saniyenur
Sun 1 January 2012, 11:33 pm GMT +0200
2. KERAMET
“Velîlerin kerametleri haktır”
Velî, mümkün olduğu nisbette Allah Taâlâ ve sıfatlan hakkında marifet ve bilgi sahibi (ârif-i billahî olan, ibadet ve taatlara sürekli olarak riayet eden, günah ve kötülükten daimi surette kaçman, (nefsanî ve süfli arzulara, isteklere ve) nazlara, şehvet ve hırsla dalmaktan uzak kalan kişidir.
Velinin kerameti; peygamberlik davası ile ilgili bulunmamak şartiyle, ondan zuhur eden harikulade (ve tabiat kanunlarının üstündeki fevkalâde) hadiselerdir. “İman ve iyi amelle ilgisi bulunmayan kişilerden zuhur eden harikulade hadiselere istidrac, peygamberlik davasıyle ilgili olan harikulade hadiselere mucize denir.
Kerametin hakikat ve mahiyetinin delili, sahabe ve onlardan sonra gelenlerden zuhur edip te tevatür derecesine ulaşan ve onun için de inkârı imkânsız olan harikulade hadiselerdir. Bize nakledilen bu nevi hadiseler, tafsilat ve teferruat itibariyle her ne kadar âhâd senetlerle rivayet edilmişse de, özellikle bu rivayetlerin birleştikleri ortak nokta mütevatîrdir.
Ayrıca, Hz. Meryem'den (Bk. Ali îmran, 3/37) ve Süleyman (a.s.)ın veziri (olan Asef) ten (Bk. Necm, 27/40) (kerametlerin ve) harikulade hadiselerin zuhur ettiği açıkça ifade edilmiştir. (Böylece) vukuu sabit olduktan sonra imkânını ispat etmeye ihtiyaç yoktur. (Zira vukuu imkânına şahid ve delildir. Mümkün olmasaydı vaki olmazdı. Velilik konusunda geniş bilgi için bk: Kuşeyri risalesi, s. 368 Tere. S. Uludağ, İst. 1978).
Müellif Ömer Nesefi, bundan sonra kerameti izah etmek, aklın ciddî surette garib ve tuhaf bulduğu bazı keramet vakalarını tek tek göstermek için şu sözleri irad etmişti:
“Keramet, âdeti nakz yolu ile velîden zuhur eder”
(Yani tabiat kanunlarının işlerliğini durdurmak, geçerliliğini sekteye uğrutmak ve tesirliliğini geçici bir zaman için, belli kişi ve olaylara mahsus olmak üzere durdurmak suretiyle ortaya çıkan olağanüstü olaylardır).
“Az süre içinde uzun mesafe katetmek” (tayy-i mekân),
Meselâ Süleyman (a.s.)ın adamı olan Asaf b. Berhiya'nın -meşhur olan görüş budur- göz açıp kapama süresi içinde, hatta ondan daha az bir zamanda, Belkıs'ın tahtını uzak bir mesafeden getirmesi gibi (Bk. Nemi, 27/40). (Mutasavvıflar ayrıca tayy-ı mekâna da inanırlar ve: “Allah zaman içinde zaman yaratır", derler).
“İhtiyaç duyulduğunda yenecek, içilecek ve giyilecek şeylerin zuhur etmesi, kendiliğinden ortaya çıkması”
Nitekim Hz. Meryem hakkında bu durum söz konusudur, “Zekeriyya mihraba her gelişinde Hz. Meryem (a.s.)in yanında bir rızık (ve gıda maddeleri) bulur, 'Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor', der O da: 'Allah tarafından', diye cevap verirdi” (Ali îmran, 3/37).
“Su üzerinde yürümek”,
Nitekim veli olan Selefin bir çoğundan bu gibi hadiseler nakledilmiştir.
“Havada uçmak”,
Nitekim Cafer b. Ebu Talib'ten ve Serahslı Lokman'danbu gibi vakalar rivayet edilir. (Cafer-i Tayyar “Uçan Cafer” Hz. Ali'nin kardeşidir. Lokman-ı perende”Uçan Lokman”nin Hacı Bektaş ile ilgisi vardır).
