- Kıyametin Alametleri

Adsense kodları


Kıyametin Alametleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sun 2 October 2011, 02:31 pm GMT +0200
KIYÂMETİN ALAMETLERİ
(كِتَابُ أَشْرَاطِ السَّاع)


-288 ﴿ بُعِثْتُ أَنَا وَالسَّاعَةَ كَهَاتَيْنِ  (وَأَشَارَ بِإصْبَعِيهِ الْوُسْطَى وَالسَّبَّابَة)

“(Peygamber (s.a.v)’in, şehadet parmağı ile orta parmağını göstererek:) ‘Ben ve Kıyamet, işte (bu şekilde birbirine yakın bir vaziyette) gönderildim”[1]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.   Enes

2.   Sehl b. Sa’d

3.   Ebu Hureyre

4.   Müstevrid b. Şeddâd

5.   Büreyde

6.   Câbir b. Semure

7.   Vehb es-Sevâî

8.   Abdullah ibn Ömer

9.   Ebu Cübeyre ibnu’l-Dahhâk

10.   Ensardan büyük bir topluluk

Toplam, 10 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yoldan da gelmiştir:

11. Câbir b. Abdullah

(Münâvî) “Feyzu’l-Kadîr”de Suyûtî’den naklettiğine göre; bu hadis, mütevatirdir.

* * *

-289 ﴿ اَلْهَرْجُ وَالْفِتَنُ فِي آخِرِ الزَّمَانِ ﴾

“Ahirzamanda ortaya çıkacak olan kaoslar ve fitneler”[2] ile ilgili hadisler

Suyûtî (ö. 911/1505) “İthâmu’d-Dirâye”de ahir zamanda ortaya çıkacak olan kaoslar ve fitneler ile ilgili hadisleri,[3] mütevatir hadisler içerisinde kabul etmiştir.

* * *

-290 ﴿ خُرُوج الْمَهْدِيِّ الْمَوْعُودِ الْمُنْتَظِرِ الْفَاطِمِيِّ ﴾

 

“Beklenen Fâtimî Mehdi’sinin ortaya çıkması”[4] ile ilgili hadisler

Bu hadis, şu yoldan gelmiştir:

1.   Abdullah ibn Mes’ud[5]

Bu hadisi; İmam Ahmed (ö. 241/855), Ebu Dâvud (ö. 275/888), Tirmizî (ö. 279/892) ve İbn Mâce (ö. 273/886) rivayet etmiştir.

2.   Ümmü Seleme[6]

Bu hadisi; Ebu Dâvud (ö. 275/888), İbn Mâce (ö. 273/886) ve Hâkim (ö. 405/1014)  rivayet etmiştir.

3.   Hz. Ali[7]

Bu hadisi; İmam Ahmed (ö. 241/855), Ebu Dâvud (ö. 275/888) ve İbn Mâce (ö. 273/886) rivayet etmiştir.

4.   Ebu Saîd el-Hudrî[8]

Bu hadisi; İmam Ahmed (ö. 241/855), Ebu Dâvud (ö. 275/888), Tirmizî (ö. 279/892), İbn Mâce (ö. 273/886), Ebu Ya’lâ  (ö. 276/889) ve Hâkim (ö. 405/1014)’de “Müstedrek”de  rivayet etmiştir.

5.   Sevbân[9]

Bu hadisi; İmam Ahmed (ö. 241/855), İbn Mâce (ö. 273/886) ve Hâkim (ö. 405/1014)’de “Müstedrek”de  rivayet etmiştir.

6.   Kurre b. İyâs el-Müzenî

Bu hadisi; Bezzâr (ö. 292/904) ile Taberânî (ö. 360/970)’de “Evsat”da rivayet etmiştir.

7.   Abdullah ibnu’l-Hâris b. Cüz’[10]

Bu hadisi; İbn Mâce (ö. 273/886) ile Taberânî (ö. 360/970)’de “Evsat”da rivayet etmiştir.

8.   Ebu Hureyre[11]

Bu hadisi; İmam Ahmed (ö. 241/855), Tirmizî (ö. 279/892), Ebu Ya’lâ  (ö. 276/889) “Müsned”de, Bezzâr (ö. 292/904)’da “Müsned”de, Taberânî (ö. 360/970)’de “Evsat”da ve daha bir çokları rivayet etmiştir.

9.   Huzeyfe ibnu’l-Yemân

Bu hadisi; Rüyânî (ö. 307/919) rivayet etmiştir.

10. Abdullah ibn Abbâs

Bu hadisi; Ebu Nuaym (ö.  430/1038) “Ahbâru’l-Mehdî”de rivayet etmiştir.

11. Câbir b. Abdullah

Bu hadisi; İmam Ahmed (ö. 241/855) ve Müslim (ö. 261/875) rivayet etmiştir. Fakat Müslim’de, Mehdi’nin geliş ile ilgili bir açıklama yoktur. Çünkü Müslim’de Kıyametin Alametleri hususunda  gelen hadislerin hepsin de Mehdi’(nin ismi) ile ilgili herhangi bir açıklama geçmemektedir.

12. Hz. Osman

Bu hadisi; Dârekutnî (ö. 385/995) “Efrâd”da getirmiştir.

13. Ebu Ümâme

Bu hadisi; Taberânî (ö. 360/970) “Kebîr”de rivayet etmiştir.

1.        Ammâr b. Yâsir

Bu hadisi; Dârekutnî (ö. 385/995) “Efrâd”da, Hâtib (ö. 463/1071) ve İbn Asâkir (ö. 571/1176) getirmiştir.

2.        Câbir b. Mâcid es-Sudefî

Bu hadisi; Taberânî (ö. 360/970) “Kebîr”de rivayet etmiştir.

16. Abdullah ibn Ömer

17. Talha b. Ubeydullah

Bu iki hadisi, Taberânî (ö. 360/970)’de “Evsat”da rivayet etmiştir.

