hafız_32
Wed 27 October 2010, 02:13 pm GMT +0200
KESİLEN HAYVANLARIN ETİNİN YENMESİ MESELESİ
Daha önce de değinildiği gibi tekfirde aşırı gidenler arasında günümüz toplumunun kestiklerinin yenmemesi hususunda yaygın bir görüş vardır. O kadar ki tekfirde aşırı gidenler biribirlerine yabancı olduklarında "et yeyip yememe, selam ve benzeri" konular aracılığıyla birbirlerini tanımaktadırlar.
Bizler "et kesimi" ve "hangi yöntemle kesilenlerin yenileceği" hususlarında alimlerin kitaplarında yer alan uzun bilgileri buraya aktarmak istemiyoruz. Ancak bu konuda çok değişik fetvaların bulunduğunu da belirtmeliyiz. Bu meseleyle ilgili güzel tesbitleri olan yazar Mehmet Alagaş'tan bir alıntı yapacak ve daha sonra yine günümüz ulemasının konuyla ilgili bazı görüşlerini özetleyeceğiz. Mehmet Alagaş diyor ki: [66]
"Türkiyeli müslümanların sık sık gündemine giren ve tartışılan meselelerden bir tanesi de budur. Kesilen hayvanların eti hangi durumlarda helal veya hangi durumlarda haram olur?
Öncelikle şu hususu belirtelim ki,
Allah'ın biz insanlar için yarattığı ve haram kılmadığı bütün nimetler bizlere helaldir. Nitekim sığır, deve, koyun, keçi gibi hayvanların etleri de, biz insanlar için helal olan nimetlerdendir. Bizlere bu konuyla ilgili bildirilen hükümler, bizlere haram olan her şeyi helal durumuna getirebilmemiz için değil, bizlere zaten helal olan bir şeyi haram durumuna düşürmemiz içindir.
Daha açık bir ifadeyle, kesilecek olan hayvan, kesilmeden önce de bizler için helaldir. Bu hayvanı besmeleyle kesmemiz, haram olan bir şeyi helal durumuna getirmemiz değildir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi biz insanlar için yaratılan ve haram kılınmayan nimetler zaten bizlere helaldir.
Ne var ki bizlere helal kılınan bu nimetlerin, bazı küfri fiiller ile haram durumuna getirilmesi söz konusudur. Mesela kesilmeden önce bizler için helal olan hayvan, Allah'tan başkası adına kesildiği zaman bizler için haram olmaktadır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in konuyla ilgili hükümlerinde helal olan etin, hangi fiiller ile haram durumuna getirildiği beyan edilmektedir.
Netice olarak bizlerin de meseleye bu şekilde yaklaşması, etin nasıl helal olacağı üzerinde değil, nasıl haram olduğu üzerinde durmamız gerekecektir. Çünkü kesilen hayvanların etlerini haram durumuna getiren fiileri bilir ve bu fiillerden sakınırsak, haram hududlarına girmeyen et zaten helallik vasfını kaybetmeyecektir.
Kur'an-ı Kerim'in muhtelif yerlerinde açıkça zikredildiği gibi Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar müslümanlar için haramdır. Ancak bu ayet-i kerimelerden hareket ederek "sadece Allah'ın adıyla kesilen hayvanlar helaldir" diyemeyiz. Çünkü bu ayet-i kerimelerde kesilen hayvanların helal olmasıyla ilgili fiil değil, haram olmasıyla ilgili fiil beyan edilmektedir. Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar müslümanlar için haram olup, müslümanlar bu haramdan açıkça sakındırılmaktadırlar.
Mekke döneminde nazil olan "...üzerine Allah ismi anılanlardan yiyin" ve "... üzerine Allah'ın ismi anılmadiğı şeyi yemeyin..." mealindeki ayet-i kerimeler ise müslümanların içinde bulunduğu, konuma göre değerlendirilmesi gereken ayet-i kerimeler olup, müslümanların söz konusu haramdan nasıl sakınabileceklerini beyan etmektedir.
Meseleyi örneklendirecek olursak Dar'ul İslam'da yaşayan bir müslüman kasaptan et alırken ve lokantada et yerken, bu etin nasıl ve ne şekilde kesildiğini araştırmakla mükellef değildir. Çünkü bu konudaki genel mükellefiyet devlete ait olup, devlet konuyla ilgili tebliğini ve tahkikatını zaten yapmaktadır. Ancak bu şekilde şer’i bir otoritenin bulunmadığı toplumlarda yaşayan müslümanlar, bulundukları toplumun genel yapısını ve konuya olan yaklaşımlarını dikkate almak zorundadırlar. Şayet bulundukları toplumda kesilen hayvanlar (müslümanların yaşadığı Mekke toplumunda olduğu gibi) genel olarak Allah'tan başkası adına kesiliyorsa, bu toplumun kasaplarındaki veya lokantalarındaki etler müslümanlara haramdır. Böyle bir toplumda yaşayan müslümanların bu haramdan sakınabilmeleri, yedikleri ve yiyebilecekleri etleri tahkik etmeleriyle mümkün olacaktır. Kasapta asılan etin, kesim sırasında Allah'tan başkası adına kesilip-kesilmediğini görmemiş ve duymamış olsalar bile, toplumun yapısını ve meseleye genel yaklaşımı dikkate alarak kasapta asılan o eti haram kabul ederler.
Belirttiğimiz bu iki ayrı durumdan anlaşılacağı gibi; Dar'ul İslam'da nasıl kesildiğini bilmeden helal kabul edilebilirken, böylesi toplumlarda nasıl kesildiği bilinmeden haram kabul edilebilmektedir. İşte böylesi toplumlarda yaşayan müslümanların yiyebilecekleri etler, yukarıdaki ayet-i kerimelerde beyan edildiği gibi üzerlerine sadece Allah'ın ismi anılan ve bu şekilde boğazlanan hayvanların etleri olacaktır. Etlerini yedikleri ve yiyecekleri hayvanların nasıl ve ne şekilde kesildiğini bilmeleri ve bu hususa dikkat etmeleri, böylesi toplumlarda yaşayan müslümanlar için şarttır. Çünkü nasıl ve ne şekilde kesildiklerini bilmedikleri hayvanların etleri, hayvanların genel olarak Allah'tan başkası adına kesildiği bu toplumlarda yaşayan müslümanlara haramdır. Bu haramdan sakınabilmeleri ise ancak ve ancak bu hususu dikkate almaları ve ne yediklerini bilmeleriyle mümkün olacaktır.
