- Kitap Ve Sünnette Akıl

Adsense kodları


Kitap Ve Sünnette Akıl

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
seymanur K
Tue 5 July 2011, 09:25 am GMT +0200
Kitap Ve Sünnette Akıl


Doğrusu Yunan düşüncesi daha ilkbaharında akla bağımsızlık kazandırmayı başarmış, akım hakimiyetini artırmış ve daha önce hiç bir felsefe akımının elde edemediği bir takım sonuçlar elde etmişti. Özellikle Aristo ve Aristo okulu daha sonra da Epikür ve Epikür okuluna mensub filozoflar; Tanrı, ruh ve alem gibi metafi­zik sorunları ele alırken soyut ve bağımsız rasyonel düşünce kri­terlerini kullanmışlar, ancak bunların hiç biri; şüphe-kesin bilgi ya da kabul-red arasında bocalayan çelişik, kesinlikten uzak bir ta­kım sonuç ve teoriler olmaktan öte bir değer ifade etmemiştir. [304] Bir grup müslüman düşünür bu çelişkiyi görmüş ve 'delillerin denkliği teorisi' çerçevesinde ortaya koymuşlardır.

Her ne kadar el-Farabî ve İbn-i Sina gibi bazı filozofların hataya düşmüş veya ilk sufî liderlerin çoğunun yaptığı gibi; aklın felsefî-metafizik sorunlarda çelişkiye düşebileceği ihtimaline dikkat çekmiş olsalar bile İslâm'da akıl sorunu bunlara rağmen önemlidir. Biz sorunu önce ilk kaynaklar yani Kitap ve Sünnet açısından, sonra da aklın çelişkiye düşme ihtimali karşısında hem İslâmî hem de aklî anlamda ihtiyatlı ve suffyane bir tutum sergilemiş olan, ori­jinal ve hâlâ duruluğunu yitirmemiş sufî kaynaklar, yani Haris b. Esedi'l-Muhâsibî'nin felsefî ürünleri açısından ele almalıyız.

Kur'ân: Kur'ân'da İslâmî anlamda akılcı eğilimler bulunduğu gerçeği son derece açıktır. Kur'ân ayetleri insanı gereği gibi düşünme'ye (teemmül), düşünme'ye (tefekkür), sonunu düşünme'ye (tedebbür) ve dikkatli düşünme'ye (itina) davet etmektedir. Çok sayıda ayet; Allah'ı tanıma sürecinde, yaratıcıyı tanıyabilmek için açık bir biçimde varlıkları düşünmeye davet etmektedir. İnsan yaratıcıyı ta­nıdığında, yaratıcının emirlerini de tanır ve bu emirler doğrultusun­da hareket eder. Allah'ın yasaklarını öğrenir ve onlardan kaçınır. Aklî bir içeriğe sahip olan bu terimlerin yanı sıra bunların eşanlam­lıları ve türevleri Kur'an'da otuz dört ayrı yerde geçmektedir. Biz ileriki satırlarda bunların bir kısmına değindikten sonra akıl madde­si ile ilgili Kur'ân'daki bazı anlamlara açıklık getirmeye çalışacağız. Allah (c) buyuruyor ki:

Hurma ve üzümün meyvelerinden içer ve temiz rızk elde edersiniz, bunda düşünenler için bir takım ayetler vardır. [305] Onlar hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette dü­şünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu; ama gerçek şu ki göz­ler kör olmaz lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur. [306] Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün peşpeşe gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde; Allah'ın gökten indirip de ölü toprağı canlandırdığı suda, her tür canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için bir çok deliller vardır. [307]  Andolsun ki biz aklım kullanacak bir kavim için orada apaçık bir ib­ret nişanesi bırakmışızdır. [308]

Andolsun ki onlara: 'Gökten su indirip, o su ile ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?' diye sorsan elbette: 'Allah' derler. De ki: "(Öyleyse) hamd de Allah'a mahsustur". Fakat onların çoğu düşünmezler.  [309]

Yine O'nun delillerindendir ki size korku ve ümid vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten su indirip ölümünden sonra arzı onunla diriltiyor. Doğrusu bunda aklını kullanan bir kavim için dersler var­dır.  [310] Yeri döşeyen, orada oturaklı dağlar ve ırmaklar ve bütün meyveler­den çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtü­yor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır. Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunla­rın hepsi aynı su ile sulanır. (Böyle iken) meyvelerinde biz onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kulla­nan bir toplum için ibretler vardır. [311] Bu ve benzeri ayetleri Kur'ân'a uygun bir akıl mezhebinin ilk örnekleri olarak kabul edersek; aşağıdaki ayetleri de ikinci tür ör­nekler olarak kabul etmeliyiz:

Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor, aklınızı kullanmıyor musunuz? [312] Sizden ölüp de dul eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hu­susunda (hayattayken) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar (kendilikle­rinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeyler­den ötürü size bir günah yoktur. Allah azizdir, hakimdir. Boşanmış kadınların, hakkaniyet ölçülerinde (kocalarından) menfaat sağlamaları onların haklarıdır; bu, muttakiler için bir borçtur. Allah size işte böylece ayetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız. [313] Ey iman edenler! Allah ve Rasulü'ne itaat edin, işittiğiniz halde on­dan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olma­yın. Şüphesiz Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sa­ğır ve dilsizlerdir. [314] Akıl mezhebi için Kur'an'da yer alan bu iki tür örnekten yola Çıkarak, aşağıdaki son derece önemli sonuçları tesbit edebiliriz:

1- Duyu organlarına (havas) güvenmemiz gerekir; çünkü dü­şünme ve ibret almamız için gerekli ön verileri bize duyu organları sağlar. Hurma, meyvesi gözle görülen ve tadı hissedilen bir mey­vedir, rızık ve nimet veren yaratıcının varlığına delil niteliğinde bir düşünme ve ibret objesidir. Yukarıda anlamlarını aktardığımız me­tinler ve başka metinlerde bu noktaya tekrar tekrar dikkat çekil­mektedir. Gökteki bulut, denizdeki gemi ve benzeri örnekler sade­ce birer bilgi objesi ve yaratıcının varlığını ortaya koyan deliller­den ibarettirler. Uyumak ve rızık kazanmak gibi insanî meşgaleler, yıldırım ve yağmur gibi doğal fenomen ve olaylar da düşünme ve mantıkî sonuçlar elde etmek için gerekli birer araçtan ibarettirler. Bu varlık ve oluş aleminde, son derece düzenli ve önceden düşü­nülmüş bir sistem vardır. Varlıkta gördüğümüz bu formu varlığa veren Allah'tır. Bütün bu fenomenler iki bakımdan aklîdir. Birinci­si: İstidlalidir, yani bilinenden bilinmeyene doğru sistematik bir düşünme cehdi ile insan, varlığın arkaplanına, Allah'a ulaşabilir. İkincisi: Determinaldir, yani gördüğümüz bu sonuçlar aklen kaçı­nılmaz bir biçimde ilk sebeple yani Allah (c) ile bağlantılıdır.[315]

2- Yukarıda serdettiğimiz iki grup ayetten elde ettiğimiz mantı­kî sonuçlar; sözkonusu düşünme, ibret alma ve akletmenin basit ve son dedece açık sonuçlarıdırlar ve kapsamlı bir düşünme, araştır­ma veya karmaşık zihnî çözümlemeler gerektirmezler. Çünkü id­rak veya modern bir ifade ile sezgi yoluyla kolayca kavranılabilirler. Ancak birinci grup ayetlerde verilen örnekler hissî ve bedihî (akıl yürütmeye ihtiyaç hissettirmeyecek kadar açık) delillerdir. Bu örneklerde insan eserden müessire (eser sahibine), mükemmel varlıktan mükemmel yaratıcıya ulaşır. İkinci grup örnekler de ah­lâkî ve içtimaî anlamda bedihî bilgilerdendir. İnsan Allah'ın emir ve yasaklarından hareketle kendisi için neyin faydalı neyin zararlı olduğunu anlar ve bu emir ve nehiylerin kendi iyilik ve mutluluğu için olduğunu bilerek Allah'a kulluğa yönelir.

3- Bu sonuçlara göre; akıl Allah'a İman ve nazar (düşünce) dü­zeyinde bedihî akıldır; eylem yani Allah (c) ve Rasulü'ne itaat düze­yinde amel eden, kulluk eden akıl olarak yeni bir anlam kazanmış olur ki bu anlamda akıl Allah'ın insan için yarattığı benzersiz bir ka­rakter, bir seciye mesabesindedir. Çünkü bu akıl sayesinde insan ön­ce anlar, sonra gereğince amel eder. Bu noktadan itibaren de kişinin kendisine ve yaratıcısına karşı sorumluluğu söz konusudur.

4- Akıl Allah'ın düşünen insana verdiği, insana özgü bir karak­ter ve bir seciye olarak, anlayıp iman ettiği, iman edip amel ettiği sürece; Kur'ân'a dayalı akıl soyut ve kendi kendine var olabilen bir cevher yani Yunan felsefesinde tanımlanan akıl ile aynı şey olamaz. Kur'ânî akıl, sınırları bizzat Allah (c) tarafından belirle­nen ve dikkat çekilen konularda düşünmesi için insana seciye ola­rak Allah (c) tarafından verilen ilahî bir fenomendir. Bu şekilde, insanın sahip olduğu Kur'ânî akıl; Allah'a itaat bilincine sahip, kendisine emredilenleri tercih ve onlara itaat eder, nehyedilenlerden de kaçınır. Bu akıl; yaratıcısından ve vaz'ettiği hayat ilkelerin­den bağımsız, soyut bir akıl, yani kendi basma var olan bir cevher değildir. Böyle bir durum aklen imkansızdır; çünkü yaratılan yara­tıcıyı, küçük büyüğü içermez.

