hafız_32
Thu 11 November 2010, 11:21 am GMT +0200
3- Kimlik Arayışı Ve Bütünlük Arzusu
İnsanın kendini görüş ve algılayış biçimi olarak tanımlanan "benlik" kavramı, kişinin davranışlarını önemli ölçüde etkileyen ve belirleyen psiko-dinamik bir yapıdır. Belli bir gelişim süreci esnasında oluşan “benlik”, çeşitli sosyo-kültürel ilişki sistemleri (aile, arkadaşlık, meslek, sosyal rol, dünya görüşü, inanç ve değerler..) içerisinde varolan bir duygudur. Bu ilişkilere bağlı olarak süreklilik, bütünlük, kendine has yapı ve ahenk kazanmış olan benlik, kendi “kimliği”ni elde ederek bağımsız ve etkili bir psikolojik güç hâline gelir. Ancak benlik kimliği (ego idenüty) öyle kolayca elde edilebilen birşey değildir. Çoğu insan, büyük bunalımlar yaşayarak, çok rahatsız edici çatışmalardan geçerek, kendi kimliğine ulaşabilmektedir. Çözüm isteyen kimlik problemleri ve bütünleşmiş bir kişiliğe sahip olma arzusu kişiyi dinden yararlanmaya sevkeder mi? Din, bu tür problemlerin çözümüne katkıda bulunacak imkânlara sahip midir?
Kimlik bunalımı özellikle gençlerin yaşadıkları bir karmaşadır. Bütünlük bunalımı ise orta yaşlarda yaşanır. Bütünleşmiş bir kişilik oluşumu, uzun vadeli hedefleri göze alma ve başkalarının ihtiyaçlarına ilgi duyma eğilimi ile çok yakından ilgilidir. Kişilik bütünleşmesi temelde, daha basit ve daha temel ihtiyaçların daha yüksek seviyede ve uzun vadeli planlarca kontrolü olarak görülebilir. Bu uzun vadeli plânlar da, kendini belli bir hayat tarzına ve bazı hedef ve değerlere adamış olan bir kimliği geliştirme sayesinde temin edilebilir. Toplum birçok hazır kimlik temin eder ve din bu noktada tutarlı bir kimliğin modellerini ve yaşama şeklini teklif etme suretiyle katkıda bulunur. Hatta dinin en önemli fonksiyonunun, tamamen mezcolmuş ve bütünleşmiş kararlı ve sağlam bir insan şahsiyeti oluşturmaktan ibaret olduğu da söylenebilir [188]. Din, fertler ve gruplar için kimliğin bir anlamını, yani çevre kadar benliğin bir tanımını temin eder. içinde yaşadığı toplumde kendine uygun bir kimlik bulamayan kimselerin, dinî hizip ve tarikatlara katılmaları veya din değiştirerek bir başka dine geçiş yapmaları zaman zaman müşahede edilen olaylardandır. Bu tür olaylar da en fazla ergenlikte ve orta yaş dönemlerinde görülmektedir.
Diğer taraftan, dinî ve ahlâkî gelişim içerisinde mümin kişi, kendi benliği ve Allah'tan ibaret olan iki başvuru kaynağını birbiriyle uyumlu hâle koyma zarureti ile karşı karşıya bulunur. Bu noktada, bir benlik kimliği inşa etme hizmetinde, dinî başvuru kaynağından irade dışı faydalanılır. Fakat, ergen veya yetişkin kendi kimliğini elde etmiş olduğunun, kendi kendine yeterli bulunduğunun şuuruna vardığında, ahlâkî bir hayat yaşamak için artık dinin kendisine gerekli olmadığı düşüncesine de kapılabilir. Bu durum, dinî değerlerin dışında ve ondan farklı, hayatın oldukça tutarlı bir açıklamasına sahip bulunan kimselerde de müşahede edilmektedir. Leuba'nın bir araştırmasına göre [189], Allah ve ahiret inancı bakımından en alt sırayı sosyolog ve psikologlar almaktadır. Fen bilginleri bunlardan çok daha üst seviyede bir dinî inanca sahip bulunmaktadırlar. Bu durum genellikle, sosyal bilimcilerin kendi kimlik problemlerinin farkına varma ve onları yakından tanıma imkânlarına daha fazla sahip olmaları ve bunları aşabilecek düşünce ve davranış modelleriyle daha fazla meşgul bulunmaları ile açıklanmaktadır. [190]
