iki kölesinin bunlar cariye de olsa birisini âzâd ettiğine dair şahitlik yapsalar İmam-ı Azam´a göre; bu şahitlik belirsiz âzâd üzerine yapıldığı için kabul edilmez. Ancak iki kimsenin şahitlikleri vasiyette, sıhat halindeki tedbirde maraz halindeki âzâdda veya mübhem talâkta ittifakla kabul edilir. Bir kimsenin iki karısı olup bunlara «ikinizden birinîz boştur» dese bunda kaide şudur ki: Mübhem (belirsiz) talâk, bu kadınlardan hangisini boşadığını açıklayıncaya kadar ikisini de haram kılar da Allah hakkı olmakla kendisinde dava şart olmaz. Fakat mübhem olan âzâd bunun gibi değildir. İmam-ı Azam´a göre; iki cariyesi olan kimse bunlardan bîrisini mübhem olarak âzâd ettiğinde âzâd edilenin hangisi olduğunu açıklamasa da bu mübhem âzâd bu cariyelere cinsi yakınlığı haram kılmaz. Fakat İmam-ı Azam´ın kavliyle fetva verilmesi caiz değildir. Nitekim yukarda geçmiştir. Bunu iyi belle!

Geçen surette şahidliğin kabul edildiği gibi, iki kimse bir efendinin ölümünden sonra sıhatta iken iki kölesine «biriniz hürdür» dedi diye şahidlik etseler, esah kavle göre şahidlikleri kabul edilir. Çünkü efendinin ölmesiyle âzâd, kölelerin ikisine yayılmakla onlardan her biri kendisinin âzâd edilmiş olduğunu dava eder. İbn-i Kemal ve diğer fukaha bu kavli sahih bulmuştur.

FER´Î MESELELER: İki kimse, bir şahsın Salim adındaki kölesini âzâd etti diye şahitlikyapsalar, fakat kölenin kendisini bizzat bilmeseler köle âzâd olur. Bir şahsın Salim adında iki kölesi olup onlardan her birinin âzâdını inkâr ederken iki kimse rasgele Salimi âzâd etti diye şahitlik etseler, şahitlik de cehalet olmakla kabul edilmez. Nitekim iki kölesi olan efendinin birinin ismini tayin ederek âzâd etti diye şahitlik edip fakat onun ismini unutsalar veya iki zevcesinden birinin ismini söyleyerek boşadı diye şahitler şahitlik yapıp fakat söylenen kadının adını unutsalar lehine şahitlik yapılan kimse bilinmediği için şahitlikleri kabul edilmez. Fetih. Vallahü teâlâ a´lem.

İZAH

«Bu üç kadına dörtte bir veya sekizde bir verilecek mirasın ilh...» Yani çocuk bulunmadığına dörtte bir çocuk bulunursa sekizde bir alırlar.

«Boşama iddeti lâzım değildir...» Çünkü boşamada iddet ancak cinsi yakınlıktan sonra vacibdir. T.

«Belirsiz olan bain talâkda ilh..» Şârih talâkı bainle kayıtladı. Çünkü ric´i talâkda kadınlardan birine cinsi yakınlıkda bulunmak, diğerinin boş olduğuna delâlet etmez. Zira ric´i talâkla boşanmış kadına cinsi yakınlıkla bulunmak helâldir.

«Fakat onlardan birinin sonradan boşanması diğerinin boşanmış olduğuna delâlet etmez ilh...» Çünkü bir veya iki talâkla boşanmış bir kadın iddette oldukça tekrar boşamak caizdir. *

«Yahut köle ölse ilh...» Yani iki köleden birinin azâd edilmesi halinde bunlardan birisi ölse diğer kölenin âzâdı belirlenmiş olur. Çünkü ölen köle âzâd için mahal olarak kalmamıştır.

İsterse tâlik suretiyle olsun ilh...» Meselâ; «ikinizden biriniz hürdür» dedikten sonra onlardan birine «bu haneye girersen sen hürsün» dese diğer köle âzâd olur.

«Yahut tedbire kesse ilh...» diğer köle âzâd olur, çünkü tedbire kesmede ölünceye kadar efendinin köleden faydalanma hakkı vardır.

«Fakat ikrâr böyle değildir ilh...» Yani malı ikrâr, âzâd ve talak gibi değildir. «İhtiyar» adlı kitabda «bir kimse «şu iki şahısdan birinin bende bin dirhemi vardır» dedikten sonra kendisine ikrâr ettiğin adam bu mudur? denildiğinde bu değildir, dese diğer şahıs için bir şey vâcib olmaz. İkrâr ile talâk ve âzâd arasında ki fark: Bir kimsenin ikî zevcesî olup bunlara «biriniz boştur» yahut iki kölesi olup bunlara «biriniz hürdür» dese zevcelerinden hangisini boşadığını yahut kölelerinden hangisini âzâd ettiğini tayin etmek kendisine vâcibdir. Gerek zevcelerinden gerek kölelerinden birisini boşamadım veya âzâd etmedim dediğinde vâcibî yerine getirmek için diğer zevcesi boş yahut kölesî âzâd olur. İkrara gelince ikrâr eden kimseye ikrâr ettiği şeyi beyan etmek vâcib değildir. Çünkü bilinmeyen şeye ikrâr lâzım olmamakla kendisine açıklaması için cebredilmez. Binaenaleyh ikrârda birini nefyetmek diğerini tayin sayılmaz.

«Fetva da İmameyn´in kavilleri üzerinedir ilh..» Bahır´da «velhasılı racih olan İmameyn´in kavlidir ve İmam-ı Azam´ın kavliyle fetva verilmez.» denilmiştir. Nitekim Hidayed´e ve diğer fıkıh kitablarında İmam-ı A´zam meselelerin çoğunda ihtiyata riayet etmekle beraber burada ihtiyatı terk etmiştir diye zikredilmiştir. Fetih´de «hak olan bu cariyelerin satışları helâl olmadığı gibi bunlara cinsi yakınlıkta helâl değildir» denilmiştir.