Bu kısa girişten sonra Türkiye'deki durumu değerlendirebilmemiz için, buradaki toplumsal yapıya açıklık kazandırmamız gerektiği anlaşılacaktır. Yaşadığımız coğrafyada tevhid akidesini bilerek şirkten sakınan muvahhid müslümanlar bulunduğu gibi, Allah'ı inkar eden ateistler de bulunmaktadır. Ancak her iki kesim, toplumun genel yapısında birer azınlık durumundadır. İçinde bulunduğumuz toplumun genel kesimini, kendilerini İslam'a ve Kur'an'a nisbet eden geniş bir kitle oluşturmaktadır. Allah'a, peygamberlere, semavi kitaplara, meleklere ve ahirete inandıklarını söyleyen bu insanların, "Bizim kitabımız" dedikleri Kur’an-ı Kerim'e göre yaşamadıkları ve birçok konuda şirke düştükleri de açık bir gerçektir. Ancak Allah'a ve peygamberlerine inanan ve kendilerini (mahiyetini bilmemekle beraber inandıkları) Kur'an-ı Kerim'e nisbet eden bu insanlar, Kur'an-ı Kerim ifadesiyle Ehl-i Kitap'tır. Kendilerine kitap verilen ve kendilerini bu kitap'a nisbet eden insanlardır. Yahudiler ve Hristiyanlar kendilerine verilen Tevrat ve İncil'i satırlarda tahrif ederlerken, bunlar kendilerine verilen Kur'an-ı Kerim'i satırlarda değil yaşantılarında tahrif etmişlerdir. Tahrif ettikleri kitapların bazı doğru hükümlerin yaşayan Yahudiler ve Hristiyanlar ile tahrif edilmeyen kitap’ın yine bazı hükümlerini yaşamaya çalışan bu insanlar arasında, Ehl-i Kitap olma meselesinde önemli bir fark yoktur. Netice olarak toplumun genelini oluşturan bir kitleyi, içlerinde salih mü'minlerin de bulunabileceğini kabul ederek en genel ifadesiyle Ehl-i Kitap statüsünde görmemiz mümkündür.
Ehl-i Kitap olan kimselerin kestiklerinden ve yediklerinden yenilebileceği Kur'an-ı Kerim'de ve Efendimiz (s.a.v)'in sünnetinde beyan edilmiştir. Meseleye duyarlı olan bazı kardeşlerimiz Ehl-i Kitap kabul ettiğimiz kitlenin, tevhid akidesinden uzak ve şirk içinde bir kitle olduklarını söyleyeceklerdir. Dikkate alınması gereken husus Kur'an-ı Kerim'de Ehl-i Kitap olarak zikredilen kitlelerin de, şirkten müstağni kitleler olmadığıdır. Bunlarında şirk koştukları beyan edilmekte ve bunlar da tevhide davet edilmektedirler. Bu durumda denilecektir ki:
Kendilerine Ehl-i Kitap denilmesine rağmen bâzı konularda şirk koşan bu insanların kestikleri nasıl yenilebilir?
Burada dikkate alınması gereken husus "Ehl-i kitab’ın kestiği hayvanların etleri yenilebilir" denilirken, bu kitlenin şirkine herhangi bir katılım yoktur. Kesim işlerinde bir şirk varsa, bu şekilde kesilen hayvanların etleri tabi ki haram olmaktadır. Fakat Allah'a ve ahirete inanan ve kendilerini semavi kitap'a nisbet eden bu kimseler; kesim işinde Allah'a eş koşmuyorlar ve Allah'tan başkası adına kesmiyorlarsa, bu şekilde kestikleri hayvanların etleri müslümanlara helal olmaktadır.
Kesilen hayvanların etleriyle ilgili beyan edilen hükümlerin hepsi bir arada değerlendirildiği zaman meselenin özünde genel olarak iki esas bulunmakta ve bu iki esas dikkate alınmaktadır. Bu iki esastan birincisi kesimi yapacak kişinin Allah'a inanması, ikincisi, ise kesim işinde Allah'a eş koşmamasıdır.
Her şeyin yaratıcısı olarak Allah'a inanan ve önüne yatırdığı hayvanı, Allah'ın yarattığı bir hayvan kabul eden ve hayvanı boğazlarken Allah'a eş koşmayan bir kimsenin bu şekilde kestiği hayvanın eti yenilebilmektedir. .
Hayvanı boğazlarken besmele çekilmesi ise müslümanların gözetmesi gereken bir hükümdür. Kaldı ki bir nıüslümanın unutarak besmelesiz kestiği hayvanın eti de helal olmaktadır. Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi kesim işlemini yapan müslüman, Allah'a inanmakla, kestiği hayvanı Allah'ın yarattığı bir hayvan olduğunu kabul etmekte ve kesim işinde Allah'a eş koşmamaktadır.
Şüphesiz ki kesim işini yapan kimse ister Ehl-i Kitap, ister müslüman kabul ettiğimiz bir kimse olsun, keseceği hayvanı Allah'tan gayrisi adına boğazlıyorsa bu hayvanın eti kesinlikle haramdır. Tekkelerde, türbelerde, anıtlarda ve daha birçok yerlerde şu şekilde kesilen hayvanlar, ister azılı bir kafir adına, ister salih bir mü'min adına kesilsin bu durum değişmez. Çünkü kesilen hayvanlarla ilgili olarak zikredilen "Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar müslümanlar için haramdır" hükmünde istisna yoktur. Hatta ve hatta alemlere rahmet olarak gönderilen Resûlullah (s.a.v) adına kesilen hayvanlar da, haram hükmüne girmektedir.
Meseleyi özetleyecek olursak kesilen bir hayvanın eti, besmelesiz kesildiği zaman değil, Allah'a inanmayan bir ateist tarafindan kesilirse veya Allah'a inanmasına ve kendisini semavi bir kitap'a nisbet etmesine rağmen boğazlama işlemini Allah'tan gayrisinin adına yapan bir kimse tarafindan kesilirse haram olmaktadır.
Meseleyi genel düzlemde değerlendirmekle beraber bazı bölgesel farklılıkları dikkate alarak, müslümanların bulundukları bölge veya şehirlerdeki mezbahaları bu bilinçle tahkik etmeleri yararlı olacaktır. Netice olarak müslümanların yaşadıkları bölgelerdeki mezbahalarda kesim işlemini yapan kasaplar, ateist olmayan Ehl-i Kitap kimselerdense ve kesimi Allah'tan gayrısı adına yapmıyorlarsa, meseleye yaklaşımımız bunların kestiklerinin yenilebileceği noktasındadır."