18. Enes b. Mâlik[12]

Bu hadisi, İbn Mâce (ö. 273/886) rivayet etmiştir.

1.        Abdurrahman b. Avf

Bu hadisi, Ebu Nuaym (ö. 430/1038) rivayet etmiştir.

2.        İmrân b. Husayn

Bu hadisi, İmam Ebu Amr ed-Dânî (ö. 444/1052) “Sünen”de ve daha bir çokları (da kendi kitaplarında) rivayet etmiştir.

Bir çok alim, Mehdi konusunda gelen hadislerin mütevatir olduğunu, Hafız Sehâvî  (ö. 902/1496)’den nakletmiştir.

Sehâvî (ö. 902/1496), “Fethu’l-Muğîs”de Mehdi hadislerinin mütevatir olduğunu belirtmiştir. Bu husus, “Fethu’l-Muğîs”de şöyle geçmektedir:

“(Ebu’l-Hüseyin’in) bu risalesi, Mehdi konusunda yazılan ilk eserdir. Ebu’l-A’lâ İdris b. Muhammed b. İdris el-Hüseynî el-Irâkî’nin de Mehdi konusunda bir eseri bulunmaktadır. Mehdi ile ilgili bu hadisler, mütevatir yada hemen hemen (mütevatire) yakındır…”

(Devamla da) der ki: “Bir çok eleştirmen hafız, (Ebu’l-Hüseyin’in bu risalesinin, Mehdi konusunda yazılan) ilk risale olduğunu belirtmiştir.”

Şeyh Cesûs “Şerhu’r-Risâle”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Mehdi haberi, Sehâvî’nin naklettiği hadislerde geçmektedir. Bu hadisler(in toplamı,) tevatür derecesine ulaşmaktadır.”

(Zürkânî’de) “Şerhu’l-Mevâhib”de, Ebu’l-Hüseyin el-İberî (ö. 363/973)-nin “Menâkibuş-Şâfiî”de şöyle söylediğini nakletmektedir:

“Mehdi’nin, bu ümmetten çıkacağı ve Hz. İsa (a.s.)’ın, onun arkasında namaz kılacağı ile ilgili haberler, tevatürdür.

Ebu’l-Hüseyin, bu ifadeyi; İbn Mâce’nin, Enes’ten rivayet ettiği ﴿ وَلاَ مَهْدِيّ إِلاَّ عِيسَى ﴾ “Mehdi ancak İsa’dır”[13] hadisini reddetme mahiyetinde söylemektedir.”

“Mağani’l-Vefâ bi Meânil-İktifâ”da geçtiğine göre; Şeyh Ebu’l-Hüseyin el-İberî dedi ki: “Mehdi’nin çıkacağı, yedi yıl yeryüzünde hüküm süreceği, onun zamanında yeryüzünün adaletle dolacağı ile ilgili Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen haberler, ravilerinin çok lolması sebebiyle müstefiz ve tevatürüdür.”

Şeyh Muhammed b. Ahmed es-Seffârînî el-Hanbelî “Şerhu Akîde”de konu ile ilgili olarak şöyle der:

“Mehdi’nin çıkması ile ilgili rivayetler, çoktur. Öyle ki bu konudaki rivayetler, manevi mütevatir derecesine ulaşmış ve bu husus, Ehl-i Sünnet alimleri arasında yaygınlık kazanmıştır. Hatta Ehl-i Sünnet alimleri, Mehdi’nin ortaya çıkışını, kendi inanç esasları içerisinde saymışlardır.”

Daha sonra da bu konuda bir grup sahabeden gelen bazı hadisleri nakletmiştir. (Devamla da) der ki: “Bu tür çeşitli rivayetler, sahabeden ve tabiundan rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerin toplamı, kesin bilgiyi ifade etmektedir. Dolayısıyla da Mehdi’nin ortaya çıkmasına iman, vaciptir. Nitekim Mehdi’nin ortaya çıkması konusu, ilim adamlarınca doğrulanmış ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat akaidinde[14] de yer almıştır.”

İbn Haldûn (ö. 808/1406)’da “Mukaddime”de Mehdi’nin çıkması ile ilgili hadislerin geliş yollarını geniş bir şekilde getirip Mehdi olayını illet yönünden uygun bulmamıştır. Fakat bazı alimler, İbn Haldûn’a; ‘farklı rivayetlere rağmen bu konuda gelen hadislerin çok olduğu’ şeklinde cevap vermişlerdir. Çünkü Mehdi ile ilgili rivayetler, tevatür derecesine ulaşmıştır. Zira Mehdi’nin çıkması ile ilgili hadis; İmam Ahmed, Tirmizî, Ebu Dâvud, İbn Mâce, Hâkim, Taberânî, Ebu Ya’lâ el-Mevsilî, Bezzâr ve daha bir çok alimin; Sünen, Mu’cem ve Müsned gibi temel İslamî eserlerinde geçmektedir. Bunlar, bu rivayetleri, bir grup sahabeye dayandırmışlardır. Dolayısıyla da bu konudaki rivayetleri inkar etmek, kişiye, bir şey kazandırmaz. Çünkü bu hadislerin bir kısmı, diğer bir kısmını (destekleyip) güçlendirmektedir, şahidler ve mutabaât yoluyla[15] takviye kazandırmaktadır… Mehdi hadislerinin bir kısmı; sahih, bir kısmı hasen ve bir kısmı da zayıftır… Mehdi’nin ortaya çıkması konusu, İslam ülkelerinde yaşayan tüm Müslümanlar arasında meşhur bir vaziyettedir. Çünkü ahir zamanda Ehl-i Beyt’ten bir adam ortaya çıkıp İslam Dini’ni yeniden güçlendirecek, adaleti yaygınlaştıracak, Müslümanlar ise bu adama tabi olacak ve İslam memleketlerini (tekrar) ele geçirecek işte bu adam, “Mehdi” diye isimlendirilecek… Bundan sonra da “Sahîh”te sabit Kıyamet Alametlerinden olan Deccâl ortaya çokacak… Bundan sonra da Hz. İsa (a.s) yeryüzüne inip Deccâl’i öldürecek veya Mehdi, Hz. İsa (a.s) ile birlikte ortaya çıkıp Deccâl’i öldürmede Hz. İsa (a.s)’a yardım edecek, Mehdi, Hz. İsa (a.s)’a imam olup namaz kıldıracak… ve buna benzer daha bir çok hususlar.