«Bütün hallerde ilh...» Yani erkek çocuk önce doğsa da sonra doğsa da köle olur. Çünkü onun doğması anasının hür olması için şarttır. Artık anası bunun doğumundan sonra âzâd olur. Bu anasına tâbi olmaz.

«Erkek çocuk önce doğduğunda ilh...» Şart bulunmakla anası âzâd olur. Kız kardeşi de anasına tebean âzâd olur. Çünkü anası kız kardeşini doğururken onu hür olarak doğurmuştur. Bahır.

«Bu şahitlik belirsiz âzâd üzerine yapıldığı için kabul edilmez ilh...»Yani bu iki köleden hangisinin âzâd edildiği bilinmediği için dava sahih olmaz. İmam-ı Azam´a göre, köle âzâd edildiğini dava etmedikçe onun âzâd edilmiş olduğuna şahitlik yapmak kabul edilmez.

neslinur
Wed 3 March 2010, 05:38 pm GMT +0200
ÂZÂDA YEMİN BAHSİ



METİN


Bir kimse «şu haneye girersem o günde mâlik olduklarımın hepsi hürdür» dese gerek yemin ettikten sonra gerek yemin etmeden önce mâlik olsun isterse o eve gece girsin girdiği vakit kendisinin mülkünde bulunan köle ve cariyelerin hepsi âzâd olur. Çünkü asıl mânâ «yevmeiz dahaltü: Girdiğim günde» demektir. Binaenaleyh haneye girdiği vakitte mülkünde bulunan köle ve cariyeye itibar edilir. Bundan dolayı yemin eden «yevmeizin: O gün» lâfzını söylemese, ancak yemin ettiği vakitte mülkünde bulunanlar âzâd olur. Nitekim yemin edenin «benim olan bütün köleler» veya «ben ona mâlik oluyorum yarından sonra» veya «bir ay sonra hürdür» dese bunda yemin ettiği vakit itibar edildiği gibi. Çünkü «lî: Benim için» veya «emlikühû: Mâliki oluyorum» sıygaları şimdiki zaman içindir, gelecek zamana şâmil olmaz. Hatta yemin ettiği günde bir şeye mâlik olmasa yemini lağvolur. Efendinin «benim ölümümden sonra her bir kölem» veya «kendisine mâlik olduğum hürdür» ifadesiyle bu sözü söylediği günde malik olduğu köle ve cariyeleri mutlaka tedbire kesmiş olur. Bu ifadeden sonra mâlik olduğu köle ve cariyeler mutlak tedbire kesilmeyip mukayyet tedbire kesilmiş olur. Fakat efendi öldüğünde bu ifadeyi söylediği vakitte mülkünde olan ve bu ifadeden sonra mâlik olduğu köle ve cariyeler malının üçte birinden âzâd olurlar. Çünkü bunların âzâdını ölümüne talikle vasiyet etmiş olur. Memlûk: «mâlik olunan» lâfzı cariyenin karnındaki yavruya şâmil olmaz, çünkü yavru anasına tâbidir. «Benîm her mâlik olduğum erkek hürdür» dîyen kimsenin cariyesinin hamli âzâd olmaz. Erkek lâfzını zikretmese hamile olan cariye dahil olmakla tebean hamli de âzâd olur. Kezâ memlûk ve abid (köle) lâfızları mükâtebe ve ortak olan kölelere şâmil olmaz ve doğru olan kavile göre tedbîre kesîlmîş, rehin verilmîş, ticarete izîn verilmiş kölelere şâmildir. «Benim her mâlik olduğum hürdür» sözüyle erkek kölelere niyet etse veya müdebbere niyet etmese dîyaneten tasdik edilir, kazaen tasdik edilmez. Fakat «benim mâlik olduklarımın hepsi hürdürler» sözüyle erkeklere niyet edip, cariyelere niyet etmese te´kidle tahsis ihtimalini defettiği için diyaneten de tasdik edilmez.

FER´Î MESELELER: Bir kimse «kölemi âzad etmem» diye yemin ettikten sonra kölesini kitabete kesse yahut zirahm-i mahrem akrabasını satın alsa, yahut köle kendi nefsini satın alsa bu üç surette yemin eden yeminini bozmuş olur. Bir kimse kölesine «eğer seni satarsam hürsün» dedikten sonra onu fasid satışla satsa âzâd olur. Sahih satışla satsa âzâd olmaz. Bir kimse kölesine «sen falan şahsın hanesine girersen hürsün» dedikten sonra hane sahibi ile başka bir kişide köle eve girdi diye şahitlik yapsalar âzâd olur.

Kölesine «sen falan şahısla konuşursan hürsün» dedikten sonra kendisiyle konuşulan şahıs ile başka bir kişi kölenin konuştuğuna dair şahitlik yapsalar kabul edilmez. Çünkü buşehadet konuşan şahsın kendi nefsinin fiili üzerine şehadetidir, eğer o şahsın iki oğlu, köle babamızla konuştu diye şahitlik yapsalar her ne kadar babaları konuşmayı inkâr etse de şahitlikleri babalarının aleyhine olmakla kabul edilir. Kezâ babaları kölenin kendisiyle konuştuğunu dava ettiğinde oğulları şahitlik yapsalar İmamı Muhammed´e göre yine şahitlikleri kabul edilir. İmamı Ebû Yusuf bu şehadeti iptal etmiştir.

İZAH

«Mâlik olduklarının hepsi hürdür ilh...» Bu ifade köleye ve cariyeye şâmildir. Bir kimse başkasının kölesine "şu haneye girersem sen hürsün" dedikten sonra onu satın alıp o haneye girse âzâd olmaz. Çünkü âzad. sarahaten ve manen köleye mâlik olmaya izâfe edilmemiştir.

«Çünkü asıl mânâ "yevmeiz dahaltü" iih...» Yani burada yevm, devam etmeyen girme fiiline muzaf olmakla yevmden mutlak vakit murad edilmiştir.

