sumeyye
Tue 11 January 2011, 01:50 pm GMT +0200
Kisrâdan Sonra Kisrâ Gelmeyecek
478. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:
"Kisrâ helak olduktan sonra, başka Kisra gelmeyecektir. Kayser helak olduktan sonra, başka Kayser gelmeyecektir. Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, onların hazineleri Allah yolunda infak edilecektir."[290]
İzah
Daha önceki hadislerin izahında da yer verdiğimiz gibi, Peygamberimizin (s.a.v.) pekçok mucize çeşitlerinden birisi de Allah'ın bildirmesiyle gaybdan haber vermesidir. Bu hadis de onun gaybî haberlerinden birisidir.
Mısır devlet başkanlarına "firavun," Habeş hükümdarlarına "necâşî," Yemen meliklerine "tübbâ" denildiği gibi, İran hükümdarlarına "kisrâ," Rum hükümdarlarına da "kayser" deniliyordu.
Peygamberimizin verdiği bu haber, zaman içerisinde gerçekleşti. Kisra ve Kayser çok kısa zaman sonra helak oldular. Hz. Ömer devrinde Sa'd bin Ebî Vakkas'ın (r.a.) emri altındaki İslâm ordusu Kisramın saltanatını tarumar etti. İranın zengin hazineleri ele geçirildi. Ve bunlar Peygamberimizin haber verdiği gibi, Allah yolunda harcandı.[291]
Fakirlerin Yüzünden Zenginlerin Vay Haline
479. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:
"Kıyamet gününde fakirlerin yüzünden zenginlerin vay haline. Fakirler: "Rabbimiz, bizim için onlar üzerine farz kıldığın haklarımızda bize haksızlık ettiler, hakkımızı vermediler" deyince, Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"İzzet ve celâlime yemin ederim ki sizi nimetime yaklaştıracak, onları da uzaklaştıracağım."
Sonra Resûlullah şu âyeti okudu:
"Mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir nasip vardı."[292]
İzah
Hadis, zekât vermemenin mes'uliyetini ifâde eder. Konu ile ilgili çeşitli âyet ve hadisler vardır. Meselâ zekât vermeyenler bir âyette şöyle tehdit edilirler:
"Allah'ın lütuf ve insanıyla onlara verdiği şeyde cimrilik edenler, bu cimrilikleri kendileri için bir hayırdır sanmasınlar. Bu onlar için serdir. Cimrilik ettikleri şey Kıyamet gününde ateşten halka olarak onların boyunlarına dolanacaktır. Göklerde ve yerde olan herşey Allah'ındır ve sonunda Ona döner. Allah sizin yaptıklarınızdan da hakkıyla haberdardır."[293]
Zekât vermeyenler sadece Kur'ân'da değil, hadislerde de şiddetle ikaz edilmişlerdir. Meselâ bu hadislerden birisi şöyledir:
"Allah'ın kendisine vermiş olduğu malın zekâtını vermeyen kimsenin malı, Kıyamet gününde, iki gözünde iki siyah nokta bulunan, dehşetli, zehirli bir yılan şekline sokulur ve bu yılan o gün mal sahibinin boynuna sarılır. Sonra ağzı ile mal sahibinin çenesinin iki tarafından yakalar ve 'Ben senin dünyada çok sevdiğin malınım, ben senin hazinenim' der."[294]
Zekât vermeyenlerin cezasını anlatan bir hadis de şöyledir:
"Zekâtı ödenmeyen deve, sığır ve koyunlar Kıyamet gününde şaşılacak kadar semiz ve büyük olarak gelip sahiplerini boynuzlarıyla boynuzlarlar ve tırnaklarıyla tepelerler. Bu işkence, hayvanların sonuncusu işini bitirip tekrar birincisi başlamak suretiyle bütün insanların hesapları görülünceye kadar devam eder."[295]