Kadı Allâme Muhammed b. Ali eş-Şevkânî el-Yemenî (ö. 1250/1834)’nin “Tavdîh fi Tevâturi mâ câe fi’l-Mehdiyyi’l-Muntazar ve’d-Deccâl ve’l-Mesîh” adında bir irsalesi vardır. Şevkânî, bu risalesinde konu ile ilgili olarak şöyle der:

“Mehdi hakkında gelen hadislerin içerisinde, 50 kadar üzerinde durulmaya değer rivayet bulunmaktadır. Bu hadislerin içerisinde; sahih, hasen ve münceber zayıf olanı da vardır. Dolayısıyla da Mehdi’nin ortaya çıkması olayı, kesinlikle mütevatirdir. Hatta hakkında bundan daha az rivayet bulunan temel ilkelerle ilgili bazı terimler üzerinde bile tevatürün oluştuğu iddiaları doğrudur. Mehdi ile ilgili sahabeden gelen rivayetlere gelince; bu rivayetler, gayet çoktur. Bu sözlerin tümü, merfu hadis hükmündedir. Çünkü bu tür konularda icitahad da bulunulmasına imkan yoktur.   

Bu konuda daha geniş bilgi için Şevkânî’nin bu kitabına bakabilirsiniz. Çünkü Şevkânî, bu kitabında, Mehdi ile ilgili hadisleri nakletmiş ve bu hadislere dair bazı bilgiler vermiştir.

İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973/1051)’de “Savâik”da konu ile ilgili olarak şöyle der: “Ebu’l-Hüseyin el-İberî dedi ki: ‘Mehdi’nin çıkacağı, onun Hz. Peygamber (s.a.v)’in Ehl-i beyt’inden geleceği, yeryüzünde yedi yıl hüküm süreceği ve onun zamanında yeryüzünün adaletle dolacağı, onun Hz. İsa (a.s.) ile birlikte ortaya çıkacağı, Filistin’deki …. Kapısında Deccâl’i öldürmede Hz. İsa (a.s)’a yardım edeceği, bu ümmete imam olacağı, Hz. İsa (a.s)’ın onun ardında namaz kılacağı ile ilgili Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen haberler, ravilerinin çok olması sebebiyle müstefiz ve tevatürdür.”   

Yine İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973/1051), bunun bir benzerini, Ebu’l-Hüseyin el-İberî’nin konuyla ilgili sözlerini naklettikten sonra, bazı imamların, Mehdi’nin alametleri hususundaki sözlerini kısaca bir şekilde şöyle nakletmektedir:

“Bazı imamlar dedi ki: ‘(Mehdi ile ilgili) haberler, tevatürdür.’”

Bu ifade, İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973/1051)’in “Savâik” adlı eserinde bu şekilde yer almaktadır. Çünkü İbn Hacer el-Heytemî, bu ifadeden önce rahatlıkla şöyle demektedir:

“Bazı hadis hafızı imamlar dedi ki: ‘Mehdi’nin, Hz. Peygamber (s.a.v)’in soyundan geleceği sabittir. Mehdi hakkında Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen haberler, tevatürdür.’”

(Derim ki:) Adı geçen Ebu’l-Hüseyin’in asıl adı, Muhammed ibnu’l-Hüseyin b. İbrahim el-İberî es-Sicistânî’dir… “Menâkibu’ş-Şâfiî” adlı kitabın yazarıdır. Bu, içerisinde bir çok önemli konunun bulunduğu bir kitaptır. Yazar, bu kitabı, 74 yada 75 babta tertiplemiştir… Âbir, Sicistân’nın bir köyüdür… Ebu’l-Hüseyin, H. 363. yılının Recep ayında ölmüştür. Onun, daha geniş biyografisi için, Sübkî (ö. 771/1370)’nin “Tabakâtu’l-Kübrâ” adlı eserine başvurabilirsiniz.

Konuyu uzatma endişesi olmasaydı, Mehdi ile ilgili hadislerden elde ettiklerimi burada getirip naklederdim. Çünkü ben bu zamanda bir çok insanın, Mehdi’nin ortaya çıkması hususunda şüpheye düştüğünü, hatta “Acaba Mehdi ile ilgili hadisler, kesin midir? Yoksa kesin değil midir?” dediklerini bile gördüm. Bu insanların çoğu, Mehdi hususunda İbn Haldûn’un sözüne[16] göre hareket etmektedir. Halbuki İbn Haldûn, bu sahanın uzamnlarından olmamasına rağmen bu insanlar, onun (bu konu ile ilgili sözlerine inanmaktadır. Doğrusu her sanat (=ilim) alanında, işi, o sahanın uzmanlarına götürmek lazım!!....

* * *

 -291 ﴿ خُرُوجُ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ ﴾

“Mesîh Deccâl’in çıkması”[17] ile ilgili hadisler

Bir çok alimin anlattığına göre; Deccâl’in (Kıyametin kopmasına doğru) ortaya çıkması ile ilgili hadisler, farklı bir çok sahih yollarla sahabenin büyük bir kısmından gelmiştir.

Şevkânî (ö. 1250/1834) “Tavdîh”de  konu ile ilgili olarak der ki: “Bunlardan, 100 hadis gelmiştir.”