5- Bütün insanların sahip oldukları akıl aynı akıldır. Çünkü Al­lah'ın insanlarda yarattığı bir cevher olarak akıl bütün insanları kapsamalıdır. Bu durumda akıl, Kur'ân nazarında iki doğrultuda hareket etmelidir. Bunlardan biri iman, ikincisi ise ahlâktır. Birinci grupta alıntı yaptığımız ayetler imanı, İkinci grupta alıntı yaptığı­mız ayetler ise ahlâkîdir.

Artık Kur'ânî aklın; soyut akıl ile çelişmek üzere gelmediğini söylemeliyiz. Halbuki Yunan felsefesinde gördüğümüz gibi soyut akıl bizzat kendisi ile çelişkiye düşmüştür. Kur'ânî akıl, ezelî tü­mel gerçekten ayrı kendine ait bîr hakimiyet alanı oluşturmak iste­yen soyut akla yol göstermek üzere gelmiştir. Bu anlamda vahy, akıl ile çelişik değildir. Ne var ki muhkem ayetlerde verilen bilgi­ler; akıl tarafından anlaşılır bilgiler iken, müteşabih ayetlerde yer alan bilgiler akıl ile çelişmeyen bilgilerdir. Vahiy, aklı çelişki ve şüphelerden kurtarmak ve kesin bilgiye klavuzluk yapmak üzere gelmiştir. Nitekim Kur'ânî akıl, insan aklının kendi yetersizliği se­bebi ile derinliğine nüfuz edemediği bir şeyi tekrar tekrar incelemek üzere gelmemiştir. [316] Aksi takdirde din kendi kendine soyut aklın hakimiyetine girmiş olurdu ki bu bir çelişkidir.

Genel çerçevede Kur'ânî aklın konumu bu olduğuna göre; tef­sir de aynı şekilde bu konumu desteklemek ve güçlendirmek üzere ortaya çıkmıştır. Doğrusu 'akıl' kelimesi isim olarak Kur'ân'da bîr kez bile geçmemekte, bunun yerine 'Kur'ânî akıl' anlamında Kur'ân'da kalp kelimesi kullanılmaktadır.

Allah (c) Kalbi olanlar için [317] buyurmuştur. Yani insan kalb-i selim ile gördüğü hallerin içyüzüne, derinlemesine vakıf olabilir ve gereği gibi düşünebilir. İbn-i Abbas (H. 62) kalb-i seli­mi -sahip olduğu yetilerden ve hizmetlerden biri de akıl olduğu için- akıl diye tefsir etmiştir. Ebu'l-Leys (H. 97) Kalbi olanlar için [318] ifadesi, aklı olanlar için demektir; çünkü insan akıl ile düşünür, kalp akıldan kinayedir" demiştir. "Her insanın kalp sahibi olduğu bilindiğine göre yüce Allah (c) nasıl oluyor da Kalbi olanlar için buyuruyor?" şeklindeki yersiz ve uygunsuz soru karşısında benim cevabım şudur: Burada kalp ile akıl kasdedilmiştir, kalp akıldan kinayedir. Çünkü aklın yeri ve kaynağı kalptir. Nitekim Yüce Allah (c) O (Cebrail) Kur'ân'ı senin kalbine indirmiştir [319] buyurmaktadır.[320]

Mücahid (H. 104); Kalbi olanlar için ayetindeki kalp ifadesi­nin akıl anlamında olduğunu söylemiştir. İbn-i Ebu Hatem'in (H. 436) Ebu Said el-Eşecc ve Ebu Usame senedi ile el-Avf’dan riva­yetine göre el-Avf, Muhammed b. Sirin'e "Kalb-i selim ne demek­tir?" diye sorduğunda: "Akl-ı selim sayesinde insan bilir ki Allah (c) vardır, kıyamet günü şüphesiz gelecek ve o gün Allah (c) kabirlerdekileri diriltecektir" diye cevap vermiştir.

el-Hasen ise şöyle demiştir:

Kalbi selim olan, şirkten salim olandır; [321] Kalbi olanlar için ayeti, sayesinde düşündüğü aklı olanlar için demektir... Kalp aklın bulun­duğu mekan olduğu İçin akıldan kinayedir.[322]

İbn-i Abbas'a: Hicr sahiplerine yemin olsun [323] ayeti so­rulduğunda; "İhtiyatlı ve akıllı olanlara yemin olsun" demektir di­ye cevap vermiştir.

ed-Dahhak'a: Bununla hayat sahiplerini uyarması için [324] ayetindeki hayat sahipleri ile kimlerin kasdedildiği sorul­duğunda: "Aklı olanlar" diye cevap vermiştir.