Yazar Mehmet Alagaş'ın günümüz toplumunu Ehl-i Kitap değerinde sayması belki tartışılması gereken bir fikirdir. Bununla beraber İsrail devletini, Avrupa'yı, Amerika'yı Ehl-i Kitap kabul edip onların kestiklerini yiyen ve bizim yaşadığımız toplumda her ferdi müşrik sayıp kestiklerini yemeyen anlayışı gözönüne aldığımızda Mehmet Alagaş'ın bu toplumu niçin Ehl-i Kitap derecesinde gördüğünü daha iyi anlayabiliriz. Kitabın daha önceki sayfalarında da değindiğimiz gibi "kesilen etlerin yenmesi" hususunda değişik fetvalar vardır. Mesela "ehl-i kitabın kestikleri helal kılınmış, oysa Ehl-i Kitap da kutsal saydıkları varlıklar adına, kiliseler adına, hayvan-kurban kesebiliyorlar. İşte ulemadan bazısı durum böyle olduğu halde bile yine de Ehl-i Kitabın kestiklerini yenebileceğini (Kur'an'a dayanarak) savunmuştur. Şimdi konuyla ilgili Şeyhu'l-İslam Takıyu'd-din İbn-i Teymiyye'nin fikirlerini inceleyelim: [67]
"Kitap ehli kafirlerin gerek hayvanları vesilesi ile ve gerekse Allah'dan başkasına adayarak kesmiş oldukları kurbanlara gelince bunlar, onların Hz. İsa (Mesih) ve Meryem adına kestikleri hayvanlar gibidir. Bu kurbanlar konusunda Ahmed İbn Hanbel’den nakledilen iki ayrı rivayet vardır.
Bu iki rivayetin, ondan gelen belgelerde daha sık rastlananına göre bu kurbanların etinden yemek mubah (serbest, günahsız) değildir. Bu hayvanlar kesilirken Allah'dan başkasının adının anılıp anılmamış olması bu bakımdan önemli değildir. Hz. Ayşe ile Abdullah b. Ömer'in bu hayvanların etlerinden yemeyi yasakladıklarını bildiren sözleri nakledilmiştir.
Hanbelî'nin bu etleri mubah saymayan ilk görüşü hakkında Meymunî şöyle diyor: "Bir defasında Ebu Abdullah'a (Hanbeli’ye) kitap ehli kafirler tarafından boğazlanan hayvanların etlerinin yenip yenemeyeceğini sordum. Bana şu cevabı verdi: "Kiliseye adadıkları kurbanların etlerini yemek helal değildir. Onlar bu hayvanları keserken kasden isim anmazlar, ama kestikleri hayvanları Hz. İsa adına keserler."
Yine Meymunî'nin bu konudaki başka bir yazısında Hanbelî'nin yukarıdaki sözlerine yer verildikten sonra bu sözleri şu mekruh saymıştır. Fakat sahabilerden Ebu Derda bu meseleyi onların yiyeceklerinin helal olduğu açısından yorumluyor. Bu meselede en çok mekruh saydığım şey, onların kiliseleri adına kestikleri kurbanlardır."
Öte yandan yine Meymunî'nin bu konudaki diğer bir yazısı da şöyledir: "Bir defasında Ebu Abdullah'a (Hanbelî'ye), Ehl-i Kitap bir kadının Allah'ın adını anmadan kesmiş olduğu hayvanın etinin yenip yenmeyeceğini sordum. Bana şu cevabı verdi: "Eğer kadın Allah'ın adını anmayı unutmuş ise bunun sakıncası yoktur. Fakat eğer boğazlanan hayvan onların kiliseleri için kestikleri kurbanlardan ise onlar bu hayvanları boğazlarken bile bile Allah'ın adını anmazlar."
Bu konuda Meymunî de şunları söylüyor: "Bir defasında Ebu Abdullah'a (Hanbelî'ye): ‘Ve dikili taşlar üzerine kesilen hayvanlar’ ayeti okundu. Hanbelî, ayetteki ‘Dikili taşlar’ın ‘putlar’ demek olduğunu belirttikten sonra sözlerini şöyle bağladı: "Putlar adına kesilen tüm hayvanların eti yenmez."
Öte yandan İmam-ı Ahmed'in yeğeni Hanbel, bu konuda amcasının şu sözlerini naklediyor: "Allah'dan başkası adına kesilen bütün kurbanlarla, kilise adaklarının etlerinden yemeyi mekruh görüyorum. Kitap-ehlihin normal olarak kestikleri hayvanların etlerinden yemenin hiç bir sakıncası yoktur. Allah'dan başkasına adanarak kesilen hayvanların etlerinden yenen kitap ehlinin bayramları dolayısıyla kestikleri kurbanların etleri de bana göre mekruhtur."
Yine bu konuda Evzaî şunları söylüyor: "Hristiyanların bayramları dolayısıyla kestikleri kurbanların ve kilise adaklarının etlerinin yenip yenemeyeceğini Meymun'a sordum. Bana bu etleri yemenin mekruh olduğunu söyledi."
Az önce adı geçen Ahmed'in yeğeni Hanbel, başka bir yerde amcasının bu etler hakkında şunları söylediğini bildiriyor: "Bu etler (yani Hristiyanların bayramlık kurbanları ile kilise adaklarının etleri) yenmez. Çünkü Allah'dan başkası adına kesilmişlerdir. Hristiyanların kestikleri diğer hayvanların etleri yenebilir. Onların bizce yenmesi helal olan etleri, sadece Allah'ın adı anılarak kesilen hayvanlarının etleridir. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c) bu konuda; "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanların etlerini yemeyiniz." ve "...Ve Allah'dan başkası adına kesilen hayvanların etlerini size haram kıldı." buyuruyor. Buna göre Allah'dan başkası adına kurban edilen hayvanların etleri yenmez."
İmam- Ahmed'in bu konuda yukardaki ayetleri delil göstermesi onun bu tip kurbanların etlerini yemeği harama yakın anlamda mekruh saydığını (kerahet-i tahrimiye kabul ettiğini) belirtir. Bütün ileri gelen sahabilerin bu konudaki görüşleri de böyledir. Nitekim Hilal de bu konuda; "Ahmed İbn Hanbeli’nin bu konuda bize ulaşan bütün rivayetlerinde bu etleri yemeyi mekruh saydığı belirtilmiştir" diyor.