Evet, bütün mal ve mülkün hakikî sahibi Allah'tır. Yüce Rabbimiz bir kısım kullarına imtihan için birçok nimet ve servet ihsan etmiştir. Sonra da zenginlere kendi verdiği maldan çok cüz'i bir kısmını fakirlere vermesini emretmiştir. Allah'ın karşılıksız olarak verdiği malı, Onun verilmesini emrettiği yere vermeyen kimse ise, Kâinat Sultanının emrine muhalefet ettiğinden, elbette azabı hak eder, Onun nimetinden uzak kalır.[296]
Arefe Akşamı Resûlullahın Yaptığı Dua
480. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Arefe akşamında Resûlullah (s.a.v.) şöyle duâ etti:
"Allah'ım, şüphesiz sen yerimi görüyorsun, sözümü işitiyorsun, gizlimi ve açıkladığımı biliyorsun. Benim işlerimden Sana gizli kalan hiçbir şey yoktur. Ben zavallı ve muhtacım. Yardım diliyor, korunmamı istiyorum. Günahlarından korkan, endişe eden, onları ikrar ve itiraf eden biriyim. Yoksulların istemesi gibi Senden istiyorum. Günahkar ve zelilin yakarışı gibi Sana yakarışta bulunuyorum, Sana karşı boyun bükmüş, zillete maruz kalmış, burnu sürtülmüş kimsenin duâ edişi gibi, Sana duâ ediyorum.
"Allah'ım, duamı reddedip de beni hüsrana uğratma. Bana acı ve merhamet et. Ey kendisine dilekte bulunulanların ve ey dilekleri verenlerin en hayırlısı."[297]
Ramazan'da Günah Ve Sevapların Karşılığı İki Mislidir
481. Ümmü Hâni binti Ebî Tâlib (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah (s.a.v.),
"Ümmetim Ramazan'ın hakkını tam olarak yerine getirdiği sürece zillette olmayacaktır" buyurdu.[298]
"Ey Allah'ın Resulü! Ramazan ayının hakkını zayi ederek rezil olmak ne demektir?" diye soruldu.
Resûlullah şöyle buyurdu:
"Ramazan'da Allah'ın yasaklarının çiğnenmesidir. Kim onda zina eder veya içki içerse, ertesi sene o vakte kadar Allah ve göktekiler ona lanet okurlar. O kimse Ramazan'a ulaşmadan önce ölürse, Allah katında Cehennem ateşinden korunmasına vesîle edineceği bir iyilik bulamaz.
"Ramazan ayına hürmetsizlikten sakının! Çünkü başka ayda bulunmayacak şekilde onda sevaplar kat kat verilir. Günahlar da böyledir."[299]
Kadını Kocası Aleyhinde Kışkırtan Kimse
482. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
"Kim ipek giyer ve gümüş kabdan birşey içerse, bizden değildir. Kadını kocası, köleyi efendisi aleyhine kışkırtan, arasını bozan, bizden değildir."[300]
İzah
Daha önce de bir vesile ile izah ettiğimiz gibi, erkeklerin ipek giymesi ve kadın erkek her Müslümanın gümüş kap kullanması dinimize göre haramdır. Peygamberimiz bu hadislerinde, böylelerinin sünnet üzere olmadıklarını nazara vermiştir.
Hadisin ikinci kısmında da kadını kocası aleyhinde kışkırtmanın caiz olmadığı hususu nazara verilmektedir.
Kötü tabiatlı bir takım insanlar, gerek hasetleri yüzünden, gerekse başka sebeplerden dolayı bazan kadını kocası aleyhine, zaman zaman da erkeği hanımı aleyhine kışkırtmaya çalışırlar. Bunun için de, aslı astarı olmayan birtakım dedikodular uydururlar. Söylenmemiş sözü söylenmiş; yapılmamış şeyi yapılmış gösterirler. Bunun neticesinde ise, aile yuvasında tatsızlık ortaya çıkar. Hattâ bâzan bu tatsızlık boşanmaya kadar gidebilir. İşte Peygamberimiz hadisin bu kısmı ile, böylelerine karşı çıkmakta, onları tehdit etmektedir.