Ey akü sahipleri benden korkun (Bakara/197) ayetindeki lübb ifadesi sorulduğunda ise: "Sevdiği için Allah (c) sadece onları kı­namıştır; çünkü onlar akıl sahibidirler" demiştir.

Mücahid'e: Allah'a, Rasulü'ne ve sizden olan ulü'l-emr'e itaat edin [325] ayetindeki ulü'l-emr'in kimler olduğu sorulduğun­da: "Akıllı ve Allah'ın dini konusunda derin kavrayış (fıkıh) sahibi olanlardır" diye cevap vermiştir.[326]

Sünnette akıl konusuna gelince: Sünnette aklın biraz ilginç bir öyküsü var: Bu husustaki hadislerin sıhhati konusunda hadisçiler ve akılcılar iki gruba ayrılmışlardır. Bir kısmı bu konuda Hz. Peygamber'den gelen haberlerin sahih olmadığını, bu konudaki her hadiste fazlalıklar ve uydurma ifadeler olduğunu savunurken, di­ğer bir kısmı: Her ne kadar akılla ilgili bazı hadislerin senetleri za­yıf ise de bu hadislerin sahih ve özde İslâm'ın ruhuna uygun olup bu ruh ile çelişik olmadıklarını savunmuşlardır. Haris'in de benim­sediği ve savunduğu gürüş bu ikinci görüştür. Diğer raviler gibi Haris de bu kabil hadisler rivayet etmiştir. Onun akıl konusundaki temel dayanaklarından biri bu rivayetlerdir. Çünkü o, akla dayanıp aklı yücelten düşüncelerini bu rivayetlerle desteklemiştir. Bunun için bizim bu konudaki hadislerden en azından bir kısmını bilme­miz gerekir.

Muhasibi Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmek­tedir:

Allah, düşünerek yapmadığı sürece kulunun namazını, orucunu, haccını umresini, sadakasını, cihadını ve iyilik türünden yaptığı hiç bir şeyi kabul etmez. Allah aklı yarattığı zaman ona: "Otur!" dedi, oturdu. Sonra: "Dön!" dedi, döndü. Sonra: "Gel!" dedi, geldi. Sonra: "Düşün!" dedi, düşündü. "Konuş!" dedi, konuştu. "Sus!" dedi, sus­tu. "Dinle!" dedi, dinledi, "Anla!" dedi, anladı. Daha sonra Allah (c) buyurdu ki: "İzzetim, celalim, kullarım üzerindeki güç ve hüküm­ranlığım hakkı için bana göre senden daha üstün ve sevimli hiç bir varlık yaratmadım, çünkü ben seninle bilinirim, kullarım senin sa­yende bana hamd ve ibadet ederler. Yine seninle ben onları cezalan­dırır ya da mükafatlandırırım. Amellerin sevabı sanadır.[327]

Hz. Peygamber (s) şöyle buyurmaktadır:

Ben, Allah'ın akıllı kulunu akıbette cennete girinceye kadar yücel­tip tökezleteceğine, sonra tekrar yüceltip tekrar tökezleteceğine şahi­dim.[328]

Kişinin şerefi (kerem); dini, kişiliği ve aklidir.

 Aklı tam olmadıkça kişinin müslümanlığı sizi yanıltmasın.

İnsanlar Rableri katında ancak akılları oranında yükselir ve rütbe kazanırlar.

 İnsanlar akılları oranında iyilik yaparlar.

Hz. Peygambere ashabtan birinin ibadeti haber verildiğinde: "Aklı nasıl?" diye sorarlardı. Şayet akıllı olduğu söylenirse: "Ar­kadaşınızın durumunun bana bildirilmesi ne kadar güzel" der; şa­yet akıllı olmadığı söylenirse: "Arkadaşınızın durumunun bana bildirilmemesi ne güzel olurdu" buyururlardı.

Başka bir rivayete göre: "Kuşeyroğullarından biri Hz. Peygamber'e gelerek: "Biz cahiliye döneminde putlara tapar ve onlardan zarar ve fayda umardık" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s): "Kendisine Allah tarafından akıl lütfedilen kimse kurtuluşa ermiş­tir" buyurdular.[329]

Bu hadislerin, en azından bir kısmı sahih ise [330] yukarıda serdettiğimiz ayetlerde ve Kur'ân'da geçtiği gibi, Kur'ânî aklı doğru olarak tanımlayan İslâmî ruh ile tam bir uyum halindedirler.

İbn-i Ebu Dünya'nın (H . 281) eserinde zikrettiği hadisler; Ha­ris döneminde akıl konusunun; tefsir yapmak ve hadis rivayet et­mek düzeyinde de müslüman düşünür ve fıkıhçıların ilgi alanına girdiği düşüncesini güçlendirmektedir.