İmam-Ahmed'in yeğeni tarafından nakledilen sözlerini inceleyecek olursak görürüz ki, bu cevaplarda sözü edilen hayvanlar, Allah'dan başkası adına kurban edilen hayvanlardır. Yoksa bu hayvanları keserken Allah'ın adını anıp anmama meselesine gelince, İmam'ın bütün arkadaşlarının belirttiği gibi, ona göre Hristiyanların normal kesimlerde Allah'ın adını anmadan boğazladıkları hayvanların etlerini yemek sakıncasızdır. Fakat eğer bayram kurbanları ile kilise adaklarını Allah'ın adını anmadan keserlerse bu hayvanların etleri "Allah'dan başkası adına kesilen hayvanların etleri size haram kılındı" ayetinin kapsamına girerek yenmez olur.
Ebu Bekir Hilal bu noktayı şöyle açıklıyor; "Ahmed İbn Hanbelî'nin bu etleri yemeği yasaklamasının sebebi sadece hayvanların kesimi sırasında Allah'ın adının anılmamış olması değildir. Çünkü ona göre böyle kesilen hayvanların etleri haram olmaz. Ona göre bu yasağın sebebi, bu hayvanların Allah'dan başkasına adayarak kurban kesmek olduktan sonra ister kesim sırasında Allah'dan başkasının adını anmış olsunlar isterse ne Allah'ın ve ne de başkasının adını anmamış olsunlar farketmez.
Fakat İbn-i Ebu Musa bu konuda şöyle diyor: "Yahudi ve Hristiyanların bütün bayramlık kurbanları ile kilise ve havra adaklarının etlerini yemekten kaçınmak gerekir. Ayrıca Meryem adına kesilen kurbanların etleri de yenmez."
Bu konuda Ahmed İbn Hanbelî adına bize ulaşan ikinci bir rivayete göre bu hayvanların etlerini yemek mekruhtur, fakat haram değildir. Kadı Ebu Bekir ile birlikte daha bir kaç fıkıhçının Hanbelî 'nin adına naklettikleri görüş budur, öyle sanıyorum ki A. B. Hanbelîn bu görüşte olduğunu düşünenler İmam'ın oğlu Ahmed'in şu sözlerine dayanıyorlar: "Bir defasında babama Meryem adına kesilen kurbanlar hakkında ne düşündüğünü sormuştum. Bana "Bu hayvanların etini yemek hoşuma gitmez." diye cevap verdi. Kendisine: "Bu etleri yemek haram mıdır?" diye sordum. Bana: "Haram olduğunu söylemiyorum, fakat bu etleri yemenin hoşuma gitmediğini söylüyorum" diye karşılık verdi.
Bu sözlerden anlaşılabilecek şey, Ahmed'in bu etlerin yenmesinin mekruh saydığı, fakat haram görmediğidir. Onun bu etleri yemenin haram olduğunu söylemekten kaçınmasının sebebi, belki de, bu etlerin haram olup olmamasının alimler arasında tartışmalı oluşudur. Nitekim bazı arkadaşlarımız Hanbelî'nin bu etlerle ilgili görüşünü naklerderken sadece onun bu etleri mekruh saydığını söylemekle yetinerek bu kerahet deyimi ile "kerahet-i tenzihiye"yi mi, yoksa "kerahet-i tahrimiye"yi mi kasdettiğini belirtmemişlerdir. Bu üslubu benimseyenlerden biri olan Ebu Hasan Amidî şöyle diyor: "Kilise, Meryem, güneş ve ay gibi Allah'dan başka bir şey adına kesilen kurbanların etlerine gelince İmam-Ahmed, bu kurbanların ayette belirtilen "Allah'dan başkası adına boğazlanan" hayvanlar kapsamına girdiğini ve bunların etlerini mekruh saydığını belirtiyor. O bu konuda "Allah'dan başkası adına kesilen, kiliselere adanan ve kitap ehlinin bayramları vesilesi ile kestikleri bütün kurbanların etlerini mekruh sayıyorum. Fakat kitap ehlinin bunlar dışında kalan ve normal kesimlerinin etlerini yemek sakıncasızdır" diyor.
İmam- Malik de bu görüştedir. O da Hristiyanların kilise adına, Hz. İsa adına, haç adına veya eski aziz ve keşişleri adına kestikleri kurbanların etlerinden yemeyi mekruh sayıyor. Nitekim "Mudevvene" adlı eserde bu konuda "İmam- Malik", kitap ehlinin kiliseler için ve bayramları vesilesi ile kestikleri kurbanları mekruh sayıyor. Ancak ona göre bu kerahet tahrimî değildir" deniyor, öte yandan İbn-i Kasım da aynı konuda ki görüşünü şöyle açıklıyor: "Hristiyanların Hz. İsa adına kestikleri kurbanlar da böyledir. Bu kurbanlar hüküm bakımından onların kilise adına kestikleri adaklar gibidirler. Bunların etlerinin yenmemesi görüşündeyim."
Sahabilerden bir kısmının bu bayram kurbanları ile benzeri kesimlerin etlerini yemeye izin verdikleri naklediliyor. Yalnız böyle olabilmesi için bu hayvanların kesimi sırasında Allah'dan başkasının adının anılmamış olması gerekir. Eğer söz konusu kafirler, bayramları sırasında veya başka vesilelerle kestikleri kurbanları, Allah'dan başkasının adını anarak keserlerse o zaman bu konudaki iki rivayetin daha çok desteklenenine göre bu hayvanların etini yemek haram olur. Cumhur'un (ezici çoğunluğun) görüşü böyle olduğu gibi üç büyük fıkıh mezhebinin görüşü de budur. Ayrıca başta Hz. Ali olmak üzere Ebu Derda, Ebu Umame, Irbaz b. Sariye ve Ubade b. Samit (Allah onlardan razı olsun) gibi ileri gelen sahabilerde bu düşüncededirler. Bunlar yanında Şam yöresi fıkıh bilginlerinin çoğunluğu da bu görüşe taraftardır.
İkinci bir rivayete göre de, bu hayvanlar kesilirken Allah'dan başkasının adı anılmış olsa bile yine de etlerini yemek haram olmaz. Bu da Ata'nın, Mücahid'in, Mekhul’ün, Evzaî'nin ve Leys'ın görüşüdür.
