saniyenur
Sat 15 October 2011, 08:04 pm GMT +0200
C. Kelâm Kibar Olan Sözler
Buradaki kelâm-ı kibardan kasdtmız, sahabe nesli başta olmak üzere selef-i salihîn, kibâr-ı mutasavvıfe ile peygamber varisi, arif velilerij kamil âlimlerin sözleridir. Yukarıdaki başlık ilk bakışta belki biraz garip görünebilir. Fakat Bursevî'nin hadis tespitinde ölçü olarak kullandığı öyle ifadeleri var ki onun bu ifadeleri yukarıdaki başlığı doğrular mahiyettedir.
Bursevî bununla ilgili olarak, 'Kim nefsini bilirse Rabbini bilir" hadisinde bazı bilgiler vermiş, diğer yerlerde de buna benzer sözler söylemiştir.
"Men arafe nefseh" hadisinin cumhura göre haber-i Nebi olduğunu söyleyen Bursevî, [1183] bu gibi kelimât-ı irfaniyyenin Resûlulah (s.a.)'in tercümanı olması hasebiyle Hz. Ali'ye nispet edildiğini aslında bu sözün Resûl-i Ekrem'den sâdır olmadığını, fakat "Vâris-i ekmelin lafzına itina hadistir [1184] prensibinden hareketle böyle sözlerin mânalarına bakarak Hz. Peygamber'e affolunduğunu, hadis değildir diyenlerin ise lafzın Hz. Ali'den çıktığını dikkate alarak mevkuf hadis olduğunu söylediklerini belirtmekte, bunun benzeri olan "Fakirlik iftihanmdtr", "Ölmeden önce ölünüz" ve "Ümmetimin âlimleri israil Oğulları'mn peygamberleri gibidir" gibi ihtilaflı hadislerin de aynı şekilde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. [1185]
Bursevî, bu tezine, "Ben ilmin şehriyim. Ali de onun kapısıdır [1186] hadisini delil olarak göstermiştir.[1187] Onun "Men arafe nefseh" hadisi için "Hadistir dedikleri mazmununa binâen ve selb ettikleri lafz-ı Ali'ye görecfır [1188] CQmiesincjen anlaşılan odur ki, mânası doğru olan diğer hadislerdeki muhtevaya uygun bulunan Hz. Peygamber'in gerçek vârisi konumunda yer alan Hz. Ali gibi kâmil vârislerin bu çeşit sözleri Resûl-i Ekrem'e nispet olunabilir. Bursevî, Hz. Ali'nin hayatı, menâkıbı, Peygamber (s.a.)'e olan yakınlığı, tarikat silsilelerindeki yeri ve öneminden sıkça bahsetmekte ona ayrı bir önem vermektedir. Nitekim Silsile-i Celvetiyye adlı eserinde, Hz. Ali'nin diğer üç halifeden ilim yönüyle üstün olduğunu belirtmekte;
"Cenâb-ı Nübüvvete akrab-ı nas İmam Ali'dir ki, imamu'l-âîem ve sirru'l-enbiyadır... Eyyam-ı hilafetinde kutb-ı zahir ve bâtın olmuştur" demektedir.[1189] Ayrıca Kitabü'n-Netice'de;
"Ulum-i keşfiyye-i ilahiyye ile İmam Ali (k,v.) şöhret bulmuştur ki bu pertev-i ilim (ilim nuru) ona Resûlutlah'dan (s.a.) aks etmiştir [1190] sözleriyle, "Kelâm-ı Nebevi ceuâmiu'l-kelimdir. Onun için ondan nice ulûm-i garibe istihraç olunmuştur. Cefr-i Ali ve vefk-ı Hatmu'l-evliya (r.a.). Ve sair kelimât-ı kibar dahi ona kıyas oluna...İyice anla, çünkü o senin için neticedir, hem de ne netice, ve sırdaştır hem de ne sırdaşl [1191] sözleriyle Hz. Ali'nin üstünlüğüne dikkat çekmektedir.
Bursevî'nin sözlerine benzer bilgiler başka âlimlerin eserlerinde de görülmektedir. Meselâ Aliyyü'1-Karî (ö.1014/1605), Şifâ şerhinde "el-Aczü fahrî" hadisini şerhederken hadisteki "el-Acz" kelimesinin başka nüshalarda yer alan "el-Fakr" kelimesinin yerine zikredilmiş olabileceğini, bu hadisin uydurma olduğunun ancak isnadı açısından söylenebileceğini belirtmiş, aksi takdirde hadisin muhtevasının Kur'an'a uygun olduğunu veya bu İbareye yakın mânaların değişik zamanlarda Resûlullah (s.a.)'den işitilmiş ve daha sonra Hz. Ali tarafından mevkuf olarak ifade edilmiş olmasının da İhtimal dahilinde bulunduğunu söylemiştir. [1192]
Şevkanî (ö.1250/1834), sûfiyyenin "Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır" şeklindeki hadisten İlham alarak ilm-i bâtını Hz. Ali'ye nispet ettiklerini ifade etmiş, [1193] İbnü'l-Hadîd de bu konuda şöyle demiştir:
"Bu hadisten dolayıdır ki biz, tevhid ve ve adaletle ilgili mevzularda ince bahisleri Hz. Ali'nin sözlerinde ve hutbelerinde buluyoruz. Hz. Ali'nin dışında hiç bir sahabi ve tabiinin sözlerinde onun sözlerine benzer kelimeler bulamıyoruz: [1194]
Kısacası bu fikirlerden anlaşıldığına göre Hz. Ali'den gelen açıkça merfû olduğu belirtilmeyen mevkuf hadis şeklindeki rivayetlere, merfû hadis gözüyle bakılabilir. Zira Hz. Ali'nin bilgilerinin kaynağı Peygamber (a.s.)'dır. İfade ettiği bilgileri doğrudan Hz. Peygamber'e nispet etmese de mâna olarak bunları ondan almıştır. Bursevî'nin, Aliyyü'l-Karî'nin ve daha başkalarının sözlerinden bu sonuç çıkmaktadır. Bu durumda kemâle ermiş, gerçek verese-i enbiyâ olan şahsiyetlerin söyledikleri sözler bağlı bulundukları peygamberin hadislerine mâna yönünden uygunluk arzeder, bir nevi onun hadislerini şerheden sözler kapsamına girer. Bu söylediklerimizi destekleyen Bursevî'nin çok açık ifadeleri vardır. Nitekim Kitabü'n-Netice'de bununla ilgili olarak şöyle demektedir:
"Kelâm-ı Resul kelâm-ı ilâhiye mülhak olduğu gibi, kelâm-ı kibar dahi ketâm-t Resûl'e mülhaktır. Zira ekâmil-i nâsa nisbetle cemîi füyûzun menbaı birdir. Tefâuût hemân suverindedir. Bu mânadandır ki meşâyıh-ı tarikat ve muhakkıkîn-i hakikatin akvâl ve efâltne itiraz etmek dürüst değildir. Zira itirazın neticesi itiraz-ı Resul olur.[1195]
"Ketimât-t kibar dahî hadis-i Resût'e ilhak olunmuştur. Yani ke-İam-ı Nebevî Kur'an'dan ma-adâ kelam üzerine ne veçhile tafdil olunursa kelimât-t aliye-i erbab-ı hakâik dahi kelimât-ı ashâb-ı rüsum üzerine tercih olunur. Nitekim bi-tarikı'l-işare gelir: "Resulün davetini aranızda birbirinizin daveti gibi tutmayın [1196] Yani davetten davete fark vardır ki, zavahir-i ahkama ve cennata davet ve bevatı-ı hakaika ve likai Rahman'a davet başkadır ki avam ezvak-ı havassı bilmediği gibi lisanlarını dahi bilmez. Ve İbaratta tefavüt olduğu mukarrerdir. Eğerçi değme fehim ve beliğin ona vukufu yoktur. Onun için kelam-ı ekabir ile esağiri tesviye ederler, İşte her asırda bi-mezaklarm hali budur ki memrûru'l-mizac olduklarından şerbet-i asele dahi ederler. [1197]
Yine Bursevî aynı eserinde büyük âlimlerin sözlerine değer vermeyip, bu sözler hakkında ileri geri konuşanlan eleştirerek şunları söylemektedir;
"Kelam-ı ekabirin neticesi ne olduğun bilmeyen dahi ve ta'na başlar ve kendinin cehlini izhar eyler. Zira eğer arif olaydı ol dahi onların tarikma salik olurdu ve menzil-i hakikat bulurdu ve sükut eylerdi, belki Hak ile natık olup halkı dahi ol tarika süluke davet kılardı. [1198]
Biz Bursevî'nin eserlerinde açıkça görebilmiş değiliz ama yukarıda geçen "Men arafe nefseh" hadisini bazı âlimler Yahya b. Muaz er-Razî (ö.258/871) tarafından söylendiğini belirtmektedirler. Nitekim muhaddis-lerden Ebü'l-Muzaffer es-Sem'ânî (ö.615/1218), "el-Kelâm ale't-tahsîn ve't-takbîhi'İ-Ukaylî mine'l-kavâtı" adlı eserinde söz konusu hadisin "merfû olarak bilinmediğini", Yahya b. Muaz er-Razî [1199] tarafından söylenen sözlerden olduğunu söylemiştir.[1200]
Bursevî'nin söz konusu ettiği "vâris-î ekmel [1201] kavramı sadece sahabe nesli ya da Hz. Ali ile sınırlı kalmamakta diğer büyük şahsiyetleri de içine almaktadır. Bursevî, bir başka eserinde ravilerin hallerinden bahsederken, "Kdh olur ki bazı selef-i salihînin kelâmım ahzedib hadis suretinde ibraz eder. Hasan Basrî ue emsali gibi. Zira demişlerdir ki, Hasan Basri'nin kelamı kelâm-ı enbiyaya (a.s.) müşâbihdir" demektedir. [1202] Nitekim hadis tarihinde bunun örnekleri görülmüş, Hasan Basri (ö,110/728)'den başka Malik b. Dînar (Ö.181/797), Fudayl b. lyaz (0,187/803) ve Cüneyd el-Bağdadî (0.297/ 910)'nİn meşhur sözleri de hadis diye tanıtılmıştır.[1203] İleride de görüleceği gibi Bursevî hicri III. asır mutasavvıflarından Ebû Saîd el-Harrâz (ö.277/890)-m söylediği, "Ebrârin hasenatı mukarrabînin seyyiâtıdır: Ebrar kulların sevap olarak işledikleri, mukarrep olanların günahları yerindedir "sözü üzerinde dururken "Şeyh Hanâz'ın tarikat yolunun büyüklerinden ehl-i hakikatin seçilmişlerinden" olduğunu beyân ettikten sonra;
"Bu makûleler fil-hakika elsine-i Fahr-ı Âlem (s.a.)'den bir li-san-ı mahsûs ve hasenatından bir hasene-i hâssa olmakla makaleleri Fahr-ı Âlem (s.a.)'e nispet olunur [1204] demekte, yukarıda da geçtiği üzere gerek Hz. Ali, gerekse Yahya b. Muaz er-Razî (ö.258/871)'nin "Men arafe nefseh: Kendini bilen Rabbini bilir" kelâmına ve benzerlerine nasıl hadis deniliyorsa Harrâz (ö.277/890)'m bu sözüne de bu anlamda hadis lafzının tabir olunabileceğini belirtmektedir.
Bursevî'nin "Bir lisân-ı mahsûs" olarak isimlendirdiği bu özel lisân muhtemelen keşif âleminde bu çeşit sözlerin Hz. Peygamber'den İşitilmiş olmasıdır. Ya da az önce ifade edildiği gibi doğrudan doğruya "vâris-i Ne-bi"nin sözüne hadis ıtlak olunabileceğidir. Şu halde İzmirli İsmail Hakkı (Ö.1365/1946)'nın tasavvufi eserlerde bulunan birtakım sözlerin hadis olmayıp mutasavvıfların sözleri olduğu iddiası güç kazanmaktadır. Ne var ki görüİdü-ğü gibi, lafız olarak hadis olmasa da mâna yönünden sahih olan kibâr-ı muta-savvıfe sözlerine tasavvufî literatürde hadis gözüyle bakılabildiği Bursevî'nin eserlerinde de bunun böyle anlaşıldığı örneklerle gösterilmiş olmaktadır.
Bursevî'nin hadis tespit ve tashihinde kullandığı bir diğer ölçü de mânâ alemindeki olaylardır.
[1183] Ferah, I, 37; bk. Temam, vr. 207b; Rûh, III, 78; JuhfeA Umeriyye, s. 17
[1184] Ferah, I, 23; Kitabü'n-Netice, 1, 64.
[1185] Ferah,!, 23.
[1186] Hadisin devamında "Kim ilim isterse kapıya gelsin" buy umlm ustur. Münâvî, ResûluIİah (s.a.)'İn bütün dinî ilimleri içinde toplayan bir ilim şehri gibi olduğunu, şehre İse bir kapı gerektiğini, bu kapıya da Hz. Ali'nin layık bulunduğunu belirterek Resûl-i Ekrem'in yolundan gitmek isteyenlerin şehre bu kapıdan girmeleri gerektiğini söylemiştir. Hadis, İbn Hacer ve daha başka muhaddislere göre hasendir. Feyz. III, 46; Sehâvî, s. 97-98- Aclûnî 1 235-236
[1187] Ferah, I, 23.
[1188] Ferah, I, 23.
[1189] Silsile, s. 26. Bursevî, burada Hz. Ali'nin faziletiyle ilgili daha değişik bilgiler nakletmekte, "Ya Ali! Ene ve ente ebû hazini'1-ümrne: Yani Ali, Haşimî olanların surette vâlidi olduğu gibi, ekamil-i ümmete dahi manada valid oldu" hadisine yer vermektedir. Si/si/e, s. 26-27.
[1190] Kitabü'n-Netice, 1,177.
[1191] a.g.e., I, 384.
[1192] Kari, Şerhu'ş-Şifâ, I, 319.
[1193]Şevkânî,vWâyetu//ah,s.72.
[1194]Şevkanî, a.g.e., s. 72.
[1195] Kitabü'n-Netice, I, 64.
[1196] Nur (24), 63.
[1197] Kitabü'n-Netice, II, 357-358.
[1198] ag.e., 1,175.
[1199]Zekeriyya Yahya b. Muaz er-Râzî, zamanında "ez-zâhid, el-vâiz" olarak şöhret bulmuş, hadis rivayetinde bulunmuş, ilm-i recada konuşmuş, bu sahada güzel sözler söylemiş bir sûfidir. Onun bu sözlerinden bir çoğu tabakât kitaplarında nakledilmiştir. Hucvirî, Allah Teâlâ'nın yeryüzünde Yahya isminde iki kulu bulunduğunu, bunlardan birinin nebilerden, diğerinin İse velilerden Yahya b. Muaz er-Râzî olduğunu söylemiştir. Yahya b. Muaz er-Râzî 258/871 yılında Neysabur'da vefat etmiştir, bk. Serrac, Lüma, 35, 37, 46,135,193, 206; İbnü'n-Nedim, s. 229; Hatîb, XIV, 208-212; Hucvirî, s. 222-223; Cami, s. 108-109; İbnü'İ-Imâd, II, 138-139; Ateş, Şulemi ve Tasavvufi Tefsiri, s. 94.
[1200] Sehâvî, s, 419.
[1201] Bursevî'nin "vâris-i ekmel" kavramı, İbn Arabî'de nebevî halin ve ledünnî ilmin koruyucuları olarak göze çarpmaktadır. İbn Arabi'ye göre Hz. Peygamber'in hallerini, İlimlerini, sırlarını muhafaza eden âlimlerden bazıları şunlardır: Hz. Ali, İbn Abbas, Selman-ı Farisi, Ebû Hureyre, Huzeyfe, Hasan Basri (ö.l 10/728), Malik b. Dinar (Ö.181/797), Eyyub es-Sahtiyani (Ö.131/748), Şeybanu'r-Râi, Fudayl b. lyaz (Ö.187/802), Zünnun el-Mısri (Ö.246/860), Cüneyd el-Bağdadi (Ö.297/910), Sehl b. Abdullah et-Tüsteri (Ö.283/896) ve bu büyüklerin yolunda gidenlerdir. İbn Arabî, Fütuhat, I, 151 {14. bab).
[1202]Şerhu'İ-kebâir,s.52.
[1203] Kandemir, s. 174.
[1204] Ferah, II, 141.