İnsanın kendini görüş ve algılayış biçimi olarak tanımlanan "benlik" kavramı, kişinin davranışlarını önemli ölçüde etkileyen ve belirleyen psiko-dinamik bir yapıdır. Belli bir gelişim süreci esnasında oluşan “benlik”, çeşitli sosyo-kültürel ilişki sistemleri (aile, arkadaşlık, meslek, sosyal rol, dünya görüşü, inanç ve değerler..) içerisinde varolan bir duygudur. Bu ilişkilere bağlı olarak süreklilik, bütünlük, kendine has yapı ve ahenk kazanmış olan benlik, kendi “kimliği”ni elde ederek bağımsız ve etkili bir psikolojik güç hâline gelir. Ancak benlik kimliği (ego idenüty) öyle kolayca elde edilebilen birşey değildir. Çoğu insan, büyük bunalımlar yaşayarak, çok rahatsız edici çatışmalardan geçerek, kendi kimliğine ulaşabilmektedir. Çözüm isteyen kimlik problemleri ve bütünleşmiş bir kişiliğe sahip olma arzusu kişiyi dinden yararlanmaya sevkeder mi? Din, bu tür problemlerin çözümüne katkıda bulunacak imkânlara sahip midir?
Kimlik bunalımı özellikle gençlerin yaşadıkları bir karmaşadır. Bütünlük bunalımı ise orta yaşlarda yaşanır. Bütünleşmiş bir kişilik oluşumu, uzun vadeli hedefleri göze alma ve başkalarının ihtiyaçlarına ilgi duyma eğilimi ile çok yakından ilgilidir. Kişilik bütünleşmesi temelde, daha basit ve daha temel ihtiyaçların daha yüksek seviyede ve uzun vadeli planlarca kontrolü olarak görülebilir. Bu uzun vadeli plânlar da, kendini belli bir hayat tarzına ve bazı hedef ve değerlere adamış olan bir kimliği geliştirme sayesinde temin edilebilir. Toplum birçok hazır kimlik temin eder ve din bu noktada tutarlı bir kimliğin modellerini ve yaşama şeklini teklif etme suretiyle katkıda bulunur. Hatta dinin en önemli fonksiyonunun, tamamen mezcolmuş ve bütünleşmiş kararlı ve sağlam bir insan şahsiyeti oluşturmaktan ibaret olduğu da söylenebilir [188]. Din, fertler ve gruplar için kimliğin bir anlamını, yani çevre kadar benliğin bir tanımını temin eder. içinde yaşadığı toplumde kendine uygun bir kimlik bulamayan kimselerin, dinî hizip ve tarikatlara katılmaları veya din değiştirerek bir başka dine geçiş yapmaları zaman zaman müşahede edilen olaylardandır. Bu tür olaylar da en fazla ergenlikte ve orta yaş dönemlerinde görülmektedir.
Diğer taraftan, dinî ve ahlâkî gelişim içerisinde mümin kişi, kendi benliği ve Allah'tan ibaret olan iki başvuru kaynağını birbiriyle uyumlu hâle koyma zarureti ile karşı karşıya bulunur. Bu noktada, bir benlik kimliği inşa etme hizmetinde, dinî başvuru kaynağından irade dışı faydalanılır. Fakat, ergen veya yetişkin kendi kimliğini elde etmiş olduğunun, kendi kendine yeterli bulunduğunun şuuruna vardığında, ahlâkî bir hayat yaşamak için artık dinin kendisine gerekli olmadığı düşüncesine de kapılabilir. Bu durum, dinî değerlerin dışında ve ondan farklı, hayatın oldukça tutarlı bir açıklamasına sahip bulunan kimselerde de müşahede edilmektedir. Leuba'nın bir araştırmasına göre [189], Allah ve ahiret inancı bakımından en alt sırayı sosyolog ve psikologlar almaktadır. Fen bilginleri bunlardan çok daha üst seviyede bir dinî inanca sahip bulunmaktadırlar. Bu durum genellikle, sosyal bilimcilerin kendi kimlik problemlerinin farkına varma ve onları yakından tanıma imkânlarına daha fazla sahip olmaları ve bunları aşabilecek düşünce ve davranış modelleriyle daha fazla meşgul bulunmaları ile açıklanmaktadır. [190]