Hz. Aişe'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber "Evin daya­nağı temelidir. Dinin temeli de Allah'ı bilmektir, yakînî bilginin te­meli ise el-aklu'l-kami'dir" dedi. Ben: "Anam babam sana feda ol­sun el-aklu'l-kami ne demektir?" diye sordum: "Allah'a isyandan sakınmak ve itaate gayret etmektir" buyurdu.

Bu hadis-i şerif sahih olduğuna göre [331] -ki tercih edilen görüş budur- Hz. Peygamber'in aynı konudaki diğer hadislerinin sahih olmadığına ilişkin iddianın hiç bir dayanağı yoktur. İbnu'l-Kayyim el-Cevzî [332] akılla ilgili bütün hadislerin bu hadis-i şerif gibi oldu­ğu kanaatindedir ki bu hadisler arasında Hâris'in itimat ettiği ve: "Allah aklı yaratınca..." diye başlayan hadis; "Her şeyin bir made­ni vardır, takvanın madeni de akıl sahiplerinin kalpleridir" hadisi;

Kişi namaz kılabilir ve cihad edebilir ancak sadece aklı oranında mükafatını alır" hadisi; es-Sahavî'nin el-Makasıd'ında rivayet etti­ği ve: "Allah aklı yaratınca..." hadisine kıyas ederek yalan ve uy­durma olduğunu düşündüğü hadisler de vardır.[333]

Bu önemli nokta üzerinde biraz durmalıyız: Çünkü akıl konu­sundaki hadislerin reddi veya kabulü (nefy veya isbatı); Haris b. Esedi'l-Muhâsibî'nin el-Aklu ve Fehmu'l-Kur'ân isimli eserlerinin değerleri üzerinde; akılla ilgili hadislerin sahih kabul edilmemesi durumunda olumsuz, sahih kabul edilmesi durumunda da olumlu etkisi olacaktır.

Bizim tercih ettiğimiz görüş şudur: "Allah aklı yaratınca..." ifa­desi ile başlayan akıl hadisi ve her şeyden önce bir prensip sorunu olan bu sorunla ilgili diğer hadislerin büyük çoğunluğu sahih ha­dislerdir. Daha önce işaret ettiğimiz gibi hadis çevrelerinin haşevî ve tecsim düşünceleri için uygun bir ortam oluşturmalarına rağ­men cerh ve tadil uleması, özellikle Ehl-i Sünnet fıkıhçıları; -bi­zim inancımıza göre- müslümanların sadece akla itibar etmelerin­den ve bunun sonucu olarak da Allah'ın bir lütfü olan aklı değil de başlı başına aklı kendilerine rehber ve imam kabul etmelerinden endişe ederek akıl konusundaki hadislere karşı çetin bir savaş aç­mışlardı. Akıl hakkında Hz. Peygamber'den gelen hadislerin şa­hinliğine ilişkin aşağıda serdedeceğimiz beş ayrı değerlendirme sebebi ile bunları söylüyoruz:

1- Bu hadislerin uydurma olduğuna ilişkin ifadeler net ve kesin ifadeler değil, zayıf ve yoruma açık ifadelerdir. Ebu Nuaym gibi et-Taberanî de, el-Kebir ve el-Evsafta; "Allah aklı yaratınca..." ha­disini: "Her ne kadar bu hadis zayıf iki ayrı senetle [334] geliyor ise de..." ifadesi ile tahriç etmiştir. et-Taberanî bu hadisi Ebu Umame

 Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir. Ayrıca bu hadisi Abdullah b.  mürsel kaydı ile el-Hasen'den rivayet etmiştir. es-Suyutî ed-Dürer'de bu hadisin iyi bir kaynağı olduğunu söylemiştir.

bu hadisi Abdullah b. Ahmed, Zevaidi'l-Müsned'inde el-Hasen'den rivayet etmiş ve: "Bu hadis sağlam ve kesintisiz bir senede sahip, mürsel bir hadistir" demiştir.[335]

2- Genel olarak akılla ilgili hadisler, özünde yukarıda iki grupta ele aldığımız ayetlerle uygunluk arzeder, hatta dolaylı olarak bu ayetleri açıklar bir nitelik arzetmektedirler. Bu hadislerde sözü edi­len akıl Yunan aklı gibi soyut bir akıl değil, Allah'ı tanıma ve O'na ibadete davet eden İslâmî bir akıldır.