Öyleyse, eşler böyle kimselere karşı uyanık olmalılar. Kendilerine söylenilen şeyin doğruluğunu iyice araştırmadan hareket etmemelidirler. Söylenilen şey veya getirilen haber doğru da olsa, hemen hiddetlenmek uygun olmaz. Yıkıcı olmadan o şeyin tamirine çalışılmalıdır. Bu yapılırken elbette çeşitli zorluklarla karşılaşılacaktır. Fakat aile saadetinin bozulmaması için bu zorluklar göğüslemneye elbette değer.[301]
Kâmil İmanın Bir Şartı
483. Enes (r.a.) rivayet ediyor:
"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bir adam kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmedikçe, gerçek mânâda iman etmiş olmaz."[302]
İzah
Hadis Nesâî'de, "Din kardeşi yahut komşusu için de dilemedikçe" şeklinde tereddütlü bir şekilde yer alır. Diğer râviler ise hadisi "Din kardeşi için de" diye seksiz olarak rivayet etmişlerdir.
Hadis, kâmil mümin olmak için kişinin kendisi için arzu ettiği faydalı bir şeyi din kardeşi için de arzu etmek gerektiğini, mefhum-u muhalifiyle de kendisi için arzu etmediği zararlı şeyleri din kardeşi için de arzu etmemek gerektiğini ifâde etmektedir. Kendisi için arzu ettiği bir şeyi din kardeşi için de arzu etmeyen kimse, yine mü'mindir, ancak kâmil mü'min değildir.
Ancak hadisteki ölçüye uymak kamil iman için yeterli değildir. Kişinin diğer İslâmî esasları da yerine getirmesi icab eder.[303]
Peygamberimizin Duasının Tesiri
484. Ata rivayet ediyor:
Saib bin Yezid'in sakalının beyaz, saçının ise siyah olduğunu gördüm. "Ey Mevlam [efendim], saçında niçin beyaz kıl göremiyorum?" dedim.
O şöyle dedi: "Saçım hiçbir zaman beyazlaşmaz. Bunun sebebi şudur: Ben çocuktum ve çocuklarla oynuyordum. Resûlullah bizim yanımıza geldi ve bizlere selam verdi. Çocukların arasından ben, "Aleykümselam" dedim. Beni çağırdı.
"İsmin nedir?" diye sordu.
"Said bin Yezid" dedim. Elini başıma koydu ve
"Allah seni mübarek kılsın" buyurdu.
Resûlullahın elini koyduğu yerler beyazlaşmıyor.[304]
Mü'min Diken Batmasından Sevap Kazanır
485. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
"Bir mü'mine bir diken dahi batsa, Allah mutlaka onun için on sevap yazar, on tane küçük günahı affedilir ve on derece yükseltilir."[305]
Teşehhüt
486. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah (s.a.v.) bize teşehhüdü şöyle öğretti:
"Bütün dualar, senalar; dil, beden ve malla yapılan ibâdetler Allah'a mahsustur. Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun, ey Peygamber. Selam bize ve Allah'ın sâlih kullarının üzerine de olsun. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v.) Allah'ın kulu ve Resulüdür."[306]
İzah
Hak mezhebler arasında esasta olmasa da, teferruat meselelerde bâzı farklılıklar vardır. Teşehhütte okunan 'tahiyyat' da bu farklı kısma girer. Hanefî mezhebine mensup olan Müslümanlar teşehhütte yukarıdaki duayı okurlarken, Şafiî mezhebine mensup olanların okudukları tahiyyatın baş kısmında biraz farklılık vardır. Şâfiîlerin teşehhütte okudukları tahiyyatın baş kısmı şöyledir:
"et-Tehiyyâtü'1-mübarekâtü, essalevâtü....."