Ebu Mansur'un bildirdiğine göre bir defasında Hanbeli'ye;
"Sufyan'a bile bile Allah'ın adını anmayarak kesilen hayvan hakkındaki görüşünü sordular" dediler. Hanbelî;
"Bana göre bu hayvanın eti yenmez" diye karşılık verdi. Kendisine:
"Eğer Sufyan hayvanı kesen kimsenin Allah'ın adını içinden geçirmekle yetinerek onu açıktan dile getirmediğini düşünmüş ve buna müsaade etmişse o zaman ne dersin?" diye sordular. Hanbelî, yine;
"Bana göre bu hayvanın eti yenmez" dedikten sonra sözlerini şöyle bağladı;
"Eğer bu hayvanı, müslüman bir kişi boğazlamış ise Allah'ın adı onun kalbinde olduğu için hayvanın eti yenir ve adam kesim sırasında Allah'ın adını anmadı diye kusurlu olur. Fakat eğer kesimi bir Hristiyan yapmış ise ne olacak? Onlar inançlarına göre kesim sırasında Allah'dan başkasının adını anmıyorlar mı?"
Bu konudaki görüş ayrılığı şöyle açıklanabilir. Bu mesele aynı anda hem "kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helal kılındı" ve hem de "Allah size Allah'dan başkasının adı anılarak kesilen hayvanları haram kıldı" ayetlerinin kapsamına birlikte girer, bu meselede verilecek hüküm her iki ayetin yorumu birlikte gözönünde bulundurularak elde edilebilir. Bu ayetlerin ikincisi, Allah'dan başkasının adı anılarak yapılan kesimlerin tümünü kapsamına alır. Her ne kadar söylenecek adın yüksek sesle dile getirilmesi normal ise de, bu adı yüksek sesle veya alçak sesle söylemek sonucu değiştirmez.
Çünkü bilindiği gibi bu konuda haram olan şey, kesilen hayvanı Allah'dan başkasına adamaktır. Bu "başka şey" eğer dile getirilmez de niyet konu olursa hüküm yine aynıdır. Tıpkı diğer ibadetlerdeki niyetlerde olduğu gibi. Gerçi açıkça dile getirmek kesinlik sağlayıcıdır, ama asıl olan amaçtır.
Dikkat edecek olursak Allah'a kurban veya adak sunanlar "Bu hayvanı Allah için kesiyorum" deseler de hiç bir şey demeyip sussalar da esas ve önemli olan onların niyetleridir. Böyle olduğu içindir ki, Peygamber Efendimiz (salat ve selam üzerine olsun) kurban keserken "Bismillahi vellahuekber" dedikten sonra "Ellahumme minke veleke (Ya Allah, bu kurban sendendir ve senin içindir)" buyururdu. Çünkü Cenab-ı Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"De ki, benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep Allah içindir."
Kafirler de ilahlarına karşı böyle davranırlar. Yani kimi zaman kestileri hayvanlar üzerine ilahlarının adlarını anarlar, kimi zaman bu hayvanları ilahlarına yaklaşmak için onlara adayarak keserler ve kimi kesimlerde de bu iki amacı birlikte güderler. Bu durumların her üçü de (Allahu alem) Kur'andaki "Allah'dan başkası adına kesilen hayvanlar" ifadesinin kapsamı içindedir. Çünkü her hangi bir hayvanın kesimi sırasında eğer Allah'dan başkasının adı anılmış ise o hayvan "Allah'dan başkasına adanmış" demektir. Bu durumda hayvanı boğazlayanın "falancanın adı ile" demesi, söz konusu "falanca"nın yardımına sığınmak ve "falanca için" demesi de o "falanca"ya tapınmak anlamındadır. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c); "Yalnız sana kulluk eder ve sadece senden yardım dileriz." ayetinde bu iki amacı bir araya getirmiştir. Tıpkı bunun gibi Cenab-ı Allah (c.c) "dikili taşlar" adına kesilen hayvanları da haram kılmıştır. "Dikili taşlar" Allah'dan başkasına tapmak amacı ile dikilen ve yükseltilen tapınakların tümüdür.
"Hayvan boğazlarken müslüman bir kimsenin nasıl Allah'ın adını anması şart ise, acaba Ehl-i Kitap'tan bir kimsenin de, kesim sırasında Allah'ın adını anması şart mıdır?" meselesinde Hanbelî'nin; "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanların etlerini yemeyiniz." ayetini delil göstermesi, iki farklı rivayete göredir. Her ne kadar Hilal, burada onun Ehl-i Kitap'tan olan kesicinin de Allah'ın adını anmasını şart koştuğunu söylüyorsa da bu ayeti delil göstermesi iki farklı rivayetten birine göre izah edilebilir.
Bu konuda; "Allah'dan başkası adına kesilen hayvanlar size haram kılındı." ayetinin belirttiği genel yasaklayıcı hükümle; "Kendilerine kitap verilenlerin yemekleri ise helaldir." ayetinin ifade ettiği genel karakterli mubah sayıcı hüküm çatıştığı için alimler tarafından farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Bu görüşlerin Kur'an'a ve sünnete en uygun olanı, Hanbelî'nin çoğu sözlerinde belirtilen sakıncalı sayma görüşüdür. Gerçi son dönemdeki bazı dostlarımız arasında bu rivayetten hiç bahsetmeyenler vardır.
Bu görüşümüzü şöyle açıklayabiliriz: Yukardaki iki ayeti dikkatle okursak görürüz ki, "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan...”; “Ve dikili taşlar üzerinde kesilen hayvanlar size haram kılındı." ayetinin istisna ve açık kapı tanımayan genel karekteri saklı tutulduğu halde; "Kendilerine kitap verilenlerin yemekleri size helaldir." ayeti böyle değildir. Çünkü Ehl-i Kitap'tan olan kimsenin kestiğinin yenebilmesi için ona mubah saydırıcı şekilde kesmesi şart koşulmuştur. Buna göre Ehl-i Kitap'tan biri şeriatın onaylamadığı bir yerde hayvan keserse kestiği hayvan mubah olmaz. Çünkü Ehl-i Kitap'tan olan kimsenin amacı, kestiği hayvanı müslüman gibi kesmek olmalıdır. Bilindiği gibi eğer müslüman, kestiği hayvanı Allah'dan başkası için veya Allah'dan başkasının adını anarak keserse, kestiği hayvanın eti mubah olmaz. Ehl-i Kitap'tan olan kesici de her ne kadar söylediklerine inanmasa bile böyle yapmak zorundadır. Çünkü; "Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri (kestikleri hayvanların etleri) size ve sizin yiyecekleriniz de onlara helaldir." ayeti, onlarla aramızda bu konuda varolan bir ayniliğe, bir eşitliğe işaret ediyor. Buna rağmen söz konusu şarta uymayan kesimleri, onlar her ne kadar helal sayıyorlarsa da biz onları helal görmeyiz. Demek oluyor ki, onların her helal gördüğü hayvan kesimi bize helal değildir.