«Binaenaleyh haneye girdiği vakitte mülkünde bulunan köle ve cari-yeye itibar edilir ilh...» Bu ifade yemin edenin, yemin ettiği vakit mülkünde bulunup haneye girinceye kadar mülkünde kalan cariye ye kölelere şâmil olduğu gibi yemin ettiği vakit mülkünde olmayan sonra satın alıp haneye girinceye kadar mülkünde kalan köle ve cariyelere de şâmildir.

«Çünkü yavru anasına tâbidir ilh...» Yani anasının karnında olan yavru anasına tâbi olmakla anasının âzâlarından bir uzuv gibidir. Bundan dolayı keffarete kifayet etmez, bu yavru için sadaka-i fıtır vâcib olmaz. Tek olarak satılması da caiz olmaz. Nehir.

«Mükatebe ve ortak olan kölelere şâmil olmaz ilh...» Çünkü mükateb mutlak olarak tam köle değildir. Zira o el itibari ile hürdür, yani efendisinden izinsiz tasarruf eder, köle böyle değildir. Fetih´de «benim her kölem hürdür» ifadesiyle mükatebde âzâd olur. kölelik onda tamdır, ümmi veled ancak niyetle âzâd olur» denilmiştir. Ortak olan köleler niyetle âzâd olur. Bahır.

«Yemin eden, yeminini bozmuş olur ilh...» Çünkü kitabete kesmek, kitabet bedelini taksitle vermeye ta´lik edilmiş âzâddır. Kitabet bedelini ödeyince âzâd olur. Zirahm-i mahrem akrabasını satın almakla âzâdın sebebine mübaşeret etmiştir. Köleyi kendi nefsine satmak da azâddır. T.

«Sahih satışla satsa âzâd olmaz ilh ..» Fasid satışla, sahih satış ara-sındaki fark ta´lik edilmiş âzâdın olması şarttan sonra olur, fasid satışla satıldıktan sonra mülk bakidir. Sahih olarak satıldıktan sonra ise satıcının mülkünden çıkmakla âzâd olmaz.

«Âzâd olur ilh...» Çünkü girme kölenin fiili olup hane sahibinin buna şahitlik yapmasıyla töhmet altında kalmayacağından şahitliği sahihtir. Fetih.

«İmam Muhammed´e göre yine şahitlikleri kabul edilir ilh...» Çünkü şahitlik edilen şeyde babalarının menfaati yoktur. İmamı Muhammed töhmet bulunmasında menfaati itibaretmiştir.

«İmam Ebû Yusuf bu şehadeti iptal etmiştir.» Yani Ebû Yusuf mücerret dava ve inkarı itibar etmiştir. Çünkü oğullarının şahitlikleriyle babalarının dava ettiği şeyde doğru olduğunu ortaya koymak vardır. Fetih. Vallahü a´lem.

neslinur
Wed 3 March 2010, 05:40 pm GMT +0200
CUUL: MAL KARŞILIĞINDA YAPILAN ÂZÂD BEYANINDA (BÂB)



METİN


Cuul lâfzı ca´l şeklinde de okunabilir, «mal» mânâsınadır.

Bir kimse cinsi ve miktarı bilinen sahih mal üzerine kölesini âzâd edip köle de meclisde -meclis köle kayıp olduğu takdirde bildiği meclise de şamildir- malın hepsini kabul edip her ne kadar ödemezse de âzâd olur. Çünkü âzâd akdin kabul edilmesi üzerine ta´lik edilmiştir. Malın ödenmesi üzerine ta´lik edilmemiştir. Hatta köle akdi reddetse yahut akidden yüz çevirse azâd batıl olur. Fakat efendi kölenin âzâdını malın ödenmesine ta´lik edip, meselâ; «sen malı ödersen hürsün» dese köleye ticaret için delâleten izin verilmiş olur ve köleyi bu izinden menetmek sahih olur mu? Bahır´da olup olmamasında tereddüt edilmiştir, Böyle ta´lik suretinde efendi kölesini kitabete kesmiş olmaz. Çünkü bu âzâdın malın ödenmesine ta´lik edilmiş olduğu açıktır. Böyle ödenmeye ta´likle mal üzerine âzâd yirmi meselede kitabete kesmeğe muhaliftir. Musannıf burada yirmiden dokuzunu zikretmiştir. Âzâdı, malın ödenmesine ta´lik olunan kölenin azâdı kendisinin kabul etmesine tevakkuf etmez ve reddiyle de batıl olmaz, malı ödeyince âzâd olur.

Bunda âzâdın şartı olan ödeme bulunmadan önce efendinin onu satması caizdir. Eğer köle bu parayı ödemeden önce efendisi kendisini sattıktan sonra onu tekrar satın alırsa yine kölenin getirdiği parayı kabul etmek efendiye vâcib olur mu? Bunda ihtilâf vardır. Âzâdın bedeli olan mal ile efendinin arasını tahliye yani şer´i bir mani olmaksızın efendi elini uzattığında alabileceği bir yere malı koymakla âzâd olur. Bu kölenin namına başka bir kimse teberru olarak âzâdın bedelini ödese veya başkasına köle eda etmesi için emredipte o da ödese âzâd olmaz. Çünkü kendisinin ödemesi şartı bulunmamıştır. Nitekim efendi âzâd bedelinin dirhem olarak verilmesini şart kılsa da kölede altın ödese yahut beyaz kese ile şart kılsa da siyah kesede verse yahut falanca ayda ödenmesini şart kılsa da başka ayda ödese yahut efendi kölenin talebiyle bedelin bir kısmını indirip köle de diğer kısmını ödese yahut bedelin hepsinden köleyi beri kılsa yahut efendi ölüp köle bedeli veresiye ödese köle âzâd olmaz. Çünkü şart bulunmamıştır. Köle kazancıyla birlikte veresenin olur. Nitekim âzâd bedelini ödemeden köle ölse, terikesi efendisinin olup, âzâd olmaz.