Bu hadisler; Sahîh,[18] Mu’cem,[19] Müsned[20] gibi kitaplarda geçmektedir. Bu kitaplarda geçen hadisler hariç tutulduğunda bile, tevatür meydana geliyorsa, buralarda geçen hadislerin toplamıyla nasıl tevatür meydana gelmesin ki.

Bazı alimler, Deccâl ile ilgili haberlerin, ciltler dolusu olduğunu söylemiştir.

Bir çok alim de, Deccâl ile ilgili haberleri, bir eserde toplamaya çalışmıştır.

(Suyûtî) “Dürrü’l-Mensûr”da[21] Yüce Allah’ın ﴿ إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِنْ فِي صُدُورِهِمْ إِلاَّ كِبْرٌ ﴾ “Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın Allah’ın ayetleri hususunda mücadele edenlerin göğüslerinde, sadece yetişemeyecekleri bir kibir vardır” (Mü’min: 46/56) ayetini açıklaması sırasında Deccâl ile ilgili hadisleri bol bir şekilde getirmiştir.

Bu konuda daha geniş bilgi için Suyûtî (ö. 911/1505)’nin bu kitabına başvurabilirsiniz.

* * *

-292 ﴿ نُزُولُ سَيِّدِنَا عِيسَى عَلَيْهِ السَّلاَمُ قرب السَّاعَة وَحكمه في النَّاسِ ﴾

 

“Kıyametin kopma anına  yakın bir zamanda İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesi ve insanlar arasında (İslam Şeriatı ile) hükmetmesi”[22] ile ilgili hadisler

Übbî (ö. 827/1424) “Şerhul-Müslim”in ‘Kıyametin Alametleri’ ile ilgili hadislere dair yerde  konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:

“İbn Rüşd’ün, Cibrîl hadisinde geçen sözüne göre; Kıyamet’in Alametleri, 10 tanedir. Bunlardan 5’i, mütevatirdir.”

İbn Rüşd’ün, Cibrîl hadisinde geçen sözüne göre; o da, Kıyamet’in Alametlerini, Kurtubî’den naklen saymaktadır- Kıyametin Alametleri, iki kısma ayrılmaktadır:

1.    Bilinenler: a. Cibrîl hadisinde anlatılanlar, b. İlmin kalkması, c. Cehaletin yaygınlaşması, d. Zinanın artması, e. İçki içmenin çoğalması gibi.

2.    Bilinemeyenler: a. Deccâl, b. Hz. İsa (a.s.)’ın yeryüzüne inmesi,       c. Ye’cüc ile Me’cüc’ün çıkması, d. Dabbe, e. Güneşin batıdan doğması gibi. 

Übbî (sözüne) devamla der ki: “İbn Rüşd dedi ki: ‘Alimler, ilk beş alametin ortaya çıktığının kesin olduğu hususunda görüş birliğine varmışlardır. Fakat son beş alametin ortaya çıkıp çıkmadığı hususunda ise görüş birliğine varamamışlardır.

Biri doğu da, diğeri batı da ve biri de Arap yarımadasında olmak üzere (üç ayrı bölgede) yerin dibine geçirilme olayının görülmesi, Aden tarafından bir ateşin çıkması ve bu ateşin, halkın dinlenmeye çekildiği yerde onlarla birlikte  dinlenmesi ve ikamet ettikleri yerde onlarla birlikte ikamet etmesi. Ayrıca bu alametlere, şunlar da eklenmiştir: İstanbul’un fethi ve Mehdi’nin ortaya çıkması.”

Yine Übbî, Hz. İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesi ile ilgili hadislere dair yerde ise aynen şöyle der:

“Hz. İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesi ile ilgili hadislerin, mütevatir olduğu kesindir.”

Alimler, Hz. İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesinin; Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü Hz. İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesi ile ilgili hadisler, çoktur.

Şevkânî (ö. 1250/1834) “Tavdîh”te Hz. İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesi ile ilgili içlerinde; sahih, hasen ve münceber zayıfın da bulunduğu bu hadislerden 19’unu anmıştır. Fakat bu hadislerden bazısı, Deccâl hadisi içerisinde ve bazısı da Mehdi hadisleri içerisinde geçmektedir. Buna, Sahabeden gelen rivayetler de eklenmiştir. Bu doğrultuda Hz. İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesi ile ilgili hadisler ile rivayetlerin derecesi, yükselmektedir. Artık bu konuda bir görüş belirtmeye gerek kalmamaktadır.

Kısacası: Mehdi konusunda gelen hadisler, mütevatirdir. Yine Deccâl konusunda gelen hadisler ile Hz. İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesi ile ilgili hadisler de mütevatirdir.

* * *

-293 ﴿ طُلُوعُ الشَّمْسِ مِنْ مَغْرِبِهَا ﴾

“Güneşin, (doğudan değil de) batıdan doğması”[23] ile ilgili hadisler

 

  Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.     Ebu Saîd el-Hudrî

2.     Ebu Hureyre

3.     Abdullah ibn Ömer

4.     Huzeyfe

5.     Ebu Zerr

6.     Abdullah ibn Abbâs

7.     Abdullah ibn Ebi Evfâ

8.     Safvân b. Assâl

9.     Muâviye ibn Ebi Süfyân

10.     Abdurrahman b. Avf

11.     Enes

12.     Ebu Ümâme

13.     Huzeyfe b. Useyd

14.     Ebu Musa el-Eş’arî ve daha bir çokları

Bu konuda daha geniş bilgi için (Suyûtî’nin) “Dürrü’l-Mensûr” tefsirinde Yüce Allah’ın ﴿ يَوْمَ يَأْتِي بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ ﴾ “Ancak Rabbinin bazı ayetleri (=işaretleri) geldiği gün” (En’âm: 6/158) ayetinin açıklamasına bakabilirsiniz.