Tahiyyati bu ilâve ile okumak da sünnettir. Çünkü İbni Abbas'ın rivayet ettiği bir hadiste, Peygamberimizin et-Tahiyyâtü'yü böyle okuduğu bildirilmiştir.[307] Şafiî mezhebi de hak bir mezhep olduğuna göre, isteyen teşehhütte tahiyyatı Şâfiîlerde okunduğu şekliyle okuyabilir. Bunda hiçbir mahzur yoktur.
Bediüzzaman, teşehütte et-Tahiyyatü'yü okumanın hikmetini 6. Şua'da geniş bir şekilde izah etmiştir. Bunu meâlen alıyoruz:
Her mü'minin namazı, onun bir nevi mîracı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise, Peygamberimizin büyük Mîracında söylenen sözlerdir. Teşehhütte et-Tehiyyâtü'yü okuyarak onları zikretmekle, Peygamberimizin Mîraçta Cenâb-ı Allah'la yaptığı o kudsî sohbet hatıra gelir. Bu hatırlamadan o mübarek kelimelerin mânâları hususîlikten, umumîliğe çıkar. O kudsî ve geniş mânâlar tasavvur edilir. O tasavvuf ile, kıymeti ve nuru yükselir, genişler.
Meselâ Resûl-i Ekrem (a.s.m.), o gecede Cenâb-ı Hakka karşı selâm yerinde "Et-Tehiyyâtü lillahi" demiş. Yani,
"Bütün hayat taşıyan varlıkların, hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat ve yaratıcılarına takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim, Sana mahsustur. Ben, bütün canlı varlıkların Sana yaptıkları tesbihatları hayalimde canlandırarak ve onların Seni tesbih ettiklerine inanarak Sana takdim ediyorum."
Nasıl ki, Resûlullah (a.s.m.) "Et-Tehiyyatü" kelimesiyle, bütün hayat sahibi varlıkların fıtrî ibâdetlerini niyet edip onlar nâmına Cenâb-ı Hakka takdim ediyor. Öyle de, tahiyyatın özeti olan "el-mübârekâtü" kelimesiyle de, bütün bereket ve tebrik sebebi olan, insanları hayrette bırakarak bârekallah dedirten, mübarek denilen, hayatın ve hayat sahibi varlıkların hülasası olan mahluklar, bilhassa tohumların ve çekirdeklerin, dânelerin, yumurtaların fıtrî mübârekiyetlerini, bereketlerini ve kulluklarını temsîl ederek, o geniş mânâ ile söylüyor. Mübârekâtın hülasası olan "Essala-vât" kelimesiyle de, hayat sahibi varlıkların hülasası olan bütün ruh sahiplerinin kendilerine mahsus ibâdetlerini düşünüp, Yüce Allah'ın dergâhına o geniş manâsıyla arzediyor. "Ve't-tayyibât" kelimesiyle de, ruh sahibi varlıkların hülasası olan kâmil insanların ve devamlı Yüce Allah'ı tesbihle ve Ona ibâdetle meşgul olan meleklerin salâvatının özü olan "tayyibât" ile, nurânî ve yüksek ibâdetlerini kast ederek, bütün bu ibâdetleri Yüce Allah'a has kılıp takdim ederler.