3-  Bu değerlendirme akıl konusunda Hz. Peygamber'den gelen haberlerin sahih olduklarını temel ilke olarak kabul eden ve bu ne­denle bizi destekleyen son değerlendirmedir. Sahabe, tabiîn veya bizden önceki kuşaklardan hiç biri Hz. Peygember'in konuşmaktan imtina ettiği bir konuda hadis uydurmaya cüret etmemiştir. Tam aksine akıl konusunda onların söyledikleri; sadece Hz. Peygamber'den sonra onun oluşturduğu İslâmî ruhun; onunla aynı çağı paylaşan sahabe, ondan kısa bir dönem sonra gelen tabiin döne­minde de devam ettiğini göstermektedir. Şayet akıl konusunda bu söylenenler doğru ise geçmişteki eğilimin devamı olarak; akıl ko­nusunda Hz. Peygamber'e nisbet edilenlerin de en azından kısmen sahih olması gerekir. Hz. Peygamber'e nisbet edilen bir ifade kıs­men sahih olsa bile; akıl konusunda Hz. Peygamber'den gelen ha­berlerin sahih olmadığına ilişkin temel prensip geçersiz duruma düşer.

Sahabeye ait bazı unsurlar bulunan bu hadislerden ilki el-aklu'l-kami (engelleyici akıl) konusunda Hz Aişe'der, gelen rivayet­tir. Sonra aklın görevi konusunda selefin görüşünü ortaya koyan Hz. Ali'ye ait son derece dikkat çekici bir ifade vardır. Bu ifade Hz. Ali ile bir kişi arasındaki konuşmada geçiyor. Hz. Ali, adama sorar:

- Sen la havle vela kuvvete illa billahi'l-aliyyi'l-azim (üstün ve yüce olan Allah'tan başka hiç bir güç ve küvet yoktur) demez mi­sin?

- Evet.

- Peki ne anlama geldiğini biliyor musun?

- Hayır ey emire'l-müminin, Allah'ın sana öğrettiklerini sen de bana öğret.

- Allah'ın yardımı dışında ne bir itaat ne de bir isyan vardır. Ey soru sahibi! Allah'ı düşün!

- Düşündüm.

-  Şimdi müslüman oldun. Kalkın ve müslüman kardeşinizin elini tutun.[336]

Bu konuda el-Hasanu'l-Basrî şunları söylemektedir:

Aklı tamam olmadıkça kişinin dini tamamlanmış olmaz.

Allah (c) hiç kimseye bir gün istemiyeceği bir aklı vermezdi.

Muaviye b. Kurra ise şöyle diyor:

İnsanlar iyilik yapar ancak akıllan oranında karşılık görürler.

Vehb b. Münebbih de şöyle demiştir:

Allah'ın hiç bir kulu akıldan daha değerli hiç bir şeye sahip değildir.

Amir b. Abdülkays şöyle demiştir:

Aklın seni gereksiz şeylerden alıkoyuyor ise sen akıllısın.

Veki' b. el-Cerrah ise şöyle demektedir:

Akıllı kimse dünya işlerini düşünen değil, Yüce Allah'ın emrini dü­şünendir.

eş-Şabi ise bu konuda şunları söylemektedir:

İlim; ilim için bir araya gelenlerden sadece iki şey ister: akıl ve Al­lah'a kulluk, eğer akıllı olmadığı halde kulluk yapıyor veya Allah'a kulluk etmediği halde akıllı ise ilim onu islemez, ilmi ancak zahid ve akıllı olanlar elde edebilirler.

Şu ifadeler de Süfyan b. Uyeyne'den rivayet edilmektedir:

İyiyi kötüyü bilen akıllı değildir. Akıllı iyi olanı bilen ve ona yöne­len, kötü olanı bilen ve ondan sakınandır.

Ömer el-Ceylî şöyle dua etmiştir:

Ey Rabbimiz! Bize seni düşünmeyi nasib eyle.

 İbn-i Cureyc ise şöyle demiştir:

Akıl üçe ayrılmıştır: Kim bunlara sahip olursa aklı kemale ermiş demektir. Bunlar; Allah'ı en güzel şekilde tanımak, O'na ibadet et­mek ve Allah'ın emirleri karşısında sabretmektir.

Kişinin olgunluğu aklıdır. Aklı olmayanın dini de yoktur. Yahya b. Kuseyyir'den de şu ifade rivayet edilmektedir:

İnsanların en üstün ve en bilgeleri en akıllılarıdır.

el-Mühelleb b. Ebu Safra'dan rivayet edildiğine göre ona, sahip olduklarını ne ile elde ettiği sorulduğunda o: "Vicdanımın sesini dinleyip, nefsime isyan ederek" diye cevap vermiştir.

ed-Dahhak b. Müzahim'den rivayet edildiğine göre kendisine: "Falanca şaşılacak kadar çok ibadet ediyor, Allah'tan sakınıyor ve Kur'ân okuyor" denildiğinde o: "Aklı nasıl?" diye sorar: "Biz kul­luğundan, takva ve okuma aşkından söz ediyoruz, sen aklını soru­yorsun" denildiğinde ise: "Yazıklar olsun! Ahmaklığı nedeni ile ahmağın başına gelenler, günahları nedeni ile günahkarın başına gelmez" diye cevap vermiştir.[337]

Sahabe, tabiin ve tabiin sonrası kuşak'ta (tebe-i tabiin) akıl ko­nusunda durum bu olduğuna göre; özellikle de bu rivayetler; Al­lah'ı (c), Kitap ve Sünnet'i düşünme ve anlama sorunu üzerinde yoğunlaşıyor ve aynı zamanda Allah'ın kulları üzerindeki otoritesi dışında bir otoriteden söz etmiyor iseler; bu durumda biz bu konu­da Hz. Peygamber'den gelen bu rivayetlerin sahih kabul edilme­mesini şüphe ile karşılarız.