* * *

-294 ﴿ خُرُوجُ الدَابَّةِ ﴾

“(Yerden) Dâbbe’nin çıkması”[24] ile ilgili hadisler

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.      Ebu Hureyre

2.      Abdullah ibn Amr

3.      Enes

4.      Huzeyfe b. Useyd

5.      Huzeyfe ibnu’l-Yemân

6.      Ebu Ümâme

7.      Selmân ve daha bir çokları

Kur’an-ı Kerim’deki Yüce Allah’ın ﴿ وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ ﴾  “Onlar hakkındaki söz gerçekleştiği zaman, onlar için, yerden bir ‘Dâbbe’ çıkarırız ki, bu, onlara …söyler” (Neml: 27/82) nassı, bunu göstermektedir.

Alimlerin icmaı da, bunu desteklemektedir.

* * *

-295 ﴿ خُرُوجُ يُاْجوُجَ وَمَاْجُوجَ ﴾

“Ye’cüc ile Me’cüc’ün ortaya çıkması”[25] ile ilgili hadisler

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.      Abdullah ibn Mes’ud

2.      Huzeyfe

3.      Nevvâs b. Sem’ân

4.      Ebu Saîd el-Hudrî

5.      Ebu Hureyre ve daha bir çokları

Kur’an-ı Kerim’deki Yüce Allah’ın ﴿ حتَىَّ إِذَا فُتِحَتْ يَاْجُوجُ وَمَاْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ ﴾ “Nihayet Ye’cüc ile Me’cüc’ün önü açıldığı zaman ve onlar, her tepeden akın ettiği zaman” (Enbiyâ: 21/96) nassı da, Ye’cüc ile Me’cüc’ün ortaya çıkacağını göstermektedir. Alimlerin icmaı da, Ye’cüc ile Me’cüc’ün ortaya çıkacağı doğrultusundadır.

Bu son üç hadisin mütevatir olduğu, Übbî (ö. 827/1424)’nin “Şerhu’l-Müslim”deki sözünde geçmektedir.



[1]      İslam inancına göre; alem mahluktur. Sonradan yaratılmıştır. Sonradan meydana gelen her şey, yok olucudur. Bu  maddi alemde günün birinde son bulacaktır. İşte bu büyük son bulmaya, “Kıyamet” adı verilir.

        Hz. Peygamber (s.a.v), burada, Kıyametin kopma zamanının pek yakın olduğunu bildirmektedir. Resulullah (s.a.v)’in daveti, Kıyametin kopma zamanına kadar devam edecektir. O’nun daveti ile Kıyametin kopması, birbirinden ayrılmayacaktır.

        Kıyamet  alametlerinin, Kıyametin kopma anından önce gelmesi; insanları,  ikaz ve irşat, gafletten uyandırma, tevbeye teşvik ve ahirete hazırlık içindir.

        Bu konuda gelen hadislerden bazıları şunlardır: Buhârî, Rikâk 39, Talâk 25; Müslim, Cum’a 43 (867), Fiten 132 (2950), 133 (2951); Tirmizî, Fiten 39 (2214); İbn Mâce, Fiten 25; Dârimî, Rikâk 46; Müsned: 3/123, 124, 130, 131, 3/319, 4/309, 5/92, 103, 108   

[2]      “Kaos” diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı, “Herc” olup öldürme anlamına gelmektedir.

        Fitne ise, bozgunculuk, bozgunlar anlamına gelmektedir.

        Kıyametin kopması, Kainatın düzeninin kökünden değiştirilerek yeni bir düzenin oluşturulması ve yeni baştan var edilmesini ifade eden bir olaydır. Bundan ötürü böyle bir değişimin öncesinde çeşitli olağanüstü olaylar yaşanacaktır. Bu olağanüstü olaylar ise, sözü edilen o köklü değişimin bir başlangıcı olacaktır. Bu doğrultuda Kıyametin alametleri, iki şekilde ele alınmıştır:

1.  Kıyametin büyük alametleri. Bunlar, 10 büyük  alamet diye bilinmektedir.

2. Kıyametin küçük alametleri. Bunlar ise, bu 10 büyük alametin dışında kalan alametlerdir. Bu küçük alametlerden bazıları şunlardır: İlmin kalkması, cehaletin yaygınlaşması, zinanın artaması, içki içmenin çoğalması gibi.

        Bu tür hadislerde belirtilen büyük çarpışma, genel olarak, Müslümanlar-Hıristiyanlar ile Müslümanlar-Yahudiler arasında gerçekleşeceği ifade edilmektedir.

        Batılı araştırmacılara göre, gelecekteki savaşaların, medeniyetler ve dinler arasında olacağı doğrultusundadır. 

[3]      Bu konuda gelen hadislerden bazıları şunlardır: Buhârî, İstiskâ 27, Fiten 5; Müslim, Fiten 18 (157); Tirmizî, Fiten 30, 31; İbn Mâce, Fiten 10; Müsned: 4/772, 5/389

[4]      “Mehdî” kelimesi, sözlükte; hidayet olunmuş, hidayete ulaşmış kimse anlamına gelmektedir. Bu manada, doğru yolda olan her lider, Mehdî’dir.

        Mehdî ile ilgili olarak nakledilen hadisler, bir hayli çoktur. Bazı ilim adamları, bu sebeple, Mehdî hususunda tevatür oluştuğunu söylemişlerdir.

        Fakat Mehdî ile ilgili hadisler, sıhhat açısından şüphe edildiği için Buhârî ile Müslim gibi en yetkili iki hadis alimi tarafından rivayet edilmemiştir. Kütübü sitte’nin diğer dört kitabında, Mehdî ile ilgili hadisler, çoğunlukla zayıf senedlerle rivayet edilmiştir. Yalnız Mehdî ile ilgili hadislerin içerisinde uydurma, hasen, garip, zayıf ve sahih hadisler de vardır.