Köle âzâd bedelini ödemeden önce efendi kölenin elindeki malını veya âzâd bedelini ödedikten sonra kölenin yanında kazandığı maldan artanı da alabilir. Ta´likden önce köle kazandığı maldan âzâd bedelini ödese âzâd olur. Fakat efendi o kadar meblağı köleden alır. Geçen surette ta´lik «in» kelimesiyle olursa âzâd bedelinin meclisde ödenmesi şart kılınmış olur. Ta´lik «izâ» kelimesi ile olursa meclisde ödenmesi şart kılınmış olmaz. Âzâdı, bedeli ödemeye ta´lik olunan cariye olup, çocuk doğurduktan sonra âzâd bedelini ödese çocuğu kendisine tâbi olarak âzâd olmaz. Zikredilen bu suretlerin hepsinde mükateb bunlaramuhaliftir. Bu ta´likde mal sahih borç olduğu için kendisine kefil olmak da sahihdir.

Kitabet bedeli buna muhalif olup, onda kefalet sahih olmaz. Böyle ödenmeye ta´likle mal üzerine âzâd, yirmi meselede kitabete kesmeğe muhaliftir. Zahire´de «Bir kimse kölesinin âzâdını bine ta´lik edip köle bini ödünç alır, efendisine verirse âzâd olur, alacaklı bini efendiden alır. Çünkü ticaret için izin verilmiş kölenin alacaklıları kendi borçlarını tamamen alıncaya kadar kölenin elinde bulunan mala daha çok hak sahibidirler. Eğer bu köle iki bin ödünç alıp binini efendisine verir, diğer bini kendisi yerse efendinin köleyi âzâdla alacaklının borcu için satılmaktan men ettiğinden dolayı yine alacaklı iki bini efendiden alır» ibaresi bu meselede yirmi üzerine ziyade olarak zikredilmiştir.

Bir kimse kölesine «ben öldükten sonra bin karşılığında sen hürsün» deyip ölümünden sonra köle kabul edip kabulle beraber ölen efendinin varisi yahut vasisi yahut varisin çekinmesi halinde kaadı köleyi âzâd etse bin karşılığında âzad olur ve vela ölü için olur, varislerin olmaz, esah olan kavle göre âzâdın kölenin kabul etmesi varis yahut vasi yahut varisin âzâd etmemesi halinde kaadının âzâd etmesiyle olur. Çünkü ölü âzâd etmeye ehil değildir. Kölenin kabulü ile âzâd etmenin ikisi birden bulunmazsa efendinin ölmeden önceki sözüyle âzâd olmaz.

Bir kimse kölesini kendisine bir sene hizmet etmek üzere hür kılıp meselâ; «bana bir sene hizmet etmek üzere seni âzâd ettim» deyip kölede kabul etse derhal âzâd olur, eğer kölesine «sen bana bir sene hizmet edersen hürsün» dese ancak şart olan hizmetle âzâd olur. Eğer bir seneden az hizmet etse yahut hizmetine karşılık bedel verse yahut efendi ta´likte «bana ve evlâdıma bir sene hizmet edersen hürsün» deyip evlâdının bazısı ölse şart bulunmadığı için âzâd olmaz. Çünkü «in» kelimesi ta´lik için, «alâ» kelimesi ise ıvaz (karşılık) içindir. Geçen surette köle hizmeti kabul edince, hizmetin müddeti her ne ise talikın akibinde köle insanlar arasında maruf olan hizmetle efendisine hizmet eder. Hizmet müddeti meçhul olup yahut köle hakikaten veya amâ gibi hükmen ölse yahut hizmetten önce efendisi ölürse kölenin kıymeti kendisi üzerine vâcib olup köleden verese için alınır. Köle müddetin bir kısmını hizmet etmiş olursa hesap edilerek kıymetinden çıkarılır. Kölenin kendisi ölüp terikesi bulunursa ondan kölenin kıymeti efendisi için alınır. İmamı Muhammed´e göre kölenin kendi kıymeti vâcib olmayıp hizmetinin kıymeti vâcib olur. Bununla amel ederiz. Hâvl.

Bu köle fakir olursa ehl-ü ıyalinin nafakası hizmet müddetinde efendisi üzerine lâzım olur mu? Hizmetle kendisine vasiyet edilen kimseye lâzım olduğu gibi yoksa ehl-ü ıyalinin nafakası için bir müddet çalışıp onların nafakasını kazandıktan sonra bir müddette efendisine hizmet mi eder? Hür ve fakir olan borçlu bir müddet çoluk çocuğunun nafakasınıtemin etmek için çalıştıktan sonra borcu için çalıştığı gibi.

Bahır´da bahis ve tafsil ile ikinci şıkkı tercih edilmiştir. Musannıf birinci şıkkı tercih etmiştir.

Geçen meselede ki ihtilâf şu meselede de vardır: Bir kölenin kendisine kendi nefsinin bir ayn karşılığında satılması, meselâ; bir kimse kölesine «senin nefsini sana şu ayn karşılığında sattım» deyip sonra o ayn helâk olsa veya o aynın başkasının hakkı olduğu ortaya çıksa İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf´a göre kölenin kıymeti, İmam Muhammed´e göre aynın kıymeti vâcib olur.

Bir kimse bir cariyenin efendisine «sen cariyeni benim üzerime bin dirheme benimle evlendirmek üzere âzâd et» deyip o da âzâd eder, cariyede evlenmeyi kabul etmezse meccanen âzâd olup, efendi emredenden bir şey alamaz. Çünkü talâkda başkası üzerine bedel şart kılmak sahihdir. Fakat âzâdda sahih değildir, emreden «alâ» kellesine bedel olarak «anni» lâfzını getirirse bin dirhem cariyenin kıymeti ile mehri misli üzerine taksim edilir. Çünkü "anni" lâfzı iktizaen satın almayı tazammün eder. Bundan dolayı efendinin teslim ettiği kıymetin hissesi vâcib olur ve mehrin hissesi düşer. Eğer cariye emredenle evlenirse binden cariyenin mehri misline aid olan hisse «anni» lâfzı söylensin veya söylenmesin iki vecihde de cariyenin mehri olur. Birinci vecihde» («anni» lâfzı söylenmediğinde) kıymetine isabet eden hisse heder, ikinci vecihde («anni» lâfzı söylendiğinde) efendisinin olur. Yani «anni» lâfzı söylenip satın almayı tazammun ettiğine göre cariyenin kıymetine isabet eden hisse efendinin olur. «Anni» lâfzı söylenmeyip satın almayı tazammum etmediğine göre cariyenin kıymetine isabet eden hisse hederdir.