Ayrıca bilindiği gibi, ilke olarak bir meselede delil ile yasaklayıcı mubah saydırıcı delil çatıştığı zaman yasaklayıcı delile öncelik tanınır.
Yine kesinlikle biliyoruz ki, Allah'dan başkası için veya Allah'dan başkasının adını anarak hayvan boğazlamak hiç bir peygamberin (selam üzerlerine olsun) dininde yoktur. Bu adet Yahudi ve Hristiyanlar tarafından uydurulmuş bir müşriklik adetidir. Buna göre eğer bu adetlerine göre hayvan boğazlarlarsa o zaman onların kestikleri hayvanları bizim için helal olmasını sağlayan faktör ortadan kalkmış olur. Doğrusunu Allah bilir.
Şöyle bir soru sorulabilir: "Ehl-i kitap'tan olanlar eğer Mesih adına" gibi bir ifade kullanarak hayvan boğazlarlarsa kestikleri hayvanın etini yemenin haram olacağı kuşkusuzdur. Fakat eğer hiç bir isim dile getirmezlerde, içlerinden Hz. İsa veya bir yıldız için hayvan kestiklerini niyet ederlerse o zaman durum nasıl olur?"
Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Bu noktaya daha önce işaret etmiştik. Bilindiği gibi Cenab-ı Allah (c.c) "dikili taşlar" üzerine kesilen hayvanların etlerini kesinlikle haram kılmıştır. Bu ifadeye göre, böyle bir kesim Ehl-i Kitap'tan olan biri tarafından yapılsa da yine haramdır. Çünkü eğer bu haramlığın gerekçesi, kesimi yapan kimsenin putperest olması olsaydı, bu kesimin "dikili taş" üzerinde yapılması ile başka bir yerde yapılması arasında fark olmazdı. Ayrıca Cenab-ı Allah'ın (c.c) Ehl-i Kitap tarafından kesilecek hayvanları bize helal kılması, müşrikler tarafından kesilecek hayvanların haram olduğunu gösterir. Buna rağmen ayette putlar (dikili taşlar) üzerinde kesilecek hayvanlardan söz edilmesi yeni ve farklı bir anlam taşıyor olmalıdır.
Ayrıca bu ayette "dikili taşlar" üzerine kesilen hayvanlar ile Allah'dan başkası adına boğazlanan hayvanların haram olacakları belirtiliyor. Kitap ehlinin Allah'dan başkası için kestikleri hayvanlar, hiç kuşkusuz, "Allah'dan başkası için kesilen hayvanlar" yasağının kapsamı içinde yer alır. Dikili taşlar üzerine kesilen hayvanlar da böyledir. Buna göre Ehl-i Kitap'tan olan eğer kiliselere konan putların üzerinde hayvan keserse bu hayvan "dikili taşlar üzerinde" yapılmış kesimlerin kapsamına girer.
Bilmek gerekir ki, bu konudaki hüküm, putun yanında olup olmamak yüzünden değişmez. Çünkü buradaki harâmlık, kişinin hayvanı kesmekle puta tapınmayı ve ona saygı göstermeyi amaçlamış olması gerekçesine dayanır, ayette geçen "dikili taşlar" deyimi, bazılarına göre "bir takım putlar" ve bazılarına göre "put olmayan yüksek taşlar" anlamına gelir.
Anlatıldığına göre vaktiyle, İslam'dan önce Kabe'nin çevresinde üç yüz altmış tane yüksek taş vardı. Cahiliye dönemi Arapları hayvanlarını bu taşlar üzerinde boğazlarlar ve etlerini parçalara ayırırlardı. Ayrıca bu taşlara saygı gösterir, onlara taparlardı. Canları isteyince de bu taşları daha çok hoşlarına giden başka taşlarla değiştirirlerdi. Sahabilerden Ebu Zerr'in (Allah ondan razı olsun) nasıl müslüman olduğunu anlatan konuşmasında kana bulanarak renginin kıpkırmızı oluşunu anlatmak üzere kullandığı "öyle ki, kırmızı renkli dikili taş'a döndüm" şeklindeki benzetme, bu tarihî manzarayı belgeler niteliktedir.
Ayette kullanılan "dikili taşlar üzerinde kesilen hayvanlar" deyimi ile ilgili olarak iki farklı açıklama yapılmıştır. Bu açıklamalardan birine göre, az önce belirttiğimiz gibi gerçekten hayvan kesme işlemi bu taşlar üzerine yapılıyordu. Bu durumda cahiliye Arapları kendilerini putlarına yaklaştırsınlar diye hayvanları bu taşlar üzerinde kesmiş oluyorlardı. Bu görüş bu taşların put olmadıklarını söyleyenler tarafından ileri sürülmüştür. Eğer bu görüş doğru ise o takdirde bu taşlar üzerinde kesilen hayvanların haram olması, bu kesimlerin putlar için veya putlara adanarak yapılmış olmasından kaynaklanıyordu. Bu da Allah'dan başkası için yapılan bütün hayvan kesimlerinin haram olmasını gerektirir..Çünkü bir hayvanın belirli bir yerde kesilmiş olması, ancak Allah'dan başkası için kesilmiş olması bakımından önem taşıyabilir. Bu yüzden bilindiği gibi Peygamberimiz (salat ve selam üzerine olsun) müşriklerin putlarını sakladıkları yerlerle, bayram şenlikleri düzenledikleri yerlerde hayvan kesimi yapılmasını hoş karşılamamıştı. Demek ki, belirli bir yerde kesilen bir hayvanın etinin mekruh olması orasının şirk yeri olmasından ileri gelebilir. Buna göre kesim işlemi gerçekten Allah'dan başkası için yapılınca bu olayda haranı olma realitesi de meydana gelmiş olur.