4- Ehl-i Sünnet'ten bu konuyu araştıranların büyük çoğunluğu akla ilişkin hadis rivayet eden her raviyi yalanlamaya ve rivayetin­den şüpheye yönelmişlerdir. Sonuçta fark gözetmeksizin felsefe ve kelam ile ilgilenen herkesi kınamaya varan bu tutum bize göre -Massignon'un ifadesi ile-: "Basiretsiz Sünnî bağlılık hissi"nin bir sonucudur. Ki Kiîabu'l-Akl'ı araştırırken biz bu sonuca vardık, ed-Darekutnî şunları kaydetmiştir:

Kitabu'l-Akl'ı dört kişi uydurmuştur; bunlardan biri Meysere b. Abdu Rabbih'tir. Sonra Davud b. el-Muhabber ondan çalarak Meysere'nin senedinde bulunmayan bir takım isimler ilave etmiştir. Ondan da Abdülaziz b. Ebu Reca çalmış ve başka bir takım isimler ilave et­miştir. Sonra da Süleyman b. İsa es-Siczî çalmış ve başka raviler ilave etmiştir.[338]

Meysere b. Abdu Rabbih Basralıdır. Kendisinden rivayette bulu­nanlardan biri Davud b. el-Muhabber'dir. Meysere'ye "Bu hadislerin nereden geldi?," diye sorulmuş o da: "Onları ben uydurdum, insan­lar da beğendiler" demiştir. Kendisi uzunca bir eser olan Fazailu'l-Kur'ân'ın sahibidir. Genelde düzmece senetlerle hadisler rivayet et­tiğine, hadisler uydurduğuna ve bir yalancı olduğuna ilişkin hakkın­da icma vardır. [339] Davud b. el-Muhabber ise; Meysere'den: Hz. peygamber (s): "Kişilik ve karakterinde biraz akıl ve yakîn bilgisi bulunan kimseye günahları zarar vermez" buyurdular.

"Ey Allah'ın elçisi bu nasıl oluyor?" diye sorulduğunda:

"Çünkü her hatasından sonra hemen tevbe eder" buyurdular hadisini rivayet etmiştir.[340]

Abdülaziz b. Ebu Reca'ya gelince: ed-Darekutnî, hakkında şun­ları söylemektedir:

Rivayeti kabul edilmez. Kendisinin bir Musannefi bulunmaktadır ki tamamen uydurmadır.

"Ademoğlu! Rabbine itaat et ki akıllı diye isimlendirilesin" ifa­desi uydurmadır. Bir başka rivayetinde de şunları söylemektedir. "Akıl sahiplerine danışın doğruyu bulursunuz; onlara isyan etme­yin pişman olursunuz".[341]

Dördüncüleri olan Süleyman b. İsa b. Necih es-Siczî'nin de gü­venilir bir ravi olmayıp bir yalancı olduğuna ilişkin rivayetler var­dır. İbn-i Adiyy: Hadis uydurduğunu ve Tafdilu'l-Akl isimli iki bö­lümden oluşan bir eseri olduğunu söylemiştir. Onun senedini Hz. Peygamber'e kadar çıkararak rivayet ettiği hadislerden biri: "Akıl sahihlerine danışın doğruyu bulursunuz; onlara isyan etmeyin piş­man olunsunuz" hadisidir ki sahih değildir.[342]

Bu müelliflere, akıl konusundaki rivayetleri veya bunlardan bir kısmı tarafından kaleme alınan eserlerle birlikte yalan isnad edil­mesi gerçekten ilginçtir. Onlar kendi çağdaşları tarafından bu ve benzeri üzücü durumlarla karşılaşırken Muhâsibî'nin payına da daha azı düşmemişti; Muhasibi, Davud b. el-Muhabber ile aynı çağ­da yaşamış ve benzer sıkıntılarla karşılaşmıştır. İnsanlar çevresini boşaltmış, öldüğünde cenaze namazını sadece on kişi kılmıştır. Bu o döneme hakim olan irrasyonel ortamdan kaynaklanmaktadır. Hâris'in Maiyyetu'l-Akl ve Hakikatu Ma'nahu ve İhtilafu'n-Nas fîhi isimli eseri de bu sıcak ortamın hedeflerinden biri idi.