Efendi, cariyesini nefsini efendiye tezvic etmek üzere âzâd edip, cariye de nefsini efendiye tezvic etse İmam-ı Azam ile İmam Muhammed´e göre âzâd mal olmamakla mehre elverişli olmadığı için bu cariyeye mehr-i misil lâzımdır. İmam Ebû Yusuf «Peygamberimiz (S.A.V.) in Ümmü´l-Müminin (müminlerin anası) Safiye´ (R.A.) yi âzâd edip nikâh etmeleri ve âzâdını mehri kılmaları fiil-i şeriflerine uyarak âzâdın mehir olması caizdir» demiştir.

İmam-ı Azam´la İmam Muhammed tarafından «Resûlu Ekrem (S.A.V.) in Safiye (R.A.) hakkında mehirsiz nikâh-ı şerifleri kendilerine mahsustur, yoksa âzâd karşılığında değildir» diye cevap verilmiştir.

Geçen meselede cariye efendisine varmayı kabul etmezse ittifakla kıymetini efendisine ödemesi lâzımdır. Kezâ bir kadın kölesini kendisine nikâh etmek şartıyla âzâd etse köle hanımefendisiyle evlenirse hanımefendisinin mehrini verir. Köle hanımefendisiyle evlenmeyi kabul etmezse kendi kıymetini hanımefendisine ödemesi vâcib olur.

Efendinin kendisiyle evlenmesi şartıyla âzâd ettiği cariye efendinin ümmi veledi olup şartı kabul ederse âzad olur. Evlenmeyi kabul etmezse üzerine bir şey lâzım gelmez. Çünküümmi veledin kıymeti yoktur. Haniyye.

FER´İ MESELE;
Bir kimse kendi kölesine «sen benden dolayı bir köle âzâd eyle, sen hürsün» deyip o da yeni bir köle âzâd etse, hiçbirisi âzâd olmaz. Fakat efendi kölesine «bana bir köle öde, sen hürsün» deyip o da bir köle ödese kendisi âzâd olur, Çünkü kölesi efendisinin mülküne yeni bir köle katmıştır, ziyade mülke her kim olsa razı olur, ama birinci meselede yeni köleyi âzâd etmek onu efendinin mülkünden çıkarmaktır. Çünkü kölenin kazancı efendisînindir.

İZAH

«Cuul ilh...» Çalışan kimseye iş karşılığında tayin edilen ücrettir. Bahır.

«Mal mânâsınadır ilh...» Yani burada âzâd için şart kılınan mal murad edilmiştir.

«Cinsi ve miktarı bilinen sahih mal ilh...» Yani malın cins ve miktarının bilinmesinin şart olması isimleriyle tayin etmenin sahih olması içindir, yoksa bu meselede âzâdın geçerli olması için şart değildir. Çünkü âzâdın geçerli olması kölenin kabul etmesine bağlıdır. Eğer malı ismiyle tayin etmek sahih olmazsa veya fasid olursa kölenin kıymeti vâcib olur. Sahih mal kaydıyla Müslüman hakkında mal olmayan şarabdan ihtiraz edilmiştir.

«Kölede meclisde malın hepsini kabul edip ilh...» Köle tarafından ıvaz olduğu için kabul edilmesi şart kılınmıştır. Eğer köle malın yarısını kabul etse efendisine zararı olduğu için İmam-ı Azam´a göre caiz olmaz. Imameyn´e göre caiz olup ve malın hepsi karşılığında âzâd olur. Bu meseledeki ihtilâfın menşei âzâd etmenin bölünmeyi kabul edip etmemesine mebnidir. Nehir.

«Meclis, köle kayıp olduğu takdirde bildiği meclise de şamildir ilh...»

Meselâ efendinin azâd ettiği meclisde köle bulunmayıp efendisinin kendisini mal karşılığında âzâd ettiğini öğrendiği meclisde akdi kabul ederse, âzâd olur, kabul etmezse âzâd olmaz, ama efendisinin kendisini âzâd ettiği meclisde bulunursa o meclisde kabul etmesi şarttır.

«Bunda ihtilâf vardır ilh...» İmam Ebû Yusuf´a göre efendinin kölesinin getirdiğini kabul etmesi vâcibdir. İmam Muhammed´e göre vâcib değildir. Fakat kabul ettiği takdirde köle âzâd olur. Kitabete kesme böyle değildir. Kitabette efendinin mükatebin getirdiğini kabul etmesi vâcibdir. Bohır.

Tenbih; tahliye (şer´i bir mani olmaksızın efendi elini uzattığında alabileceği bir yere malı koymakla âzâd olur.) ile âzâd, ödenmeye ta´lik edilmiş âzâda mahsus değildir. Mükatebde de tahliye ile âzâd olur. O halde tahliyeyi kitabete muhalif meselelerden saymanın bir manası yoktur. Nitekim muhaşşi Halebi de böyle ifade etmiştir. Bundan dolayı Bahır´da tahliye kitabete muhalif olan meselelerden sayılmamıştır.

«Çocuğu kendisine tâbi olarak âzâd olmaz ilh...» Çünkü bu cariye için doğurduğu vakitkitabet hükmü yoktur. Kitabete kesme böyle değildir. Fetih.

«Bu takdirde mal sahih borç olduğu için kendisine kefil olmak da sa-hihtir ilh...» Yani: Burada bedeli ödemeden önce borç yoktur. Çünkü efendi kölesi üzerine borç kılmamıştır, edâdan sonra yine borç yoktur. Bu itibarla bu kelâmın burada getirilmesinin bir mânâsı yoktur. Belki burada bu meseleyi zikretmek hatadır, bu meselenin mahalli «efendi kölesini mal üzerine âzad etse...» dediği yerdir. Bahır sahibinin dediğe gibi o yerde köle efendisinin dediği akdi kabul ettiğinde hür olur, şart kılınan, köle üzerine borç olur. Hatta bu borca kefil olmak sahihtir. Fakat kitabet bedeli buna muhalif olup onda kefalet sahih olmaz. Zira onda borç kendisine zıt olan kölelikle sabittir. Kefalet ödemek veya borçtan beri kılınmakta borçlarda sahih olur. Kitabet bedeli ise ödemek ile beri kılınmaktan başka yol ile de düşer. Meselâ: Kitabet bedelini ödemekten aciz olma gibi.