İkinci açıklamaya göre "dikili taşlar üzerine" hayvan kesmek, "dikili taşlar için, dikili taşlara" hayvan kesmek demektir. Tıpkı “Rasûlullah, Zeyneb için ekmek ve etten meydana gelmiş bir düğün yemeği verdi", "Falanca oğlu için yemek verdi" ve "Filanca oğlu için koyun kesti" sözlerinde olduğu gibi, Cenab-ı Allah'ın (c.c) "Size bu başarıyı sağladığı için O'nun büyüklüğünü dile getiresiniz diye..." ayeti de aynı ifade üslubu kategorisine girer. "Dikilitaşlar" deyimini "putların kendileri" anlamında yorumlayanlara göre bu ifade, hiç bir dolambaçlı özelliği olmayan, açık bir ifadedir. Ayrıca hayvanların bu taşlar için kesilmesi ile Ebu Zerr’in bildirdiği bu taşların "kırmızıya boyanmış olma" durumları da birbiri ile çelişik değildir. Yani bu açıklamaya göre bu deyim gerçek anlamındadır, hiç bir mecazî niteliği yoktur.
Ayette geçen "Dikili taşlar üzerine" deyimi ile ilgili bu iki görüş arasındaki farklılık; "Biz her ümmet için, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar boğazlanırken, onların üzerine O'nun adını ansınlar diye bir mabed yapmışızdır." ayeti ile; "Kabe'ye gelsinler de kendileri için bir takım faydalara tanık olsunlar ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde onları kurban ederken Allah'ın adını ansınlar." ayeti hakkındaki görüş ve yorum ayrılığına benzer.
Bu ayetlerde geçen "Allah'ın adını hayvanlar üzerine anmak" deyimi, kimine göre, kesilen hayvanın yanında bulunarak anmak anlamına gelirken, diğer bazı yorumculara göre bu deyim; "Size bu başarıyı sağladığı için O'nun büyüklüğünü dile getiresiniz diye..." ayetinde belirtildiği gibi, gerek kurbanlık hayvanın yanında ve gerekse uzağında bu vesile ile Allah'ın adını anmak demektir. Oysa daha önce îma ettiğimiz gibi "Dikili taşlar üzerine kesilen hayvanlar" ayeti hakkındaki bu iki ayrı görüş aslında aynı noktaya varır.
Ayetteki bu deyimle ilgili olarak üçüncü, fakat zayıf bir görüş daha vardır. Bu görüşe göre bu deyim "dikili taşlar adına" anlamına gelir. Dediğimiz gibi bu zayıf bir görüştür. Çünkü bu anlam, daha önceki "Allah'dan başkası adına kesilen hayvanlar" kapsamı içinde varolduğu için, bu yorumu doğru gördüğümüz takdirde bu ayette tekrarlanmış olur. Fakat ayetin sözleri böyle bir yoruma elverişlidir.
Nitekim Buhari'nin, İbn-i Ömer'e (Allah ondan razı olsun) dayandırarak kaydettiğine göre Peygamber Efendimiz (salat ve selam üzerine olsun) kendisine henüz vahiy inmeden önce, bir gün Baldah vadisinde Zeyd b. Amr b. Nufeyl'e karşılaştı. O sırada Peygamberimizin önüne et yemekli bir sofra getirildi. Fakat Zeyd b. Amr; "Ben sizin putlarınız üzerine kestiğiniz hayvanların etini yemem. Ben sadece üzerinde Allah'ın adı anılarak kesilen hayvanların etini yerim." diyerek bu etli yemekten yemeyi reddetti.
Başka bir rivayete göre sözü geçen Zeyd b. Amr, Kureyş kabilesini, kestikleri hayvanlarla ilgili tutumları yüzünden ayıplar ve onlara şöyle derdi; "Koyunu Cenab-ı Allah yaratıyor ve gökten yağmur yağdırarak onun için otlak yetiştiriyor, fakat sonra siz kalkıyor, bu koyunu Allah'tan başkası adına kesiyorsunuz." Zeyd b. Amr bu sözleri ile Kureyşlilerin bu davranışına karşı çıkıyor, onu büyük bir nankörlük olarak niteliyordu.
Ayrıca ayette geçen "Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar" deyimi özel anlamı ile "Allah'dan başkası için kesilen kurbanları" ifade eder. Tıpkı "Bu hayvan şunun için kurban edildi" sözünde olduğu gibi. Eğer bu deyimin anlamı gerçekten böyle ise, bu "Allah'dan başkası"nın kimliği ister dile getirilsin, isterse getirilmemiş olsun, böyle kesilen bir hayvanın eti, sırf Hristiyanın et elde etmek amacı ile kestiği bir hayvanı "İsa adına" diyerek kesmesinden daha kesin ve ağır bir haramdır. Nitekim farzedelim ki, biz müslümanlar Allah'a yaklaşmak amacı ile bir kurban kestik. Hiç kuşkusuz, bu kurban sırf et elde etmek için "Allah'ın adına" hayvan kesmemizden daha arındırıcı ve daha önemli bir harekettir. Çünkü namaz ve kurban gibi Allah'a dönük ibadetler yapmak, girişeceğimiz her işten önce Allah'ın adına sığınmaktan daha üstündür. Bunun tersine, dua ve kurban yolu ile Allah'a ortak koşmak (dua ve kurbanı, Allah ile birlikte başkasına yöneltmek) hiç kuşkusuz, girişmek üzere olduğumuz bir işten önce o "başkası"nın adına sığınmaktan daha önemli bir şirktir. Buna göre et elde etmek için hayvan keserken Hz. İsa'nın veya Meryem'in adına kurban kesmek öncelikle ve haydi haydi haram olur.
Bu açıklamayı gözönünde tutunca, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanları haram saydığı halde Allah'dan başkası için kurban edilen hayvanları haram saymayan görüşün zayıf ve tutarsız olduğu kolayca anlaşılır. Oysa bizim bazı dostlarımız da başka bazıları gibi bu görüşe kapılmışlardır. Halbuki, eğer bunun tersi söylenseydi, hiç kuşkusuz daha yerinde ve tutarlı olurdu. Çünkü Allah'dan başkasına tapınmak, (kulluk sunmak) O'ndan başkasını yardımına sığınmaktan daha koyu bir küfürdür.
Buna göre eğer Allah'a yaklaşmak amacı ile Allah'dan başkası için kurban kesilecek olursa, bu kurbanın eti haram olur. Her ne kadar bu kurbanı keserken besmele çekilse bile değişmez. Tıpkı bu ümmetin bazı münafıklarının velilere veya yıldızlara yaklaşmak amacı ile kurban kesmeleri, buhurdan yakmaları ve bunlara benzer şeyler yapmaları gibi. Eğer bunları yapanlar mürted (dinden çıkmış) kimseler olursa kestikleri hayvanlar asla mubah olmaz, üstelik bu kesimlerde haramlığa yol açan iki faktör biraraya gelmiş olur.