“Cansız maddelerin ve hayvanların konuşmaları”,
Cansız maddelerin konuşmasına misâl: Rivayet olunur ki, Ebu Derda ile Selman-ı Farisî'nin önlerinde bulunan bir sahan teşbih etmiş (Subhanellah, demiş) onlar da bu sesi işitmişlerdi [15].
Hayvanların konuşmasına misâl: a) Köpek Ashab-ı kehfle konuşmuştu, b) Peygamber (s.a.)in şöyle dediği rivayet olunur: “Adamın Diri, bir sığırın sırtına yük vurmuş ve önüne katıp götürüyordu. Bu esnada, sığır adama bakmış ve, 'Ben bu iş için yaratılmadım, sadece çift sürmek için yaratıldım', demişti. Hz. Peygamber bu hadiseyi anlatınca, orada bulunan topluluk, hayret ederek, 'Sübhanellah.' Sığır da mı konuşurmuş? demişlerdi. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.), “Ben buna ninanıyorum! (Ebu Bekir ve Ömer r.a.) da inanırlar, buyurmuştu” [16].
“Ve bunlara benzer daha başka şeyler”
Medine'de minberde bulunan Ömer (r.a.) in Nihavend'deki orduyu görmesi gibi. Hz. Ömer'in ordu komutanı olan zata, “Ya Sâriye el-cebele!” (Dağa sığın, dağa!) diye seslendiği, böylece orada bulunan ve arkadan çevirme harekâtına girişen düşmanın harb oyununa karşı komutanına taktik verdiği hikâye edilir. Mesafenin uzunluğuna rağmen komutan Sâriye'nin Hz. Ömer'in sesini işitmesi (daha doğrusu Hz. Ömer'in orduyu görüp sesini komutanına işittirmesi) keramettir. Hz. Halid (r.a.) in içtiği zehirden zarar görmemesi, Hz. Ömer'in gönderdiği bir mektup üzerine, o sırada suları azalan Nil nehrinin taşması ve benzeri hadiseler gibi sayılmayacak pek çok keramet vakası vardır.
“Harikulade hadiselerin velilerden de zuhur etmesi mümkün olsaydı, o zaman kerametle mucize birbirine karışırdı, bunun neticesinde de peygamberi, peygamber olmayandan ayırdetmek mümkün olmazdı”, gibi delil ve düşüncelerle; Mutezile, evliyanın kerametini inkâr ettiği için (Eş'arîlerden Ebu îshak İsferanî de aynı görüştedir), Müellif Ömer Nesefî, buna işaret ederek dedi ki:
“Bu kerametler”,
Yani, bir ümmete mensup fertlerden biri olan bir velîden zuhur eden harikulade hadiseler,
“Kendisinden keramet zuhur eden ferdin bağlı bulunduğu ümmetin peygamberine ait bir mucize olarak kabul edilir. Çünkü bu keramet sayesinde o şahsın velî olduğu zahir olur. Bir kimse dindarlığında hak üzere (ve dine bağlılığında samimi ve sâdık) olmazsa velî olamaz. Velînin dindarlığı ise”, lisan ve kalble “tâbi olduğu Resulün peygamberliğini ikrar etmek”, bununla beraber bütün emir ve nehiylerinde kendisine itaat etmek “ile olur”
(Cüneyd'in kerameti Hz. Peygamber'in mucizesidir). Onun içindir ki, peygamberlere tâbi olmak söz konusu olmadan bizzat ve müstakillen velî olduğunu iddia eden bir veli aslında velî sayılmaz, kendisinden bu gibi harikulade halle (istidrac olmak üzere meydana gelir, ama katiyen keramet olmak üzere) zuhur etmez.
Velhasıl, ister kendisinden zuhur etsin, isterse kendisine bağlı olan ümmet fertlerinden bir zattan zuhur etsin, harikulade bir hadise peygamberlere nisbetle mucize, velîye nisbetle keramettir. Zira kendisinden harikulade bir hadise zuhur eden şahıs, peygamberlik davasında bulunmamaktadır. Netice olarak, peygamberlerin nebî olduğunu kesinlikle bilmeleri, harikulade bir şey göstermeye kasd ve azmetmeleri, mucizenin gereğine göre hükmetmeleri (ve ona göre davranarak, “Ben peygamberim” demeleri) şarttır. Halbuki velî için bunlardan hiçbiri söz konusu değildir, onda durum bunun tam aksinedir [17].
[15] el-Muğnî, I, 119; Beyhakî.
[16] Buharî, Enbiya, 54; Müslim, Fezâilu's-Sahabe, 1.
[17] Mucize bahsinde de temas edildiği gibi harikulade hallerin başlıca çeşitleri şunlardır:
1. Mucize: Vahye mazhar olduktan sonra nebilerden zuhur eder.
2. İrhâs: Vahye mazhar olmadan evvel nebilerden zuhur eder zira, kendisine vahiy gelmeden evvel nebî'nin hali velînin halinden daha agağı değildir.
3. Keramet: Peygamberine sıkı ve samimi bir şekilde bağlı olan ve ona titizlikle tabi olan velîlerden zuhur eder. Asîmda bir velînin kerameti tabi bulunduğu nebî'nin mucizesidir. Hz. Mevlânâ'nın kerametleri
Hz. Peygamber'e ait mucizelerdir. Bu gibi harikulade hadiseler nebiye göre mucize, o nebiye tabi bulunan velîden zuhuruna nisbetle de keramet adını alır.
4. Meûnet (yardım, destek): Hakk Taâlâ'nın, herhangi bir mümin ve müslümani, darda kaldığı ve sıkıntıya düştüğü zaman harikulade bir gekilde kurtarmasına meûnet denir.
5. İstidrac: Kâfir ve fâsık kişilerden zuhur eden harikulade hadiselerdir, İman ve hidâyet dairesine girmesi için her türlü çaba sarfedildiği halde, sırf inad, kibir, benlik ve ihtirasları sebebiyle hak yola gelmeyenlere, Allah bir takım harikulade haller verir. Onlar da bu hal-t lere bakarak doğru yolda olduklarım iddia ederler. Böylece şımanr, böbürlenir, azgınlıkta ve haksızlıkta son derece ileri giderler. Azgınlıkları ve haksızlıkları arttığı oranda çekecekleri azabın şiddeti de faz-lalaşir. Azgınlık merdiveninin yüzüncü basamağından düşen bir kimsenin çekeceği acı ile bininci basamağından düşeninki kat kat fazla olur (Bk. A'raf, 7/182; Kalem, 68/44).
6. İhanet (hor, hakir ve zelil kılmak): Yalancı peygamberin davasında yalancı olduğunu gösteren ve onların isteklerinin tam zıddı olar cak şekilde ortaya çıkan harikulade hadiselerdir. Müseylimetu'l-Kezzab tek gözü kör olan bir adama, gözü iyi olsun, diye dua etmiş, bunun üzerine adamın gören gözü de kör olmuştu.
7. Şa'beze (Göz boyama, hokkabazlık): Sihir ve büyü (duyu organlarım yanıltma, ilizyon) gibi hadiseler de harikulade olaylar sayılabilir. Fakat bunlar istidrac ve ihanet nevinden olan, dinî değeri bulunmayan, aksine sahiplerinin dînce makbul kişiler olmadıklarını gösteren vakıalardır.
Îslâmda ve tasavvufta keramet hak olarak kabul edilmiş, fakat önemi abartılmamıgtır. İstikamet daima kerametten üstün tutulmuştur: Ebu Ali Cüzcanî şöyle demiştir: “îstikamet sahib” ol, ama keramet talibi olma. Zira Rabbin senden istikameti istediği halde, nefsin keramet taleb etmek İçin seni tahrik etmektedir (Bk. Kuşeyrî risalesi, İstikamet bahsi), Abdullah b. Tüsterî;“En büyük keramet, kötü bir huyu iyi bir huyla değiştirebilmektir”, demiştir (Bk. Kuşeyrî risalesi, Kerametler bahsi). Tüsterî'ye göre keramet, ağlayan çocukları susturmak için verilen afyon gibidir (Bk. aynı yer).
Gerçekten de aslında hak olan keramete, cahil halk tarafından gösterilen aşırı bilgi ve merak, şeyh geçinen bazı açık gözler tarafından bu akidenin istismar edilmesine, bir yığın hurafe, bir alay bâtıl inancın ortaya çıkmasına, netice itibariyle de tıpkı afyonla uyuşturulurçasma îslâm, toplumunun uyuşturulmasına sebebiyet vermiştir. (Daha geniş bilgi için Bk. Kuşeyrî risalesi, Süleyman Uludağ tercümesi, s. 469 ve 48). Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 314-318.