«Ancak şart olan hizmetle âzâd olur ilh...» Yani kölenin kabul etmesine tevakkuf etmez, hizmet olan şartın bulunması lâzımdır. Çünkü bu bir ta´likdir, ıvaz değildir.


TEDBÎR BÂBI



METİN

Tedbîr, lügatta «dübür» den alınmış olup ölümden sonraki âzâddır.

Şeriatta tedbîr: Efendi kendisinin mutlak ölüm ile veya «ben yüz seneye kadar ölürsem hürsün» sözü gibi manen mutlak ölümüne kölesinin âzâdını ´ta´lik etmesinden ibarettir.» Musannıfın mutlak ölüm kaydıyla mukayyed tedbîr tariften çıkar. Nitekim ileride gelecektir. Efendinin kendi ölümüne kölesinin âzâdını ta´lik etmesi kaydıyla başkasının ölümüne kölesinin âzâdının ta´lik edilmesi de tariften çıkar. Çünkü bu, asla yani ne mutlak ne mukayyed tedbîr olmayıp şarta ta´likdir. Mutlak tedbîr, meselâ: Efendinin kölesine «ben öldüğüm vakit» yahut «ben ne zaman ölürsem» yahut «ben ölürsem» yahut «ben helâk olursam» yahut «başıma bir iş (ölüm) gelirse sen hürsün» yahut «âzâdsın» yahut «âzâd edilmişsin» yahut «benim tarafımdan müdebber olarak hürsün» yahut «müdebbersin» yahut «seni tedbire kestim» benim ölümümden sonra lâfzını ziyade edip, meselâ: «Sen benim ölümümden sonra müdebbersin» desin veya demesin yahut «ben öldüğüm günde sen hürsün» yevm lâfzıyla mutlak vakit murad edilmiştir. Çünkü yevm lâfzı uzamayan fiile yakın olmuştur. Bu itibarla efendi gerek gündüz ölsün, gerek gece ölsün köle âzâd olur. Eğer efendi «öldüğüm günde sen hürsün» ifadesindeki yevm kelimesiyle gündüze niyet ederse kelâmının hakikatına niyet ettiğinden niyeti sahih olup tedbiri mukayyed olur. Efendi meselâ «yüz seneye kadar ölürsem sen hürsün» deyip yaşlı olmakla yüz seneden önce öleceği zann-ı galiple bilinirse muhtar olan kavil yine budur. Çünkü bu da şüphesiz olan şey gibidir. Musannıfın metinde mutlak tedbirin misallerini kâf harfiyle izaha başlaması mutlak tedbîrin bu lâfızlardan ibaret olmadığını ifade etmesi içindir. Hatta bir kimse kölesine malından bir sehmi vasiyet etse kendisinin ölmesiyle köle âzâd olur. Eğer malından bîr cüz´ü vasiyet ederse kendisinin ölümüyle köle âzâd olmaz, aralarındaki fark gizli değildir. Şarih "farkı Mülteka üzerine olan şerhimizde zikrettik." demîştir.

Bir kimse kendi kölesini tedbire kesip sonra delirse tedbir devam eder. Çünkü yukarıda geçti ki tedbîr ta´likdir. Ta´lik ise delilikle ve ondan dönmekle batıl olmaz. Fakat bir kimse kölesini bir şahsa vasiyet ettikten sonra delirip ölse vasiyet batıl olur. Tedbîr kendisinden dönülmeyi kabul etmez. Tedbir ikrahla sahih olur, vasiyet ise olmaz. Şu halde tedbîr vasiyet gibidir, ancak tedbîre kesenin delirmesi halinde tedbîrin bozulmaması, tedbîrden dönülmemesi ve ikrah ile sahih olmasında yani bu üç meselede vasiyet gibi değildir. Bu üç meselenin üzerine sefihin müdebberi ile efendisini öldüren müdebber de ziyade edilir. Yani sefihin ve efendisini öldüren müdebberlerin tedbirleri olur. Fakat vasiyetleri olmaz. Eşbah.

Mutlak müdebberin satılması caiz değildir. İmam Şafiî için ihtilâf vardır. Ona göre satılması caizdir. Bu itibarla satışını caiz gören kaadı müdebberin satışının sıhhati ile hükmetsehükmü geçerli olur ve tedbîr batıl olur mu? Bazılarına göre batıl olup tedbîr fesih olmuş olur. Evet, efendi müdebber kölesini sattığında köle Hanefi kaadısına dava edip kaadı da satışın geçersiz ve tedbîrin lâzım olduğuna hükmetse o köle hür gibi olur ki satışı caiz olmaz. Müdebber köle hibe edilmez, rehin verilmez. Kitap vakfeden hayır sahiblerinin kitablarının rehinle verilmesini şart kılmaları batıldır. Çünkü vakıf iâre alanın elinde emanet olmakla rehinle kendisini alıp vermek caiz olmaz. Müdebber efendisinin mülkünden hürriyetini acele etmek için, ancak âzâd etmek ve kitabete kesmekle çıkartılması caizdir. Bâbında izahı gelecektir. Kölesini satmaya mâlik olacak vech üzere tedbîre kesmek isteyen kimse için çare kölesini mukayyed, meselâ: «sen mülkümde iken ben ölürsem» veya «benim ölümümden sonra sen baki kalırsan hürsün» demek gibi ifade ile onu tedbîre kesmektir.