Gerek Mekke'de ve gerekse başka yerlerde rastlanan bazı cahillerin cinlere kurban kesmeleri de bu kategoriye girer. Nitekim bildirildiğine göre Peygamberimiz (salat ve selam üzerine olsun) "cinlere kesilen kurbanların etlerinin yenmesini yasaklamıştır." Ayrıca bunun böyle olduğunu gösteren bir başka delil de daha önce belirttiğimiz üzere Peygamberimizin "putların saklanmış olduğu yerlerde ve kafirlerin bayram şenlikleri düzenledikleri alanlarda hayvan kesmeyi yasaklamış" olmasıdır.
Bunun yanında Ebu Davud'un İbn-i Abbas'a (Allah ondan razı olsun) dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz (salat ve selam üzerine olsun) bu gerekçe ile eski Araplar arasında yaygın bir adet olan deve öldürme yarışını (mukara) yasaklamıştır. Nitekim ünlü tefsirci Ebu Bekir b. Şeybe'nin, Ebu Reyhane'ye dayanarak bildirdiğine göre, sahabilerden İbn-i Abbas'a bu deve öldürme yarışı hakkında ne düşündüğü sorulmuş, o da bu soruyu soranlara "korkarım ki, bu, Allah'dan başkası için hayvan kesme kapsamına girer" diye cevap vermiştir. Yine bu konu ile ilgili olarak tefsirci Ebu İshak, Carud'a dayanarak şöyle bir olay anlatıyor: "Bir gün Rebah oğullarından İbn-i Vesil adında bir şair, Ebu Farazdak ile Küfe şehri yakınlarındaki bir su başında iddiaya tutuştular. İddiaya göre her ikisi yüzer deve öldüreceklerdi. Her iki tarafın develeri su içmek üzere su başına gelince iddiaya tutuşan taraflar kılıçlarını sıyırarak develerin dizlerin kesmeye koyuldular. Bunu duyan Küfe halkı, develerinin ve katırlarının sırtına atlayarak olay yerine geldiler, maksatları kesilen develerin etlerinden pay almaktı. O sırada Kûfe'de olan Hz. Ali (Allah yüzünü ak eylesin) bu olayı öğrenir-öğrenmez Peygamberimizden (salat ve selam üzerine olsun) kalan, beyaz renkli bir katırın sırtına binerek olay yerine yetişti ve "Ey ahali! Sakın bu develerin etlerini yemeyiniz. Çünkü bu develer Allah'dan başkası için kesilmişlerdir" diye seslendi."
Görüldüğü gibi bu ileri gelen sahabiler, Allah'dan başka bir amaç için hayvan kesmeyi "Allah'dan başkası için boğazlama" olarak yorumlamışlardır. Anlaşılıyor ki, bu ayet,. Sadece Allah'dan başkasının adı anılarak yapılacak hayvan kesimlerini değil, Allah'tan başkasının yakınlığını kazanmak amacı ile yapılacak kesimleri de yasak kapsamına almaktadır. Bunun yanında ikinci kuşak (tabiin) tefsircileri de "dikili taşlar" üzerine yapılan hayvan kesimlerini "Allah'tan başkası için" yapılmış kesim saymışlardır. Nitekim bu kuşağın ünlü tefsir bilgini olan Mücahid, "Dikili taşlar üzerine kesilen hayvanlar", ayetini açıklarken şöyle diyor: "Vaktiyle Kabe'nin çevresinde, cahiliye dönemi Araplarının uğurlarında kurbân kestikleri ve istedikleri zaman daha hoşlarına gidenleri ile değiştirdikleri bir takım büyük taşlar vardı." Yine bu kuşağın tanınmış tefsir bilginlerinden biri olan İbn-i Ebu Şeybe bu ayeti açıklarken "Bu Allah'tan başkası için kurban kesmek gibidir" derken bir başka ünlü tefsirci olan Katade "Bunlar cahiliye dönemi Araplarının taptıkları ve uğurlarına kurban kestikleri bir takım taşlardır. Allah bunu yasaklamıştır" demektedir. Tefsirci Ali b. Ebu Talha'ya göre İbn-i Abbas, Kur'an'daki bu deyimi "Dikili taşlar, eski Arapların üzerlerinde hayvan ve uğurlarında kurban kestikleri taşlardır" diye açıklamıştır." [68]
İbn-i Teymiyye'nin kendine has görüşlerine hoşgörü ile bakmakla birlikte onun diğer alimlerden naklettiği görüşleri de dikkate şayan buluyoruz. Diğer alimlerin görüşü dediğimiz görüş ise "ehl-i kitabın" kestikleri konusundaki görüşleridir. Onlara göre Ehl-i Kitabın kestikleri zaten müslümanların kesimi gibi değildir. Yani onlar kutsal saydıklarının adını anabilerek kesim yapıyorlar ve Yüce Allah bu duruma rağmen onların kestiklerini helal kılmaktadır. [69]
Kurtubî şöyle demiştir: "İbn-i Abbas şöyle dedi: Allah Teala; “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin."[70] buyurmuş sonra da; "Kitap verilenlerin yemeği size helal sizin yemeğiniz de onlara helaldir."[71] buyurarak bu hükümden (Yahudi ve Hristiyanların kestiklerini istisna etmiştir)." Eğer Hristiyan kesim sırasında "mesih adına" Yahudi de "aziz adına" derse bile. Bu onların kendi dinleri üzerine kesimleridir. Çünkü Allah onların ne söylediklerini bildiği halde kestiklerini mubah kılmıştır... Mecusilerin (de) kitap ehli oldukları görüşüne sahip olanlar onları "kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helaldir" ayetine dahil ederek kestiklerinin helal olduğunu söylemişlerdir. Sabiiler hakkında caizdir diyenler olmuştur. [72]
[66] Mehmet Alagaş, Tartışılan Sorular, İnsan Der. Yay. s. 97-103.
[67] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Müstakim, Pınar Yay, s. 49-63.
[68] a.g.e., s. 49-63.
[69] Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, Pınar Yay. c. 3, s. 144-145.
[70] En'am: 6/121)
[71] Maide: 5/5.
[72] Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayınevi: 102-128.