5- Bu konuda İmam Ahmed b. Hanbel'in içine düştüğü çelişkiye gelince: Kendisi bir yandan önceki kuşaklara ait bir görüş olan aklın bir seciye olduğu konusunda Hâris'le aynı kanaati paylaşırken [343] bîr yandan da Hâris'in aklı kullanması ve bazı kelamı konulara yönel­mesini kınamış ve bu durum -daha önce gördüğümüz gibi- Ahmed b. Hanbel'in Hâris'i terketmesine ve Hâris'e karşı insanları kışkırtmasına neden olmuştur. Ahmed b. Hanbel sedece Hâris'e karşı değil genel anlamda akıl ve kelamı eğilim sahibi herkese karşı bu tutumu­nu sürdürmüştür. İmam Ahmed: "Ne Ebu Ubeyd'in, ne İshak'ın, ne Süfyan'ın, ne Şafii'nin ve ne de Mâlik'in eserlerine aldırma sana ge­reken kaynağın kendisidir" der, kendi görüş ve fetvalarını yazmak­tan hoşlanmazdı. Bir gün kendisine böylelerinden biri gelip; kendi görüşlerinin yazılı olduğu bir kitap verdi. O bu duruma öfkelendi ve kitabı fırlatıp attı. Ahmed b. Hanbel'in psikolojik yapısı; onu, nakli yüceltmeye ve dinî konularda bir araştırma unsuru olarak aklı red­detmeye zorluyordu. [344] Onun bu tutumunun gerçek nedeni, kelamcılara ve özellikle de Mutezilî kelamcılara olan hıncıdır. O, kelamcıların selefin geriye bıraktığı tefsir ve hadis kaynakları yerine bu alanda akıl ve gramer kurallarına yönelmelerini kınamaktaydı.[345]


[304] Abdülhalim Mahmud; el-İsla+m ve'l-Akl, s. 42.

[305] Nahl: 16/6.

[306] Hacc: 22/46.

[307] Bakara: 2/16.

[308] Ankebut: 29/35.

[309] Ankebut:  29/63.

[310] Rum: 30/24.

[311] Ra'd: 13/3-4.

[312] Bakara: 2/44.

[313] Bakara: 2/240-242.

[314] Enfal: 8/20-23.

[315] Abdülmunim Hallaf; el-Aktu'l-Mümin, s. 30.

[316] Abdülhalim Mahmud; el-İslâm ve'l-Akl, s. 9-14.

[317] Kaf: 50/37.

[318] Kaf: 50/37.

[319] Ba­kara: 2/97.

[320] İsmail Hakkı, c. 9/39.

[321] İbn-i Kesir, c. 4/12,229.

[322] el-Kurtubi, c. 3/20.

[323] Fecr: 89/5.

[324] Ya­sin: 36/70.

[325] Nisa: 4/59

[326] İbn-i Ebi'd-Dünya (H. 281); el-Aklu ve Fazluhu, s. 14-15.

[327] el-Vasaya, s. 86.

[328] İbn-i Ebi'd-Dünya (H. -28i); el-Aklu ve Fazluhu, s. 14-15.

[329] İbn-i Ebi'd-Dünya (H. 281); el-Aklu ve Fazluhu, s. 14-15.

[330] Bkz. el-Mucemû'l-Müfehres li Elfazı'l-Hadisi'n-Nebevi; Milletler Arası Bilimler Akademisi yayını (?) Beril (?), Liyon 1955; Akıl maddesi.

[331] el-Kuşeyriye, c. 2/601.

[332] İbni'l-Kayyim el-Cevziye; el-Menar el-Münif fi's-Sahihi ve'z-Zaif. s. 166.

[333] el-Kariyu'l-Heravi; el-Masnu fi Marifei'l-Hadisi'l-Mevzu, s. 35.

[334] Aynı eser.

[335] el-Münavi, el-İthafatu's-Sünniyye fi'l-Ehadîsi'l-Kutsiye, s. 116.

[336] el-İsfereyani, et-Tebsır fi'd-Din, s. 28.

[337] el- Aklu ve Fazluhu, İzzet Attar neşri, Kahire 1946.

[338]  el-Menarul-Müfnif fî Sahih ve'z-Zaif, s. 66

[339] ez-Zehebi, 4/230-231.

[340] Aynı eser.

[341] Aynı eser, s. 628.

[342] Aynı eser, 2/218-219.

[343] İbn-i Teymiye, er-Reddu ale'l-Mantıkıyyin, s. 94; İbnu'l-Cevzi, Kitabu'l-Ezkiya, s. 10.

[344] İbnu'l-Cevzi, Menakibi İmam Ahmed, s. 192-194.

[345] İbn-i Küteybe,Te-vili Muhtelifu'l-Hadis, s. 153. Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 123-136.