Müdebber köleye hizmet ettirilir, kiraya verilir, evlendirilir, müdebber olan cariye ise cebren kendisine cinsi yakınlıkta bulunulur ve nikâhlanır. Efendi müdebberinin kazancına ve onun erş (diyet) ine ve müdebbere olan cariyesinin mehrine daha çok hak sahibidir. Çünkü kısmen mülkü bakidir. Efendinin ölmesiyle hayatının son cüzünde öldüğü günde mevcut malının üçte birinden müdebberi âzâd olur. Efendinin -Allah´a sığınırız- mürted olarak dar-ı harbe kaçmasıyla da hükmen ölmüş sayılacağından yine malının üçte birinden müdebberi âzâd olur. Ancak efendi sıhhati halinde kölesine «sen hürsün» veya «sen müdebbersin» deyip âzâd ettiğini veya müdebber kıldığını beyan etmeden ölse «sen hürsün» ifadesine göre yarısı malının hepsinden ve «sen müdebbersin» ifadesine nazaran üçte birinden âzâd olur. Hâvi. Eğer efendi müdebberden başka mal bırakmayıp ve onun tedbîre icazet vermeyen varisi olursa müdebber köle kıymetinîn üçte ikisini ödemek için çalışır. Çünkü kendisinden başka terike bulunmamakla, kendisinin üçte biri âzâd olur, üçte birinden çıkmazsa hesabınca çalışıp kıymetinin bedelini öder.

Ölen efendinin varisi olmaz veya varisi olup icazet verirse mudebber kölenin hepsi âzâd olur. Çünkü bu, vasiyettir, bundan dolayı sefihin tedbîre kestiği köle gibi efendisini öldüren müdebberde tedbîre kesilmiş olarak kıymetinin bedelini ödemek için çalışır, eğer efendisini ümmi veled öldürürse üzerine bir şey lâzım gelmez. Nitekim Cevhere´de açıklanmıştır. Ölen efendinin müdebber kölesinden başka malı olmayıp borcu da müdebber kölenin kıymetini kaplarsa müdebber olarak kıymetinin hepsini ödemek için çalışır. Bu takdirde bu müdebber köle İmam-ı Azam´a göre, mükateb gibi olur. İmameyn´e göre, borçlu hür gibi olur.

İki ortakdan biri ortak köleyi tedbîre kesse tedbîre kesen zengin ise diğer ortağı için yedi muhayyerlik, fakir ise altı muhayyerlik vardır. Tedbîre kesmeyen ortak diğer ortağına hissesini ödettirse ödeyen ortak ölürse, müdebber köle diğer yarıda vereseye tamamen çalışır.

Mutlak tedbire kesilen cariye tedbîre kesildikten sonra doğursa çocuğuda müdebber olup efendisinin ölümüyle âzâd olur.

Fakat mukayyed tedbîre kesilen cariyenin çocuğu kendisine tabi olmaz. Musannıf fasid alış-verişde zikretti ki müdebberin çocuğu babası gibidir, bunu iyice düşün!

Cariyenin karnındaki yavrunun tedbîre kesilmesi âzâd edilmesi gibidir. Tedbîre kesilmiş cariyenin efendisinden çocuğu olsa bu cariye efendisinin ümmi veledi olup tedbîr batıl olur. Çünkü tedbîr terekenin üçte birinden, ümmi veled ise hepsinden olmakla daha kuvvetli olduğu için zayıf olan tedbîrin hükmünü iptal eder.

Bir kimsenin kendi kölesine «ben bu yolculuğumda ölürsem» yahut «ben bu hastalığımda ölürsem» yahut «yirmi seneye kadar -ki ekseriyetle bundan sonra yaşaması muhtemeldir- ölürsem» yahut «ben ölüp» yahut «yıkanıp» yahut «kefenlenirsem» yahut «ölüp» yahut «öldürülürsem» demesi gibi mukayyed tedbîr ile müdebber kılınan kölenin satılması hibe edilmesi ve rehin verilmesi caizdir. «Ben ölüp» yahut «öldürülürsem» ifadesine İmam Züfer muhaliftir. İmam Züfer bunu mutlak tedbîr saymıştır. Kemal, İmam Züfer´in kavlini tercih etmiştir. Efendinin kölesine «benim ve falanın ölümünden sonra sen hürsün» ifadesi falan kendinden önce ölmedikçe mutlak tedbir olmaz.

Efendinin kölesine «sen falan kîmsenin ölümünden sonra hürsün» ifadesi yine mukayyed tedbîrdir. Nitekim Dürer´de ve Kenz´de böyle zikredilmiştir. Fakat Bahır´da «Mebsut´da ve diğer fıkıh kitablarında açıklandığı üzere bu ifade tedbîr değil, ta´likdir. Hatta efendi hayatta iken falan kimse ölüp, bundan sonra efendi ölse malın hepsinden âzâd olur. Önce mevlâ ölse ta´lik batıl olup verese köleye mâlik olur» diye açıklanarak bu ifadenin mukayyed tedbîr ifadelerinden olması reddedilmiştir. Efendi o seferinde veya o hastalığında ölmesiyle şart bulunursa âzâd ölümüne izâfe edildiği için mutlak müdebber terekenin üçte birinden âzâd olduğu gibi, mukayyed müdebber de terekenin üçte birinden âzâd olur. Efendi kölesine «ben şu hastalığımdan ölürsem hürsün» dedikten sonra öldürülse âzâd olmaz. Eğer «ben şu hastalığımda ölürsem hürsün» dedikten sonra öldürülse âzâd olur, buna göre «min» ile «fi» harfleri arasında fark olup, «min» ölümüm bu hastalık sebebiyle olursa hürsün mânâsını ifade eder, öldürülme ise başka sebebdir. «Fi» îse, «hangi sebeple olursa olsun bu hastalığımda ölürsem hürsün» mânâsını ifade eder. Hastalığı sıtma olup, baş ağrısına çevirse veya önce baş ağrısı olup, sıtmaya çevirse İmam Muhammed´e göre ikisi bir hastalıktır, hangisinden ölürse şart bulunmuş olup âzâd olur. Mücteba.