Nasıl ki, o gecede Cenâb-ı Hak tarafından "Es-Selâmu aleyke yâ eyyühe'n-nebiyyü=Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi senin üzerine olsun, ey Peygamber" demesi, gelecekte yüzer milyon insanların her biri, her gün, en azından on defa "Es-Selâmü aleyke yâ eyyühe'n-nebiyyü" demelerine âmirâne işaret eder. Ve Yüce Allah'ın selâmı, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mânâ verir. Öyle de, Resûlullahın (a.s.m.) o selama karşılık olarak,
"Es-Selâmü aleynâ ve alâ ibadiüahi's-salihîn=Selâm bize ve Allah'ın sâlih kullarının üzerine de olsun" demesi, gelecekte muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri, Allah'ın selâmını temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umumî bir şian olan mü'minler arasındaki "es-Selâmü aleyke," "ve aleyke's-Selâm" umum ümmet demesini rica ederek ve duâ tarzında Yüce Yaratıcısından istediğini ifâde eder ve hatırlatır. Ve o sohbette hissedar olan Hz. Cebrail (a.s.), Allah'ın emretmesi üzerine, o gece "Eş-hedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah=Ben şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah'ın kulu ve Resulüdür" demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini müjdeleyerek haber verir. İşte Mîraçta Allah ile Peygamberimiz arasında cereyan eden bu kudsî konuşmayı hatırlamakla, tâhiyatta söylenilen kelimelerin mânâları parlar, genişler.
Tâhiyattaki mânâları bu şekilde açıklayan Bediüzzaman, izahını yaptığı hukikatların inkişafında kendisine yardım eden garip bir hâlet-i nıhıyeyi de meâlen şöyle kaydediyor:
Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, koca kâinatın içinde yaşadığım ânı, hayalimde cansız, ruhsuz, ölü, boş ve müthiş bir cenaze olarak göründü. Geçmiş zamanı dahi bütün bütün ölü, boş, müthiş olarak hayal ettim. O hadsiz mekân ve hudutsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh suretini aldı. O haletten kurtulmak için namaza sığındım. Teşehhütte "Et-Tahiyyâtü" dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayattar, nûrânî bir şekil aldı, dirildi. Hayy-ı Kayyumun parlak bir aynası oldu. Bütün hayattar cüzleriyle beraber, hayatlarının selâmlarım ve hediyelerini devamlı bir surette Hayy-ı Kayyuma takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim, gördüm.
Sonra "Es-Selâmü aleyke yâ eyyühe'n-nebiyyü" dediğim vakit, o hudutsuz, o boş zaman, birden Resûl-i Ekremin (a.s.m.) başkanlığı altında, hayat sahibi ruhlar ile vahşet saçan suretten çıkıp, sevimli bir seyrangâh suretine dönüştü.[308]
Evet, namazda tâhiyyatı gaflet içerisinde değil de, bu duygular içerisinde okuyan, o derece namazdan feyiz ve lezzet alan mü'minlere ne mutlu! Yüce Allah'tan bizlere de namazlarımızda bu duygulan ihsan etmesini niyaz ediyoruz.[309]
[290] Buhari, Menakıb: 25, Humus: 8, Eymân: 3; Müslim, Fiten: 77. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/153-154.
[291] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/154.
[292] Zâriyât: 51/19. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/154-155.
[293] Âl-i İmran: 3/180.
[294] Buhari, Zekât: 3; İbni Mâce, Zekât: 3.
[295] İbni Mâce, Zekât: 2; Nesâî, Zekât: 11.
[296] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/155-156.
[297] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/156-157.
[298] Bu cümle, "Ümmetim Ramazan'da gece ibâdetine kalktığı müddetçe zillete düşmeyecektir" şeklinde de tercüme edilir.
[299] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/157-158.
[300] Ebû Dâvud, Talâk: 1 (ikinci kısım için) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/158.
[301] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/159.
[302] Buhârî, İman: 6; Müslim, İman: 71; Tirmizî, Sifatü'l-Kıyâme: 60; İbni Mace, Mukaddime: 9 (66); Nesâî, İman: 9. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/159-160.
[303] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/160.
[304] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/160-161.
[305] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/161.
[306] Buhârî, Ezan: 48; Müslim, Salât: 56, 60; Ebû Dâvud, Salât: 177. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/161-162.
[307] Müslim, Salât: 60; Tirmizî, Salât: 100; İbni Mâce, İkâme: 24.
[308] Şualar, s. 77-79.
[309] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/162-165.