        Ehl-i Beyt taraftarları, özellikle de Emevî ve Abbâsî zulmünden yıldıkları için, çareyi, Mehdî inancına sarılmakta bulmuşlardı. Böylece ideallerini sürekli ertelediler.

        “Beklenen Mehdî” düşüncesini; sıkıntılı ve ümitsiz dönemlerde insanların kalplerinin derinliklerinde saklanan bir ümit kıvılcımı ve zulme uğramış çaresiz insanların müspet manada motive edilmesi şeklinde değerlendirmek de mümkündür.

        Aslında ideallerinin gerçekleştirmek için hiçbir bedel ödemeye yanaşmayıp başarıyı, çaba ve gayretin bir ödülü olarak görmek yerine bir Mehdî yada kurtarıcı beklemek, Nebevî terbiye görmüş Saadet Asr’ı müminlerinin anlayışıyla taban tabana zıttır.

        İşte Ehl-i Beyt taraftarlarındaki bu Mehdî inancı, zamanla Şiilerden Sünnilere geçmiştir.

        Mehdî inancı; bir yandan hayali şeylere bel bağlama düşüncesini ortaya koyarak insanları tedbir ve basiretten uzaklaştırmış ve ümitsizlik içinde zayıf ve aciz bir halde boşuna bekleyişlerin içine iterken, diğer taraftan kargaşalıklara, istismarlara ve istikrarsızlıklara yol açmış, bir çok hurafe ve batıl inancın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İster dinî, ister ilmî ve ister toplumsal açıdan bakılsın; Mehdîliğin faydasından çok zararı olmuştur.

        Kurtarıcı bekleyen fert ve toplumların bizzat kendilerinin; “kurtarıcı” olmaları, mukadderatlarına sahip çıkmaları ve geleceklerine el koymalara mümkün değildir. Bir toplum yada fert, kendini, bizzat yine kendisi kurtaracaksa, Mehdî gibi kurtaracıya neden muhtaç olsun ki? Kendini kurtaramayacaksa, asırlar geçer ama yine de beklediği kurtarıcı Mehdî gelmez, bu sebeple de kötü ve zor durumda kalır. Hayalî bir Mehdî, hiçbir kimseyi kurtaramayacığına göre, bu inanç, fertlerden ve toplumlardan kendi kendini kurtarma imkanını da almakta ve tamamıyla çaresiz bir halde bırakmaktadır. Çünkü Mehdî, bir ideal değil, bir hayaldir. Bir dirilişin, silkinişin işareti olmaktan çok bir çöküşün alametidir. (Karınca Yayınları bu düşünceye katılmamaktadır.)

[5]      Ebu Dâvud, Mehdî 1 (4282); Tirmizî, Fiten (2231, 2232); İbn Mâce, Fiten 34 (4082);

[6]      Ebu Dâvud, Mehdî 1 (4286, 4288, 4289); İbn Mâce, Fiten 34 (4086)

[7]      Ebu Dâvud, Mehdî 1 (4290); İbn Mâce, Fiten 35 (4085); Müsned: 1/84

[8]      Ebu Dâvud, Mehdî 1 (4285); Tirmizî, Fiten (2232); İbn Mâce, Fiten 34 (4083); Müsned: 3/21, 22, 37, 52

[9]      İbn Mâce, Fiten 34 (4084); Müsned: 5/277

[10]     İbn Mâce, Fiten 34 (4088)

[11]     Müsned: 2/411

[12]     İbn Mâce, Fiten 34 (4087)

[13]     İbn Mâce, Fiten 24

[14]     İslam’ın ilk asırlarında yazılmış muteber Sünnî akaid ve kelam kitaplarında olumlu veya olumsuz yönüyle Mehdîlik, hiç ele alınmamıştır. İmam-ı A’zam’ın “Fıkh-ı Ekber”inde, Maturidî ve Eş’arî’nin eserlerinde bu konu ile ilgili bilgilere rastlanmaz. Yine onların çağdaşları büyük alimlerin kitaplarında da bu konuya temas edilmez.  Bir bakıma bu doğaldır. Çünkü Mehdîlik, sonuç itibariyle “İmamet”le doğrudan doğruya ilgilidir ve imamet konusunun bir parçasıdır. İmamet ise, Ehl-i Sünnete göre; (asla değil de,) füru’a ait bir meseledir. Yalnız daha sonraları imamet konusunda insanlar arasında bozuk inançlar ortaya çıkınca…. (Sünnî) kelamcılar, imamet konusunu, kelam’ın konuları arasına almışlardır. Aynı sebepten dolayı sonraki akaid alimleri, eserlerinin son kısımlarına, imamet ve “Mehdilik” bahislerini de eklemişlerdir. (Doç. Dr. Avni İlhan, Mehdilik, s. 141-142, Beyan yay. 1993, İst.)

[15]     Ravisi rivayette tek başına kaldığından ferd olduğu sanılan bir hadis, başka yol veya yollardan rivayet edilip edilmediğini anlamak üzere çeşitli hadis kitaplarından araştırılır. İtibar adı verilen bu araştırma sonunda o hadisin bir başka ravi tarafından rivayetinde tek kalan ravinin şeyhi veya şeyhinin şeyhiden rivayet edildiği anlaşılırsa, mutabaat meydana gelmiş olur.

[16]     İbn Haldûn, naklî, aklî, felsefî, tecrübî, edebiyat, sanat, dilbilgisi, otobiyografya, sosyoloji, tarih ve medeniyet tarihi gibi bir çok bilim dallarında araştırma yapmış ve bu bilim dallarıyla meşgul olmuş bir alimdir. İbn Haldûn’un “Mukaddime”si, buna güzel bir örnektir.

        Yine İbn Haldûn, Kur’an ilimleri, Hadis, Fıkıh, Miras Hukuku, Fıkıh Usulü, Cedel, Hilafiyât, Kelâm, Tasavvuf gibi dallarda ehliyetli kimseydi.

        İbn Haldûn, ilk önce Mehdilik ile ilgili hadisleri, hadis ilmindeki nakdu’r-ricâl, cerh ve ta’dil kurallarına göre incelemiştir. Bu hadisler; Ebu Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim, Taberânî, Bezzâr ve Ebu Ya’lâ gibi meşhur hadisçiler tarafından rivayet edilmiştir.

        İbn Haldûn, Mehdî ismi açıkça geçen hadislerin senendlerini ve güvenirlilik derecelerini ele almakta, bu hadislerin senedinde yer alan bazı ravilerin Şiî, bazılarının meçhul, bazılarının da güvenilmeyecek kimseler olduklarını; hadis alimlerinden yaptığı alıntılarla ortaya koymaktadır.

        İbn Haldûn, Mehdî ile ilgili hadislerin, muteber hadis kitaplarında geçtiği için mutaassıp ve muhafazakar çevreden gelecek olan saldırıları ve eleştirileri düşünerek; sert tepkilere yol açmayacak, oldukça ihtiyatlı, yumuşak ve kolayca yorumlanabilinir bir ifade ve bir yöntem kullanmıştır.

        İbn Haldûn’ göre; Mehdî ile ilgili hadislerin hiçbiri, Hz. Peygamber (s.a.v)’in zamanıyla alakası yoktur. Bu hadisler, dikkatli bir şekilde incelendiğinde, bu hadisler de, Emeviler ve Abbasiler dönemindeki toplumsal, siyasal ve askeri faaliyetler betimlenmiş; sonra da bu çeşit hadisler, Hz. Peygamber (s.a.v)’in diliyle ifade edilmiştir. Örneğin, siyah bayraklardan bahsedilmesi bunun en açık delilidir.

        İbn Haldûn’ göre; Mehdilik inancı, kök ve kaynak itibariyle Batinî ve Şiîliğe dayanmaktadır. Mehdilik inancı, başlangıçta Şiîlere ait siyasî bir düşünce iken, zamanla Sünnilerin de bir inancı haline gelmiştir. Bu inancı,  bazı hadisçiler ile sonraki dönem tasavvufçular savunmuştur. Örneğin, basit ve lüzumsuz meseleleri bile hararetle tartışan kelâmcılar, Mehdilik konusu üzerinde fazla durmamışlardır. Tasavvufçulara ise, Şiî- Batinî ve İsmailî kaynaklardan geçmiştir.

        Kısacası: İbn Haldûn, toplumsal yapılanmaya, tarihî gerçeklere ve toplum hayatında geçerli olan kanun ve kurallara, devlet felsefesine ve siyaset esasına uygun olmadığı için, “Mehdilik İnancı”nı reddetmiştir.

        Bu konuda daha geniş bilgi için Doç. Dr. Avni İlhan’ın, “Mehdilik” adlı kitabına başvurabilirsiniz.

[17]     Genel itibariyle insanlık tarihinde, özel olarak da İslam Tarihi’nde ortaya çıkacak bir çok Deccâl vardır. Yalnız ortaya çıkışı, Kıyametin büyük alametlerinden sayılan büyük Deccâl, yeryüzünde meydana gelecek en büyük fitnedir. Çünkü Deccâl, ilahlık iddiasında bulunacak ve elinden insanların pek çoğunu dinden çıkaracak harikuladelikler meydana gelecektir. Fakat Allah’ın hikmeti gereği; bu kimsenin, sıradan halk ile bilgili kimselere karşı iddiasında yalancı olduğuna delil olsun diye körlük gibi açık bir eksikliğe sahip olmasını gerektirmiştir. Bilgili insanlar, Deccâl’in yalan iddiada bulunduğunu; Allah, Allah’ın sıfatları ve Allah’ın, yaratıkların sıfatlarından uzak olduğuna dair bilgileriyle Resulullah (s.a.v)’den, Deccâl’in durumu hakkında almış oldukları bilgileri sayesinde bilirler.

        Hakkı batılla örttüğü için Deccâl’e, “Deccâl” denilmiştir.

[18]     Sahih hadisleri bir araya toplamak maksadıyla yazılan kitaplardır.

[19]     İçinde; hadislerin ilk (=sahabi) ravileri veya son ravileri yada son (=müellifin hocaları) yahut ravilerin memleketleri harf sırasına konularak, her ravinin ismi altında rivayet etmiş olduğu tüm hadislerin veya hadislerinden örneklerin toplanmış olduğu kitaplardır.

[20]     Her bir sahabenin veya sonraki bir şahsın rivayet ettikleri hadisleri, sıhhat derecelerine bakmaksızın, çeşitli tertiplerde kendi ismi altında bir araya getiren kitaplardır.

[21]     Suyûtî, Dürrü’l-Mensûr, 4/337

[22] Kıyametin kopmasına doğru Hz. İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesi meselesi, önceden beri tartışılagelen bir konudur.  Hz. İsa (a.s)’ın semaya; canlı olarak mı, yoksa bir müddet daha gizlenip ondan sonra doğal bir şekilde öldüğü meselesi, Kur’an’da ve Sünnette açık bir ifade yoktur. Bununla ilgili rivayetler, akideye taalluk eden bir konu değildir. İnanç esasları içerisinde de yer almamaktadır.

        Hz. İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesi ile ilgili hadisler, lafzi değil de manevi mütevatirdir. Manevi mütevatiri inkar etme, kişiyi, küfre götürmediği halde, Hz. İsa (a.s)’ın yeryüzüne inmesini inkar edenin kafir olacağını belirten kimselerin bu görüşü hiç anlaşılır gibi değil.

        Şu iyi bilinmeli ki, Mesih ve Mehdi meselesi, Kur’an ve Sünnetullah’ın özüne aykırı bir biçimde anlaşılmış ve  açık naslara aykırı bir biçimde yorumlanmıştır. Tarih boyunca ümmetin büyük bir bölümü, Mesih ve Mehdi düşüncesini; uyuşukluk ve tembelliğe bir kalkan olarak kullanmıştır.

[23]     Kıyametin büyük alametlerinden biri de, güneşin batıdan doğmasıdır. Bu konuda 3 görüş ileri sürülmektedir:

1. Güneşin, Kıyametten önce battığı yerden doğması.

2. Güneşin, batıdan doğması; ilmin, irfanın, medeniyetin Batı Avrupa’dan gelmesi.

3. Güneş gökte belli bir sisteme göre dönen çok sayıdaki gök cisminden bir tanesidir. Güneş, güneş sistemine giren yıldızlarla birlikte, sakin haldeki bir yıldıza doğru hızla yol almaktadır. Buna göre güneşin uzaydaki bir noktayı geçemeyeceğine ve bundan sonra geri dönmekle emrolunacağına ihtimal verilmektedir. Bunun ardından da, güneşin, batı tarafından doğması sonucuna götürecek büyük hadise gerçekleşebilir. Sonra dudum, yine eski haline dönebilir. Bu görüşü, bugünkü ilmi veriler ile geçmişte Vâhidî, Katâde, Mukâtil, Zeccâc ile İbn Kuteybe gibi alimler ileri sürmüştür. 

        Yalnız nasslarda bildirilenlerin, nasıl gerçekleşeceği hakkındaki kesin bilgiyi Yüce Allah bilir.

        Güneşin, batı tarafından doğmasından sonra iman edenin, imanının kendisine bir yarar sağlamayacağı üzerinde şüphe yoktur.

[24]     Dâbbetü’l-arz, “arz hayvanı” demektir. Yüce Allah, Kur’an-ı Keri’de, “Onlar hakkındaki söz gerçekleştiği zaman, onlar için, yerden bir ‘Dâbbe’ çıkarırız ki, bu, onlara …söyler” (Neml: 27/82) ile Hz. Peygamber (s.a.v)’de bir çok hadiste, Kıyamete yakın, Kıyamet alametlerinden biri olarak “Dâbbetü’l-arz”ın çıkacağından bahsetmektedir.

        Fakat Dâbbetü’l-arz’ın niteliği, nerede ve ne zaman çıkacağı hususunda bir çok görüş bulunmaktadır. Hatta günümüzde aids hastalığının bile Dâbbetü’l-arz olduğu görüşü ileri sürülmektedir.

        Dâbbetü’l-arz’ın ortaya çıkması, Kıyametin yaklaştığını göstermektedir.

        Dâbbetü’l-arz, ahirzamanda insanların bozuldukları, Yüce Allah’ın emirlerini terk ettikleri ve Hak din olan İslam’ın değiştirilmeye kalkışıldığı dönemde ortaya çıkacaktır.

        Dâbbetü’l-arz ortaya çıkması olayı ile Güneşin batıdan doğması olayından hangisinin daha önce gerçekleşeceği meselesinde iki ayrı görüş bulunmakatdır.

[25]     Ye’cüc ile Me’cüc kelimeleri, Yunanca’dan İbranice’ye geçmiş ve İbranice bir şekil almıştır.

        Yüce Allah, Kur’an’da; Ye’cüc ile Me’cüc’den, iki yerde söz etmektedir. Biri, Zulkarneyn’in, bazı toplumları, Ye’cüc ile Me’cüc’ün bozgunculuğundan korumak için inşa ettiği seddin yapılması ile ilgili bilgi verirken (Kehf: 18/94-97), diğeri de Enbiyâ: 21/96-97’de geçmektedir.

        Ye’cüc ile Me’cüc’ün; kimler olduğu, özellikleri, nitelikleri ve soyları ile ilgili farklı açıklamalar ve birbirinden değişik görüşler belirtilmiştir.

        Ayette; Ye’cüc ile Me’cüc’ün önünün açılması, seddin varlığı ile bağlantılı olarak Kıyamet’in hemen öncesinde gerçekleşecek bir olay olarak anılmamaktadır. Burada kast edilen anlam ise; onların, kendi beldelerinden çıkıp İslam alemine yönelik savaş başlatmalarıdır. Şam beldeleri de, onların, savaş sırasında hedef alacakları beldeler ararsındadır.

        Ye’cüc ile Me’cüc hakkında tarihî rivayetlere bakıldığında, bu rivayetlerin, hemen hemen hepsinin İsrailiyyât kaynaklı olduğu ve birbirini tutmadığı görülür.

        Merhum M. Hamdi Yazır (ö.1358/1942), Ye’cüc ile Me’cüc hakkında gelen bazı rivayetleri naklettikten sonra şöyle der:

        “Ye’cüc ile Me’cüc, vaktiyle bir veya iki kavmin özel ismi olsa da, doğrusu herkesin bildiği mana şudur: Aslı ve soyu belirsiz,  din vu ulus tanımaz karma bir insan topluluğudur ki, çıkmaları Kıyamet alametlerindendir. Yeryüzünü bozacaklardır.”

        Kıyamete yakın bir zamanda Ye’cüc ile Me’cüc topluluğunun çıkıp yeryüzünü harap edeceği meselesi, semavi din mensuplarının ortak kültüründe yer alır. Bu konuda Tevrat’ın, “Hezekiel Bölümü”nün 38-39 babları arası ile İncil’in, “Yuhanna’nın Vahyi Bölümü”nün 20. babının 7-8. ayetlerine bakılabilinir.

        Zulkarneyn döneminde önü kesilen Ye’cüc ile Me’cüc’ün, zamanı geldiğinde tekrar insanlık medeniyeti için bir tehlike olması doğaldır.