Mutlak müdebberin kıymeti köle hâlindeki kıymetinin üçte ikisidir. Bu kavil ile fetva verilir. Mukayyed müdebberîn kıymeti ise, köle olarak kıymetlendirilir. Bu, Haniyye´den naklen Dürer´de zikredilmiştir. Yine Haniyye´den naklen zikredilmiştir ki, hasta olmayan bir kimse«benim ölümümden bir ay önce hürsün» deyip bir ay sonra ölse malının hepsinden âzâd olur. Mûcteba´da «bu ifadeden sonra efendisi bir aydan ziyade yaşarsa o köleyi satması esah olan kavle göre caizdir» denilmiştir.

FER´İ MESELE: Hasta olan bir kimse vereselerine «benim ölümümden sonra inşaallah benim kölemi âzâd ediniz» dese bu vasiyeti sahihdir. «Benim ölümümden sonra kölem hürdür inşaallah» dese vasiyeti sahih olmaz. Çünkü birinci ifade emir olup, onda istisna (inşaallah) batıldır, ikinci ifade ise icap olup, onda istisna sahihtir.

İZAH

«Tedbir ilh...» Hayatta iken yapılan âzâdın beyanını bitirince ölümden sonra olan âzâdın beyanına başlanılmıştır. Erkek köleye de şâmil olduğu için istilâddan önce zikredilmîştir. Tedbirin rüknü tedbir mânâsına delâlet eden ifadelerden ibarettir.

Tedbirin şartları âm ve has olmak üzere ika nevidir. Am âzâd şartlarında geçtiği üzere âzâd etmeye ehil olan kimse tarafından âzâda mahal olon kölede mûneceez yahut vakta yahut mülke yahut mülkün sebebine ta´lik veya izafe edilmiş olmasıdır. Has ise başkasının ölümüne değil efendinin mutlak ölümüne ta´lik edilmesidir. Tedbîrin sıfatı İmam-ı Azam´a göre bölünmeyi kabul eder, bu itibarla bir kimse, başkasıyla ortak olduğu bir köleyi müdebber kılsa yalnız kendisinin hissesi nispetinde o köle müdebber olur. Diğer ortak için müdebber kılan zengin olduğu takdirde yukarıda geçtiği gibi altı muhayyerlik vardır, dilerse köleyi tedbîre kesen ortağının vefatına kadar hâl üzerine bırakır. İmameyn´e göre tedbîr bölünmeyi kabul etmez. Bir kimse ortak olduğu bir köleyi müdebber kılsa köle tamamen müdebber olur. Buna göre tedbîre kesen zengin olsun veya fakir olsun ortağına ait olan hissenin kıymetini öder.

«Tedbîr lügatta ilh...» Efendinin veya başkasının ölümüne mukayyed olarak ta´lik edilmiş tedbîre şâmil olur, buna göre şer´i mânâsından umum olmuş olur. Tedbîr «dübürden» alınmıştır. «Dübür» her şeyden önün hilâfı yani arkasıdır, bir işin sonuna da dübür denir. Esasen tedbîr işlerin sonlarını düşünerek icabına göre harekette bulunmaktır. Sanki efendi işinin sonunu düşünerek kendisinden sonra kölesini hürriyete kavuşturmuştur.

«Sen benim ölümümden sonra müdebbersin, desin veya demesin IIh...» derhal âzâd olur. Çünkü ölümden sonra tedbîre kesmek düşünülemez. Bu itibarla ölümümden sonra» ifadesi lağvolur, veya «sen müdebbersin», ifadesi "sen hürsün" mânâsına olur.

«Kâf harfiyle ilh...» Yani tedbîr lâfızları üç kısımdır. Birincisi izâfet lâfzıyla olur. Meselâ «ölümümden sonra seni müdebber kıldım» yahut «seni âzâd ettim» denilmesi gibi. İkincisi ta´lik lâfzıyla olur. Meselâ; «ben ölürsem hürsün» yahut «benim ölümümle beraber hürsün» denilmesi gibi. Üçüncüsü vasiyet lafzıyla olur. Meselâ efendinin kölesine "tşahsını yahutnefsini yahut âzâdını vasiyet ettim" kezâ malımın üçte birinî sana vasiyet ettim demesi gibi. Bu son ifade de kölenin şahsıda vasiyette dahil olmuş olur. Çünkü kölenin şahsıda efendinin malındandır. Binaenaleyh köleninde üçte biri âzad edilmiş olur. Bu, Fethü´l-Kadir´den hulâsa olarak alınmıştır.

«Efendisini öldüren müdebberde ilh...» Yani müdebber efendisini öldürse âzâd olup kıymetinin bedelini ödemek cin çalışır. Kendisine mal vasiyet edilen kemse vasîyet eden şahsı öldürürse vasîyetten bîr şey alamaz. Çünkü katil için vasiyet yoktur.

«Rehin verilme ilh...» Çünkü rehin verme ve rehin alma biz HanefiIere göre borç verip alma babından olup bir aynı mülk olarak verme ve alma kabilindendir. Bu, Bedayî´den naklen Bahır´da zikredilmiştir.

«Efendisini ümmi veled öldürürse üzerine bir şey lâzım gelmez ilh...»

Yani ümmi veled âzâd olur. Çünkü öldürme de ölümdür, eğer öldürme amden olursa cariye kısas edilir, hataen olursa ümmi veled üzerine çalışma veya bir şey lâzım gelmez. Çünkü ümmi veledin âzâdı vasiyet değildir. Cariye kendisine vasiyet edeni öldürse vasiyeti reddetmiş olur. Cevhere.

«İmam-ı Azam´a göre, mükateb gibi olur ilh...» Yani şahitliği kabul edilmez, evlenemez.

«Cariyenin karnındaki yavrunun tedbire kesilmesi âzâd edilmesi gibidir ilh...» Yani efendi tedbire kesilen yavrunun anasını satamaz, hibe edemez, mehir olarak veremez, yavru altı aydan önce doğarsa müdebber olur, altı aydan ziyade müddette doğarsa köle olur.

Sevgi.
Mon 17 April 2023, 06:23 am GMT +0200
Esselâmu Aleyküm bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim